• gece trenleri spoiler'ların mekanıdır. filhakika, kafadan spoiler'la başlamayı sevmem ama bu trende olur öyle şeyler. hadi o zaman:

    --- spoiler ---
    gregorius karşı koymakla güvenmek arasında bocaladı. güvenmek ağır bastı. doktor ona bir gözlükçünün kartını verdi, sonra da oraya telefon etti. onun portekizce konuşmasıyla birlikte gregorius'un kirchenfeld köprüsü'nün üzerindeki portekizli kadının português dediği anda hissettiği büyü geri döndü. birden, bu şehirde bulunmasının bir anlamı oldu, adlandırılamayan bir anlam elbette, tam tersine, zor kullanarak onu kelimelere sığdırmayı denememek, bu anlamın bir parçasıydı.
    --- spoiler ---

    o "portekizli kadının português dediği anda hissettiği büyü", ya da herhangi bir dili konuşan herhangi bir kadının dilinin aksanlı kelimelerine banmış bir kelimesini söylerken hissedilen büyüler, bu büyülerin geri dönmeleri, gitmeleri, sonra bir daha dönmeleri...

    lafın bittiği an turgut uyar'a mı sığınsak:

    "benim bir gizli bildiğim var
    sizin alınız al inandım
    morunuz mor inandim
    ben tam kendime gore
    ben tam dünyaya göre
    ama sizin adınız ne
    benim dengemi bozmayınız"
  • yola cikis, karsilasma, deneme, geri donus bolumlerinden olusan, zaman gectikten sonra, icine aldiginizi notlarin uzerinden gececeginiz okunasi kitap.

    ''yasadigimiz binlerce seyden olsa olsa bir tanesini dile getiririz, onu da gelisiguzel ve hak ettigi ozeni gostermeden yapariz. dile getirilmemis butun o deneyimlerin arasinda hayatimiza belli etmeden bicimini, rengini ve tinisini verenler de vardir. bizler, ruhlari arastiran arkeologlar olarak, bu hazinelere yoneldigimizde, onlarin ne kadar daginik olduklarini kesfederiz. inceledigimiz sey, kimildamadan durmak istemez, kelimeler yasananin uzerinden kayip gider, sonunda kagidin uzerinde bir suru celiski kalir. uzun zaman, bunun bir eksiklik, ustesinden gelinmesi gereken bir sey olduguna inandim. bugunse durumun baska turlu oldugunu dusunuyorum: bu bildik ama yine de gizemli deneyimlerin anlasilabilmesi icin gecerli cozum yolu, daginikligi kabul etmektir. kulaga tuhaf geliyor bu, evet, hatta aykiri, biliyorum ama olaya bu acidan baktigimdan beri ilk kez gercekten uyanik ve hayatta oldugumu hissediyorum.''
  • her şeyi bırakıp kaçma isteğiniz varsa, şimdiye kadar ertelediğiniz hayalleri kalan ömrünüze sığdıramayacağınızı düşünüyorsanız elinizi bile sürmemeniz gereken kitap

    sınıftan çıkıp makale okumaya kütüphaneye gittim. okuyacağım makalelerin çıktısını alıp dosyalamıştım. bir sonraki dersime iki saat vardı. kütüphaneye girerken çantadan dosyayı çıkaracaktım ki dosya yok. masanın üzerinde unuttuğumu fark ettim. bilgisayarlar doluydu telefondan okurum diye düşünerek girdim içeriye ve şarjımın da olmadığını fark ettim. geri dönmek istemedim çünkü kütüphane atmosferi hep huzur vermiştir. "illa ki okuyacak bir şey bulurum" diyerek kitaplıkları gezmeye başladım. ... sözlükler, atlaslar, tezler derken kapının ağzına geldim. romanlar diye bir bölüm varmış. o kadar akademik yayınlara konsantre olmuşum ve kütüphaneyi öyle basite indirgemişim ki şaşırdım.
    rafların arasında kırmızı kapak tasarımıyla bana göz kırptı. lizbon'a gece treni; ismi yabancı gelmedi ama nerede duyduğumu çıkaramadım. arka kapağına göz atıp koltuklardan birine geçtim.
    entropi üzerine kafa yorduğum bir haftanın sonunda
    "hepimiz küçük parçacıklardan oluşuruz, bu parçalar öyle şekilsiz öyle farklıdırlar ki birbirlerinden her biri her an canının istediğini yapar; bu yüzden kendimizle kendimiz arasındaki farklılıklar, kendimizle başkaları arasındaki kadardır" (bkz: montaigne) girişiyle karşılaştım. tesadüf mü? hayır, sanmıyorum.
    gregorius' un herşeyi bırakıp bir trene atlaması o kadar cazip geldi ki, ben de kaçıp gidebilseydim keşke birden ama nereye? kitabın ana karakteri* gitmeden önce kitaplarını kürsünün üzerine bırakmıştı benim makalelerim ve çizimlerim de aynı yerde duruyordu. dersten çıkarken onları unutmam bir ironi mi ben mi abartıyorum kestiremedim. 97. sayfada birinci bölüm bitti. kitabı benden önce okuyan kişiyi merak ettim. öyle can alıcı noktaların altını çizmişti ki hiç yapmadığım halde satın almadan okumaya karar verdim. ve kütüphaneden kitabı alıp çıktım. bir trene binip lizbon'a gitme isteğiyle çıktım ama bir sigara içip derse girdim. ve o malum soru cevapsız kaldı.
    --- spoiler ---

    içimizde olanın ancak küçük bir kısmını yaşayabiliyorsak, gerisine ne oluyor?

    --- spoiler ---

    edit: imlâ
  • bu kitabı goethe institut kütüphanesinde [taksim] pek tesadüfi bir şekilde görüp, incelemiştim. kampanya vardı, satın alabiliyorduk seçilen bazı kitapları. bir kaç sayfasını okuyup, hemen alıp çıktım.

    eve gittim. bambaşka bir dünyaya girmiştim. şoktaydım. hayranlıkla sayfalarını çevirdim.

    muhteşem.
  • yorucu ve doyurucu pascal mercier kitabi, kötü bir sinema filmi. yazarımız emekli bir felsefe profesörü. felsefeyi kurguyla yedirerek ortaya güzel bir ürün çıkarmıştır. kitabı bitirmek için sabır ve motivasyonun yerinde olması lazım. yanlış anlaşılmasın bu kitap bizim ülkede az okunuyor. çok okunur etiketini almış olması almanya kaynaklıdır.
  • tanımlayacak şeyler yazılamayan kitaptır. anlatılmaz okunur klişesinin içine de sığamayacak kitaptır. ben sadece içine çam iğnesi düştüğü için kendini belli eden sayfayı yazabilirim.

    "insan ne zaman kendisidir? her zaman olduğu gibiyken mi? kendini hep gördüğü biçimdeyken mi? yoksa düşüncelerin ve duyguların yakıcı lavları bütün yalanları, maskeleri ve kendini kandırışları içine aldığı zaman olduğu gibi mi? bir insanın artık kendi gibi olmadığından yakınanlar çoğu kez başkalarıdır. belki de aslında şöyle demek gerekirdi: artık olmasını arzuladığımız gibi değil o. sonunda bütün bunlar, alışılmış olanın tehlikeli biçimde sarsılmasına karşı, karşımızdakinin sözüm ona iyiliği için duyulan kaygı ve ilgi maskesi altında sunulan bir slogan sayılmaz mıydı?
    salamanca’ya giderken uyudu gregorius. ve sonra daha önce hiç yaşamadığı bir şey oldu: başı dönerek uyandı. sinirleri gerilmişti, nereye gideceğini bilmeyen bir sel gibi aktı bu duygu içinden. derinlere yuvarlanacak gibi oldu, elleri kasılarak koltuğun kolluklarını sıkı sıkı kavradı. gözlerini yumması durumu daha da kötüleştirdi. elleriyle yüzünü kapadı. geçmişti."

    geçer mi? (8)
    sessiz bir yardım çığlığı değil bu. bekleyen her şey acır ve soğur.
  • edebi dünyası geniş bir roman ve o edebi dünyayı layıkıyla anlatamamış bir film.

    --- spoiler ---

    romanı okumaya başladığımda etkilendim oldukça. bu kadar zengin bir düşünce dünyası ve onu ifade edebilmekteki netliği açısından prado'nun ağzından anlatılan aslında yazarın söylemek istedikleri beni oldukça sardı. yazar olmak isteyen bir doktorun hikayesi ile portekiz'deki diktatörlüğe karşı mücadele ve onun çöküşünün de anlatılması, lizbon'un bu hikayenin dekoru olarak kullanılması kişinin hayal dünyasını oldukça çeşitlendiriyor. karakter yaratımı konusunda zaten diyecek bir şey yok.

    kitabın eksik yönlerinden biri olayların bağlantısını tam iyi kuramaması (kırmızı pardösülü kadın) ve de sonunu tatmin edici bitirememesiydi kanımca, belki de biz hep daha derli toplu kurgulara alışık olduğumuz için böyle ucu açık ve aklına eseni söyleyen eserlere karşı yabancılaşıyoruzdur. bir diğer konu da yazarın lizbon'daki görsel dünyayı kuramamasıydı. elbette şehir tanıtımı anlatmasını beklemiyordum ama gregorius lizbon'daki otele yerleşir yerleşmez dolaştığı yerleri sanki kırk yıldır biliyormuşçasına isimleriyle anlatmak yerine daha fazla betimleme, bu profesörle birlikte ben de şehri keşfetmeyi bekledim.

    bu kitabı kafamda hep woody allen tarzı ama o derece komedi içermeyen, daha ziyade hikaye öyküsü günümüz fransız festival gibi ilerleyen bir film olarak hayal ettim. görsel dünyası beni tam anlamıyla tatmin etmeyi başardı: lizbon sokaklarını izlerken arkaplanda çalan akdeniz ezgileri kitapta bulamadığım o betimlemeyi bana verdi. buna karşın film kitabın bütün o edebi yoğunluğunu bir kenara bırakmış, saf romantik bir pencereden anlatmayı tercih etmiş ki sonunu da değiştirerek böyle bitirmeye karar vermiş. bundan dolayı o entelektüel haz yerine daha ana akım bir film olup çıkmış.

    ne diyeyim. bir gün daha doyurucusunun yapılması dileğiyle.

    --- spoiler ---
  • ağır ilerleyen ama kendinizi çekim alanına kaptırdığınızda bırakamadığınız bir kitap.. bu tarz eserler beni cezbetmez ama bu kitap çok başka..
  • "yaptığımız her şeyin yalnızlık korkusundan yapıldığı doğru mu ? hayatımızın sonunda pişmanlık duyacağımız her şeyden vazgeçmemiz bu yüzden mi? düşündüklerimizi bu kadar nadiren söylememizin nedeni bu mu ? yoksa niye bütün o şiddetli geçimsizlik çekilen evlilikler, yalancı arkadaşlıklara, can sıkıcı doğum günü yemeklerine tutunup kalıyoruz ki? bütün bunlardan vazgeçseydik, sinsice gelişen şantaja bir son verseydik ve kendimize tutunsaydık, ne olurdu? bastırılmış arzularımızın ve onlara tutsaklaştırılmasına duyduğumuz öfkenin bir fıskiyesi gibi fışkırmasına izin verseydik? çünkü korkulan yalnızlığın temelinde ne vardır aslında? söylenmeyen sitemlerin sessizliği mi? evlilik yalanlarının ve dostane yarı-gerçeklerin mayın tarlasından soluğunu tutarak görünmeden geçmek için duyulan zorunluluğun olması mı ? yemek yerken karşımızda kimsenin oturmaması özgürlüğü mü? yaylım ateşi gibi süren buluşmalar kesildiğinde önümüzde açılan zamanın bolluğu mu? bunlar harika şeyler değil mi? cennetsi bir durum? öyleyse neden korkuyoruz bunlardan? nesnesini düşünmediğimiz için var olan bir korku mu duyuyoruz sonunda? düşüncesiz ana-babalar, öğretmenler ve papazlar tarafından kafamıza sokulmuş bir korku? özgürlüğümüzün ne kadar büyüdüğünü görselerdi başkalarının bize imrenmeyeceklerinden nasıl bu kadar emin olabiliyoruz ? "
  • "her yerde hazır ve nazır olan yüce tanrı'nın gözü gece gündüz üzerimizdedir, yaptıklarımızı, düşündüklerimizi her saat, her dakika, her saniye kaydeder, bizi asla rahat bırakmaz, bir saniye bile kendi başımıza kalmamıza izin vermez. gizleri olmayan bir insan nedir? kendisinin, sadece kendisinin bildiği düşüncelere ve arzulara sahip olmayan biri?"
hesabın var mı? giriş yap