• yirminci yüzyıl filmini izlediğim akşam ve başka küçük şeyler ismiyle dilimize yapı kredi yayınları tarafından çevrilen kazuo ishiguro kitabı. daha doğrusu 2017 nobel edebiyat ödülü'nü kazanan ishiguro'nun nobel konuşması.

    elimde fırsat olsa okullarda ders diye okuturum. dünyaca ünlü bir yazar, kariyerinin inşa ederken hangi yollardan geçtiğini, bu süreçte yaşadıklarının edebiyatına nasıl şekil verdiğini büyük bi sadelikle anlatmış ve bunu yaparken de satır aralarında harika öğütler vermiş. yalnız bu öğüt verme işinin uyduruk kişisel gelişim kitaplarında yapıldığı gibi reçeteler halinde dayatmak yerine çok nazik bir üslupla, okuyucusunu sürekli överek ve ona güvendiğini belli ederek yapmış. bu kadar seveceğimi asla düşünmezdim bu nobel konuşmasını. tom waits'in ruby's army şarkısına ve yirminci yüzyıl (bu bir film trenin adı filmde) filmine özellikle değinmiş konuşmasında ve bu iki eserin kendisi ve edebiyatı üzerindeki etkisini anlatmış. alıntılar bölümüne de eklediğim üzere şu muhteşem tespiti yapmış;

    ''bir yazarın kariyerindeki - belki başka birçok mesleğin de- önemli dönüm noktaları bunlara benzer. genellikle küçük, dağınık anlardır. sessiz, mahrem aydınlanma kıvılcımlarıdır. pek sık gelmezler ama gelişleri hiç de fazla tantanalı olmayabilir, akıl hocalarının, meslektaşların onayları eşliğinde gerçekleşmeyebilir. böyle anlar genellikle daha gürültücü, görünüşte daha ısrarcı taleplerle yarışmak zorunda kalır. bazen açığa çıkardıkları şeyler, geçerli bilgilere ters düşebilir. ama geldikleri zaman onları tanıyabilmek önemlidir. yoksa ellerinizden kayıp giderler.''

    --- spoiler ---

    günümüzün hakim atmosferinde, melez bir kültürel kökenden gelen iddialı bir genç yazarın yapıtlarında kendi ''köklerini'' araştırması adeta bir içgüdüdür. (sf. 13)

    bu aşamada dönemin ingiliz orta sınıf çocuklarından beklenen terbiyeyi adamakıllı almıştım. bir arkadaşımın evine gittiğim zaman, odaya bir yetişkin girdiğinde ayağa kalkıp esas duruşa geçmem gerektiğini biliyordum. yemek sırasında masadan kalkmak için izin istemem gerektiğini öğrenmiştim.
    o günlere dönüp bakınca ve japonların azılı düşman olduğu dünya savaşı üzerinden yirmi yıl bile geçmemiş olduğunu düşününce, ailemin sıradan insanlardan oluşan o ingiliz yöresinin halkınca kabullenilmesindeki açık yüreklilik ve cömertliğe hayret ediyorum. ikinci dünya savaşını yaşamış ve savaşın ardından yeni ve takdire şayan bir refah devleti kurmuş olan o britanya nesline bugüne değin sürem sevgim, saygım ve ilgim, büyük ölçüde o günlerdeki kişisel deneyimlerime dayanmaktadır. (sf. 17)

    insana televizyonu açmakla yaşayabileceği bir deneyimin aşağı yukarı aynısını sunacaksa, roman yazmanın ne anlamı vardı? yazıya dökülmüş kurmaca, eşsiz bir şey, başka formların yapamadığı bir şey sunmadıkça, sinema ve televizyonun kudreti karşısında tutunmayı nasıl umabilirdi? (sf. 23)

    vet, dedim, çoklukla unutma ve anımsama arasında mücadele veren bireyleri yazdım. ama ilerde, bir ulusun ya da toplumun aynı sorularla yüz yüze gelişini yazmak isterim. bir ulus da fertleri gibi mi unutup anımsar? yoksa arada önemli farklar mı vardır? bir ulusun anıları tam olarak nedir? bu anılar nerede saklanır? nasıl şekillendirilip kontrol edilirler? şiddet döngülerini durdurmanın ya da bir toplumun dağılıp kaosa veya savaşa sürüklenmesini önlemenin tek yolunun unutmak olduğu dönemler var mıdır? öte yandan, bilinçli bellek kaybı ve yarım kalan adalet temelleri üzerine istikrarlı, özgür uluslar kurulabilir mi sahiden? (sf. 32)

    bir yazarın kariyerindeki - belki başka birçok mesleğin de- önemli dönüm noktaları bunlara benzer. genellikle küçük, dağınık anlardır. sessiz, mahrem aydınlanma kıvılcımlarıdır. pek sık gelmezler ama gelişleri hiç de fazla tantanalı olmayabilir, akıl hocalarının, meslektaşların onayları eşliğinde gerçekleşmeyebilir. böyle anlar genellikle daha gürültücü, görünüşte daha ısrarcı taleplerle yarışmak zorunda kalır. bazen açığa çıkardıkları şeyler, geçerli bilgilere ters düşebilir. ama geldikleri zaman onları tanıyabilmek önemlidir. yoksa ellerinizden kayıp giderler. (sf. 37)

    fakat şimdi geriye bakınca, berlin duvarı'nın yıkılmasından sonraki devir, bir rehavet ve kaçırılmış fırsatlar gibi görünüyor. uluslar arasında ve içinde, servet ve fırsat dağılımındaki muazzam eşitsizliklerin büyümesine izin verildi. özellikle 2003 yılındaki feci ırak işgali ve 2008 yılındaki ekonomik çöküş rezaletinin ardından, sıradan halka dayatılan, yıllar süren kemer sıkma politikaları, biz aşırı sağ ideolojilerle kabile milliyetçiliklerinin hızla çoğaldığı bugüne getirdi. ırkçılık hem geleneksel haliyle hem de daha iyi pazarlanan modern biçimleriyle bir kez daha yükselişte, medeni sokaklarımızın altında uyanmakta olan gömülü bir canavar gibi kıpırdanıyor. şu an için bizi birleştirecek ilerici bir davamız yok gibi görünüyor. aksine, batı dünyasının zengin demokrasilerinde bile, kaynaklar ve iktidar için yarışan rakip kamplara bölünmekteyiz.

    çok yakın gelecekte -yoksa o an çoktan geldi mi?- bilimde, teknolojide ve tıpta çarpıcı buluşların yol açacağı zorluklar bizi bekliyor. gen düzenleme tekniği crıspr gibi yeni genetik teknolojiler ile yapay zekâ ve robot bilimindeki ilerlemeler bize inanılmaz, hayat kurtaran faydalar sağlayacak, ama apartheid'ı andıran vahşi meritokrasilere ve çalışan kesimdeki seçkinlerin bile dahil olacağı bir toplu işsizliğe neden olmaları da mümkün. (sf. 40)

    (yapı kredi yayınları - özlem yüksel çev. - 1. baskı, ekim 2018)

    --- spoiler ---
  • my twentieth century evening and other small breakthroughs.

    kazuo ishiguro'nun nobel konuşması.

    ishiguro, konuşmasında, yazarlık anlayışını belirleyen değişim anlarınının küçüklüğünden söz eder. bir kitabı okurken, bir şarkıyı dinlerken, bir gazeteciye cevap verirken ya da bir filmi izlerken birdenbire farkına vardığı aydınlanma anları, zihinsel bir dönüşümü tutuşturan kıvılcımlardır bunlar. bunları farketmenin kaderini değiştirdiğini, özgürlüğünün temeli ve iyimserliğinin kaynağı olduğunu söyler.

    nobel dileği de böyle küçük ve sonsuz bir ışık sayılabilir: yeni yazarların keşiflerine, arayışlarına dikkatle ve özenle yaklaşmamız. çünkü kendimizi aşma zorunluluğumuz, insan oluşumuzun ufku ve ötesi değil, var olma nedenimiz ve hayatta kalma yolumuzdur.

    ishiguro'nun bu konuşması da, diğer tüm yazıları gibi, ne okudum ben şimdi, diye düşündürür, bir kişinin, bir karakterin hikâyesi midir bu, yoksa ilgili olmadığı bir şey yok mudur?
hesabın var mı? giriş yap