• türkçe adı "amcam" olan film.

    yanlış oldu özür dilerim. türkçe'ye dandik çevirisi "amcam" olan film.

    büyük ihtimalle herhangi bir sözlüğü açıp hmm bakalım mon ne demekmiş dediler. hmm evet "benim" demekmiş. (bunu çeviren mon/ma farkını da bilmiyordur aidiyette). evet bunu yazalım. bakalım şimdi oncle ne demekmiş, hmmm "amca" demekmiş. evet bunu da yazalım. ne oldu benim amcam. hatta "benim" kelimesine de gerek yok salla gitsin. yaz kızım, filmin adı "amcam"

    şimdi bakıyorum ben en basitinden çocukluğumuz kabusu larousse'a, şöyle diyor.

    oncle. frère du père ou de la mère

    yani, babanın ya da annenin erkek kardeşi.

    ingilizce'sine de doğrudan uncle demiş.

    ama tabi kim çevirdiyse artık annenin erkek kardeşi olan dayı kelimesini hiiiiiiç umursamamış.

    ama gel gör ki film dayı hakkında.
    ama filmin adı "amcam"

    bir kul da çıkıp yahu bu çeviri hatası düzeltelim şunu dememiş, o gün bugündür bu adla film festivallerinde yayınlanıyor bu.

    ben böyle işe afdghafdhafj

    der susarım.
  • mon oncle, tati’nin 1958’de çektiği modern zamanlar eleştirisi olarak karşımıza çıkan bir film. pek çok açıdan incelenebilecek olan bu filmi modern zamanların en önemli biçimsel özelliklerinden biri olan ‘gösterişsizlik’ açısından ele alalım.

    tarihin ve sürecinde yaşayan insanların zamanla gelişen alışkanlıkları ve bu alışkanlıklar doğrultusu biçimlenen ve belki de zaman zaman biçimlendiren mimarlık ürünleri, modern zamanlar öncesinde çokça süs ve çeşitli bezemelerle yapılmıştır. gösterişin ve ilginin nispeten daha popüler olduğu eski zamanlarda bu etki çoklukla rönesans ve reform dönemlerinde doruk yapmıştır ve günümüze en yakın art nouveau ile can bulmuştur. zamanla insanların nüfusu ve ihtiyaçlar nitelikten niceliğe doğru kaymış ve bu süs terkedilmiş, ancak travması devam etmiştir.

    bu süs travması, adolf loos tarafından da ‘ornament is crime’ çalışmasıyla eleştirilmiştir. modern zamanları anlatan bu filmde de süsün yerini düz ve sade cisimler ele geçirse bile, insanların alışkanlıklarını değiştirmesi ne yazık ki bu kadar kolay değildir. zira evinde tek bir süs öğesi bile olmayan bir kadının(bahçedeki süs havuzunu saymazsak) komşularına karşı ne şekilde hava atacağını şaşırması ve bunu gayet de becerebilmesi bunun göstergesi olabilir.

    tati evin hanımı karakterinde filmin gösteriş konusunda en büyük misyonunu yüklemiş ve her komşusu geldiğinde fıskiyeyi çalıştırması ile bunu tescilleyen kadın, modern zamanlardaki bazen aşırıya kaçmış olan sadeliğin kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz olduğunu düşünüyor olabilir. bunun farkında bile değildir belki de. bütün araç gereçlerin komşulara tanıtılması, bahçedeki taşların konumlandırılması, evin kapısı ve tüm bunların bir sistem içinde ve düzgün çalıştığının vurgulanmaya çalışılması, süs olmayan bir ev için oldukça ironiktir.

    modern zamanlar eleştirisi olan bu filmde her türlü süsten arındırılmış olan ‘modern ev’ kavramı, kadının süs arzulayan ve gösteriş meraklısı yaşam tarzını bastıramamaktadır. gösterişsiz bir hayat stili inşa ederken tam da tersini yaşatan bir mimarlık eseri ortaya çıktığı aşikardır.
  • dayı [namı diyer amca] kendi mahallesinden kız kardeşinin yaşadığı zengin mahallesine giderken, iki bölgenin sınırlarını belirleyen duvar parçasının üzerindeki bir tuğlayı düşürür...bir an duraksar...ordaki düzeni bozduğunu düşünerek onu geri dönüp kaldırır...duvardaki yerine koyar yeniden.

    işte modernizme böyle bakar tati: modernizm ilkeleri bozulmak için değildir. ancak, modernist mimarinin gösterişe dönüştüğü -ki aslında sadece "etkin" olması önemliydi- ya da seri üretim gibi bir belanın insanların rutinine bulaşıp, onları kendisine dönüştürdüğünden, içlerindeki "insani" yanı alıp götürdüğünden beri o, "eleştrilebilir"dir artık.
  • yıllar önce trt vermişti de neye uğradığımızı şaşırmıştık, meğer böyle filmler de varmış, allaaaalaa, demiştik
  • modernizm ile siddetli derecede dalga gecen filmdir. modernizmin determinist olan her turlu yaniyla dalga gecer. en belirgin hedef fabrikatorun otomatik evidir. annenin topuk sesleri, misafirin kimligine gore acilan agzindan su cikaran su fiskiyesi (aslen dayi olan amca geldiginde acilmaz) unutulmayan ogelerdir. amca, ev neyi temsil ediyorsa, tam tersidir.
  • 60 larda izlesem "vay be sinema neler yapabiliyormuş, tatinin hayal gücü olağan üstü."
    70 lerde izlesem "tati ne adammış be, dur şu adamı iyice bir takip edeyim."
    80 lerde izlesem "rahmetli başarılı iş çıkarmış ama biraz fazla mı durum?"
    90 larda izlesem "mekanize hayatı iyi hoş eleştirmiş de biraz uzun mu olmuş ne?"
    diyeceğim film.

    ama ben kendisini 2003 de izledim ve "sadece sinemanın güzelliğini bir kez daha göz önüne seren ama son derece sıkıcı ve bu sıkıcılığı ile de eleştirel noktaları zor görülür kılmış, ince basamak bir film." diyorum.
  • jacques tati'nin hem yönettiği hem de oynadığı 1958 yapımı filmi. modern mimari kanapeden, sandalyeden tutun da dış cepheye kadar her türlü hissedilmekte. modernite eleştirisi yapılan bu filmde, hulot isimli dayı, ablasının yaşadığı ve herşeyin otomatikleşmiş olduğu eve kıyasla derme çatma bir bina içinde, komşularıyla birlikte vasat bir yaşam sürdürüyor olmasına rağmen muhitinden ve halinden çok memnundur.

    bu filmideki hulot karakterinin tam zıttı olarak modern times'daki charlie chaplin'in oynamış olduğu şarlo karakteri örnek gösterilebilir. şarlo bugünün dünyasından, olaylara içeriden bakarken; hulot bunun tam tersini yaparak geleneksel dünyadan kopmadan geçmişten bakarak yaşıyor. hulot'nun modernizmin yoketmiş olduğu bir karakter olduğunu düşünürsek yaşadığı mahallenin (ayağına takıldığı minik tuğla parçasının yer değiştirmesini bile göze alamayıp onu tekrar eski yerine koyması), hayatının hiçbir şekilde değişmesini istememesinin yanı sıra çalışmak, iş yapmak da istemiyor; fakat şarlo çalışıp, zengin olup modern dünyanın nimetlerinden faydalanmak istiyor.

    müzikleriyle, görselleriyle ve anlattıklarıyla dolu dolu bir film olmasına rağmen bazı yerlerinde insan inanılmaz bayabiliyor.
  • modern ev mimarisine hayran birakan film, jacques tati'nin 50'lerin sonlarina dogru cektigi.. hatta ilk renkli filmi.. tv eki gibi ozetlersek, gosteris meraklisi, pek zengin bir ailenin mutsuz bir cocugu vardir; bütün o abartili 'modern-life' ortamında loser fakat hayat dolu dayisiyla (bizde amcam olmus) daha mutlu zaman gecirmektedir.. gelisen olaylar bir yana, evin tasarimina iliskin detaylar adeta modernite dersi gibi.. daha dogrusu modernite'nin lime lime edilmesi.. her karesi hatirlanasi filmlerden..
  • (bkz: amcam)
  • bu filmi ilk kez ünv de dersde izlemiştik. almula köksal ların kürsüsünde. sene 2007 filan. yakın zamanda tekrar izledim.

    gri bloklar, geometrik formlar, minimalizmin dibine vuruş, sade ama rahat olmayan koltuklar, metal mobilyalar, tek kollu konsollu bir merdiven, merdivenin yok denecek kadar sade korkuluğu, boş mekanlar... vb bütün bu modernist tavrın yanında son derece gelenekselci kullanıcılar.

    kadının her şeyi gösterişe dönüştürmeye çabalaması (boş ve süssüz bir evde,) bir de herşeyin tozunu alması, (ev o kadar boş ki toz alacak şey kalmayınca arabanın kapısı, dış kapı... ya kadar gidiliyor.) iç mekandaki tek gösteriş elemanı olan vazo, kadının makine operatörü edasıyla evindeki alet edevatı kullanışını... bakınız efem

    filmdeki tek tip gri bloklar bana zeki demirkubuz’un c blok filmindeki tek tip toplu konut görüntülerini hatırlattı. bir de cidade de deus deki kentsel dönüşüm sonucunda ortaya çıkan bloklar var, o da ayrı bir dünya.

    hepsinde dem vurulan bu tarz yapı tipolojileri, bu tipolojilerin sosyolojik temeli ve etkisi, bunların hepsi derin mevzular. ama yine de herşeye rağmen modernizmi seviyoruz. iyi ki olmuş.
    adolf loos lar
    ludwig mies van der rohe ler
    le corbusier ler ve daha niceleri.
hesabın var mı? giriş yap