• bütün sosyal bilimler ya da genel olarak felsefe tanımlar ve kavramlar üzerinden yapılır. bu tanım ve kavramlar, elbette, sokaktaki insanın anlamasına imkan olmayan yapıdadır. ancak bu, iletişimin temel kurallarının dışına çıkmaz. belli yapıların dışında yer alamaz. çünkü düşünce de aynı dil gibi bir yapıdır. 'afsgagsafhladhf' gibi dizilmiş bir sözcük nasıl anlamsızsa, en temel bilgileri vermek için yanlış kullanımları da içeren sözcüklerin dizilişi de aynı derecede anlamsızdır.

    söz konusu yazar, bu dizilişten yararlanarak klasik türk insanını iki açıdan etkilemektedir. ilki 'cahil sevici' topluluktur. fular esprilerinden onları çok rahat görebilirsiniz. ikincisi de 'ben bir şeyler biliyorum' topluluğudur. onlar da fikir belirtmeyip yaranmaya çalışırlar. sonuç olarak, yanlış kullanıma da sahip ve gelişigüzel birleştirilmiş sözcükler ile temel bilgiler sıralanmaktadır.

    aklıma lindy west'in internet trolleriyle mücadelesi geliyor. bu nedenle sessiz kalmaktansa, burada dursun. gören olur duyan olur.
  • icat edilmiş felsefe türkçesinin ne b.k olduğunu gösteren yazarımsı.
  • sol frame'da başlıkları alt alta okurken kendisini belli ettiren yazar.

    kendisiyle logosentrik neo-tomistizmle mimetik aranım ve evidensiyalist gaiyyetin uzamdaki nötralizeliği bağlamında; gestalt biçemde mesiyaniki enaniyetin tin ıslahı özelinde ve rüzgar esintilerinin erojen bölgeleri uyarması çerçevesinde, tahteşşuur gnoseolojisinin nietzscheyen öncelliği olup olmadığını ve en önemlisi necefli maşrapanın göte girip giremeyeceğini tartışmak isterim.
  • piyasada bu arkadasa benzer uslup kullanip gotten din ve inanc sistemi uydurmaya calisan, hatta kendisinin bu sayede ra oldugu iddiasinda bulunan,murit edinmis tiplere rastlamisligimiz vardir. arkadas da yuksek ihtimal bu sekilde trollugunu surdurmektedir.
  • dil kullanımı bakımından tutarsız yazar. öztürkçeci, osmanlıcı, veya adaptasyoncu olabilir; bunu anlarım ama hepsini birden yapınca bokunu çıkarıyor. anlaşılmazlığını komik bir şey olarak görüyor herhalde. bu bir olur, iki olur, üç olur anlarım. mps bir şey yazar, üç beş fular esprisi gelir, yazdığının mealini açıklayan ciddi bir yazar gelir, vs. sürekli aynı şey.
  • fesfefi tabanı bulunan, psikanalitik enrtylerinin bir çoğunu beğendiğimi söyleyebilirim.

    ancak bir sorun var, kullanmış olduğu dil o kadar absürt ki anlattığı duruma ilişkin mana muğlaklaşıyor. iletişimin en öncül aracı, kullanılan dildir. nasıl söylediğimiz, en azından ne söylediğimiz kadar önemlidir. bir yazın kendi içerisinde şiirselliğe haiz olmalıdır. lirik bir melodi barındırmalıdır, bir fonetiği olmalıdır, yazanın karakteri hakkında bilgi vermelidir. bir dili bilmek aynı zamanda bir kültürü bilmek demektir. türkçe bilindiği üzere çok zengin bir söz dağarcığına sahip değildir. anadolu insanı da çok az kelime kullanarak çok fazla olay anlatma temayülü gösteren bir toplumdur. bir kelimeyi birden fazla kelimenin yerine koyarak, kelimeden tasarruf ederek çok şey anlatma gayretindedir. ancak gelişime çok açık olan, sondan eklemeli bu dil, türeme meyillidir ve kültürel nedenlerle farsça, arapça ve fransızca ile olan etkileşimleri nedeni ile zengin bir entegrasyon sağlamıştır. bu durumu da fazla yadsımamak gerekir. bu sebeple "türkçemizi yabancı kelimelerden kurtaralım, sadeleştirelim, kendi kelimelerimizi dil yapımıza uygun olarak türkçe üretelim" minvalinden nafile çabaları gereksiz buluyorum. kelimeler oturduğun yerden uydurmakla değil, ihtiyaç duyulması halinde ortaya çıkar. eğer türkçeyi korumak istiyorsak, terimsel manada karşılığı olan yabancı kelimeleri türkçe içerisinde değiştirmeksizin, uyarlama yapmaksızın olduğu gibi kullanılması gerektiği kanaatindeyim.
    türk dili ve edebiyatına alanına ilişkin tek eğitimi meslek lisesinde gördüğüm derslerden ziyade, kapsamlı bir eğitim almamış olan ben bile böyle düşünüyorsam, türk dili ve edebiyatı ile haşır neşir olan uzman arkadaşlar ilgili yazarın kullandığı dili görseler, bu adamın dudaklarını çemçük yapıp tutunamayanlar'la , ağzına ağzına vururlar.
    maalesef bu ucube yazı dili felsefe ile ilgili zümreler tarafından, aynı eski mısır rahiplerinin uyguladığı yöntemle ezoterik bir anlatı kazandırıp, alana gizem katmak amacıyla yaygın olarak kullanılıyor. fakat çok komik kalılyor. "birbirilik", "serimleniş", "bireşimleşişiş", "çıkımsızlığını" nedir allahını seven açıklasın.
    michel foucault, jean paul sartre gibi düşünce adamları yazdıkları eserlerde, yeni terimler geliştirmişlerdir. bu terimleri inanın ki bir fransız da anlamaz. çünkü adamlar başka bir boyutta kendilerine has kelimeler kullanmaya başlamışlar. jean paul sartre'nin varlık ve hiçlik ismiyle çevrilen ontoloji eseri hasbelkader iyi sayılabilir. ama hala foucault benim nazarımda doğru düzgün türkçeye kazandırılamamıştır. entrynin başında belirtmiş olduğum, her şeyi türkçeleştirme merakı ve gayretinden dolayı böylesine gudik, irrite edici, kısır bir yazın türü ortaya çıkıyor.
    multiple personality syndrome isimli bu yazar bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de yerli yersiz bu mutant, dadaist yazına mukabil, anlam kaymasına yatkın farsça ve arapça kelimeleri dahil ederek üstüne tüy dikiyor.
    ve bence de bu yüzden hiç hoşlanmadığım fular esprilerine maruz kalmayı ve karükatürize edilmeyi hak ediyor.
    yine de sözlükte bire renk olarak bulunmasını yadsımıyorum. değişiklik iyidir, ancak beni evhamlandıran bu yazın şeklini, gereksiz bir hayranlıkla taçlandırarak özenti ve daha kötü taklitler türemesine sebep olabilecek ekşi sözlük yazarlarıdır. etmeyin.

    "özet geç lan piç" diyecekler için bakalım montaigne baba denemeler'inde ne demiş?

    "sözün akışını bozup güzel cümleler aramaktansa güzel cümleleri bozup sözümün akışına uydurmayı daha doğru bulurum. biz sözün ardından koşmamalıyız, söz bizim ardımızdan koşmalı, işimize yaramalı. söylediğimiz şeyler sözlerimizi almalı ve dinleyenin kafasını öyle doldurmalı ki artık kelimeleri unutamasın. ister kâğıt üstünde olsun ister ağızdan; benim sevdiğim konuşma düpedüz, içten gelen, lezzetli, şiirli, sıkı ve kısa kesen bir konuşmadır. güç olsun, zararı yok; ama sıkıcı olmasın; süsten, özentiden kaçsın, düzensiz, gelişigüzel ve korkmadan yürüsün. dinleyen, her yediği lokmayı tadına vararak yesin. konuşma, sueton’un, julius, caesar’ın konuşması için dediği gibi, askerce olsun; ama ukalaca, avukatça, vaizce olmasın.
    söylev sanatı, insanı söyleyeceğinden uzaklaştırıp kendi yoluna çeker. gösterişin herkesten başka türlü giyinmek, gülünç kılıklara girmek nasıl pısırıklık, korkaklıksa; konuşmada bilinmedik kelimeler, duyulmadık cümleler aramak da bir okullu çocuk çabasıdır. ah, keşke paris’te sebze çarşısında kullanılan kelimelerle konuşabilsem!"
  • deliye bağlamış site üyesi.

    rol mü yapıyor yoksa gerçekten deli midir o kadar deşemeyeceğim konuyu.
  • otisabi'nin başarısız versiyonu. olmuyor dostum.

    (bkz: otisabi'den çok otisabici olmak)
  • işbu entry, multiple personality syndrome mahlaslı yazar kişisinin kimliğine ilişkin daha önce yapılmış tahmini kuvvetlendirici veriler içermektedir. zannımca, bu yazar kesinlikle sandro'dur efendim. zira, entry'lerinden ikisinin de tıp tahsil ettiklerini, azerî edebiyatına ilgilerinin olduğunu ve felsefeye meylettiklerini anlıyoruz. ve üslûp itibariyle, ikisi de biraz şöyle bir şeydirler;

    (bkz: sabuklama)
    (bkz: delirium)
    (bkz: imgesel betimlemelerin kaygısal kanıksamışlığı)
    (bkz: imgesel betim pembeliği)
    (bkz: imgesel çevrimlerin diyalektik izdüşümleri)

    edit: iddialar, birinci ağızdan yalanlandı. "benzeşiklik var ama değilim" diyor.
  • bende de bir dönem gelişmiş olan sendrom. şükürler olsun ki böyle bir sendromu hiç yaşamadım. çok korkunçtu, kimim neyim bilemiyordum. allah yardımcısı olsun buna kapılanların, zordur herhalde. neler çektim neler.
hesabın var mı? giriş yap