• maiwenn le besco'nun if istanbul 2016'da gösterime girecek olan yeni filmi. 68. cannes film festivalinden en iyi kadın oyuncu ödülüyle dönen filmin başrollerinde emmanuelle bercot ve vincent cassel oynuyor.

    edit: festivalde şu ana kadar izlediğim en iyi film. sıradan ve özgünlükten uzak bir konu, ancak bu kadar akıcı ve sürekleyici bir biçimde işlenebilirdi herhalde.
  • bercot rolünün hakkını vermiş bunda şüphe yok ancak film için çok da olumlu konuşamayacağım. derdini 90 dakikada anlatacak bir film 2 saati aşan bir süreyle gereksiz uzatılınca filme karşı olumlu duygular da ortadan kalkıyor haliyle. mon roi aşkın yıkıcılığı üzerine bir film. aşk ilişkilerinde duyguların aynı oranda seyretmesi pek alışılagelmiş bir hadise değildir. işte bu filmde de temelde bu durumun yarattığı travmaya ve yıkıma şahitlik ediyoruz... neredeyse tek taralı giden bir ilişkinin çıkmazları ve çok seven tarafa verdiği zararlar filmin odak noktaları.

    bir o kadar klişe ancak farklı bir işleyiş tarzında olabildiğince dikkat çekici bir konu bu filmde heba edilmiş maalesef. mon roi süreyi iyi ayarlayabilseydi ve gereksiz tekrarlara düşmeseydi daha farklı bir yere konabilirdi belki ancak eldeki malzemeyle sunumla ortalama izle unut filmerden biri olmuş ne yazık ki.
  • son zamanlarda izlediklerim arasında en çok beğendiğim, aşkın çıkmazlarını, gerçekliğini çok güzel yansıtan bir film. süresinin uzun olduğuna katılıyorum ama gereksiz uzatıldığı konusuna katılmıyorum. herhangi bir sanat yapıtında olduğu gibi bu, ona nerden baktığınızla alakalıdır. bu aşkın aşamalarını, yarattığı tahribatı görmemiz açısından bu süre gerekliydi diye düşünüyorum.

    flashbacklerle ilişkinin en başından şimdiki zamana kadar olan bütün sürece tanık oluyoruz. geçmişten bugüne sahneler bir bir akıyor, günümüze geldiğimizde ise o zaman bir türlü geçmiyor. aynı bizim yaşadıklarımız gibi. kalp kırıklarını iyileştirmek kolay ve çabuk olmuyor.

    tony'nin rehabilitasyonda egzersiz yaparken dizini tekrar sakatladığı sahne filmin tek sahnelik özeti gibiydi. o kadar iyileşmeye hazır değildi ki.

    ayrıca cannes'daki en iyi kadın oyuncu ödülünü paylaştığı rooney mara'yı da çok severim ama tony'yi canlandıran emmanuelle bercoto ödüle tek başına yetermiş.
  • daha önce maiwenn le besco filmi izlememiştim. yönetmenin tarzını çok beğendim. oyunculuklar muhteşemdi monica bellucci nin eski eşi vincent casselde cannes ödüllü emanuelle bercotda filmin hakkını vermişler. filmin uzun olması eleştirisine katılmıyorum. festival kapsamında aralıksız izlememe rağmen bi an olsun sıkılmadım.
    ama beni etkileyen her şeyin dışında filmin konusu... öyle etkileyici ve gerçek ki hemen izleyiciyi içine alıyor. söylenen her söz bi yaraya dokunuyor. tony'de tam anlamıyla kendimi buldum ve yaşadıklarından korktum filmin etkisinden iki gündür çıkamıyorum.. filmin metaforlarla yüklü olduğunu falan düşünmüyorum düz içten ama buna rağmen insanı düşüncelere boğan bi filmdi.. söyleyeceklerim bu kadar sayın yargıç.
  • aşkı çok vurucu bir şekilde anlatan film. kesinlikle olmaz olsun böyle aşk dedirtiyor. emmanuelle bercot'un oyunculuğu mükemmel.
    çok sevdiğim son lux - easy de soundtrack imiş.
  • fransız filmi kadını donukluğunu - bu nasıl bi tamlama oldu ise artık - az derecede barındırması ile türdeşlerinin arasından sıyrılmıştır benim için. filmin uzunluğu ise bence yerinde, tamam kısa değil ama fazla da değil; daha özet bir şekilde sunulsa idi aynı hissi veremeyeceğini düşünüyorum.

    sevgili tony, dirayetinden güç alarak film bitene kadar direndim direndim ama sonunda :
  • 29 temmuz 2016 vizyon tarihli maiwenn le besco filmi.

    festivalde izleme imkanı bulamamıştım ki çok şükür vizyona girdi de izledim.
    üzerine pek çok şey yazmak istiyorum ama nereden başlasam nasıl ilerlesem bilmiyorum zira bir sinema yazısı gibi yazmak değil amacım.

    --- spoiler ---

    "tonyciğim böyle aşkın ızdırabını afedersin. adam yapmadığını bırakmadı. terk etti, tehdit etti, görmezden geldi, aldattı ama sen hala adamın ağzının içine bak merhaba desin bana diye. evet tatlım desin, merhaba desin, sonra senle yatsın sonra gitsin. sonra geri gelsin sonra gene gitsin. ama sonuçta sana merhaba dedi değil mi? aman ne güzel.

    yapma annem, sen de bundan besleme kendini. aynı şemanın içinde debelenip durma. baştan terapiye gitseydin, hiç bunlar başına gelmeyecekti. sen hala daha adamı yolla terapiye." demek istedim evet. filmi izleyen her kadın demek istedi bana kalırsa. hatta adam kişisi, eski sevgilisi için biraz bizde mi kalsa dediği an, biz salon olarak "yuh" dedik zaten.

    konusu sıradan gibi görünse de aslında, standart bir ilişki modeli değil anlatılan. psikolojik şiddetin buram buram koktuğu bir ilişkiyi deneyimlememiş isen, standart gelebilir. ne güzel . hiç deneyimleme daha iyi.

    senden çocuk isteyen adamın, sen hamileyken terketmesi ve bunu normal gibi gösterip her an kendini hastalıklı gibi hissetmene neden olması. senin de bir aciz gibi her an barışmaya açık bir halde adamın yollarını gözlemen. onun gelmesi, geri gitmesi, sonra tekrar gitmesi ama sen tam gidicekken geri döndürmeleri, aşk dolu halleri. ve en önemlisi o çapkın ama çekici halleri.

    filmin kurgusunu başarılı buldum kendi adıma. özellikle kadının rehabilitasyon merkezindeki son halini bilmemiz ama hikayenin geçmişine ara ara gitmemiz, şu andan da tam kopmamamız başarılı olmuş. sonunda ne olmuş'tan çok nasıl olmuş'a odaklanıyor insan. bu da böyle bir aşk için umut etmemizi engelliyor ya en çok onu sevdim sanırım.

    süresiyle ilgili sıkıntı hissetmedim. fazla olan sahne bana kalırsa sadece, terapistle başta yapılan sohbetti. ilerinde çözemedikleri bir acı taşıyanlar, diz ağrısı çeker minvalinde terapist konuşması hem gereksizdi, hem de çok fazla "kör göze parmak" tı. zaten kadın acı çekiyor onu iliklerimize kadar hissettik, söylemene gerek yok.

    bu arada filmdeki mizah anlayışı beni oldukça tatmin etti. hele de kayınbirader karakteri ve rehabilitasyon merkezindeki gençler için yazılmış diyaloglar enfesti.

    müzikleri de o tekinsiz havayı insana geçiren unsurlardan olmuş, belirtmiş olayım.

    oyuncu seçimlerinden ötürü tebriği haketmiş. vincent cassel 'in askerleriyiz ulan diye bağırmak istedim filmin sonunda ama kadıncağızı ne hallere getirdiğini hatırlayıp sustum, içime attım heyecanımı.

    --- spoiler ---

    gidin görün.
  • peşin şerh: spoiler içerebilir.

    filmde metafor yok, her şey gayet yalın lakin tony'nin, filmin başındaki (kurguya kurban giden o saçma sapan) psikologlu sahnede insanın dizi ve ruhu arasında kurulan bağa da gönderme yaparak dizini ikinci kez sakatlaması, bir nevi dizi iyileşirse georgio'dan kopacağını düşünerek hasta ruhunu da iyileştirmek istemediğini simgeliyordu.

    (bkz: ayrılamayız biz tutkumuz var)
  • filme tek başına gelmiş üç kadındık. film bittikten sonra tüm cast ve sponsorlar akıp bitmeden kalkamadık yerimizden. bizi salı günü tek başına bu filme getiren neyse, kalkmamızı da o engelledi herhalde. uzunluğundan şikayet edilmiş, dört saat olsa yine izlerdim. birkaç kere de ağladım tony'nin parçalanmışlığında kendimi bularak. kırılmışlık*larımızı toplayıp film yapmışlar lakin neden hakkında bunca az entari onu da anlayamadım.

    ezcümle herkesten çok erkeklerin, erkeklerin alt kümesi olarak ıssız adamların izlemesi gereken film.*
  • çok aşık bir kadının aklından neler geçer, içinde neler yaşar sorularının yanıtını veren film. tony'nin yaşadıklarında kendinden bir parça görmeyecek 25+ kadın olduğunu sanmıyorum. biz de üç kız arkadaş "bakalım kendimizden neler bulacağız" diye girip, çıkışta yarım saat boşluğa bakarak kendimize gelmeye çalıştık. çok sevip çok incinmiş her kadının ve o kadınları inciten tüm georgioların izlemesi gereken filmdir.
hesabın var mı? giriş yap