• 2010 yılının şubat ayına kadar yaklaşık 25 uluslararası film festivalinde yer alacağı söylenen film.
  • nasıl ki deniz insanları için mavi ve yeşilin tonları vazgeçilmezdir, bozkır insanları için de sarı ve kahverenginin az buçuk da yeşilin tonları öyledir bence. ben bozkırda büyüdüm. canımız sıkıldığında gidip izleyebileceğimiz bir denizimiz yoktu. beni toprak ana sakinleştirirdi. tıpkı elif ve ahmet'i sakinleştirdiği gibi.
    elif ve ahmet gibi annesiz babasız değildim pek şükür. ama elif gibi baba hasreti yaşadım hep. babamı hep bekledim öyle. ama şanslıyım babam iyi bir arkadaştı. kitap okurduk hep. ben onun elinden gazetesini alır uydurma haberler okurdum sanki gerçekmiş gibi. pek gülerdi o hallerime.
    bir abim de yoktu elif gibi. genelde yalnız bir çocuktum. yalnızlığından keyif alan, hayali arkadaşları olan, güneşle konuşan çocuklardan. (güneşe gözümü kırpmadan bakıp gözümde oluşan lekelere isim verecek kadar da maldım üstelik)
    tüm o yaşadıkları sıkıntılara rağmen bu iki çocuğun hikayesi öyle etkiledi ki beni. keşke bir abim olsaymış, beni böyle karşılıksız çıkarsız sevseymiş, korusaymış kollasaymış dedim hep. içim sızladı.
    elif'i çok sevdim ama ahmet'i daha bir çok sevdim. zaman zaman o çok uyumlu halleriyle sinirlerimi bozmadı değil. ama dışarıdan bakınca ne farklı görünüyormuş.
    senaryosu yok gibiydi sanki filmin. bu yüzden kendimi zaman zaman belgesel izlermiş gibi hissettim çocuk oyuncuların ezber yaptıkları bazı sahnelerde anlaşılmasaydı cidden 'heralde doğaçlama oynuyorlar' derdim.
    şiirsel sinematografisiyle izleyenleri büyüleyen bir film mommo (ufff ne pis konuştum ha. kavgada söylenmez. breh breh. du neyse toparlıcam). bir filmi film yapan hatta onu sanat eseri haline getiren şeylerden biri de sinematografisidir. özellikle görüntü yönetmenlerine bu konuda çok iş düşer. bu filmin görüntü yönetmeni ali özel'i (bkz: ali özel) kutlamak gerekiyor. o kadar akıcı o kadar duruydu ki o sarı topraklara alıp götürdü, satamadan getirdi.
    çok spoiler lı yazasım var ama yazmayacağım ı ıh...
    yani..
    izleyin lan sinirlendirmeyin adamı (yani bir entry nasıl böyle bitirilir. ben buyum, böyleyim bebeğim. güneşle konuşmaya gittim gelicem)
  • konya ovası gibi dümdüz akan bir film ve kafamdaki konya kadar sakin. sakinlikle bastırılmış, küçücük hayatlara fazla gelecek bir acı, öksüzlük. dramatize edilen hiçbir kare yok bu filmde. her şey olabildiğince yalın anlatılmaya çalışılmış. görüntü yönetmeni ali özel de bu filmi iyice izlenir kılmış. ahmet* ile ayşe*'nin acemi oyunculukları ise hiç bozmamış hikayeyi... hayatın bu kadar içinden, bu kadar yoğun sevgiyle örülmüş bir hikayeden eleştirilecek bir şeyler çıkarmak istemiyorum, çıkarılmasına üzülüyorum.
    sentetik yaşamlarımıza yumuşacık bir dokunuş yalnızca...
  • tuğrul eryılmaz'ın deyimiyle "yeşilçam'ın altmış yıldır yapmak isteyip de yapamadığı film". ayşecik ömercik filmlerinin sahteliği yok, çocuklar çocuk gibi. bu yüzden de çok dokunaklı, çok gerçek. çok görülesi.
  • son derece basit ancak dünyalara değen hikayesiyle insanın içine işleyen, erkan oğur farkının bir kez daha net bir biçimde ortaya koyulduğu, çocuk oyuncuların doğallıklarıyla hayran bıraktığı son zamanların en güzel seyirliği.
  • konusu itibariyle grave of the fireflies filmini anımsatan duygu yoğunluklu, pastoral imgeleri içerisinde barındıran bir film. göze ilk çarpan bez bebek dizisindeki "şoker" karekterinin, fragmanda bulunması; insan bir tereddüt içerisinde kalıyor yine mi bez bebek diye. zaten filmi çocuklar çekip çeviriyor.mommo, annelerini kaybeden iki kardeşin gözünden gördüğümüz hikayesinde, yaramaz bir babanın ve vefalı bir büyükbabanın duygu dünyalarındaki gelgitlere bizleri ortak ediyor.bu yıl istanbul film festivali’nde gösterilen sayısı kabarık türk filmlerinin yanında yeni gösterime giren mommo-kız kardeşim, sinemamızın yüz akı filmlerinden biri olarak karşımıza çıktı. yönetmen atalay taşdiken’in gerçek bir olaydan hareketle oluşturduğu senaryodan çektiği film temiz görüntü çalışması, özenli ses ve sanat yönetmenliğiyle dikkat çekiyor, müzikleriyle de genel çerçevesine yaraşır şekilde göz dolduruyor.annelerini kaybeden iki kardeşin gözünden gördüğümüz hikayede, yaramaz bir babanın ve vefalı bir büyükbabanın duygu dünyalarındaki gelgitlere bizleri ortak ediyor. adeta mendebur derekesine uzanmış baba yeni bir evlilik yapmış, iki yavruyu yatılı bir yuvaya göndermek istemektedir. tek geçim kaynağı olan tekaüt maaşıyla zar zor idame ettiren dede, elinden geldiği kadar iki çocuğa bakmaya çalışmaktadır. dede çocukları almanya’da bulunan teyzelerinin ya da küçük kızı hali vakti yerinde bir ailenin yanına vermek ikilemi arasında kalacaktır.yönetmen taşdiken, kamerasını hemen hiç oynatmayarak düz ama özenli bir çalışma ortaya koyuyor; adeta iran filmlerinin yerli ve aşkın duygulu çizgisinde bir sinema anlayışıyla hareket ediyor. bu doğallıyla film, gerçek hayatı neredeyse olduğu gibi yakalıyor fakat bunu itici bir gerçekçilikle yapmıyor. gerilimli anlarda bile belli bir olgun ruh haliyle gelişen senaryo, aslında özlediğimiz türk sinemasının da ipuçlarını veriyor. sadece bir yerde argoya tevessül eden çalışma, ahmet uluçay sinemasının izleğinde, 120, sıfır dediğimde, beynelmilel, beyaz melek, yumurta, süt ve bilge ceylan’ın üçlemesinin izinde farklı bir duyarlılıkta çıkış yapan yeni sinemanın bir halkası olarak kervandaki yerini alıyor. oyuncuların çok tanınmamasına rağmen üst bir başarı sergileyerek tanınmamanın hiç de dezavantaj olmadığını gösteriyor.iki çocuğun annelerini kaybetmiş olmanın verdiği hüznün yansımasıyla hiçbir zaman tam olarak sevinememe-nin verdiği duyguyla birbirlerine destek olan ilişkisi sahici bir havada gelişiyor. kasabadaki sakin hayat, tulumbasıyla, tenha sokaklarıyla, yıldızlı gecelerindeki dam yataklarıyla pastoral bir peyzaj olarak temayüz ediyor. dedenin görmüş geçirmişlikten gelen bilgeliği, her görünüşünde tabii bir haslet şeklinde beliriyor; tam tersine babanın giderek mendebur bir kimliğe bürünen varlığı da o denli göze batıyor.bu tür film yapmanın sinemamız için kazancı, yerli bir dokuda insan ilişkilerinin sergilenmesi, bu coğrafyanın olmazsa olmaz bir parçası olan manevi hayatın olduğu haliyle perdeye yansıtılması ve olguları manipule etmeyen bir anlam dünyası kurması şeklinde özetlenebilir. yeni olgun kişilikli ve özgüven sahibi bir sinemanın kıvanç verici örneklerinden biri gözüyle bakılabilir, mommo’ya.
  • izlemek isteyip de izlemekten deli gibi korktuğum film. bir ağabey ve bir kız kardeş, sadece onlar birbirine ait. kimse onları anlamaz mümkün değil. baba hayatına devam etmeye çalışırken onların tek derdi birbirlerinin yanında olmak. yaşanılan olaylar birebir yaşanmış olmasa da fazlasıyla benziyor olması bile yeterinde ürkütücü. bu yüzden de izlemek için yanında huzur bulacağımı ve korkmayacağımı bildiğim canımla izleyeceğim.
  • milli eğitim bakanlığının okullara bir yazı ile bildirdiğine göre okullarda öğrencilere izletilmesinin önerildiği, filmde herhangi bir sakınca olmadığının belirtildiği film.
  • çağan irmak'la nuri bilge ceylan arası bir film olmuş, çocuk oyuncuların doğallığına kesinlikle katılıyorum ama film ortalarda çok sıkıyor en sonunda da birden ağlatıveriyor, festival çıkışında izleyicilere filmi soran kameralara ağlarken yakalanmamak için nasıl kaçtığımı bilmiyorum ve bence filmin en güzel ürünü müzikleriydi.
  • mecburen dışarda olunan bir pazar sabahını en iyi doldurma yöntemiymiş bilmeden gittiğim ve yeşilçam'da toplam 2 kişi olarak izlediğim bu film. başlangıçtaki durağanlık biraz sıksa da zamanla kendinizi filmin içinde buluyorsunuz farketmeden. çocuk oyuncuların başardığı iş muhakkak önemli ama yardımcı rolleri oynayan ustalar filmin gerçekciliğine gerçekllik katıyor bana kalırsa. netice itibariyle oldukça sıcak, hayata dair ve içe dokunan bir filmdir mommo.
    erkan oğur'un müziklerinin bu dokunma kısmında iyi bir payı olduğunu da eklemeliyim.

    --- spoiler ---

    almanyadaki teyzeden gelen mektubu ahmet okumakta dedesi ve ayşe dinlemektedir. teyzeleri mektupta çocukları almanyaya götürmekten bahsetmektedir. mektup bitince ayşe dedesine sorar

    - sen de gelecek misin almanyaya

    felçli olan ve kendisine çok uzun bir ömür biçmeyen dede:

    - yok, ben başka yere gideceğim

    der. çocuklar nereye gideceği konusunda ısrar edince, yutkunarak "allah bilir" i ekler.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap