• tourette s sendromlu lionel adinda bir karakterin basindan gecenlerin anlatildigi jonathan lethem'in 1999 yilinda yayinlanan odullu kitabi. filminin cekilecegi ve edward norton'un oynayacagi geribildirimini almistim bir yerlerden.
  • başlığın ilk entrysi 2002 yılında girilmiş ve filminde edward norton'in oynayacağı yazılmış. 17 yıl sonra da gerçek olmuş. insan gerçekten hayret ediyor. neden 17 yıl beklediler? neyse ki sağlam bir film çıkmış gibi görünüyor. edward norton varsa her türlü izleyeceğiz zaten. gelsin bakalım...
  • edward norton’un karadenizli müteahhitler ile mücadelesini anlatan yönetmen koltuğunda da oturduğu film. mo randolph ile odasında köprüler ve yollar üzerine konuştukları sahne efsanedir. direkt akp virali gibi bir şey orası. hatta randolph’un eskiden bir isme gönderme yaptığı yere recep tayyip erdoğan’ı yerleştirin twitterda 20k favı var, ciddiyim. vasat bir filmdi.
  • film o kadar güzel başlıyor ki ha diyorsun efsane birşey bizi bekliyor. sonra yavaş yavaş eriyor gözünün önünde. en son sonunda ne olacak onu görim bari diyorsun.
  • birakin vizyona girmesini, bir turlu senaryosu edward norton tarafindan tamamlanamayan bir romandir motherless brooklyn.

    lionel karakterini tourette's sendromunun otesinde bir kisilige burundurmesiyle yazar jonathan lethem takdir edilmelidir. modern hayatlar, buyuk sehir dejanerasyonu, brooklyn kulturu, court street hepsi kitapta tum gercekligiyle son derece iyi kurgulanmis, basit bir dedektif hikayesinin arkasina gizlenmistir. diyaloglar, karakterler, sığ sehir insani gayet gercek ve duz bir dille bize aktarilir. yazar hic alakamiz olmayan bir dunyayi puruzsuz bir sekilde bize basariyla anlatir. modern edebiyatin basarisi da budur, dili yormadan, kendi gercegini gosteristen uzak sunmasidir.*
  • filmin hikayesi hepimizin içinde bulunduğu hayata dair. hukuksuz, kirli güç savaşları. zaman 1957 veya 2020 olsa da. new york veya istanbul, her neresi olursa olsun
  • edward norton rolling stones dergisine, tıpkı filmin ana karakteri gibi, yarım kalan şeylere karşı takıntılı olduğunu ve bundan dolayı neredeyse yirmi senedir bu filmden vazgeçmedigini söylemiş.
    bana göre film, soundtrack'indeki* jazz parçalar gibiydi, ağır-aksak, bir ruhu olan.
    ama bir sorun vardı.
    bazen elinizde bir iş olur, onu öyle mükemmel yapmaya çalışırsınız ki sonunda çıkan şey, mükemmelikten o kadar uzaktır. takıntılarınızın kurbanı olmuş, zorlama.
    sorun buydu.
    yine de sevdim.
    edward norton'ın oldugu ve sevmedigim bir iş bilmiyorum, bunun işlerle ilgisi de olmayabilir.

    --- spoiler ---
    film adını, ana karakter lionel'a mentörü frank'in taktığı lakabından alıyor. motherless brooklyn.
    6 yaşında öksüz kalan 12 yaşında da frank ile tanışan lionel, sadece tourette degil okb vb. ortaya karısık mental bozukluk sahibi, çok zeki. duyduğu ve gördüğü hiçbir şeyi unutmuyor.
    freak show diyor herkes ona, bazen kendi bile. hayatında annesi hariç kimseyle uyumamış, bir aile bilmemiş, kedisiyle yalnız yaşayan, aşık olunası sorunlu bir tip işte.
    filmdeki diğer önemli karakter ise moses rudolph. gerçek hayattaki robert moses'ın hayatından esinlenilmiş.
    seçilmediği ve atandığı eş zamanlı birçok görevle, new york'a şimdiki çehresini kazandıran en önemli figürlerden biri. gerçek hayatta da hayatını konu alan (filmin senaryosunun uyarlandığı 99 tarihli romandan önce) the block breaker diye pulitzer ödüllü bir roman da var.
    bu karakterle ilk tanışma anımız, benim çok hoşuma gitti. uzun bir süre alec baldwin'in muazzam kalın ensesini izleyerek tanışıyoruz bu karakterle. o da çok zeki, vizyoner. hatta şehri şimdiki yaşayanların değil, gelecekte yaşayacaklar için değiştirmesi gerektiğine inanan bir adam. tek sorun insan sevmiyor. önüne çıkan tüm engelleri bir böcek gibi ezmek istiyor. bundan da zevk alıyor.
    karakterin kardeşi ise, willem defoe'nun kısa ama öz oyunculuğuyla can verdiği şekilde, moses rudolph'un tam tersi. hatta onları ikiz gibi hayal ettim. biri diğerinin gelişmesine izin vermemiş, anne karnındaki tüm besinleri almış semirmiş, diğeri ise hep geri planda kalmış. bu silik kardeşin de hayalleri var, ama sonuçtan çok etik değerlere ve insana inandığı, erdemli bir insan olduğu için de hayallerine hiç ulaşamayacak.
    filmde bunun dışında birçok karakter var. hatta frank'in karısı gibi bazı yan karakterler, filme gereksiz bir kalabalık katmıştı. bazı sahneler neden vardı bilmiyorum.
    ama bazı sahneler, diyaloglar çok başarılıydı.
    mesela lionel ile bu sene hayatını yitirmiş michael k. williamsin canlandırdığı trumpet man arasında geçen diyalog çok iyiydi. iki deli birbirinin halinden anlıyor. lionel senin en azından deliliğini üfleyebileceğin bir trompetin var diyor. karşılığında ise "evet ama sadece bir süreliğine. bir günde çok fazla zaman var, çok çok fazla" yanıtını alıyor. bu yanıt çok gerçekçiydi. tam burada çalmadı ama filmi izlediğimden beri takıldığım thom yorke'un daily battles şarkısı bence burası için tam tam uygun bir şarkıydı. bayıldım. şarkı
    lionel ile moses arasında geçen diyaloglar da yine çok güzeldi. filmin sahneleri edward hoppertablolarına benzetiliyor ki özellikle kapalı yüzme havuzundaki sahneler gerçekten öyleydi. görsel
    sahne olarak dev adamın koridordaki topallayarak takip sahnesi de harikaydı. sadece o görüntüden ikonik bir korku filmi sahnesi yaratılabilir.
    son olarak dans ederken, lionel'ın tiklerinin tutması, ama laura saçlarını okşadıktan sonra geçmesi. öpüştükten sonra lionel'ın yüz ifadesi. adamın sadece yüzüne bakarak bile, kafasının içinde patlayan dinamitlerin sesini duyabiliyordunuz.
    işte bunlar benim aklımda kalan ve filmi izlemeye değer yapan sahnelerdi.

    --- spoiler ---

    ek: dış ses ilk versiyonda yokmuş. izleyicinin lionel ile cok uzak kaldığını düşünen norton, sonradan filme eklemeye karar vermiş. bence doğru karar olmuş.
  • edward norton yeni dustin hoffman olmus. fragmandan oyunculuk akiyor.
  • eli yüzü düzgün, ne eksiği ne fazlası olan klasik tarzda bir film noir. kitabı daha detaya iniyordur belki ama filmde hikayenin akışı biraz fazla düz gelişiyor. adamımız lionel olayları biraz fazla kolay çözüverdiği için de hikayede pek bir tansiyon yok, ama onun dışında bir film noir hikayesi olarak fena değil. tek falso edward norton bu rol için biraz yaşlı kalmış, şöyle bir 10-15 sene önce yapabilseymiş bu filmi o dönemin edward norton'u cuk oturutmuş role hakikaten.
hesabın var mı? giriş yap