• karenajsız motorsiklet türü.
  • gülmekten geberdiğim ''coupling'' bölümü. (2. sezon 8. böüm)
    başkası adına utanmak olayını abartıp, bölümün sonlarına doğru utancımdan durdura durdura izlemek zorunda kaldım. hepsine bi anda yüreğim dayanmadı. ama sonra neyse ki mutlu son..
    bu arada belirtmeden edemeyeceğim, her sapık keşke jeff gibi tatlı olsa. oyh.
  • kendini peygamber zanneden bi gerizekalinin hikayesi. (bkz: yarisinda ciktim)
  • tıpkı prens lev nikolayeviç mışkin gibi filmin başkarakteri johnny 27 yaşındadır.
    (bkz: prens mışkin)** (bkz: 27 yaş)*

    ayrıca (bkz: kosmos)*
  • johnny'nin (david thewlis) akıl karıştırıcı, yorucu, yıpratıcı tiratlarına sahne olan, neredeyse tüm diyalogların altının bir bir çizilmesi ihtiyacını doğuran, bu dünya üzerinde gitgide tükenen varlığımızı ve sırf bunu itiraf etmemek için sağlıksızca tutunduklarımızı soyup soğana çeviren ve en sonunda bizi de çırılçıplak bırakabilen bir mike leigh harikası. olur da filmi izlerken sıkılırsanız, johnny'nin şu sözleri aklınızda bulunsun;

    "was i bored? no, i wasn't fuckin' bored. i'm never bored. that's the trouble with everybody - you're all so bored. you've had nature explained to you and you're bored with it, you've had the living body explained to you and you're bored with it, you've had the universe explained to you and you're bored with it, so now you want cheap thrills and, like, plenty of them, and it doesn't matter how tawdry or vacuous they are as long as it's new as long as it's new as long as it flashes and fuckin' bleeps in forty fuckin' different colors. so whatever else you can say about me, i'm not fuckin' bored."
  • efendim şimdi erik satie dinleyip, kahvemi yudumluyorum. pipo içmiyorum, kahve de bim'den aldığım su bardağının içinde. erik'in de mevsimi değil ama olsun.

    dost sohbetleri olmasa bu hayat hiçbir şeye benzemezdi. izlediğin film eksik kalırdı misal. yazdığın yazılar eleştirilmese, "ha güzel", "ha, yazın mı, e iyiydiiii" kabilinden cevaplara dayanmak zorunda olurduk misal. ya da dayanamazdık ne bileyim.

    yine, her zamanki gibi, canın sıkkın olduğu bir gün naked filmini tartışmaya başladık dostumla. ona dediğimi aktarıyorum:

    "usta biz hayatı boyunca johnny olmaya çalışan, olamayacak olan, çekip gidemeyecek, patavatsızlaşamayacak, sonunda gerçek çıldırmışlardan dayak bile yiyemeyecek zavallılarız aslında. yola "bir kaybeden olarak johnny" olmak için çıktık. sonunda louise olduk. yaşadığı coğrafyadan da, daha küçük ölçeği çevreden de, çalıştığı işten de sıkılan ama gidemeyen louise. görkemsiz kaybeden. o yüzden johnny yine gitti, biz kaldık."

    gecenin vakti bana kurguyla gerçeğin birleştiği böyle bir yorumu yazdıran film. ve rahmetli chris marker'ın sans soleilinden şu cümleyi hatırlatan:

    şehir merkezinin şaşaasından 20 dakika uzaklıktaki namidabashi'de bu sabah, bir adam toplumdan intikamını kavşakta trafiği yönlendirerek aldı:

    http://youtu.be/rbrso7blj30?t=5m10s
  • abartıldığı kadar olmayan film. ama başroldeki abinin gamsızlığı izlemeye değer. hayatımın bir dönemini öyle pervasız yaşamak isterdim.
  • londra’da geçen sinir bozucu bir mike leigh filmi. ancak sinir bozuculuğu requiem for a dream'da görülen türden zekice kurgulanmış bir bunalım havasından kaynaklanmıyor. basbayağı sinir bozucu. belki başroldeki adam habire bağıra bağıra konuşmasa daha katlanılabilir olurdu. ne diye bu kadar ödül vermişler hiç anlamadım.
    sebastian karakteri ilginçti gerçi. "hello, i’m sebastian. nice to meet you!"

    film hakkında daha detaylı bilgi için bkz.: http://en.wikipedia.org/wiki/naked_(film)

    tema:
    (bkz: popüler kültür /@derinsular)
  • ''tanrı, nefret dolu bir tanrıdır.
    tanrı iyi olsaydı, kötülüğün dünyada ne işi olurdu ?
    acı, nefret, açgözlülük ve savaşlar neden var ? hiç mantıklı değil.
    fakat eğer tanrı nefret doluysa dünyada iyilik neden var diye sorabilirsin ? aşk, umut ve zevk neden var ?
    kabul edelim. iyi, kötü tarafından ezilmek için vardır. iyinin yadsınamaz varlığı kötünün ortaya çıkmasını sağlar.
    bu yüzden, tanrı kötüdür.''

    diye, bir merdiven boşluğunda seslenmiştir bize avare johnny.
  • küçük insanların hikayesi.
    oldukça küçük. hiç bir amacı olmayanların ve bir amacı olup nereye gittiğini anlamayanların beyinlerine girme çabası. senaristin de göz boyama değilde bir çeşit kafa karışıklıklarını dökmesi gibi.
    inanma-inanmama, aşk-nefret, iyilik-kötülük üzerine hep bir sorular.
    çalışıyorum
    niye?
    çalışıyorum işte, sorgulanabilir mi bu?
    mutlu musun?
    bilmem.
    neyi bilmiyorsun
    içeri gelsene
    içerdeyken de dışarda oluyorum gibi garip garip ama her bir haltın sorgulanması üzerine diyalogları barındırır. bunların bir kısmını ben uydurdum ama diyaloglar sorgulayıcı, huzursuz, kafa karıştırıcı, huzur bozan birinin fikirleri.
    uzun zamandır izlerken pişman olmadığım bir film oldu.
    bir kurbağanın shakespeare olacağım diye evrimleştiğine inanmıyorum der. haklı.
hesabın var mı? giriş yap