• "...yakın gelecekte, en azından istikbaldeki kırk-elli yıllık süreçte biz müslümanların hemen hiçbir insan evladına din, ahlak, hak, hukuk namına söz söylemeye yüzü olmayacak, iki çift laf etmeye kalkıştığımız anda ise, “sizi de gördük” mealindeki tepkiler hepimizin suratına tokat gibi çarpacaktır."

    http://www.karar.com/…urk/dunyanin-tuzu-olmak-4354#
  • bu ülkede felsefe ve özgür düşünce yok edilirse 30 yıl sonra afganistan ve pakistan'dan farkımız kalmayacağını ifade etmiştir.

    ilgili video: 30 yıl sonra afganistan oluruz

    kendisine sürekli "hocam o mahalleden ayrıl" diyenlere anlam veremiyorum. hepimiz biliyoruz ki dindar mahallede olan insanlar "karşı" mahalleden olanları dinlemezler. dediklerini dikkate almazlar. o yüzden hoca'nın dışarıdan değil içeriden konuşması gerekiyor. yukarıdaki videoda özgür düşünceye, hoşgörüye dair söylediklerini bizim seküler mahalleden birisi söylese hiçbir dindar iplemez. kaldı ki hoca'nın bu fikirlerine asıl ihtiyacı olan kesim de dindar/muhafazakâr kesimdir.
  • kendisi 3-4 sene önce caner taslaman, emre dorman vb. kur'ancılara, metodsuz şekilde bildiklerini okuduklarından "tinerci" demiştir ancak bu söylemlerinin üslubunun hoş olmadığını belirtip özür beyanı başlıklı yazısıyla özür dilemiştir:

    en son katıldığım bir televizyon programında bizi “müşrik” ve “şeytanın dölü” gibi ifadelerle eleştiren kişiye ve geçenlerde caner taslaman’ın yazdığı bir yazıya verdiğim cevapta kullandığım ağır ifadeler ilk vehlede nefsî bir ferahlık verdi; ancak sonradan yüreğimi ezdi. çünkü kötü söz en nihayet sahibine aitti. şayet bu kavga gürültü, şahsi bir mesele olsaydı, “ağır sözler sahibini bağlar” denilir ve belki de az çok tolere edilebilirdi. ama bu çirkin kavganın tam ortasında “ben müslümanım” diyen herkesin ortak değerleri olan islam, kur’an gibi kutsallar yer alıyor ve maalesef her kavgamız bizden çok, bu kutsalların zedelenmesine yol açıyor. mademki biz görünür oldukça kavga gürültü de büyüyor; bu yüzden bize daha az görünür olmak düşüyor.

    işte bu sebeple, her kim bundan böyle bizim hakkımızda ne kadar ağır söz söylerse söylesin, kendi adıma “dövene elsiz, sövene dilsiz” olacağıma dair söz veriyorum. bu mübarek ramazan vesilesiyle, şu veya bu sebeple kendileri hakkında ağır ifadeler kullandığım herkesten içtenlikle özür diliyorum; bizi seven insanlardan, kendilerini sukut-ı hayale uğratmam sebebiyle hassaten özür diliyorum. ayrıca, bundan böyle sadece ilmî düzeyde çalışıp yazarak konuşacağımı, özellikle kur’an’ın tarihselliği fikrimin sonuna kadar arkasında durduğumu ve hiç kimseyle polemiğe girmeksizin bu konuyla ilgili kitap çalışmasını tamamlayıp yayımlamanın zorunlu olduğunu belirtmek istiyorum.

    dövene elsiz gerek
    sövene dilsiz gerek
    sen derviş olamazsın
    derviş gönülsüz gerek
    yunus

    prof. dr. mustafa öztürk - 7 haziran 2016

    ilahiyat camiasında "özür dilerim" kelimesini kullanabilen kaç kişi vardır? ayrıca, özrü dilenmiş bir hatanın üzerinden vurmanın ne kadar ahlâkî olduğu düşünülmelidir.

    videolarının kırpılıp "mustafa nasıl koydu zaaa xd" diye paylaşanlardan razı olmadığını, bunların yapılmaması gerektiğini de söylemiştir.

    şöyle demiştir:

    ""falanca rezil rüsva oldu, mustafa öztürk affetmedi" ve benzeri başlıklı tasvip etmediğim videolar üzerine...

    son zamanlarda tedavüle çıkan ve şahsımın konuşmalarından kesitleri adeta bir kayıkçı kavgasına tutuşulmuş gibi nahoş başlıklarla sunan videolardan rahatsızım. bu gibi ilmî tartışmaların "ayar verme" bağlamında değerlendirilip o şekilde sunulmasını tasvip etmiyorum. bu bağlamda "ilahiyat alanı ve kayıkçı kavgaları" adlı yazımın okunmasını tavsiye ederim."

    şimdi adam bunların böyle kesilip paylaşılmaması gerektiğini söylemiş, hoş değil demiş. kendisini, başkasının yaptığı ve kendisinin razı olmadığı eylemler üzerinden eleştirmek de ahlâkî değildir.
  • çağdaş islam düşüncesinin serencamı başlıklı makalesi kısalığına rağmen çağdaş islami akımlar hakkında önemli olan neredeyse herşeye değinmiştir.

    vahhabilik'ten başlamış selefilik, islamcılık ve onların din anlayışını devam ettiren kur'an müslümanlığı, oradan yeni ilm-i kelam, bilimsel tefsircilik ve tarihselci kuran anlayışı, islami sosyalizm'e kadar çağdaş islam düşüncesi'ni çok iyi şekilde özetlemiştir.

    konuyla ilgili olanların okumasını tavsiye ederim.
  • iyi bir akademisyen. ilk dönem tefsir külliyatına hakim. ek olarak makaleleri hoştur, çünkü meseleleri güzel araştırıyor, okumasını güzel yapıyor. bide öyle bakmayın çok zeki biri. tarihselci kuran anlayışı'nın milletin gündemine inmesi bu arkadaş vesilesiyle oldu.

    ama bazı arkadaşlar bazı mevzuları anlamamışlar. bu girdi bir uyarı mahiyetinde olacak.

    şimdi mustafa öztürk'ün tüm söylemlerini bir daha gözden geçirin. caner'e ve okuyan'a modernist iması yapmasını, kur'an'ın ayetlerini büküyorsunuz demesini, islamcılığı ve selefi-içtimai tefsir ekolünü, ayrıca onların bir devamı olan kur'ancılığı eleştirmesini, bilimsel tefsircilik'e sonuna kadar karşı çıkmasını, çeşitli fikirlere aşağılık kompleksli modernistlik demesini falan hepsini bir kere daha gözden geçirin.

    bu adamın dedikleri nereye çıkıyor?

    ...

    bu girdinin maksadı mustafa öztürk'ü dindışı biri olarak gösterme değildir. ama mustafa öztürk kendisine en ufak bir eleştiri gelince köpürüp meseleyi bilerek sulandırıyor. beni tekfir eden aşağılık kadızadeliler kumpanyası tarzı şeyler deyip, deyip ona yöneltilen önemli sorulara, kafa karışıklıklarına tatmin edici cevap veremiyor.

    ben genel olarak ilahiyatla ilgili biri değilim. din bilgim gerçekten zayıftır. herkes gibi az-çok okuduklarımdan genellemelere başvuruyorum. çoğu zaman yanılıyorum da. hepimiz insanız en nihayetinde. ama bazı meseleleri gözden geçirince son zamanlarda anlıyorum ki tam bir islamcı olmuşum. islamcı olmak demek bir hocamızın ifadesiyle dini hiçbir şekilde yaşamayıp onu sürekli savunmak ve tartışmak demek.

    ilk caner taslaman'la bu konular üzerine düşünmeye başladım. çünkü mesela evrim teorisi falan kafamı kurcalıyordu, caner'de allah için çok güzel cevaplar veriyordu. ama sonra biraz araştırmaya başlayınca caner'in aslında bu konuları çarpıttığını, adeta harun yahyacılık yaptığını farkettim. gerçekten ilk tanıdığım zamanda çok sevmiştim, yalan yok. ama o zamanlar tam bir cahil olduğumu, bu tür meselelerde giriş seviyesinde olduğumu söyleyebilirim.

    sonra caner'in din anlayışını biraz kurcalamaya başladım. işte modernist islamcılık, abduh'un başlattığı selefi-içtimai tefsir ekolü, çağdaş islam düşüncesi falan derken caner'e ve kur'ancılara eleştiriler yönelten mustafa öztürk'le tanıştım. gerçekten çok güzel eleştiriler yapıyordu. yazdıklarını, makalelerini ve videolarını kurcalamaya başlayınca caner'le ilk karşılaştığım zaman ki gibi düşünüyordum.

    tarihselcilik denen şeyi tam araştırmamıştım. ve sanmıştım ki mustafa öztürk dinin içine modernizmin bulaştırılmasına karşı bir duruş sergiliyor. müslümanların aşağılık kompleksine girmemesi gerektiğini falan söyleyip dinin ideolojileştirilmesine(islamcılık), bilimsel tefsircilikle kur'an ayetlerinin tevil edile edile oyuncak edilmesine, örneğin hırsızın elinin kesilmesi gibi açık ayetlerin takla attırılarak inkar edilip dinde böyle bir şey yok denmesine, sola scriptura denilen protestan yönteminin ve genel olarak protestan kelamının islamileştirilmesine karşı duruş sergiliyor.

    aslında biraz yanıldığımı o zamanlarda da hissediyordum, ama artık itiraf edebilirim ki tamamen yanılmışım. mustafa öztürk çok daha şiddetli bir modernizmi savunuyor. hocası fazlur rahman'ın adlandırdığı şekilde neomodernizmi. onun caner'e falan eleştirilerinin ardında islam geleneğini savunma değil, caner'in onun kadar şiddetli bir modernizmde olmaması yatmakta.

    mesela bilimsel tefsircilik konusunu ele alalım. mustafa öztürk niye bu kadar karşı duruyor buna sahiden? bir modernizm adetini eleştirmek için mi? yoksaa kur'an kendi indiği dönem ve tarihinin ötesinde hiçbir şeyi söyleyemezi ispatlamak için mi?

    sola scriptura falan deyip kur'an müslümanlığına tinerci modernist protestan islamcı diyor. peki hermönötik, tarihselcilik falan bunlar islami metotlar mı? mustafa öztürk bunları bilmiyor mu? millete protestan derken kendisinin savunduğu metotların protestanlıkla veya batı medeniyetiyle ilgisini ölçmüyor mu?

    bazı şeylere karşıt söylem geliştirirken gelip fazlur rahman modernist değil diyor. fazlur rahman diğer tarihselciler kadar mesela arkoun, cabiri, hanefi kadar oryantalist değil demeye getiriyor sözlerini. evet bence de fazlur rahman'ın niyeti kötü değil. dinin mesajını moderniteye getirmek isteyen biri olarak görebiliriz. veya öztürk'ün dediği şekilde ikili anlama yöntemiyle dinin ilk mesajını objektif bir şekilde anlamaya çabalayan biri olarak da görebiliriz. ama modernist değil demek açık bir şekilde yalan söylemektir. mehmet paçacı'nın dediği gibi oryantalist zihniyet çağdaş islam düşüncesinin her akımında etkin.

    peki abduh'tan veya islamcılardan sanki çok farklı şeyler mi söylüyor fazlur rahman? kur'an'ı daha dün nişantaşı'na inmiş gibi değerlendirmeyelim. tamam zaten bu tarihselcilite tek doğru şey bu, zaten gelenekte bunu inkar eden kimse yok. ne yani bu retoriğinize kanıp ve kur'an müslümanlarına kızıp sizin söylemlerinize mi takılalım? onlar kur'an'ı katılaştırıyorlar tarihselciler ise kur'an'ı tamamen buharlaştırıyorlar. sonuçta aynı yere varıyorlar ama: hırsızın eli kesilmez.

    burada bir not açayım, bu tarihselcilik öyle ayetler üzerinden gitmiyor. bütün kur'an'ı tarihsel bağlamda yorumlamayı kastediyorlar çoğu. sonra oradan bu zamana gelebilecek şeyleri getirmeyi öneriyorlar.

    burada bir not daha tarihselcilerin hepsi başka bir yöntemi öneriyor, hatta bunu savunan koca profesörler bile bazen birbirine sen tarihselcilikle ne kastediyorsun falan diye soru soruyorlar.

    ayrıca çok başka şeyleri bu zamana getiriyorlar. kimi arap aklını deconstructiona uğratıp rasyonalist bir islam yaratıyor, kimi oradan islami solculuğu çıkartıyor, kimi pragmatist bir islam oluşturuyor, kimi diyor ki bu kur'an ne bilim kitabıdır, ne hukuk kitabıdır. eyvallah, tamam da bu kur'an ne kitabı peki? cevap olarak dedikleri şey bu kur'an sadece bir ahlak kitabı. peki nasıl bir ahlak kitabı? ne spinoza'nın ethica'sı, ne aristo'nun nicomachos'a etik kitabıdır. bu kur'an'ın benzediği şey antropolojik, epistemolojik açıdan karl marx'ın das kapital'idir.

    elbette mustafa öztürk'ü bunlarla eleştirmiyorum. mustafa öztürk tam anlamıyla fazlur rahmancı. diğer tarihselcilerin bazı söylemlerine pek sıcak bakmıyor. ama önerdiği yöntem bunlara sebep oluyor. peki mustafa öztürk kur'ancıları eleştirmek için onlarca çalışma yapıyorken, söylem geliştiriyorken bunlara karşı bir söylemi neden geliştirmiyor sizce? çünkü onlarla aynı mahallenin adamı. ve kendi fikirlerini açıkça ifade etmekten çekiniyor. peygamber ilham alıyor, kıssalar mitoloji, miraç yaşanmadı tarzı sölymelerini falan bunları açık açık konuşmuyor.

    o kadar tarihten bahsediyorlar. peki tarihi değerlendirirken ne kadar objektif oluyorlar? sırf geleneği kötülemek için imam şafii veya eşarilik hakkında ne kadar oryantalist tez varsa mutlaklaştırıyorlar, daha sonra hz. ömer'in bazı uygulamalarını, şatıbi'nin usul kitabını veya gelenekteki ihya hareketlerini veya nasr hamid'in ibn arabi'yi bağlamından kopartarak kendi batıdan çıkma metotlarını islamileştirmek için her şeyi yapıyorlar. mustafa öztürk bazı tartışmaları kayıkçı kavgasına benzetiyor ama işine geldiği yeri almakta bir sakınca görmüyor. tarihi işine geldiği şekilde yorumlayanlar sizce allah'ın kitabının tarihsel bağlamını işine geldiği şekilde mi yorumlayamayacak?

    mustafa öztürk diyor ki ben müslümanım. kur'an'ı tarihe gömmüyorum. eyvallah, ama sonra diyor ki kur'an'ı tarih gömen oryantalisler watt, rudi paret falan gidin onlara sorun diyor. peki mustafa öztürk'ün hocası fazlur rahman paret'in çalışmalarını övmüyor mu? istifade için kullanılabilir demiyor mu? peki mustafa öztürk bu isimlerden hiç mi istifade etmiyor? oryantaliatlerin islam toplumunu karalamak için kullandığı ne kadar tez varsa bunları kullanmaktan niye sakınca duymuyorlar?

    dediğim gibi kur'an müslümanlarından çok daha şiddetli bir anlayışı savunuyorlar. kur'an müslümanları hiç değilse açık ayetleri içtihat edelim gibi şeyler demiyorlar. ama mustafa öztürk 'ekranda tevilin belini kırmak' gibi bir yazı yazıp kur'ancıların tevillerini eleştirirken kendisi açık ayetleri içtihat edip reddetmekten falan bahsediyor.

    peki metodolojik veya felsefi açıdan mantıklı bir temellendirme yapabiliyorlar mı? bakın isterseniz hepsini okuyun şunu farkedeceksiniz ortaya attıkları fikirler bir karışımdan ibaret ve ifadeler muğlak. bizzat fazlur rahman geliştirdiğini söylediği metodun pratiksel karşılığını veremiyor. ayrıca günümüzde büyük tarihselcilerin bayiliğini açmaktan öte bir şeyler yapamayan ülkemiz tarihselcileri de işin felsefi temellendirmesini sadece başka anlayışları eleştirerek oluşturduklarını sanıyor ve çok sığ seviyede felsefe temelleri var.

    işin en acı kısmı ise şu: islamcılar veya kur'an müslümanları hiç değilse esasında moderniteye karşı duruş için moderniteyi benimsiyorlar. yani 'islam akıl dinidir', 'bilimle çelişmez' falan deyip geleneği öcüleştirirken niyetleri modernitenin ve oryantalist tezlerin islama hücumunu yumuşatmak. ama tarihselcilerin bana göre en sonunda varacakları yer tamamen kayıtsız bir şekilde moderniteye teslimiyet. zaten tüm açık ayetleri buharlaştırabilme yetenekleri var. bunun üzerine kimi islam sadece ahlaktan ibarettir diyor, kimi dindeki tüm aşkın şeyleri reddediyor, kimi bu allah inancını değiştirelim önerisini getiriyor, kimi mevlana, ibn arabi'yi falan da kullanıp varoluşçu bir islam yaratıyor, kimi ibn-i rüşd'ü kullanıp rasyonalist bir islam yaratıyor, kimi mutezile'yi kullanıp daha farklı bir kader tasavvuru çiziyor, kimi dinlerarası diyaloga açık kapı bırakıyor, kimi pragmatist bir islam getiriyor. liberalizmle, sosyalizmle çatışmayacak bir islam yaratıyorlar. ve inanılmaz bir rahatlıkla, çünkü tarihselci kuran anlayışı bunu inanılmaz kolaylaştırıyor. önceki modernistler(islamcılık, kur'an müslümanlığı) hiç değilse benimsedikleri fikirlere islami bir kılıf uydurmaya çabalıyorlardı, bunların umurunda bile değil.

    katı olan herşeyin buharlaştığı bir sisteme teslim olarak islam'ı bu zamanda yaşayamazsınız. niyetiniz istediği kadar nu yönde olsun, bu gerçek değişmez.

    not: bu girdi dediğim gibi mustafa öztürk'ü hedef almamaktadır. zaten kendisi hakkındaki fikirlerim yeni yeni sertleşmeye başladı, önceden kendisini severdim. kendisine ve çalışmalarına hala saygı duyuyorum. ve evet niyeti iyi, çok doğru şeyler söylüyor birçok noktada ve birçok tarihselcinin uçuk fikirlerine karşı. ama mantıklı konuşmalarına aldanmamak lazım. dediği şeyler en nihayetinde eleştirdiklerinden çok daha yanlış şeylere gidiyor.
  • bazı arkadaşlar neye itiraz ettiğimi anlayamamışlar, ve soruyorlar. aslında başka bir uzun entry daha girmek gerek buraya ama önce mustafa öztürk'ün neyi savunduğunu biraz daha görmeniz lazım.

    siz sanıyorsunuz ki tarihselci kuran anlayışı sadece sizin bu çağda uygulanamaz diye düşündüğünüz fıkhi-hukuki yaptırımları(özellikle bedensel cezalar) tarihselleştirip bu dönemde geçersizleştirmekten ibaret. aslında hepimiz bu söyleme tav oluyoruz. ama mesele bu değil.

    bakın mustafa öztürk ne diyor:

    "kur'an'daki tarihselliğin şer'i ahkâmla sınırlı olduğunu da düşünmüyoruz. kanaatimizce kur'an -bazı temel mesajlar hariç- tamamen tarihseldir. hatta tüm peygamberlerin ortak mesajını teşkil eden tevhid inancına ilişkin bazı kur'an ifadeleri dahi tarihsel unsurlar içermektedir."

    bu ifadeyi birazcık daha düşünün ve mustafa öztürk'ün ilgili çalışmalarda sürekli atıfta bulunduğu ve onun anlayışını benimsediği belli olan, kur'an'daki bugün herkesin katılabileceği birkaç ahlaki norm harici neredeyse herşeyi reddeden ömer özsoy'la ilgili şu entry'i bir okuyun. (bkz: #69911996)

    ek olarak konuyla ilgili eleştiriler çok daha şiddetli şekilde devam edecek.
  • bu kadar zeki, bu kadar bilgili bir adam...
    sorgulamış, araştırmış, düşünmüş,
    yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmiş...
    çatlatmış ama kıramamış.

    (bkz: insan gerçekten hayret ediyor)
  • "kur'an'ın tarihsel bir hitap oluş keyfiyeti" başlıklı yazı üzerine - salim öğüt

    obskürantist mustafa'nın yukarıda bahsettiğim ifadeleri de içinde olan ilgili makalede yaptığı yorumlar üzerine bir değerlendirme içermektedir.

    ek olarak salim öğüt'ün modern düşüncenin kuran anlayışı(inceleme) kitabı tamamen mustafa öztürk'e reddiyelerden oluşmaktadır.
  • salt bir whiggism ve retorik yapmakta, her tarihselci ilahiyatçı gibi eleştiri gelince de 'ama ben müslümanım' demekte ve sonra 'git benim yaptığımın aynısını yapan imam matüridi'yi gücün yetiyorsa eleştir.' demekte.

    mustafa öztürk'ten sık duyduğumuz bu cümleler sizce içleri dolu cümleler mi? yoksa onun birçok meseleyi muğlakta bırakan yöntemini savunma maksadıyla tutunduğu dallar mı?

    bu kadar tarihsellik vurgusu yapılıyor peki kavramların tarihine dikkat ediliyor mu hiç? örneğin hermenötik veya fazlur rahman'ın ikili anlama yöntemi veya mustafa öztürk'ün bunları örnek alarak kullandığı varoluşsal yöntem falan bunlar modern kavramlar değil mi?

    modern dünyada üretilmiş kavramlar nasıl oluyorda gelenekteki birkaç seçilmiş uygulamalara benzetilerek 'bu bizde zaten var!!' denilebiliyor veya bunlar gösterilerek nasıl gadamer, betti, heidegger, dilthey gibi isimlerin yöntemleri islamileştirilmeye çalışılıyor? bu kadar tarihsellik vurgusu yapan insanlar niye kavramları kendi bağlamsal düzlemi içinde ele alamıyor veya vurdumduymaz bir şekilde whiggish tarih yorumları yapıyorlar?

    imam matüridi'nin içtihatla nesh hakkında ifadelerini gören tarihselciler 'mal bulmuş magribi' gibi hücum ediyorlar. bak bizde aynı şeyi söylüyoruza getiriyorlar mevzuyu. peki gerçekte aynı şeyleri mi söylüyorlar yoksa birbirinin tam tersini mi söylüyorlar?

    bunu anlamak için imam matüridi'nin ve matüridiliğin neshle ne kastettiğini anlamak gerek;

    "bu sorunun cevabını bulmak için tevilât’ın ilk cümlesine dönebiliriz “tefsir yapmak sahabenin, tevil yapmak ise fukahânın uhdesindedir”. özellikle kur’ân yorumu söz konusu olduğunda “murâdın hakikati” sahabe nesli tarafından ortaya konmaktadır. maturidî aynı bakış açısıyla tevbe suresinin 100. ayetinde geçen “muhacirler ve ensara güzellikle uyanlar” ifadesinin sahabeyi taklid etmenin gerekli, onlara uymanın vacib olduğuna delalet ettiğini ileri sürmüştür. dolayısıyla maturidî zaviyesinden şu tespiti yapabiliriz: gerek içtihat yoluyla gerekse uygulamanın terkinde icma yoluyla gerçekleşen nesh eylemini uygulayan, sahabe neslidir. maturidî, bu kavramları “ilkten” ve “ileriye dönük” bir problem çözme metodu olarak değil, sahabenin yapmış olduğu uygulamaları açıklamak ve temellendirmek için kullanmıştır. fıkıh geleneği içerisinde nesh ileriye dönük değil, doktrini açıklamak amacıyla geriye dönük olarak kullanılan bir argümandır. bu hususu en açık şekilde, maturidî geleneğinin takipçilerinden ebü’l-yüsr el-pezdevî’nin (493/1100) şu ifadelerinde görüyoruz: “nesih konusunda sözü fazla uzatmayacağız. zira zamanımızda buna ihtiyaç yoktur” matüridi'nin müellefe-i kulûb uygulamasını temellendirmek için kullandığı nesh argümanı, hanefi gelenek içerisinde geniş bir kabul görmemiştir. konuyu somutlaştırmak için, gelenek içerisinde ortaya konan diğer temellendirme biçimlerine değinmek yerinde olacaktır."

    konunun burasında tarihselcilerin çok kullandığı bir argüman olan müellefe-i kulub'un hanefi gelenek içerisinde temellendirilmesine gelelim;

    "müellefe-i kulub uygulamasının sona erişiyle alakalı en fazla kabul gören argüman, bu uygulamanın özel bir illete dayalı olduğu, bu illetin sona ermesiyle de uygulamanın sona erdiği argümanıdır. hanefi fakihlerin çoğuna göre bu durum nesih kapsamına girmemek tedir.

    esasen bu açıklama maturidi’nin izahından temelde pek de farklı değildir. ancak diğer fakihler nesh tabirini kullanmamışlardır. tevilât’taki açıklamaları neredeyse adım adım takip eden kâsânî (587/1191) de bu hususu nesh olarak nitelemeyen fıkıhçılar arasındadır. bu bağlamda babertî’nin (786/1384), hocasının hocası abdülaziz el buhârî’den (730/1330) naklettiği açıklama dikkat çekicidir: yapılan şey, illeti dikkate alınmak suretiyle, hz. peygamber zamanındaki uygulamanın kaldırılması değil, bilakis takrîridir. zira ilgili şahıslara ödeme yapılmasının amacı dini güçlendirmek (i‘zâzü’d
    dîn) idi. bilahare, bu amaç ödemenin kesilmesiyle gerçekleşti. dolayısıyla “dini güçlendirmek” temel amaç, zekâttan pay vermek ya da vermemek bu amacı gerçekleştirmeye yönelik birer araçtır. amaç aynen korunduğu için burada nesh söz konusu değildir. aynı durum âkılenin kapsamında yaşanan değişimde de söz konusudur. buna benzer bir izah tarzı da kürlânî (767/1367) tarafından nakledilmektedir: “bir uygulama kendi konuluş amacının zıddını gerektiriyorsa geçersiz olur.” görüldüğü üzere bu açıklamalar, gâî yorumu ön plana çıkaran ve fıkhın işleyiş mantığına uygun açıklamalardır.

    buna mukabil bazı hanefi âlimler de müellefe-i kulûb uygulamasının sahabenin icmâı ile nesh edildiğini ileri sürmüşlerdir. icmânın nassı nesh edebileceği görüşü ise isa b. ebân’a nispet edilmektedir. ancak bu ihtimal farz edildiği takdirde, “dayanak
    sız icma olamayacağı” prensibinden hareketle meseleye ilişkin bir delil olmalıdır. dolayısıyla sahabenin ya hz. peygamber hayattayken bu hükmün nesh edildiğine veya bu hükmün hz. peygamber’in hayatıyla sınırlı olduğuna ya da ilgili hükmün, illetinin ortadan kalkmasına kadar geçerli olduğuna dair bir delili biliyor olmaları gerekmektedir. bu
    delilin bizim tarafımızdan tespit edilmiş olması şart değildir. ancak ortada bir
    nassı nesh eden bir icmâ varsa, böyle bir delil de olmalıdır. bu durumda nesh eden
    (nâsih) icmâ değil, onun dayandığı delildir.
    (...)bu değerlendirme de içtihat yoluyla nesh
    yapılabileceği düşüncesinin, nesh anlayışına oldukça yabancı olduğunu göstermektedir."

    sonuç

    "netice itibarıyla maturidî, illetin ortadan kalkması nedeniyle içtihad yoluyla neshin gerçekleşebileceğini söylemektedir. bir nassın uygulanmaması konusundaki ittifakın da nesh olarak algılanabileceğini de ifade etmiştir. ancak bu değerlendirmeleri sahabe döneminde gerçekleşen bazı uygulamaları açıklayan ve temellendiren bir argüman olarak
    zikretmiştir. dolayısıyla “ileriye dönük” olarak ve “problem çözücü” bir işlev yükleyerek, “içtihadi nesh” adı altında bir terim ortaya atıp bu kavramı maturidî’ye nispet etmek, yeni ve “modern” bir inşadır. sözgelimi hırsızın elinin kesilmesiyle ilgili ayet bağlamında, içtihadi bir neshten bahsetmek ve bunun maturidî’ye nispet etmek, aşırı bir yorum ve anakronik bir yaklaşım örneği olarak görünmektedir. maturidî’nin ilgili ayeti açıklarken allah’ın cezaları belirlerken insanı imtihana tabi tutabileceği, cezaların suçla
    orantısını tespit konusunda insan bilgisinin yetersiz kalacağı şeklindeki değerlendirmeleri, esasen böyle bir yorumun gücünü oldukça zayıflatmaktadır. “o günün şartlarında aklın, bu konuda nesihten kaçınmanın imkânsız olduğuna hükmetmediğini” ileri sürmek de isabetli görülmemektedir. bu bağlamda, maturidî’nin neshin cari olduğu ve olmadığı alanı ifade etmek için kullandığı “neshedilmesi aklen mümteni olan ve olmayan” ifadelerinin iltibasa yol açacak şekilde “neshden kaçınmanın mümkün olması ve olmaması” şeklinde karşılanması, sorunlu bir yaklaşım olarak görünmektedir. zira el kesme uygulaması, nüzul döneminde de maturidî’nin yaşadığı dönemde de günümüzde de “nesh edilmesi aklen mümteni olmayan” kapsam içerisindedir.

    burada üzerinde durulması gereken, bu tür temellendirmelerin arka planındaki saiktır. modern dönemde müslümanların problemlerini çözme refleksi birçok arayışı motive etmiştir. bu bağlamda nasların lafzi değil, gâî olarak uygulanmasını savunmak, buna yönelik argüman geliştirmek de mümkündür. ancak sorunlu olan nokta bunu yaparken, gelenekteki bazı kavram ve görüşlerin bağlamından koparılarak, deyim yerindeyse dolgu malzemesi olarak kullanılmasıdır. bu tavrın ülkemizde yüz yıl öncesinden beri uygulandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. meşrutiyet döneminden itibaren ebu yusuf’a atıfla kurgulanan “örfe dayalı nas” anlayışı, tûfî’nin maslahatla ilgili değerlendirmelerinin bağlamından koparılarak anlam genişlemesine uğratılması bahsettiğimiz tutumun yansımasıdır. maturidî’ye nispet edilen “içtihadî nesh” anlayışı ise bu zincire eklenen en yeni halka olarak gözükmektedir. kanımca buradaki temel yanlış, çözüm aranırken fıkıh doktrininin devre dışı bırakılması, ayetlere bir kanun maddesi gibi yaklaşılması, uygulamayla ilgili problemlerle karşılaşınca da ayetlerin etrafını dolanmak için “içtihadi nesh”, “örfe dayalı nas” vb. arayışlar içerisine girilmesidir. hâlbuki o ayetlerin somut olaylara nasıl uygulanacağını gösteren, bin yılı aşkın süre içerisinde farklı vasatların imkânlarını dikkate alarak zenginleşen bir doktrin bulunmaktadır. doğrudan naslara yönelmeyi teşvik eden içtihad çağrısının en önemli zararlarından biri, doktrin üzerinden fıkıh üretme işlemini bitirmesi, eldeki imkânları deyim yerindeyse “fakirleştirmesidir”. çözüm doktrinde aranırsa, metinleri zorlayıcı yorumlara ve anakronik yaklaşımlara gerek kalmayacağı kanaatini paylaşıyorum. allâhu a‘lem bi’s-savâb

    kaşif hamdi okur - matüridi'ye nispet edilen içtihadi nesh kavramına hanefi geleneği perspektifinden bakış
  • tinerci arkadaşı mehmet okuyan'la beraber yazdığı şu satırlar çok şey anlatmaktadır;

    "felah kelimesinin kullanıldığı ayetlerdeki nitelemelere nisbetle bu son ayetlerde "korku ve hüzün"den uzak tutulacakları belirtilen insanlara atfedilen özellikler daha genel bir anlam örgüsüne sahiptir. bu ayetlerden hareketle, kur'an'da öngörülen kurtuluşun asgari koşullarını, allah'a ve ahiret gününe iman, salih amel işleme ve bu şekilde kendisini ıslah etme şeklinde belirlemek mümkündür.

    bu bağlamda, özellikle iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiilerden allah'a ve ahiret gününe iman edip, salih amel işleyenler için korku ve hüzün olmadığını dile getiren iki ayet konumuz açısından özel bir önem taşımaktadır. bunlardan ilki, bakara suresinin 62. ayeti olup mealen şöyledir:

    'muhakkak ki [bu ilahi kelama] iman edenler ile yahudilerden, hıristiyanlardan ve sabitlerden allah'a ve ahiret gününe inanmış, dogru ve yararlı işler yapmış olan kimseler, rab'lerinden hak ettikleri mükafatları alacaklardır ve yine onlar ne korkacak ne de üzüleceklerdir.'

    esasen bu ayet, m. esed'in ifadesiyle, lslam'ın temel bir doktrinini inşa etmektedir. başka hiçbir itikatta benzeri olmayan bir görüş zenginliğine "kurtuluş" fikri, burada üç şarta bağlanmıştır: allah 'a iman, hesap gününe iman ve hayatta doğru ve yararlı işler yapmak bu kritik noktada -yani, lsrailoğuları'na yönelik bir davetin tam ortasında- bu doktrinin ifade edilmiş olması, yahudilerin, hz. lbrahim soyundan gelmelerinin kendilerine "allah'ın seçilmiş halkı" olarak kabul edilme imtiyazını verdiği batıl inancı nedeniyledir."

    bahse konu olan ayetteki ifadeler, hemen hemen aynıyla maide suresinin 69. ayetinde de tekrar edilmiştir: muhakkak ki, (bu ilahi kelama) iman edenler ile yahudilerden, sabiilerden ve hıristiyanlardan allah'a ve ahiret gününe inanmış, doğru ve yararlı işler yapmış olan kimseler, rabb'lerinden hak ettikleri mükafatı alacaklardır ve yine onlar ne korkacak ve ne de üzüleceklerdir.

    görüldügü gibi, bu ayette de kurtuluş yine üç temel şarta bağlanmıştır. ne var ki müfessirlerin büyük çoğunluğu, anılan ayetler de açıkça ifadesini bulan, "hangi gruba ait olursa olsun, allah'a, ahiret gününe inanan ve iyi işler yapan her insan kurtulur" şeklindeki yalın anlamı kabul etmemek için, fazlur rahman'ın ifadesiyle, ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir.

    ...

    gelinen bu noktada, biz kimin kurtulup kurtulmayacağı konusunun sadece allah'ın bilgisi ve yetkisi dahilinde bulunduğunu ve bu konuda kesin bir yargıda bulunmak yerine açık uçlu konuşmanın daha makul olduğunu özellikle vurgulamak istiyor ve bu çerçevede en azından şu ihtimaller üzerinde düşünülmesi gerektiğini düşünüyoruz: kur'an'ın nazil olduğu dönemde ehl-i kitap arasın da allah'ın övgüsüne mazhar olmuş kimseler bulunduğuna göre,
    aynı insanların mevcudiyetinden bugün için de söz etmek neden mümkün olmasın? keza, küfrü gerektiren teslis inancından uzak duran hıristiyan veya muvahhid yahudiler niçin dün olduğu gibi bugün de var olmasın? "
hesabın var mı? giriş yap