• biri thales’e sorar;

    "sana göre dünyada biricik devamlı olan şey nedir?"

    "ümit" diye cevap verir düşünür. "zira bizi en son bırakan budur."

    "peki, öyleyse en kolay olan şey nedir?" diye sorulunca,

    "başkasına nasihat vermek" diye karşılık verir.
  • büyüklerin nasihatleri yol gösteriyor:

    “himmetini yüce tut; yükselirsin, korkma (ata sözü: kimin himmeti islam milleti ise o tek başına bir millettir). hak teâlâ himmetin kadar sana kıymet verir. doğruluğun ve ihlâsın kadar bu yolda derece alabilirsin.

    çalış, çabala; yapış, bırakma. sana lazım olan şey kendiliğinden gelmez. rızkını kazanmak için nasıl çabalıyorsan, manevî çöküntüden kurtulmak için de öyle çabala. kendini iyi işler yapmaya zorla. kendini şeytandan koru. o, insanları elindeki oyuncak gibi oynatır. evinizde bulunan bir binek hayvanına nasıl hâkimseniz o da size öyle hâkim olur. kalplere yalandan vurulan kilidi sökebilir. arzu ettiği hizmetini yaptırır. birçok âbidleri mabedinden çıkarttı, harap âlemlere çekti. bu hâllerde nefis de şeytana yardımcı olur. şeytanın arzu ettiği şeyleri yapabilmesi için, sebepler hazırlar. o şeytan nefsi de kendine yardımcı aldı mı, cenk meydanından çekip emrine tahsis edemeyeceği mücahidi sağ bırakmaz.

    ey evlat! nefsini şehvetten kes. yersiz lezzeti ona tattırma; bunlardan yana onu aç ve susuz bırak. bunlar, nefsi yıldıran birer kamçıdır, elinden bırakma. nefsin boynuna vur. kalbini allah korkusu ile ayık tut. daima hak teâlâ’yı gözet.

    her hâlinde günahların örtülmesini iste; âdetin bu olsun, iç âlemini istiğfarla pâk eyle. istiğfar her tarafı yıkar. her hâlinde cenâb-ı mevlâ’ya uy, peygamber âdetlerine uymak senin için en büyük gaye olmalı…”

    abdülkadiri geylani
  • sana güdülen düşmanlık, beslenen kin, nefret, ateş gibi gizlidir. bir kıvılcım gördün mü, söndür onu da geldiği yere gitsin; yok olup bitsin. fakat gazyağına benzeyen bir cevapla ona yardım edersen geçecek bir deliğe yol bulur; yokluktan tekrar tekrar gelir, bu kez onu yokluğa göndermek güçleşir. "en güzel neyse onunla def’et onu"

    mevlana
  • allâhü teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “her nefis ölümü tadacaktır ve sizi bir imtihan olmak üzere şer ve hayr ile deneriz. hepiniz de (nihayet) bize döndürüleceksiniz.” (enbiyâ sûresi, âyet 35)

    imâm-ı rabbânî (k.s.) hazretlerinden nasîhatler:

    ey oğlum! muhakkak dünyanın ömrü cidden çok azdır. bu az vaktin de çoğu telef ve zâil olmuş, geriye çok az bir vakit kalmıştır. âhiret hayatı ise bâki ve dâimdir. ebedî ve sonsuz hayatta görülecek muâmele, şu sayılı dünya günlerine bağlı kılınmıştır. bunun netîcesinde ya sonsuz nîmetler ya da ebedî azâb vardır. bu haberi, muhbir-i sâdık peygamber efendimiz (s.a.v.) vermiştir.

    ey yavrum! ömrünün en kıymetli zamanları hevâ ve heves peşinde geçti ve allah düşmanlarını hoşnut edecek şeyler peşinde zâyi oldu da elde ömrünün düşkünlük çağları kaldı. bugün geriye kalan ömrü, cenâb-ı hakk’ın rızâsı için sarf etmezsek; düşkünlük çağlarında bile olsa en şerefli vakitleri telafi ve tedârik etmezsek; azıcık bir mihneti (yani dünya hayatını), ebedî rahatımız için vesîle kılmazsak; bu kadar çok günahı, azıcık olan hasenâtımızla örtmezsek yarın hangi yüzle hazret-i allâh’ın huzuruna gideriz? hangi mâzeretin ardına sığınırız? tavşan (gaflet) uykusu ne zamana kadar uzayacak? şu kulaklarımızdaki gaflet pamuğu ne zamana kadar kalacak? yakında elbette basiretimizdeki perde, kulaklarımızdaki gaflet pamukları kalkacak. lakin orada bir fayda vermeyecek. vakti boşa harcamak âhirette hasret ve pişmanlıktan başka fayda sağlamayacak. o hâlde ölüm gelmezden ve kabre konulmazdan evvel kendin için amel etmek, sonra da ‘vah özlediğim ölüm, nerede kaldın?’ diyerek beklemek lazımdır…

    bütün bunlar için evvela itikâdı tashih etmek ve dînin zarûriyyatından olan şeyleri tasdik etmek gerekir. sonra fıkıh ilminin beyan ettiği şeyleri öğrenmek ve onunla amel etmek aynı şekilde zarûrîdir. daha sonra da tasavvuf yoluna sülûk etmek (girmek) talep olunur.

    tasavvuf yoluna girmekten maksat, şer’an (dinde) inanılması îcab eden şeylere îmanın kat’î olarak ziyâdeleşmesi için olmalıdır… yine bu yola girmekten maksat, fıkhî hükümleri edâ ederken kolaylık elde etmek, nefs-i emmâre tarafından meydana gelen zorluğu izâle etmektir. şu fakîrin kat’î inancına göre tasavvuf yolu, şerîat ilimlerine yardımcıdır. yoksa ona zıt bir şey değildir. (mektûbât-ı imâm-ı rabbânî, c. 1, m. 210)

    ehl-i sünnet’e tâbi olma nimeti: muhakkak bu yolun büyükleri sünnet-i seniyyeye sımsıkı sarıldılar ve bid’atlerden uzak durdular. bu yüzden, ehl-i sünnet’e tâbi olma nîmetinin ele geçmesiyle -her ne kadar kendilerinde birtakım mânevî hâller meydana gelmese bile- onları hep ferah ve neşe içinde görürsün. onlar, sünnete tâbi olmakta birazcık gevşeklik hissettiklerinde bazı mânevî hâller mevcud olsa bile onu makbul görmezler.

    hâce ubeydullah ahrar (k.s.) hazretleri: “bütün mânevî hâller ve vecdler bana verilse, ancak bunlar ehl-i sünnet ve cemâat itikâdına muvâfık olmasa, bu hâlleri şekâvet ve rüsvaylıktan başka bir şey görmem. bana ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdı verilse bununla beraber bütün mânevî hâllerden mahrum edilsem, buna da asla üzülmem.” buyurmuşlardır. (mektûbât-ı imâm-ı rabbânî, c. 1, m. 210)

    allâhü teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “hem ehline namaz ile emret. kendin de ona sabır ile devam eyle. biz senden bir rızık istemiyoruz. biz seni rızıklandırırız. (güzel) âkıbet, takvâ (erbâbı)nındır.” (tâhâ sûresi, âyet 132)
  • 'sevgili dinleyicim, bunun* sana şahane görünmesi gerekeceği hususunda, ve sen bu şekilde sessiz bir vecd içinde ebediyet fikrine teslim olup tefekküre daldığın her sefer böyle olması gerekeceği hususunda elbet hiç şüphe yoktur; yeter ki sen o vakit bu idrake uzaktan bakmakla yetinmeyesin. hâl böyleyken senin kendi hesabına tanrıyla mutabakat sağlamaya karar vermiş olmanın, bu idraki muhafaza etmek için, yani, onu yaşamında ifade etmek için, o'nunla birlik olmak istemiş olmanın, o'nunla birlikte bu idraki, bu yüzden başına ne gelecek olursa olsun, evet hatta, bu hayatına bile mal olacak olsa, senin her şeye rağmen ona, tanrıyla birlikte, bütün ihlallerin ve bütün hataların üzerinde kazanılmış bir zafer olarak sımsıkı sarılmanın, onu tek esas olarak muhafaza etmenin, sana gene de o kadar şahane görünebilmesi gerekmez miydi?

    unutma ki, tek şeyi hakikatte istemek için hakikatte iyilik istemeyi seçen kişi şu kutlu teselliye sahiptir: insan bir kerelik cefa çeker ama ebediyen galip gelir. senin anlayacağın - şair, tensel sevgiye bağlılıktan, sevmenin ve sevilmenin bir insanın üzerinde nasıl yüceltici bir gücü olduğundan, tüm varlığının bu suretle nasıl başkalaşarak yüceleceğinden, sevgiyi tatmış olanla, sevginin değişimini asla hissetmemiş olan arasında, şairin kanaatince, nasıl muhteşem bir fark olduğundan uzun uzun söz etmeyi bilir.

    ha,hâlbuki, hakiki bağlılık hayatın tüm ihtiyaç ve taleplerinden, bu ister güç ve kudret, ister şan ve şeref, ister menfaat ve ayrıcalık olsun, tüm ihtiyaçlardan el çekmektir - fakat tensel sevgide ve arkadaşlıkta mutluluk en büyük ihtiyaçlardan biridir - buna binaen, tüm ihtiyaç ve taleplerden, tanrının ve ebediyetin bir insanın şahsı üzerinde ne muazzam bir ihtiyaç ve talep oluşturduğunu anlayabilmek için el çekmektir. bu anlayışı benimsemek isteyen kişi komşusunu sevme yolundadır.

    bir insanın hayatı, karşısında, ta uzaklarda, uzun, upuzun bir vakit ve bütün bir dünya yatıyormuş şekilde bir algı yanılmasıyla başlar, sahip olduğu onca beklentiyi gerçekleştirecek bol zamanı varmış şeklinde deli duman bir hayal gücüyle başlar; şair bu deli duman ama nefis hayal gücünün belagatli, coşkulu dert ortağıdır. fakat insan sonra ilanihaye bir değişim içinde, ebediyetin, yaşamına, onun tam şimdi, tam bu anda, tam bu kutlu anda yapması icap eden şeyle arasında tek bir taleplik, tek bir kaytarmalık, tek bir bahanelik, tek bir anlık bile mesafe olmayacak kadar yakın olduğunu keşfeder ki: işte o vakit o bir hristiyan olma yolundadır.

    bana, bana - hep bana demek çocukluğun nişanesidir; ben - ve ben - ve hep ben, demek gençliğin nişanesidir; olgunluğun ve ebediye bağlılığın nişanesiyse, bu ben'in, ebediyetin, mütemadiyen: 'sen' öyle yapacaksın, sen öyle yapacaksın, sen öyle yapacaksın, deyip durduğu sen'e dönüşmedikçe hiçbir anlam ifade etmediğini idrak etmek istemektir. genç kafasıdır ki bütün dünyada bir tek ben o olmak ister, olgunluk insanın bu sen'i kendisi olarak idrak etmesidir, bir başka kişiye hitaben söylenmemiş dahi olsa. sen öyle yapacaksın; sen komşunu seveceksin.

    evet, sevgili dinleyicim, ben sana hitaben konuşmuyorum, ebediyet bana hitaben: "sen öyle yapacaksın," diyor.'

    (bkz: kjerlighedens gjerninger)
    (bkz: søren kierkegaard)
  • orduya uğurlarken petruşa'ya babasının öğüdü nasihat gibi nasihattir:

    --- spoiler ---

    - yolun açık olsun pyotr. edeceğin yemini tut, doğrulukla çalış. komutanlarını dinle. aferin peşinde koşup kendini pek fazla yıpratma ama çalışmaktan da kaçma. ve şu atasözünü hiç çıkarma aklından: elbiseni yeniyken, şerefini gençken koru.
    --- spoiler ---

    (bkz: yüzbaşının kızı)
    (bkz: aleksandr sergeyeviç puşkin)
  • evliyalara teveccüh etmenin ne derece önemli olduğunu anlatan ilahi armağan'dan bir kısım:

    "sözlerimi iyi dinle ve onlarla amel et. ağzımdan çıkan her söz, hırs ateşini söndürür. nefsin saltanatını yıkar. sözümün dinlendiği her yuvada tabiat ateşi yanmaz. tabiat ateşinin yandığı yerde ne din, ne iman kalır.
    ***sözlerim bırakılıp nefsin ve şeytanın havası estikçe din gider, iman kaybolur ve ikan yok olur."
  • (bkz: #48169583)
  • *acz (güçsüzlük), muhalefetin menşeidir (kaynağıdır).

    *aç canavara karşı tahabbüp (sevgi), merhametini değil, iştihasını açar; hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.

    *adavet (düşmanlık) etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et.

    *adavet ve muhabbet (düşmanlık ve sevgi), nur ve zulmet (ışık ve karanlık) gibi zıttırlar. ikisi manayı hakikisinde olarak (gerçek manada) cem olamazlar (bir araya gelemezler).

    *affetmek ve unutmak, iyi insanların intikamıdır.

    *ahlâk-ı aliyeyi (yüksek ahlâkı) tahrip eden (bozan), kizbtir (yalancılıktır).

    *mahlûkatın en mükerremi (muhteremi), belki en âlâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur.

    *âlimi mürşid (gerçek eğitimci âlim), koyun olmalı, kuş olmamalı. koyun kuzusuna süt verir, kuş yavrusuna kay verir.

    *allah’a hakikî abd (gerçek kul) olan, başkalara abd olmaz.

    *arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir akıtır.

    *başkalarının füturu (gevşekliği) ve çekilmesi, ehl-i himmetin (samimî gayrette olanların) şevkini, gayretini ziyadeleştirmeğe sebeptir.

    *ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!

    *beşer bir taraftan arzın şifası iken, diğer taraftan ölümünü intaç eden (ölümüne sebep olan) bir zehirdir.

    *biçare (zavallı) hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur.

    *bir dane-i hakikat (tek bir gerçek), bir harman hayalata (hayallere) müreccahtır (tercih edilir).

    *bir fikre dâvet, cumhuru ulemanın (âlimler topluluğunun) kabulüne vabestedir (bağlıdır).

    *bir hatır için, bin hatır kırılmaz!

    *bir masumun hakkı, yüz cani için feda edilmez.

    *bizim düşmanımız cehalet, zaruret (fakirlik), ihtilâf (uyuşmazlık) tır. bu üç düşmana karşı san’at, marifet (bilgi), ittifak (birlik–dayanışma) silâhıyla cihad edeceğiz (mücadele edeceğiz).

    *bu meydan-ı imtihanda (imtihan yeri olan dünyada) olanlar, başıboş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyor.

    *bütün kemalatın (olgunlukların) esası ve madeni (temeli) iman-ı billah (allah’a iman) hakikatıdır.

    *büyüklüğün şe’ni (hal ve tavrı), tevazu ve mahviyettir (alçak gönüllü olmaktır); tekebbür ve tahakküm (gurur ve zorbalık) değildir.

    *canavar vicdanı taşıyanlara karşı dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecavüze sevk eder.

    *cehennem lüzumsuz değil; çok işler var ki, bütün kuvvetiyle “yaşasın cehennem” der!

    *cemiyete dahil olan (toplumun içerisinde olan), cemiyetin nizamını (düzenini) ihlâl etmemek (bozmamak) gerektir.

    *çaresi bulunan şeyde acze (güçsüzlüğe), çaresi bulunmayan şeyde ceza’a iltica etmemek (sabırsızlık ve telâşa kapılmamak) gerektir.

    *çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar.

    *din, hayatın hayatı, hem nuru hem esası, ihyayı din ile olur bu milletin ihyası.

    *din, milletin hayatı ve ruhudur.

    *dînî ve fennî ilimlerle millî eğitimin temeli atılır. bu sağlam temelden ise birlik ve beraberlik binaları yükselir.

    *dinsizlik, muharrib-i medeniyettir (medeniyetin tahripçisidir).

    *dünyada en büyük ahmak odur ki, dinsiz serserilerden terakkiyi (yükselmeyi) ve saadet-i hayatiyeyi (mutlu bir hayatı) beklesin.

    *dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

    *ecel ve kabir insanı beklediği gibi, cennet ve cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.

    *elimizde nur var, topuz yok; nur, kimseyi incitmez, ışığıyla okşar.

    *gayrimeşrû (meşrû olmayan) bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir.

    *güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen, hayatından lezzet alır.

    *hak (gerçek) o kadar parlaktır ki, körler de görebilir.

    *hakikat, tahavvül etmez (gerçekler değişmez).

    *hakikî vukuatı (gerçek olayları) kaydeden tarih, hakikate en doğru şahittir.

    *haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizliktir.

    *her söylediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu söylemek doğru değil.

    *hürriyet, makine-i hayatın (hayat makinesinin) buharıdır (enerjisidir).

    bediüzzaman said-i nursi
  • bir insanı doğru yola, güzele, iyiye yönlendirmek için yapılan akıl verme, yol göstermedir.
hesabın var mı? giriş yap