• bir elin parmakları gibi aynı amaca hizmet eden, ruh kıvılcımlarından oluşan küme, ruh ailesi. her monadın görevleri, üyelere paylaştırılır. bir üyenin başaramadığı ya da başaramayacağı görevi başka bir üye üstlenir.
  • "...çok fazla kafa yorarsan sıyırırsın. kullanacaksın, nimetlerinden kullanıp işini göreceksin, kafayı taktın mı o zaman işin kötü hehe... çok fazla, hikmetine şey yapmamak lazım" *
  • ergo proxy'de mosk kubbesinin vekili.
    --- spoiler ---

    vincent'in eski sevgilisi.
    --- spoiler ---
  • monadolojiden referanslar eşliğinde prof. dr. saffet babür'ün ders notlarından alıntıdır:

    "ruh, düşünce ile dünya arasında birleştirici bir çizgi oluşturan bilincin bulunmadığı bir yaşamdır.

    doğa ise, matematiksel veya mekanik her türlü kavramdan öte olan metafizik bir kavramla açıklanabilir. hareketin ilk yasalarının bile yanlızca matematiğin verebileceğinden daha üst bir kaynağı vardır. bu kaynak da kuvvet'tir....

    cismin özü, yer kaplama değil, karşı koymadır. yer kaplama pasif iken, karşı koyma aktiftir. uzam, yayılan-genişleyen-devam eden bir şeyin bulunmasını gerektirir. dolayısıyla cisimde yer kaplamadan önce bir şey vardır o da yayılma-genişleme gücüdür. asıl metafizik descartes'çıların sözünü ettikleri bu boş hareketsizlik içinde olan kütleleri asla tanımaz. her yerde eylem vardır. devinimsiz hiç bir cisim, hiç bir töz yoktur. yalnızca o tek töz hareket edebilecek, töz olmayan her şey hareketsiz kalıp yok olacaktır.

    gerçeklikte ise tam tersi olur. ruhlar, bireyselliklerinin bilincinde olarak hareket eder ve cisimler birbirine karşı koyarak ayrı bir kuvvet oluşturur. nesnede içkin olarak bulunan her bir kuvvet tek bir kuvvetin parçası da olamaz çünkü kuvvet bölünemez....

    eylemin olduğu yerde etkin bir güç vardır, her nesnede bir eylem vardır ve her biri ayrı bir etkinlik merkezi oluşturur, yani ne kadar nesne varsa o kaar basit, bölünmez, yalın kuvvet vardır.

    bu yalın kuvvetlere monad denir.

    bu monadlar, fizik ya da matematik noktalara benzetilebilirler. ama fizik noktalardan ayrıdırlar çünkü yer kaplamazlar. matematik noktalardan da ayrılırlar çünkü nesnel gerçekliklerdir. hem fizik hem matematik noktalara benzerler. dolayısıyla monadlar, nesnel gerçeklikleri olan yer kaplamayan metafizik (töz)noktalardır. işte tam evreni oluşturan da bu noktalardır. hem matematik nokta gibi tamdır, hem fizik nokta gibi gerçektir. bir monad içinde olan biten her şey onun kendi içinden gelmektedir. bununla birlikte her monad bütün evreni içinde taşır.

    monadların birbiriyle etkileşimi yoktur. penceresizdirler. kendilerine yeterler. dolayısıyla bunlara entelekheia denebilir....

    evrende birbirinin tümüyle iki aynı varlık yoktur. her biri birbirinden farklı olan monadların hepsinde tamlık, yatkınlık ve iştah vardır. her biri de bir kuvvettir, bir enerjidir, bir ruhtur ve kendi içlerinde yaşasa da tasarımları aynıdır. monadlar arasında etkileşim olmasa da aralarında bulunan bu bağı, 'önceden kurulmuş uyum' sağlar.

    her monad, evreni kendi perspektifinden algılar. ve bu algılarıyla yaratılmışlardır. etkileri yada tepkileri, aslında algıdır. bu algıların bilinç derecesi farklıdır. monadın iştahı da algı düzeyini yükseltmeye yöneliktir. bütün algıları tam algı olan monad sadece tanrıdır. dolayısıyla monadlar tanrıya benzemeye çalışır. algılama derecesi edilginken, algılamasını arttırma istenciyle de donatılmıştır.

    sayısı sonsuz olan monadların parçası olan monad yoktur, çünkü her bir monad bir tözdür ve sonsuz sayıda töz vardır. bu anlamıyladolayısıyla evren başka başka açılardan seyredilen bir tasarımdır."
  • minima moralia'nın 97. tezinin başlığıdır:

    "birey, siyasal iktisadın, özellikle de kentsel pazarın biçimlerine borçludur billurlaşmasını. toplumsallaşmanın basıncına karşı koyarken bile onun en özgül ürünü ve sureti olarak kalır. direnebilmesini sağlayan o bağımsızlık damarı, monadolojik bireysel çıkardan ve onun çökeltisi olan kişilikten kaynaklanıyordur. birey, kendi bireyleşmesinde, ne kadar dolaylı biçimde olursa olsun, sömürünün daha önce belirlenmiş toplumsal yasalarını yansıtır.* ama bu, bireyin bugünkü çürüyüşünün de bireysel etkenlerden değil toplumun eğiliminden çıkarsanmak zorunda olduğu anlamına gelir.** bireyleşmenin sadece düşmanı değildir bu eğilim, kendini onun aracılığıyla ifade ediyordur. gerici kültürel eleştirinin radikal olandan farklılığı da bu noktada ortaya çıkar. gerici eleştiri, bireyin çürüyüşüne ve toplumun bunalımına işaret ederken çoğu zaman keskin gözlemlerde bulunur; ama bu durumun ontolojik sorumluluğunu da yalıtık ve içsel bir şey olarak kendinde-bireye yükler; bu yüzden de inanç ve töz yoksunluğu ve derinlik eksikliği suçlamaları da söyleyebileceklerinin sınırını oluşturur: bunları söyledikten sonra rahatça geçmişe dönerek avutur kendini. huxley ve jaspers gibi bireyciler, mekanik boşluğu ve nörotik zayıflığı yüzünden mahkum ederler bireyi; ama verdikleri hükmün vardığı yer toplumsal bireyleşme ilkesinin eleştirisi değil, bireyin kendisinin feda edilmesidir." "... jacob burckhardt'ın yunan uygarlığı tarihinin güçlü yönü, helenistik bireyselliğin kuruyuşunu sadece polis'in nesnel gerilemesiyle değil tam da o bireysellik tapıncıyla ilişkilendirmesidir: [ama demosthenes ve phokion'un ölümlerinden sonra, kentte şaşırtıcı bir siyasal kişillik azalması görüldü; azalan sadece siyasal kişilikler de değildi: samos'a yerleştirilmiş attike'li bir ailenin çocuğu olarak m.ö. 342 yılında doğan epiküros, herhangi bir dünya-tarihsel öneme sahip son atinalıdır.] bireyin yitip gitmekte olduğu ortam, aynı zamanda her şeyin mümkün olduğu bir azgın bireycilik ortamıydı: "her şeyden önce de tanrılar yerine bireylere tapınılmaktadır şimdi". polis'in çöküşü üzerine bireyin serbest kalışı onun direncini artırmamış, tam tersine bireyle birlikte bireyselliğin kendisi de despotik devletler içinde tasfiye olmuştu. bu, toplumu 19.yy'dan faşizme götüren merkezi çelişkinin de modelidir." *** "...başkalarıyla ilişkilerinde ne kadar gerçek olursa olsun, mutlak olarak düşünüldüğünde bir soyutlamadır birey. içeriğini oluşturan her şey toplumsal olarak kurulmuştur, toplumu aşan bütün dürtüleri; toplumsal durumun kendini aşmasına hizmet eder. mutlak bireysellik düşüncesinin kökeninde yer alan hristiyanlığın ölüm ve ölümsüzlük doktrini bile, insanlığı kapsamaya yönelmeseydi eğer, içi boş bir kabuk olarak kalırdı." "...yoksullaşıp kabalaşan birey sadece bir toplumsal nesne olmaya doğru geriler."

    * tarihin belli zaman diliminde kabul edilip uygulamaya sokulmuş hukuk yasaları, siyasal ve ekonomik meşruiyetin en hakiki zeminini oluştururlar. bir yasayı var eden şey, onun -özneleri için- doğru ya da uygun olup olmaması değil, bizzat gücünü iktidardan alıyor olmasıdır. şayet yanlış yasalar ilk ortaya çıktıkları vakitte derdest edilmezlerse, ya da edilemezlerse; katılaşmaya ve bireyin kültürel gen haritasına işaretlerini çizmeye başlarlar.**** aslında kültürel evrimin işleyiş mekanizması, biyolojik olandan pek de farklı değildir bu açıdan. burada şunu kastetmeye çalışıyorum. belirli bir tarihsel zaman içinde bir fikrin doğruluğunu, onun yapısal açıdan ya da faydacı açıdan doğru olup olmaması değil, iktidarda ne kadar uzun süre kaldığı belirler. *****bu açıdan marx haklıdır; yaşantımız düşüncelerimizi belirler. ve "yanlış hayat doğru yaşanmaz" derken adorno da haklıdır. zira yanlış düşüncelerle zehirlenmiş bir hayatın doğru yaşanmasına imkan yoktur. kişisel gelişim kitapları, bilgiyi hap şeklinde sunduğu için değil, tam da düşünceye odaklanıp yaşam koşullarını pas geçtiği için çuvallar. tekrar yasalara dönecek olursak; yasanın arkasında iktidar, iktidarın arkasında da onun çıkarları vardır. bu çıkarlar, iktidarı korumak adına "ideolojiyi" tesis eder, ideoloji ise tekrar yasalar vasıtasıyla uzun vadede bireyin kültürel dna'sını oluşturur. 19.yy'ın sonundan 21.yy'ın başına bireyin kültürel ve ahlaki çöküşünü durmaksızın tartışmamızın tek bir sebebi vardır, o da şudur ki, 19.yy devrimleri bu yasaları ortaya çıkar çıkmaz derdest edememiştir. bunun sonucunda ulusal kapitalizmler, küresel kapitalizme evrilmiş ve küreselleşme adı altında kendi gerçeğini tüm dünyaya dayatmıştır. bu süreç içinde kendini sürekli yenileyip yeniden üreten kapitalizm bireyin gen haritasını katılaştırmıştır. dolayısıyla 21.yy'da bu gen haritasının yıkılması, 19.yy'a kıyasla çok daha zordur. zira ideoloji, toplumun içine yapışmıştır. yine buna paralel olarak bireyin yabancılaşması son raddesine varmıştır. maddi birikimi artan ve konforu önceki yüzyıllara kıyasla daha fazla olan toplum bu yabancılaşmadan geçmişe kıyasla daha fazla acı çekmektedir. 21.yy insanı için temel sorun maddiyattan ruhsallığa doğru kaymıştır. zira bu yüzyıl insanı ne yaşamını kuran bir değerler sistemine sahiptir, ne de yaşamla sahici bir temas kurabilmektedir. felsefenin çöküşününün ardından özellikle 20.yy'da sosyal bilimler alanında bir kolektif bilgi artışı olsa da, yabancılaşma unsuru bilginin toplum içinde dolaşımına ket vurmuş ve akademiler kendi içine kapanan sırça köşkler haline dönüşmüştür. dolaşımın tıkanması, yeni bilgi üretiminin de önüne geçmiş ve bu kurumlar da piyasalaşmanın eksenine girip gerçek anlamlarını kaybetmiş ve birer simulakrum halini almıştır. kısaca, bireyin, hastalığına tedavi bulabileceği sahici bir hekim de kalmamıştır. o yüzdendir ki, bu yüzyıl insanının sıkıntısı çok derinleşmiştir.

    **adorno burada, narsizm kültürünü, bir takım bireysel karakter özelliklerine ya da sosyal medya gibi teknolojik belirlenimlere bağlamamamız konusunda bizi uyarıyor ve meselenin tarihsel-toplumsal niteliğine vurgu yapıyor.

    ***benzer bir analojiyi trump-putin-erdoğan ve avrupa'da yükselen sağcılık ekseninde de kurabiliriz.

    ****burada antropolojiye de bir referansta bulunalım. edgerton'un hasta toplumlar kitabı benzer bir temayı işliyor ve yasanın geçerliliğine ilişkin utilitarian* eleştirilere sıkı bir antitez geliştiriyor.

    *****bu durumun en iyi kanıtını islam ve hristiyanlık gibi semavi dinlerin 21.yy'daki varlığında buluruz. fakat kök salmış yerleşik iktidar, yeni olan teknik iktidarla mücadele edemez ve modern sosyal teori ile uyumsuzluk yapısal tıkanıklığa yol açar. *
  • belki bit'tir.
  • leibniz’i spinozadan ayıran nokta. zira leibniz’de töz kavramına kuvvet kavramı da eklenir. buradaki töz’ün diğer tözlerden farkı: canlı, hareketli, tüm evreni kendilerinde yansıtan ve tasarım gücüne sahip bir çeşit üstün ruh olmasından kaynaklanır. ve bu da monaddır. yani monad kısaca kuvvettir ve leibnizmin ilkesini oluşturur.

    leibnizm, “ her monad’ın kendi için apayrı bir dünya olduğunu ve her birinin kendi kendine yeten birim olduğunu” ileri sürer.

    kısaca monadların, elektronlarla benzerlik gösterdiğini, her birinin bireysel olarak kendi tikel değişimlerini sergilediğini ancak diğer nesnelerle olan bağını da sürdürdüğünden bahseder.

    “maddenin çeşitliliğinin, farklılığının maddesel ilkesi harekettir.”

    yani madde monadların bağıdır. tabii buradaki madde, ruhun başka bir formudur. duyular ve algı arasında bir benzerlik kurarak işin ucunu sezginin hakikatine ve bölünmezliğine dayandırır. o, 1’dir.

    “mutlak gerçeklik, monadlarda ve monadların algılarında bulunur.”, “monadlar bütün evreni temsil etmektedir.”

    bu gerçeklik, tek tek nesnelerin kendi aralarındaki benzerliğine dayanır. bu benzerliği de duyuların ve algının bir hakikati olarak görürler. ne hikmetse mutlak gerçeklik olarak gördükleri monadlar, evrenin bir temsilcisi olarak, hatta tüm evrenin kendisinin etkisi altında bulunduğu hâlde evrenin seyircisi olmaktan başka pek de bir işe yaramazlar (bu, tahtına kurulmuş olaylara müdahâle etmeyen bir tanrı portresini hatırlattı bana). deneyüstü idealizm’le olan gerginliğini de işte tam bu noktada başlamıştır. velhasılı leibnizm’de monadlar algısal donanımı yüksek, mekân ve zamandan münezzeh tanrı’nın varlık kanıtıdır. bu noktada yerçekimi ve ona etki eden kuvveti düşünüldüğünde yerçekimi bir tanrı’dır.
  • hiçbir düzene bağlı olmayan modern yalnız.
  • leibniz’in felsefesinde, sonul gerçekliği oluşturan , sonsuz küçüklükte ruhsal-maddi varlıklara verilen ad. leibniz bu terimi felsefenin temel kavramı olarak kullanmıştır. her monad bilinçlilik derecesine göre, öteki monadlardan farklılaşan tek, yok edilemez, dinamik bir tözdür. monadlar arası gerçek bir nedensellik ilişkisi yoktur, ama her biri kendi içinde bir değişme ilkesini barındırır. yaratılış sırasında tanrı’nın kurduğu düzende bütün monadlar birbirleriyle eş zamanlı olarak ayarlanmıştır. bu yüzden de her monad öteki monadlardan etkilenmediği halde değişen gerçekliğin tümünü olduğu gibi yansıtır. böylece farklılıklar dünyasına birlik egemen olur.

    bu terim ilkin antik çağ pitagorasçılarınca kullanılmıştır. pitagorasçılara göre monad, ruhla özdeği aynı zamanda içeren, evrensel matematik bir birimdir ve “1” sayısıdır. sonra platon’un ideaları için kullandığı bu deyim yeni platoncuların dilinde tanrıyı dile getirmiştir.

    monotheizm: tanrının dünyadan ayrı ve tek olduğuna inanma. en büyük tektanrıcı sistemler yahudilik, hıristiyanlık ve islam olmakla birlikte pek çok dinde tektanrıcı öğelere rastlanır. tek tanrıcılığa dayalı bu üç dinde tanrı, birlik ve yalınlık(ezeli varlık olarak tanrı) özelliklerini taşır. ayrıca sadakatin ve güvenirliğin ifadesidir. panteizm’deki tanrı anlayışından farklı olarak tek tanrılıktaki tanrının kendi kişiselliği vardır. kendi iradesiyle hem doğal hem de tinsel dünyalar yaratmıştır. tanrı aynı zamanda en yüksek iyiliğin kaynağıdır.

    ibranice kutsal metinler, israiloğullarının öbür tanrıların varlığını yadsımaksızın bir tanrıya tapmış olduğunu gösterir. hıristiyanlık’ta ise üçlü baba, oğul, kutsal ruh üçlemesi vardır. bunlar bu iki dini tektanrıcılıktan uzaklaştırmaktadır. tektanrıcılık hıristiyanlıkta ve yahudilikte islam’da olduğu kadar vurgulanmaz. islam inancına göre allah birdir, varlığının başlangıcı ve sonu yoktur, yaratılmış şeylerin hiç birine benzemez.
  • (bkz: fenafillah)
    (bkz: nirvana)
    (bkz: had safha)
    (bkz: cennet)

    ezeli ve ebedi, sonsuz tanrısal ruh ve pythagoras'ın tanrısıdır.
hesabın var mı? giriş yap