• kadın belki sanattan anlamayabilir, sevmeyebilir, şudur budur.

    e iyi de kendisine şiir yazan erkeğe aşık olmak zorunda mı arkadaş? olaya şu kadının gözünden bakın bir. genç bir öğrencisin, delikanlının biri sana çok romantik, çok içli, çok ciddi şiirler yazıyor, hemen "ah işte aşk bu" diye atlar mısın, yoksa ürküp kaçar mısın? teoride ne dersen de, aşk filmlerinden ne görürsen gör, pratikte bu konumdaki kız kaçar. rahatsız olur. evsensel tepki bu.

    kızın cebine gizlice şiir bırakıyorlarmış. kızın haberi olmadan aralarında iddiaya giriyorlarmış.. naaptınız olm siz? ha insan yapar, o yaşta yaparsın, ben sezai ve cemal beyleri yadırgamıyorum, ama çocukluktur geçer gider. şimdi kazık kadar olmuş(?) sözlükçüler çıkıp kadını suçlamaya kalkıyor. ne bekliyorsunuz? kız cebine şiir atan mechul şaire içten içe aşk mı besleyecek, yoksa tenha sokakta yürürken arkasını mı kollayacak?

    sonra evlenip çor çocuğa karışmış, titanikteki teyze gibi yıllar sonra romantik mi çekmesi gerekiyor? bence o zaman samimiyetsiz olurdu.

    "saplantı haline gelmemesini isterdim... kendisi bir hayat kursaydı daha mutlu, huzurlu olurdum." demiş. bunu bile kötü bir şey gibi sunuyor romantik sözlükçü. kadın istememiş işte, "hep bana aşık olsun egomu tatmin etsin" dememiş de, "beni bıraksın işine gücüne baksın" demiş. doğru olanı söylemiş. insanlık etmiş. adam buna bile kulp takıyor. naapsın lan kadın, hayatını sizin hayal dünyanıza göre mi şekillendirsin?

    genelleme yapıyorum: kadın, sevdiği adam şiir yazınca mutlu olur, elin adamı ciddi şiirler yazınca tedirgin olur, hatta nötrse bile iyice soğur. bu kadın da normal tepkiyi vermiş.

    ersin karabulut'un natalie portman'ı mektupla tavlama fantezisindeki gibi bir dünya yok işte arkadaş.
  • muazzez akkaya, okulda pingpong şampiyonuymuş. akkaya'nın kızından edindiği bu bilgi, ahmet hakan'a, karakoç'un bir şiirini hatırlatmış. ahmet hakan şiirle de alakalı olarak hemen gözünün önünde canlanıveren bir pingpong müsabakasını şöyle aktarmış:

    "muazzez hanım’ın mülkiye’de okurken "pingpong şampiyonu" olduğunu öğrenince...
    hemen aklıma sezai karakoç’un "ping-pong masası" adlı başka bir şiiri geldi.
    şiiri bulup okudum...
    şu dizelere dikkat kesildim:

    ha sezai ha ping-pong masası
    ha ping-pong masası ha boş tüfek
    bir el işareti eyvallah ve tak tak
    gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi
    ne kadar güzel ne kadar sıcak
    tak tak tak tak tak.

    gözümün önüne şöyle bir görüntü geldi:
    ezik ama onurlu ergani çocuğu sezai, uzak bir köşeden muazzez’in pingpong oynamasını izlemektedir. muazzez topa şımarık bir edayla vurdukça "ha sezai ha ping-pong masası" diye içlenmektedir.
    ne dokunaklı değil mi?"
  • kendisine kızmaya gerek yoktur. mona roza kendisi değildir, sezai karakoç'un onda gördüğüdür.
    ama bu kadar efsaneleşmiş bir şiirin adandığı kişiden bu kadar "bir elimde cımbız bir elimde ayna umurumda mı dünya" tavırları insanın içini burkuyor.
  • röportajı okuduğumda hayal kırıklığı yaşamadım desem yalan. ama şöyle bir düşününce muazzez akkaya'nın mona roza olmasına imkan yok, belki de hiç bir sevgilinin mona roza mertebesine ulaşma şansı yok. ama yine de bir umut değil mi? belki bir sonraki başka olur, aradağımdan hayal ettiğimden daha güzel olur dersin...

    mona roza bir hayal, bir gölge bütün hayatımız boyunca peşinde koştuğumuz. hepimiz kafamızdaki hayale ''o'' olabileceğini sandığımız güzel bir vücut, güzel bir yüz aramıyor muyuz?
    muazzez hanım da bir zamanlar çok özel bir adam tarafından ''o'' sanılmış güzel bir yüz.
  • söz konusu şiirin ihtiyaç duyduğu bir nesnedir kendisi...
    o kadar...
    daha fazlası değildir, olamaz da!
    ki konuşmalarıyla belli etmiştir bunu...
    bazen bir cisim bir kelimeyi doğurur şairde, sonra o kelime arkadaşlarını çağırır yanına ve şiiri oluşturur hepsi.
    şair de ister ki buna nesnelik etsin biri, böyle askıda yaşamak yorar çünkü şairi.
    bu bütün şiirlerde geçerli midir bilemem ama bir aşkın besleyip büyüttüğü şiirlerde durum budur.
    bu kadın da şiirin nesnesidir o yüzden, aşkı değil.
    zira şiirin aşkı sezai bey'dedir.
    her insan gibi bir cisimleştirme ihtiyacı hissetmiştir ve bunu da kolay yoldan gerçekleştirmiştir.
    belki pişman da olmuştur ama şairler bir de kibirli olurlar, yıkamazlar bir kere kurdukları seti...
    hasılı bu kadıncağız ne suçludur ne de suçsuz...
    şiirle ilgisi yanlış zamanda yanlış mekanda bulunmasıdır sadece :jjj
  • mâşuklara özgü göz kamaşmasından nasibini aldığı âşikâr kadın. kendisi yüzünden dünyadan el etek çekildiğine inanabilecek kadar mâşuk.

    oysa "sufilere sohbet gerek / ahilere ahi gerek / mecnunlara leylâ gerek / bana seni gerek seni"
  • banka reklamında oynamış emekli hazine avukatı. sezai karakoç'la bir yerde karşılaşırsa bir merhaba dermiş. ölülerin niçin yaşadığını hâlâ anlamamış.
  • keşke hiç konuşmasaymış cidden, aklımızda ping-pong masası'ndaki gözlerin sahibi olarak kalsaymış.

    kaç kadına nasip olmuştur birinin mona roza'sı olmak.

    bunun farkında bile ol(a)mamak ne garip.
  • röportajını okuduğumda (görüntüsünden dolayı değil yani güzel kadınmış), erkekler kızıyor ya kızların efendi adam yerine başkalarını tercih etmesine, erkeklerde de bu hastalık olduğunu düşündüm. evet kadın, sezai karakoçu bırakıp mevkisi olan bir adamla evlenmiş, ama be hey koca sezai karakoç bu sağlam yüreğinle bula bula bu kadını mı buldun uğruna şiirler yazmak için?

    şu anda röportajı yeni okumanın verdiği hayal kırıklığını atlatamadığımdan bunları söylüyor olabilirim. ama atlatamam zaten bu hayal kırıklığını.

    burdan bir de genel bir hayat dersi çıkaralım. hayırlısı buymuş. hakkaten iyi ki diyorum kendisi sezai karakoçtan elektrik alamamış.
  • beyaz bir türk işte. erganili kürt sezai ve dersim sürgünü kızılbaş kürt cemal hanımefendiye yandırmış ama hanımefendi anlasa bile umursamayıp "daha da neler" demiştir. rahatsız bile olmuştur. sonra da gitmiş, genel müdür yardımcısı ile evlenmiş. olay sınıfsaldır abiler.
hesabın var mı? giriş yap