• bi kadini ister ormanda kurtlar yetistirsin ister insanlar, guzelsin denince jole gibi yumusar. bu gercegi resmeden de bir filmdir.
  • princess mononoke en fazla izlediğim anime filmidir*. sebebi ise animeye giriş yapmak isteyen kişilere ilk olarak bunu izletirim, yanlarına oturup ben de izlerim. çünkü başka filmleri insanlar kendilerine göre bulmazlar çoğu zaman. ya çok vahşi ya da çok çocuksu bulurlar. princess mononoke bir çok tarzın karışımıdır. içerdiği şiddet ve kan ile bir blood the last vampire, sahip olduğu kaotik dünya ile bir akira, mükemmel animasyonu ile bir vampire hunter d, çiçekli böcekli ortamı, mistik öğeleriyle bir spirited awaydir kanımca. izleyenler kendilerine göre bir şeyler bulurlar burda. bir esnaf dükkanının bilgisayarına yüklemiştim bu filmi, bir gün içeri girdiğimde dört beş kişiden oluşan koca koca adamların oturup izlediklerine şahit oldum. hatta altyazı yüklemeyi de bilmiyorlarmış, media player kullanıyorlardı. sonra geçtim altyazı yükledim, 5-6 dakika sonra "niye yükledin şimdi, altyazı dikkatimizi dağıtıyor" diye şikayette bulundular.

    spirited away'in gösterime girmesinden sonra "bilinen en başarılı japon animasyonu" ünvanını kaybetmiş olsa da benim gözümde hala bir numaradır princess mononoke. bir karşılaştırma yapmak gerekirse, spirited away'deki çocuksu hava daha fazladır. çünkü zaten miyazaki'nin spirited away için "10 yaşında olanlar ve olmak isteyenler için yaptım" demiş olması durumu ortaya koyuyor. mononoke'de ise karakterler daha olgundur, şiddet öğeleri ağır basar, hatta aşırı kan yüzünden sansürlenen sahneler içerir. aksiyon her an hat safhadadır. soundtrack açısından da spirited away'a bin basar, gerçi aynı kişi yapmış ama.(bkz: joe hisaishi)

    konusuna değinmek gerekirse; filmin geçtiği ortam ortaçağ japonya'sı. feodal bir yönetim hakim, her şehrin ve köyün kendine özerk prensleri var. bu köyler uçsuz bucaksız ormanların arasına konuşlanmış ve ormanlar devasa hayvanlar kılığındaki doğa tanrılarını barındırıyor; kimisi kurt, kimisi geyik kimisi de miyazaki'nin vazgeçemediği domuzların suretinde. efendim bu doğa tanrıları maden ve odun elde etmek için ormanları tahrip eden insan ırkına gitgide kızmaya ve saldırganlaşmaya başlamış durumdalar. hatta sebebi bilinmeyen bir şekilde şeytanlaşıp berserker haline geliyor bazıları.

    ashitaka da bu köylerden birinin prensi ve kafayı yiyen bir orman tanrısı bir gün köyüne saldırır. köyünü korumak amacıyla doğa tanrısıyla ikili mücadeleye giren ashitaka doğa tanrısını öldürür fakat bunun yanında kolundan lanetli bir yara alır. köyün bilgesi bu yaranın gitgide vücuduna yayılıp onu öldüreceğini, çaresini bulmak için ise doğuya seyahat etmesi gerektiğini belirtir. çünkü cesedin içinden çıkan metal topun kaynağı orasıdır. ashitaka da kolu komşuyla helalleşip sadık karacası yakul ile yollara düşer. (bu yolculuk sırasında karşımıza çıkan journey to the west soundtracki beni benden almıştır aynı zamanda)
    ashitaka yolculuğu sırasında top tüfek üretimi yapılan irontown ve lady eboshi; kurt tanrılar tarafından yetiştirilen san; gündüzleri hayat dağıtıcı, geceleri nightwalker olan deer god; ormanın sevimli yaratıkları kodamalar; ve doğa tanrılarını şeytanlaştıran şey ile karşılaşacak, orman tanrıları ile insanların arasındaki savaşta taraflar arasında gidip gelecektir. ayrıca lanetin öfke ile birleştiği anlarda kolunda oluşan müthiş gücün farkına varacaktır.

    bu filmi çok fazla izlememdeki diğer sebebler ise feodal ortaçağda yeşillik çiçek böcek arasında geçen filmlere olan aşırı ilgim. nedense bilim kurgulardan daha ilgi çekici oluyorlar. mononoke'de bunun yanısıra hiçbir detaydan kaçınılmamış muhteşem çizimler ve akıcı bir animasyon var. ashitaka'nın karacanın üzerinde ilerlemesini ve askerlerle yaptığı düelloyu gözlerinizi pörtletip izliyor, nasıl oluyor da karacanın üstündeki bir insanı hareketlerinde bir anormallik olmaksızın canlandırdıklarına anlam veremeyorsunuz. bir adamı karacanın üstüne yerleştirip koşmasını hoplayıp zıplamasını not etmeleri imkansız sanırım. müzikleri ise ne zaman winamp'da denkgelsem beni samurayların kodamaların arasında bulduracak kadar etkileyici, herkese tavsiye olunur.
  • 97 yapimi, japonya tarihini destanlara yarasir sahane renklerle, golgelerle resmeden miyazaki canlandirmasi.
    gelmis gecmis en gozde cizgi filmlerden biridir.

    oyku, dogan gunun ulkesinde* ashikaga cagi (yahut muromachi cagi) diye bilinen, ortacagin sonlarina odaklaniyor. samuraylarin tarih sahnesinden cekildigi, teknik gelismelerin kilici kalkani alt etmeye basladigi, ic savaslarin ortaligi yiktigi, insanlarin hayatta kalmak icin diyardan diyara suruklendigi bir donem.
    kahramanin yolculugu (bkz: monomyth) ise donemin one cikan catisma guzergahlarinda ilerliyor:
    > dogu (ruhsallik, ilkel öz, tasavvuf) ile bati (maddecilik, akil, ilerleme),
    > eski ile yeni,
    > doga ile sanayi,
    > insan ile hayvan,
    > kadin ile erkek.

    daha once de cokca belirtildigi uzere, karakterlerin hic biri icin tam kotu diyemiyoruz.
    > lady eboshi, madenleri, fabrikalari icin ormani, dogayi yakip yikan bir derebeyi. ancak, topraklarinda ezilmis, asagilanmis fahiselere, cuzzamlilara kucak aciyor. insanlarinin esenligi icin, olanca hirsiyla dovusuyor.
    > jigo, efendisinin emirlerini takip ediyor. ashitaka'ya yoldaslik ediyor. iyi dovusuyor. pusu kurup ihanet ediyor.
    > moro, okkoto, ormani, hayvanlari katleden insanlari oldurmek istiyorlar. zamani gelince bagisliyorlar. zamani gelince canlarini feda ediyorlar.
    > samuraylar pek hayirla resmedilmemis (doneme uygun olarak). ancak, celiskili, zayif gorunuyorlar. emirleri uyguluyorlar. onurlarini korumaya, var olmaya cabaliyorlar.
    > iblisler, kotuluge en yakin yerdeler. ancak bunlar nefretle kararmis, gozleri gormez, kulaklari duymaz haldedir.

    ashitaka'nin, kimilerine gore mesih'i andiran yuruyusuyle ote diyarlara mucizeler goturmesini kenara birakirsak, direncle israrla bir cag yangini ortasinda kavgadan uzak durabilmesi, bi-taraf durusunu korumasi oldukca ilgi cekici, belki de essiz.

    hipergerçeklik tezlerini animsarsak (bkz: #83550629); baudrillard’a gore, temel olarak “hakikat” ortacag’da, gerceklik ise xx. yuzyila dogru yavas yavas yitip gitmis idi.
    oyku, tam da hakikatin ortadan kalktigi o, doğacak yeni sabahların ezanı gibi caglarda, buyuk insanligin oradan oraya savrulup yoksulluk, aclik, sefalet, savas, kavga, kiyim, tecavuz, ac gozluluk, kac goc, dayanisma, yardimlasma, esitsizlik, hirs, yenilgi, yitis, olum, donus, umut icinde dusup tukenip geri yukseldigi calkantilari anlatiyor.

    donemin japonya'sini resmeden klasiklesmis bir filmi, 53 yapimi ugetsu monogatari'yi de burada anabiliriz. sanki miyazaki de eskizlerinde ugetsu'yle ugrasmis olmali ki, gol dalgalandikca kayigin icinde caresizce birbirine tutunan insanciklar ile, celikhanenin kavgada doguste yikildigi sahne, birebir ugetsu'daki siyah beyaz golde kayikla kacisan insanciklar
    comlekhane yikimi sahneleri benzesiyor.

    bu karanlik caglarin, bicare insanciklarin olumle, yikimla, vahsetle, kac gocle gecmis oykulerini, sancili degisimleri, donusumleri, agir dramalarla yahut cafcafli tarafli kahramanlik destanlariyla cok izledik.
    fikirlerini asilamak icin karakterlere kotucul kahkahalar, zalimlikler boyayanlara kafi derece katlandik.

    miyazaki'nin ustaligi ise, bu agir, ic bunaltici, olumle fenalikla dolu sayfalari rengarenk boyayabilmesi. bunu doga sevgisiyle, fizik otesiyle, mucizelerle, ruhsal varliklarla bezeyerek yapiyor, ki oz kulturunden, şinto'dan, japon tasavvufundan koklenir. (latife tekin'in, kayseri bunyan'daki topraga tutunup, yakin donem anadolu bicarelerini cinlerle, buyulerle icice gecmis, cok akici resmetmesini anabiliriz burada da, amma yerellikten uzak hayalet gemi'yi degil).

    demem o ki, donemin gercekligine yakindan bakinca miyazaki'nin bu rengarenk destani, aslinda su meshur "pencere kenari" oykusu gibi kapkara, sinekli, pislik icindeki koskoca duvari cayir cimenmis gibi, isil isil, gunesli, cicekler icinde kus civiltilariyla aksettiriyor.
    (bkz: hüsn-i talil)

    sevginin en icten resimlerinden birini, yara bere icinde cenesini kipirdatamayan bitap dusmus oglana lokmasini cigneyip veren kiz ile, oglanin gozune dolan yaslarla cizen destanin perdesi, cok sukur ki doganin yeniden yeserip dirildigi, barisin yaralari sagalttigi, kizla oglanin elinin birlestigi bir sonla karariyor.

    kendi kisisel namima notum da, yillar once bir baska miyazaki yapimini seyrederken zikrettigim dilegin, yanimdaki kucuk nefeslerle ete kemige burunmesine sukurum olsun.
  • trt'de türkçe dublajlı halini izlediğimde türkiye'nin içinde bulunduğu durumun ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha hissetmiş oldum. filmin orjinalini izleyen bilir, film anafikir olarak "ormanın tanrısı" etrafında döner ve bu tanrı figürü kesinlikle bir "kral" değildir. zaten tanrı ve kral bambaşka iki kavramdır ve telaffuz edildiği an zihinlerde oluşan duygu ve düşünceler apayrıdır (bu konunun üzerinde durmayacağım. buradaki herkes bu iki ünvanın özelliklerini analiz edebilecek seviyede).

    gelgelelim trt'mizin yaptığı dublajdaki korkaklık:

    "ormanın kralı" ?! peh. insan götüyle gülüyor.

    --- spoiler ---

    yani filmdeki şu repliği olduğu gibi çeviremeyen bir trt var artık:

    - bir tanrıyı öldürmek istiyorsan bunu başkasına yaptırmalısın

    --- spoiler ---

    yani artık ya trt diyanet işleri bakanlığına bağlıdır ya da türkiye'de "tanrının ölümü" sonuna (haşa!) konulması gereken bir söz dizisidir.
  • --- spoiler ---
    ormanın ruhu'nun göründüğü sahnelerde müziği keserek o eşsiz dinginliği sağlayabildiği ve bana her şeyi (ama her şeyi) unutturduğu için miyazaki'nin önünde eğiliyorum.
    --- spoiler ---
  • avatar the last airbender yapımcılarının çok sevdiği bir anime olsa gerek. nightwalker denen şey ile avatar'daki moon spirit neredeyse aynı.
  • --- spoiler ---
    ashitaka'nın çiğneyemediğini gören san'ın, kendisi çiğneyerek ashitaka'yı ağzından beslediği sahne, insanı, ilişkiden beklentilerini sorgulamaya itecek türdendir. san'ın bu işi yaparkenki yüz ifadesi aşık olunasıdır. filmin en önemli sahnesidir**. san'ın, ashitaka'nın ağladığını görüp devam etmesi ayrı manidardır.
    --- spoiler ---
  • kurt prenses'in anne kurdun yarasını temizlediği sırada ashitaka'yı gördüğü, rüzgarla saçlarının hafif hafif dalgalandığı, küpelerinin muhteşem yakıştığı sahnede kendisine aşık oldum.

    ilk kez bir anime karakterine aşık oluyorum. daha önce de bir kez maymunlar cehennemi'ndeki genç kadın maymuna aşık olmuştum.

    ayrıca kesinlikle ve kesinlikle her çevre festivalinde oynatılması gerekiyor. çünkü filmin temel mesajı, insanların doğayla bir olması, bir arada yaşaması gerekliliğini ve olabilirliğini savunuyor. detaylar konusunda çok fazla söyleyecek sözüm olabilirdi ama san'a aşık oldum ve film boyunca onu izledim.

    doğa'nın ölüm ve yaşama karar verme kudreti, kadının bilgeliği ve gücü, kaderin değiştirilememesi ama belirlenebilmesi gibi öğelerle şamanizme çok fazla göndermeler mevcuttu evet..
  • elimde hayao miyazaki'nin premiere'inde eliyle dagittigi kasetlerden biri bulunan, bu yuzden kapagi bile piyasadaki kapaklardan farkli surumu video'nun icinde duran fekat lanet olasinin tamamen japonca ve altyazisiz olmasi sebebiyle konusunu takip etmek cok zor olan, animasyonlarina kelime edilemeyecek eser..
  • çocukluğu esteban, vikingler, uçan kaz morton, cici kız, şeker kız candy, küçük prenses`lerle donatılmış; ilk gençlik yıllarında robotech' i ayak ucundan yakalamış; çok kanallı dönemin başlarında herkes gibi ve herkes kadar soap operalardan nasibini almış; bugün 25-34 (bkz: smiley koymak istiyorum) yaş arasında orta yaşa geçiş dönemini yaşayan bizimki gibi bir nesile "ohha?!" dedirten; filozof modelli bacak kadar boylarıyla tüm çocuklardan tırsmamıza sebep olan, içerik açısından yarmış yürümüş gitmiş bir anime*
hesabın var mı? giriş yap