• mao : masada oturan marx, engels ve lenin'e bakarak
    "selamın aleyküm ağalar okeye dördüncü lazım mı?"

    lenin : burası köy kahvesi değil mao ağa
  • bir köşede paul mattick, karl korsch, anton pannekoek ve amadeo bordiga briç oynamaktadırlar. lenin, müstehzi bir gülümsemeyle yanlarına yaklaşır:

    lenin: ooo, kimleri görüyorum, ne işiniz var lan sizin burda?

    korsch: niyeymiş o? biz senden daha çok buraya ait sayılırız.

    lenin: yok, o bakımdan demedim, burası kahve ne de olsa, onsekiz yaşından küçükler giremezler, siz o kadar büyüdünüz mü?

    bordiga: başka işin yok mu senin allasen?

    lenin: ne bileyim, son gördüğümde hala çocukluk hastalıklarıyla boğuşuyordunuz, şu kimlikleri göreyim hele...

    mattick: git işine yaaa, 2 sanzatu.

    lenin: bir de, bu ultra-sol lafını siz mi buldunuz, yoksa başkaları mı taktı? hani ne bileyim, deterjan markasına benziyor da..

    korsch: uzaklaş, uzaklaş..

    karl dayı: ya vladimir, gel iki el tavla atalım, uğraşma şu çocuklarla..

    korsch: ee, dayı, sen de bunu diyorsan yani..

    karl dayı: oğlum che, dört ıhlamur ver arkadaşlara, limonu da eksik etme, hasta filan olmasınlar...

    korsch: ohoo, biz kime ne diyoruz ki burda..

    pannekoek: insanın ismi çıkmayagörsün..

    mattick: ya o değil de, aradan bunca zaman geçmiş, söylediğimiz bir çok şey doğru çıkmış, hala daşşakoğlanı muamelesi görüyoruz ona yanarım..

    pannekoek: dedim ya, ismimiz çıkmış bir kere..

    che: (ıhlamurları getirir) oo, siz yatın kalkın halinize şükredin, kautsky bu adam yüzünden kahveye uğramaz oldu. ne zaman gelse sağdan soldan binbir türlü laf yiyor, adamcağız "ben okeye dönüyorum" dese etraftan hemen "tabi, tabi, bilmez miyiz" diye laf atmalar.. en sonunda pes etti, haftada bir geliyor artık..

    bordiga: 3 kör. ulan ne çatal dili varmış bu tatarın yahu..

    che: neyse ki o da, dühring'e bakıp teselli buluyor. o, hepten çıldırdı, artık kendini "merhaba, ben dühring, anti-dühring" diye tanıtıyor.

    mattick: yok artık..

    che: valla, geçenlerde bizim dayının damadına rastlamış, o da biliyorsunuz, lafını tutamayan biridir, o yüzden bir keresinde dayı sopayla kovaladı bunu kahveden, neyse, dühring kendini bu şekilde tanıtınca "tamam, hatırladım, alman istihbaratından değil mi?" diye sormuş, adam çileden çıktı, o gün bugün ortalarda yok. hegel'e dert yanmaya gitmiş diyorlar..

    korsch: hah, tam adamını bulmuş..

    che: o da şu dünyayı ters-düz etme mevzusundan şikayetçi, geçen gün geldi bizim dayıya, "ulan bunca kitap yazdım, felsefeyi bitirdim, ama şu seninkilerden biriyle ne zaman karşılaşsam, 'abi, iyi güzel düşünüyorsun, konuşuyorsun da, gözlerde bir problem var sanki' diye dalga geçmiyorlar mı, çok ağırıma gidiyor, şu tayfana bir şey söyle de yapmasınlar" diye rica etti. dayının da ters tarafına geldi, "beter ol!" diye kahveden attı adamı.

    pannekoek: dedim ya, insanın ismi çıkmasın..

    che: abi, senin soyadın pancake manasına geliyordu, di mi?
  • che: robespierre*, danton* ve marat* geldi kahvede oturabilir miyiz diyorlar.
    marx: ne demek, tabi tabi buyursunlar.
    (kapıdan girerler, otururlar)
    marx: che olum çay getir misafirlere!
    che: hemen dayı.
    robespierre: evyallah biliyorsundur durumu, burjuvalar kahvelerinde istemiyor bizi.
    marx: yahu neden?
    marat: onlara zarar verecek kadar ileriye gitmişiz, bizi aşırıya gitmekle suçluyorlar.
    robespierre: sizin yeriniz komünistler kahvesi dediler...
    marx: bizim devrimcilere kapımız sonuna kadar açık.
    babeuf*: ooo siz! hepiniz hoş geldiniz!!
    marat: hoş gördük.
    robespierre: ben zaten o yavşak liberallerle aynı yerde bulunmayı hiç istemedim ama ne bileyim siz de bizi istemezsiniz diye düşündüm. dün kralcılara devrimi sattılar şimdi bize aşırıya gittiniz diyorlar.
    lenin: biz boşuna mı sizin adınızı verdik her yere...

    (bir anda kapı açılır. herkes yeni gelen konuğu gözleriyle süzer. ilk tanıyan marx olur; bir anda ayağa kalkar, saygıyla karşılar kapıdan giren yine konuğunu)

    rousseau*: siktirsin gitsin yavşaklar, robespierre'in, danton'un, marat'ın olmadığı yerde duramam dedim çıktım geldim.
    marx: hoş geldin üstad!

    ...
    aragon*: gelişiniz bize onur verdi. izin verin size birkaç dize okuyayım:
    "allons enfants de la patrie,
    le jour de gloire est arrivé !
    (...)

    bütün kahve ayağa kalkar ve hep bir ağızdan eşlik edilir:
    "aux armes, citoyens,
    formez vos bataillons,
    marchons, marchons !
    qu'un sang impur
    abreuve nos sillons !"
  • bugün kapısından içeri tuncel kurtiz girdi.
  • brecht: luim senin talebe etien avrupa birliğine sağda solda övgüler düzüyormuş diyorlar?

    althusser: abi bırak o rezilden bahsetme bana. ben daha ölmemişken hakkımda ölmüşüm gibi makaleler yazdığını unutmadım daha.

    brecht: ama senin rahle-i tedrisinden geçenlerin çoğunun daha sonra marksizmden kopması tesadüf olmayabilir diyorlar. valla ben söyleyenlerin yalancısıyım.

    althusser: abi sus, bi sus, seni de boğacağım o olacak!
  • theodoros angelopoulos: merhaba...
    kahve ahalisi: merhaba...
    nikos beloyannis: ooo, hoşgeldin.
    theodoros angelopoulos: hoş gördük.
    nikos beloyannis:hey niko* bak kim gelmiş...
    nikos zachariadis: bizim theo değil mi, vay kardeşim...
    theodoros angelopoulos: hoşbulduk ama erken geldik be. bizim yunanistan'da işçiler gümbür gümbür sallıyordu egemenlerin iktidarını. hep matemini çektim sosyalizmin geri dönüşünü göremeden geldim.
    nikos beloyannis: olsun vire, ben de savaştım ülkem için nazilere karşı ama işte tam iktidarı alacaktık beni kurşuna dizdiler. bilirsin

    sonra lenin yaklaşır usta yönetmenin yanına, bir tabure çeker oturur.
    lenin: o sahne ne be angelopoulos beni aziz gibi çekmişsin. sevmem ben bu tip şeyleri. (http://www.youtube.com/watch?v=h4g6k-jopac)
    theodoros angelopoulos: senin için az bile...

    akşam hep birlikte o thiasos izlenir. yunanistan'dan güncel havadisleri iletir usta yönetmen. ve uzolar yudumlanır yannis* başlayınca şiirini okumaya.

    "çok uzaktı geldiğimiz yol. kardeşim, çok uzak.
    ağırdı, çok ağırdı bileklerde kelepçeler. akşamları
    sallayıp başını "vakit geçti" deyince küçük lamba
    dünyanın tarihini okuyorduk belirsiz isimlerde
    mapusane duvarlarına tırnakla kazınmış tarihlerde
    ölümü beklemiş insanların çocuksu çiziklerinde-
    bir yürek, bir yay, zamanı gerçekten yaran bir yelkenli-
    bizim bitireceğimiz tamamlanmamış dizelerde
    bitmeyelim diye bitirilmiş dizelerde."

    (bkz: boyun eğmeyen ülke)
  • kautsky : okeye dönüyorum

    lenin : sen dönmeden duramaz mısın?
  • sahne 8:

    poulantzas (ernesto'ya): kim soktu bunları içeri?

    ernesto: kimi abi?

    poulantzas (foucault ve deleuze'ü işaret ederek): aha şu ikisini. söyle o karl dayı'ya, burası müteveffa komünistler kahvesi mi '68 mağlubu radikaller kahvesi mi bilelim!

    e.p.thompson (lafa karışır): bırak dursunlar nikos durdukları yerde. ne zararları var adamların?

    poulantzas: bırak baba ya... sen de sonradan çevreci filan oldun ondan koruyorsun onları.

    e.p.thompson: hele biraz bekle. biraz daha vakit geçsin diğer tarafta. bak beni zamanında kültürelci öznelci diye eleştiren stuart gitti kültürelcinin allahı oldu. sabırlı olmak lazım.

    poulantzas (bir şey söyleyecekmiş gibi olur, vazgeçer): ....

    e.p.thompson (kendi kendine): burada vakitten çok neyimiz var ki...
  • marx: ernesto! caylari tazele aslanim.
    che: simdi olmaz dayi..ben gider oldum.. (bir suredir kapali duran dolabindan silah ve mermi tedarik etmektedir)
    marx: hayrola aslanim??
    che: yok bisey dayi..haber geldi...basliginin altinda babaerenlere dalmislar da...gidip bi kolacan edeyim asli var mi...
    marx: haa..tamam siktiret caylari, ben koyarim.
  • ulus: olm bilseydim daha önce gelirdim lan.

    che: hosgelmissin aslanım, on senedir asagidaydi bir gözümüz.

    ulus: bosver, benimki kırk kusur senedir oyle zaten, biri de buralara bakardı.

    karl dayı: hah bok vardı burda hosgeldin evladım, senınki surda, git bi gorun.

    che: yok dayı, inanmazsın, yarım bıraktı filmi, idris ustayla atladı gitti rakı kapıp geliyolar

    karl dayı: eh ben de mangalı yakayım o zaman, evlat gec otur soyle.

    ulus: oturmaya mı geldik dayı? tutayim ucundan

    karl dayı: gel madem. jil kafamı karıstırmaktan ote bi işe yaramaz, tutarsız pezevenk...sen anlat bari

    ulus: (mırıldanarak dayının ardına duser) iki kapılı bir handa gidiyorum gunduz gece, gunduz gece, gunduz gece...
hesabın var mı? giriş yap