• ovalaaara yayılııır.
  • ortadoğu'ya giden bir yazarımız ilk defa oradan bir haber dosyası, bir analiz metni ile değil de, romanla dönüyor.

    ece temelkuran'ı diğer kadın ya da erkek yazarlarla kıyaslamadan önce, bu hususu göz önünde tutmak gerek.

    muz sesleri, şahane cümlelerle dolu, hayret verici bir roman. kesinlikle okunmaya değer.

    beyrut'a gidemiyoruz, ramallah'a, gazze'ye, şam'a, bağdat'a gidemiyoruz.

    hiç değilse bize oradan pırıltılı bir roman, kanlı canlı karakterler ve sıkı hikayeler hikayeler getiren kişiye karşı iyi niyetli olmakta fayda seziyorum.
  • kitapla ilgili soylesi yapılan yazarın, en cok ses cıkartıyor muzlar deyisine takıldım. mersin'e de gittim, antalya'da da bulundum hatta muz bahcelerini bende dolastım ama kimseden duymadım boyle bir sey. cok net de tanımlıyor ece temelkuran, soyle diyor cuk cuk cuk...

    bunun dısında ortadogulular icin yazmıs romanını, ona gore su an turkiyede yazan turk romancılar daha cok batı icin yazıp onlardan onay alma derdinde iken o ortadoguya yani bize yazmıs romanı, boylece ihanet etmedigini dusunuyor beyrut'a.

    bir ayrıca daha, hani buket uzuner biz akdenizliyiz der, zulfu livaneli biz asyalıyız der, orhan pamuk kendini ne dogulu ne batılı gorur, sıkısmısız der, ece temelkuran'da biz ortadoguluyuz diyor. illa bir yere ait olmak sart mı allah askına, aidiyet bu kadar da onemli mi? aidiyet yoksunlugu yasayanlar ne olacak?

    yalnız, beyrut'u guzel anlatıyor temelkuran, yorgun alısık ve yarınsız diyor, ben en cok o tanımlamayı sevdim,, yarınsız. sırf bu tanımlama ugruna bile merak edilen bir kitap...
  • "o, bu pazar burada degil.

    o biri de degil ama sanki bizden biri. bizimle yasiyor, apartmanimizda ama aslinda yok gibi. hepimiz bir araya gelsek, soyleyemeyiz tam nerede oldugunu. sanki sadece hepimizin toplami gibi. birbirimizle olan hesaplarimizin toplami. kavgamizin ve sonra bitirmeden uykuya yatirdigimiz kavgamizin hepsi. kuyusuna gunahlarimizi ve kahkahalarimizi attigimiz biri gibi. adini pek sik anmayiz. cunku hepimiz biliyoruz neden bahsettigimizi. her seyin sebebi o cunku.

    kursun yaralari vardi basindan beri. yagmur yagdiginda, zamanin tozu akardi yarasindan, kurum gibi. ama gozu alisinca insanin, yaralari gormezsin. biz gormedik. bizim gozumuz boyle alisti. zaten hepimiz biraz ona benzemistik sonunda. aciyan yerlerimizi birbirine dayayarak susturmayi ondan ogrenmistik.

    birakip gitsen, cok seven bir kadini terketmek gibi bir centik birakir sende. geri donsen, "ben seni hic cagirmadim ki" diyen bir erkek, zalim.

    ne zaman inansan aldatan, ne zaman silahlarini kusansan seni zirhinla, savassiz kalmis bir asker gibi gunesin altinda yalniz birakan bir hali vardi.

    itip kakardi insani. ancak yedigi dayaklari affede affede buyumeyi ogrenmis bir cocuksan seversin onu. cunku nefret etmeyi de bilmelisin eger onu seveceksen. bunu bilmeyenler gelir gecer. anlatamadiklarini hep bildikleri, yine de durmadan anlattiklari bir hikayeyi alip ondan, giderler.

    niye ona gelip duruyorlar biliyor musun? cunku her seferinde gencliklerini geri veriyor onlara. onda oyle bir sey var. kim tanisa oyle der. demeyebilir belki, ama done done ona gelmelerinin sebebi bu. anlattiklari yuzunden. her gun yeniden anlatabildigi yeni hikayeler yuzunden. sonrasini merak ediyorsun ya, o seni cocuk yapiyor bir bakima. soysuz sopsuz, hesap verecegi evi olmayan bir cocuk. hep yarin var, dun yok onda. o yuzden sen de dunun olmadigi bir yasinda donup kaliyorsun onunla olunca.

    durmadan konusur. cok konusur. ustelik elini kolunu cok oynatir konusurken. kaslarini catar, aldirma. sanirsin ki hep kavga ediyor. sen de kizarsan iste o cok fena. basa cikamazsin, gazabinin sonu yoktur. gulumseyeceksin. ne zaman ki sinirlendi, gulumseyeceksin ve diyeceksin ki uygun bir dille:
    "yapma haji, haram!"

    dokulur kizginligi. nasilsa en iyi o bilmiyor mu bu gece kimsenin eve gidemeyebilecegini. sirtini oksayacaksin, cunku ancak sevildigini bilince yumusar. oyle tuhaf bir huyu var. sana bile saldirsa, bilirse yine de onun icin orada oldugunu, aglar bile sucluluktan. oglan cocugu gibi iste, tipki kendi hircinligina hayret eden ama zulmune hukmedemeyen oglan cocuklari gibi.

    sesleri cok iyi taklit eder ve her sesi ayirt eder. boyle bir ozelligi var. cunku dinleyerek yasiyor aslinda. seslere gore karar veriyor. kuslarin seslerini biliyor, butun silah seslerini ve insan seslerini. arap alfabesinin ince ses ayrimlariyla terbiye edilmis bir kulagi var onun. bir de bu sesleri iyi ezberlemezse hayatta kalamayacagini biliyor. yani orman gibi yasiyor biraz. seslere gore karar veriyor tehlikenin ne kadar yakinda olduguna, kimin basina bir sey gelecegini sesleri dinleyerek anliyor.

    bak, keyfetmeyi pek iyi bilir. arak'i koy onune, biraz kibbe ve biraz nane. sonuna kadar gider. senin sonuna kadar.. onunla bir gece gecir, gor kendini. nasil dener seni! islemeyecegin butun gunahlari su icer gibi islersin, nefes alir gibi, bilmeden. sabahindan korkma, zaten onu yaninda bulamazsin. bu yuzden yeniden denemek istersin. o gece bir daha olsun, "belki bu sefer yanimda tutarim" dersin, hincla ve askla. yok, olmaz. sahtekarlarin kralidir, tavlayamazsin.

    anlattirir. demeyecegin ne varsa dedirtir sana. agzindan karnin dokulur, karninin dibinde ne tuttuysan. bu yuzden yenilirsin her seferinde zaten. o hikayeler anlatir, ama sana hep kendini anlattirir. onda laf bitmez ama sen bitersin. git, baskalarina git, dene. yok, olmaz. doner gelirsin. dibini gordun ya, kendinin esiri olursun. o yine sana anlatsin istersin, kendi dibini unutmak icin artik, dinlersin. artik ancak onun hikayeleri unutturur sana kendinde gordugunu. onun icin hep daha guzel olmak istersin, hep seni begenmeyeceginden korkarak. bu, diri tutar seni.

    cok "yani" der. yerli yersiz. neden dersen, anlasilamayacagini sanir, ondan. yani"leri kendi cumlesini kazip soylediklerinin icinden tami tamina meselenin kalbini cikartmak icindir. hikayesi cok karisik oldugu icin ve sen butun bunlar yasanirken orada olmadigin icin, hep anlamadigini dusunur. dene anlatmayi yeniden o hikayeleri, simleri dokulur, beceremezsin.

    bir de durmadan "unuttum" der, "bilmiyorum". her seyi hatirliyor aslinda alcak! unuttugu tek bir sey yok. sadece kimsenin o kadar zamani yok, bunu biliyor. bu yuzden demez diyecegini. her seyi hatirliyor da, niye anlatsin? neye yarayacak? "hem hikaye bitmedi ki!" boyle der.

    kokusu pek bahis konusu olur. sadece insan gibi kokar oysa. insandan baska hicbir sey kokmaz. cunku hepimize benzer. ama hep bizden daha guzeldir. bizden baska kimsesi yok ama hicbirimizi sallamaz. oyle on dokuz yasinda bir oglan cocugu gibidir, omuz atar gecer. ama sorsan hepimizden ihtiyar.

    onda guzel olan ne diye sorsan, kimse soyleyemez. ben soyleyeyim. senden habersiz bir sey yaptigini sanirsin hep. muptelasi oldugu budur herkesin. o seni bulana kadar onu bulamayacagin icin, oturup ne yapiyor oldugunu dusunursun. merak edersin, ofkelenirsin, ve o seni buldugunda sasarsin kendine, nasil hic kizmamis gibi onu yeniden sevdigine. onun yaninda zayifsin iste, bu halini seviyorsun. agzina tukurusunu seviyorsun, seni boyle asilayisini, kendine benzetmesini.

    birgun oyledir, birgun boyle. kafasinin tasi atmisa, derhal kendine bir siginak bulacaksin, yerin altina kac. keyfi yerindeyse cik beraber kornis'e, denize karsi nargilesini sanki biraz once ortaligi kursunlayan kendi degilmis gibi tutturur. ve pek hashaslidir. baska turlu katlanamiyor kendi kendine muhakkak. uyuyamiyor baska turlu.

    esmer, zayifca, sicak ve kivircik. baksan bir seye benzetemezsin. ta ki sana bakacak. gozunun icine. seni cok seviyormus gibi, kimsenin sevmedigi gibi. hep seni beklemis gibi, her seyi anlatacakmis gibi, her seyini verecekmis gibi, sonrasi yokmus gibi, umurunda degilmis gibi, dertli dertli bakacak sana.. "icimde boyle bir yer mi varmis?" dersin' oralarina kadar deger. cozulmeni bekler. gormek icin nasil soyundugunu. koltukaltlarina kadar sevmek icin seni. oralarina kadar isirabilmek icin. birakma kendini. o gozler bir daha oyle bakmaz cunku. kendi bir daha isteyene kadar. o da sadece yeniden soyunurken gormek icin seni, o kadar. o zamana kadar senin isin, toplamak kendini. boyle iste. cozul ve sar kendini, yeniden cozul ve yeniden sar sonra. insani oyle fena yapar. hic bitmesin istersin.

    niye? cunku insanda oyle bir yer var. insan kaybolmak ister cunku. bakma sen soylediklerine, insan kendini feda etmek ister. bir acida, bir sevincte, bir kavgada, bir hikayede erimek ister. baska turlu katlanamaz aslinda kendine. o yeri, birtek o biliyor, o alcak omur hirsizi!

    aslinda paramparca. cam kirigi dolu ici. bazen kaleydeskop gibi gorunmesi ondan. bak bak, doyama.ama o renkli resimleri yaratan, birbirine carpa carpa, canlari yana yana bolunen cam kiriklari. her kirilmada o da kanar. kanayan bir kaleydeskop aslina bakarsan. cunku ne zaman cam parcalari carpsa birbirine, cani siyrilir onun da.

    fakat niye bilinmez, her seferinde sanki hicbir sey olmamis gibi camdan dunyalar kurar kendine. sanki hic kirilmayacak gibi yeniden. baska turlu unutamiyor herhalde. ve unutmak zorunda hatirlayabilmek icin kendinin ne oldugunu. sorularinla yorma onu, aklinda tuttuklarini unutmaya calisiyor.

    cok sigara iciyor. birakamadi bir turlu. olumle ilgili hicbir seyi ciddiye almadigi icin diyorlar, ama degil. aslinda sadece ellerini nereye koyacagini bilmiyor. ellerini biraksa, dinlense biraz, dursa yani, duser. o yuzden hareket ediyor. durmadan. dizlerini salliyor otururken, yuruse karmakarisik saclariyla oynuyor, parmaklarina doluyor durmadan, karistiriyor. cunku cozulse, kopar.

    cok taniyani var, ama kimsesi yok, bakma. fena halde oksuz o. belki cok iyi biri olabilirdi baska bir yerde olsaydi, baska bir zamanda. oyle bir hayali vardi sanki herkesin. ama boyle oldu. sanki herkes biraz o ihtimali seviyor. birgun durulacagi ihtimalini, bunun onu oldurecegini bile bile.. herkes onda kendi yasadigini seviyor. sor, herkes soyleyecektir. hayatlarinin en onemli donemecini onunla aldiklarini anlatirlar. cunku herkesten ve her seyden koparir seni. kendinle birakir. ne istedigini bir tek o zaman bilirsin, sana kendini itiraf ettirir.

    aramizda bir yerde oturuyor. bizimle yasiyor gibi ama.. sorsan kimse gosteremez yerini. efkarli bir yerimiz var. ne zaman ansak onun adini, ne zaman "beyrut" desek, oramiz sizliyor. simdi don basa yeniden oku onu. cunku o biri bile degil ama aramizda en cok o yasiyor".

    (bolum 15, sf. 131)
  • --- spoiler ---
    111. sayfada 21 aralıkta hamile kaldığı yazıyor kadının, 130. sayfada bebeğin mayısta doğduğu. keşke biraz daha dikkat edilse ayrıntılara, okurun gözünden kaçması olası değil 19 sayfa var arada zira.
    --- spoiler ---
  • ece temelkuran'ın ilk aşk romanı. oxford, paris, beyrut üçgeninde geçen romanını yazmak için, 9 ay beyrut'ta kaldı.
  • *
    ece temelkuran'ın everest yayınlarından çıkan yeni kitabıdır. aynı zamanda ilk romanıdır.

    “onu ağustosta muz tarlalarına götürecektim. muz seslerini dinleyecekti. nasıl sevineceğini, hayret edeceğini düşündükçe…”

    ece temelkuran, kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor hikâyesini; ortadoğu'dan. bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikâyelerimizi geri almak için… aşklarımızı, acılarımızı, haysiyetimizi… yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi. çünkü bu senin hikâyen. sen de ortadoğulusun!
  • yazarının çok iyi bir edebiyat okuru olduğu ve çok başarılı bir gözlemci olduğu şüphe götürmez bir gerçek.
    ancak bu kitabın bir gazetecinin notlarından çok bir roman olarak algılanmasına engel olan sorunlar var: olaylar arası bağlantılar kopuk ve ana karaketerler yeterince işlenmemiş. kitabı altını çizerek okunan bir çok cümlesinin olması bu cümlelerin başarılı bir bütün oluşturmasını garanti etmiyor.
    bu sorunun ece temelkuran'dan çok editör kaynaklı olduğunu düşünüyorum. zira hergün gazetede yazı yazıyor olmakla roman yazmak farklı şeyler.
  • beyrut un anlatildigi bir bölüm var.
    tekrar tekrar oku, gözlerini kapat; beyrut u degil de aşık olduğun adamı/kadını düşün, olur.
    çünkü ece temelkuran beyrut'a aşık bence. zaten ancak aşık olduğunu bu kadar güzel anlatabilir insan.
    kitap tanıtılırken biraz da aşk kitabı denmesi de bundan bence.
  • beyrut'a dair diye beyrut'ta başladığım ve döndükten 2 ay sonra yakınlarda bitirdiğim vasat bir kitap.
    beyrut'ta 10 sayfasını bile okuyamadım çünkü beyrut hiç de bunca güzellemesi yapılacak bir şehir diildi açıkçası bana göre.

    (gerçi en bireysel şımarıklığım kitapları yazıldıkları şehirlerde okumaktır suç ve ceza'yı st petersburg'da, görünmez kentler'i venedik'te, auster üçlemesini new york'ta, şato'yu prag'da okumak gibi şeylerden harvey nichols'tan türban almış tiki dinci ya da marka çanta ya da ayakkabı alan nişantaşı tikisi gibi bir zevk alıyorum, edebiyatla bireysel tüketime dayalı ezik bir iletişimim kaldı yıllardan.. tey tey tey..)

    altı çizilecek cümlesi bol. öyle kitapları seviyorsanız alıp götürür.

    ancak tam bir bulamaç ve çorba ve önceki eleştirilerde de değinildiği gibi fazlasıyla gerçekdışı. aşırı romantik bir beyrut güzellemesi belki beyrut görülmemiş olsa yenebilirdi de, mutlaka içimize işlemiş olan -özellikle şahsımda boldur- doğulu/arap/müslüman vb. algısı birleşince kitap iyice nesneleşiyor. içimize dokunmuyor bütün kadınlık aforizmalarına karşı.

    kitabın en zayıf bölümü bence doktor hamzanın kızına yazdığı mektuplar, kitabın genelinde de yer alan lüzumsuz arapça kelimelerin tekrarı can sıkıcı, ancak mektupların kadın diliyle yazılmışlığı gerçekliğinin önüne o kadar geçiyor ki. bir erkek karakteri bir filmde yumuşak ya da şuh sesli bir kadına seslendirtseniz ne kadar garip kaçacaksa o kadar garip kaçmış dr. hamza'nın mektupları..

    hani sürekli aforizmayla konuşan insanlar vardır ya, "sen ne düşünüyorsun?" dersin adam ezberden bir filozof lafı koyar, gerçek öyle diildir işte.. "bir iki gıdım rahat ol, birazcık doğal ol be abicim" olursun. bu kitapta olamıyorsun işte.

    ece hanımın iyi-kötü, doğru-yanlış çapındaki siyah beyaz dünyası (gerçi itiraf edeyim siyah ya da beyaz dediğimiz şey örtüştüğünde bazen hoşlanabiliyorum kendisinin köşe yazılarından) beyrut'u bembeyaz yapmış. her şeyini övüp "ben beyrut'u yaladım yuttum" havasında bir de güzel çorba yapmış. hele bir beyrut güzellemesi bölümü var ki, ortadoğulu derinliği dolusu "yani".. vasat edebiyat örneği olarak okullarda okutulabilir. edebiyat yapmak lafı vardır ya, aynen öyle bir pasaj.

    ha yine de sevdiğim yanı yok mu kitabın? var açıkçası. ilişkideki sıkılma gibi sıradan bir konuyu, sıradanlığı ölçüsünde düzgün anlatabilmiş. yani beyrut'taki hiçbir karakterde olmayan bir doğallık var iç sıkıntılarından kaçmak için ortadoğululuğunu keşfeden -30 yaşından sonra cinsel kimliğini keşfeder gibi ya da cinselliğini keşfeder gibi seneler boyu süren sıkıcı seksten sonra- orta yaşlı kadın karakterinde. yani sadece kendine yakın olanı biraz gerçekçi bir biçimde anlatabilmiş yazar.
    prototip bir sevgili ile de olsa, o kadının aşk adı altında one night standlere atlaması falan kısımları gayet "en azından gerçek" duruyor.
    edebi edebi uzun adımlarıyla ve derin felsefi düşünceleriyle -5 sayfa boyunca bir kadın gibi tasvir edilen bir şehirde- yaşayan hizbullaha kabul edilmek isteyen ermeni palyaçolara falan kıyasla, en azından gerçek gibi olması bir okunurluk katıyor...

    özetle hikayeci hikaye yazmak için o kadar kasmış ki, bas bas içinde insan olmayan amatör hikaye kılmış kitabını, ve çok sevdiği şehri de lame bir theme park'a çevirmiş. seçtiği karakterler de anca işte disneyland'de etrafta gezen peluş mickey mouselar gibi kalmış. mickey mouse maskesini takan insanların diil, mickeylerin hikayesini anlatmış.

    nispeten başarılı olan kısımları arada kalmış akademisyen kısımları olduğundan ece hanım bence bunalımlı eski solcu kadınların kimlik arayışları konularına odaklanmalı. o tarz yazarak başarılı olabileceği intibasını yaratıyor, okunuyor çünkü kitap. -yani kendisini yazsın, otobiyografik takılsın-

    ama nacizane tavsiyem-ben kimsem artık- biyografisinde "hayatını londra-beyrut-istanbul üçgeninde sürdürüyor" olarak belirttiği ortada kalmış "türkiyeli" kimliği ile henüz böyle çetrefilli konulara girmemeli, kendisine yeni bir "ortadoğululuk" benzeri kimlik bulduğunda ileride.

    bir karakteri o karakteri en azından bir cinsiyete oturtabilecek kadar var kılmadan roman yazmak böyle romanlara sebep oluyor. karakteri olmayan, tüm karakterleri yaşları kaç olursa, cinsiyetleri kültürel konumları ne olursa olsun "kadın, üniversite mezunu ve romantik" -yani kitabın yazarı- olan yok-karakterli romanlar..

    cuk cuk cuk muz sesleri..

    p.s. bu arada şu kitabı bir erkek yazdı deseler o erkeğe böylesine kadın kadın yazabilecek kadar yazarlığını geliştirdiği için saygı duyarım.
    ps 2. ece hanımın diğer kitaplarını okumadım, tek kitabına dayanarak sığ bir eleştiri getirmiş olabilirim, diğerleri belki farklıdır.
hesabın var mı? giriş yap