• (bkz: çto delat)
  • umut sarıkaya'nın "benim de söyleyeceklerim var" köşesinde yazdığı eser. şöyle ki:

    **
    geçen hafta reddedemeyeceğim bir teklif aldım. tüsiad'tan aradılar. bir iki hafta önce yazdığım ve rahmi koç'tan bahsettiğim bir yazıdan dolayı aradığını, yazıyı rahmi bey'e de gösterdiğini söyledi karşıdaki ses. tam özür dileyecekken, böyle bir densizliği bir daha yapmayacağımı söyleyip "yaparsam na şu ekmek gözümü kör etsin" diye ekleyecekken, rahmi bey'in yazıyı büyük bir keyifle okuduğunu, şen kahkahalar atıp, keyifli dakikalar geçirdiğini söyleyince nasıl rahatladım bilemezsiniz. ve karşıdaki ses rahmi bey'in benimle muhakkak tanışmak istediğini, önümüzdeki salı ikamet ettiği kanlıca'daki yalısında akşam yemeğine beni davet ettiğini söyleyince dünyalar benim oldu.

    sevinçli bir telaşla eve doğru gittim. aileme olan biteni anlatınca sevincim her sevinç gibi paylaştıkça çoğaldı. evde bir bayram havası esti. sevinç eve sığmadı, mahalleye taştı, hemen duyuldu rahmi'yle çok iyi arkadaş olduğum. komşular eve oluk oluk doluşmaya başladı. herkes bir derdini anlatmaya başladı. işsiz çocuğunu, kocasını getirip el öptürmeyen mi dersiniz, hasta bebeğini sallayarak "ilaç lazım" demeyen mi dersiniz... açık açık olmasa da alttan alta rahmi abimle henüz temelleri atılan dostluğumu çıkar ilişkisine çevirmeye çalışıyordu şerefsiz, kaypak güruh. allahtan kadim komşumuz menderes abi geldi de kovdu mahalleliyi evin içinden. ardından alnımdan öpüp kutladı beni. davette ne giyeceğimi söyledi, "yeni bi tişört almıştım onu kotun üstüne giyerim" dedim. "saçmalama. ne o öyle zibidi gibi" dedi. ani bir hareketle üzerindeki kumaş pantolonu salonun ortasında çıkarıp üzerime attı. ceket, gömlek ve kravatın altında donla öylece kalakalmıştı koskoca menderes abim. "al şunu bi dene, bedenlerimiz aynı zannımca" dedi. denedim, jilet gibi oldum. altına da yeni kundura ayakkabılarını vereceğini söylemeyi ihmal etmedi. çok teşekkür ettik, yemeğe de çaya da kaldı menderes abi, evden gitmek bilmedi. bütün gece ezelden beri hep iki hayalinin olduğundan birincisinin çocuklarının mürüvvetini görmek olduğunu ikincisinin de bir gün vehbi, hiç olmadı rahmi koç'la tanışmak olduğundan bahsetti durdu. yatma vakti geldiğinde artık gitsin diye bütün aile esnedik karşısında ama hiç oralı olmadı. "siz rahatınıza bakın" diyerek üçlü koltuğa kıvrılıp yattı. o günden sonra menderes abi, o evli barklı adam salıya kadar, "bir umuttur işte" diye düşünerek bizim evden çıkmadı. ailenin bir ferdi, bir canı oldu adeta.

    o büyük gün gelince akşamki yemeğe hazırlık olsun diye bütün aile çok erken kalktık. ben ayakkabılarım başucumda yatmıştım. gece menderes abi ise "içerde uyku tutmadı beraber yatabilir miyiz" diye teklifte bulnumuştu. tabii ki reddedince, ben uyurken gelip gizlice yatağa girmeye çalışmış, geri püskürtülünce tam uykumun en güzel yerinde gelerek beni alnımdan öpüp "renkli rüyalar" demekle yetinmişti. o salı akşamı zor ettik. kokmiyim diye dört defa banyoya girip, yüzümü lifle ova ova kızarttım. kıyafetlerimi giyip giyip çıkarıp evin içinde voltalar attım. akşam yemeğini yemek için bizimkiler oturduğunda kenarda oturdum. çağırdılar, "ekmekle karnımı doyurmayayım şimdi orda yiycem nasıl olsa" dedim. "ulan ne o öyle ajlık gibi dalma oralarda yemeklere. fakir gösterirsin kendini" dedi menderes abi. oturdum masaya, yerken kravata yağ damladı, sinirlendim, tuz döktük hemen lekenin üstüne.

    zaman geldi, menderes abiyle üç vesait yaparak sarıyer'den kanlıca'ya gittik. beşiktaş'ta "abi sen dön istersen" dedim, dönmedi. üsküdar'da dedim, dönmedi. en son yalının kapısında güç bela kovdum. "tamam oğlum içeri girmiycem herhalde. sen git yemeğini ye. ben şurda bir biraneye oturur seni beklerim. size karşı da arada bir kadeh kaldırırım, bedenim orda değil ama sizinleyim hesabı. hem gece dönemezsin, çok köpek olur bu yollarda. korkarsın tek başına" diyerek ısrar etti. "iyi sen bilirsin" diyerek girdim yalıya.

    yalı da yalıymış hani. şöyle tarif edeyim; bizim mahalleyi düşünün, ondan biraz küçük. uşak beni bi odaya aldı ve beklememi, rahmi bey'in çalışma odasında olduğunu geldiğimi haber vereceğini söyledi. ben rahmi bey'in yerinde olsam bi sürü ev alır, kiralarıyla gül gibi geçinir giderdim. "keriz mi bu herif hâlâ çalışıyor..." diye içimden belli belirsiz geçirdim. beklerken kravattaki tuzu silktim ama leke baki kaldı, içim sıkıldı. sonra başka bir uşak gelip beni yemek odasına götürdü, rahmi bey'in çalışması bittikten sonra bana katılacağını söyledi. gittik. giderken gelmesi, beni ekmemesi garanti olsun diye "fazla çalışıp yormasın beynini canım. beyin yorgunluğu hiçbir şeye benzemez valla" dedim uşağa, bişey demedi. masaya oturdum servis başladı. vampir sofrası gibiydi. mumlar şamdanlar, çok uzun, yaldızlı kadehler, duvarlardaki masklar, heykeller, bordo perdeler... günün çorbasıyla yemeğe başladım, somon fümenin dibini ekmekle sıyırdım, kuzu kapamayı löp et olduğu için çerez gibi yedim, bir türlü rahmi gelmedi. sessiz sessiz tek başına insanın canı sıkılıyor haliyle. uşağa “abi televizyon yok mu, şovu açın dizim başlayacak birazdan. darlandım sessizlikten” dedim, ilgilenmedi. kimsenin konuştuğu, geldiği gittiği yoktu. “ulan bunlar harbiden vampir olmasın sakın. beni ‘rahmi koç’um ben’ ayağına getirip, yedirip içirdikten sonra semirtip, emmeye çalışmasınlar.” diye düşünerek, masadaki bi bıçağı cebime koydum, “öyle bi şey yapmaya çalışırlarsa var ya; tam emmedikleri halde ‘abi tamam ben de vampir oldum’ der aralarında bir müddet yaşarım, sonra bi telefonla bütün sarıyer’i gültepe’yi getirtir ebelerini s.ktiririm valla. bi telefonuma bakar iş” diye içimden geçirdim.

    neyse ki rahmi geldi de bu yersiz düşüncelerimden vazgeçtim. beklettiği için çok özür diledi. elimi cebime koyup bıçağı tuttum. mizah üzerine konuştu rahmi, “ersin karabulut aynı ben lan” dedi. “he abi” dedim. “fırat gibi çocuğum olsun yaa bıcır bıcır” dedi “oha abi” dedim “mustafa koç var, dalyan gibi adam. 140 kilo. bıcırlığı mı kalmış” dedim. derken de cebimdeki bıçağı çaktırmadan eski yerine, masaya koydum.

    annem “ne yap et, kendini sevdir adama” demişti. espri üstüne espri yapıyorum, bakıyorum rahmi siyasi taşlamalı mizah seviyor, tak veriyorum hicivli, mesajlı espriyi… bakıyorum sosyal tespit seviyor, şak yapıyorum tespiti, gözlemi… o gece inanmazsınız zaman nasıl geçti anlamadık. içilen tropik içkinin, bakkaldan aldırılan cipsin çerezin haddi hesabı yok. iki kişi bir büyük burbonu boğmuşuz, tereyağı gibi gitti şerefsizim. arada da sabancı’yı, eczacıbaşı’nı filan kötülüyorum. “onlar şahsa siz şahbazsınız abi”, “aslan marka, on numara holdingsiniz. alayı tranga onların” diyorum. “yapma etme onlar da iyi firmalar” filan diyor ama hoşuna da gidiyor rahmi’nin. burbon sıcakta iyice yakıyor bünyemi. çorabı sıyırıp atıyorum. “ yandım rahmi abi. hep böyle oluyor içince ayağıma ateş basıyor. bak buyur” diyip ayağımı şap diye rahmi’nin buz gibi göğsüne bastırıyorum. “aaa napıyorsun, allah allah” diyip ayağımı itiyor, biraz bozuluyor tabi bu lakayt hareketime… “abi yandım pantul içinde. bi şort felan yok mu” diyorum. sağ olsun gidiyor mustafa koç’un şortunu getiriyor içerden. şort geniş biraz ama sadece yürürken sıyrılıyor, oturunca gayet rahat püfür püfür… makara kukara gırla devam ediyor. arada keyfinin zirvede olduğu durumlarda bi punduna getirip “abi bi daireni yap benim üzerime” diyorum “ahahaha ilahi umutçuğum ömürsün” diyip geçiştiriyor. ben de gülüyorum o gülünce. şakayla başlayan daireyi üzerime yaptırma fikri yavaş yavaş aklıma yatıyor. ama rahmi kıvrak hareketlerle geçiştiriyor isteklerimi. “abi yarın bir gün öleceksin o kadar dairen var ne olur birini üstüme yapsan. sevaba girersin. öbür dünyayı da düşün. ‘he’ de yemin ediyorum ben bütün işlemleri yaptırıcam, noterde filan yormıycam seni. ben koşuşturucam” diyorum. sinirleniyor, “ne olacaksa olsun” diyip alttan almıyorum. “solcuyum lan ben” diyorum. gözlerini kaçırarak “ben de solcuyum umut” diyor. “abi biliyorum şu güzel ortam bozulmasın diye diyorsun böyle” diyorum, başını bana çevirip gözlerime bakmasını sağlayarak. “ben de o kadar insana ekmek veriyorum be umut” diyor yaşlı gözlerle. sanırım karl marx, sosyalizmin böyle bir tezle çürütülebileceğini görseydi sakallarını yolardı. ama çürüyor be sosyalizm zihnimde, çürüyor işte! bir anda solcularda da bir kıskançlık varmış gibi geliyor, “sen de çalış senin de olsun kardeşim ne kıskanıyorsun” diye düşünüyorum. tam benim daire işini tekrar gündeme getirecekken rahmi beraber eve çıkmayı teklif ediyor. “olur” diyorum. “yarın hemen döşeği, yorganı alıp yerleşeyim” diyorum. “yok buraya değil, beşiktaş’ta öğrenci evi gibi bi eve taşınalım” diyor. “abi ne gereği var hazır ev var burada sığışırız” diyorum. bu konuda kararlı çıkıyor. “öğrenci evi gibi lan, az parayla kıt kanaat geçinerek ama mutlu olarak yaşayalım. makara kukara yapar, yaşar gideriz” diyor. “ben bi şekilde ikna eder çıkarırım evden” diye düşünerek şimdilik kabul ediyorum bu teklifi. “olur lan” diyerek sarılıyorum. o anda mustafa koç giriyor içeri. işten gelmiş belli.. babasıyla, şortunu giymiş beni halıda yaşlı gözlerle, sarılmış bir şekilde görünce “noluyo lan burada?” diyor.

    koşup ona da sarılıyorum. “rahmi baba, senin küçük mü bu?” diyorum. ardı sıra “gel lan yenişebilecek miyiz” diyerek el ense çekiyorum mustafa’ya. sehpayı çekip halıda güleş yapmayı teklif ediyorum. fakat mustafa çok sinirli bir yapıya sahip… seri şekilde itiyor beni. g.tümü toplaya toplaya “biz eve çıkıyoruz babanla” diyorum. rahmi de arkadan onaylıyor beni “ayrı eve çıkıcam ben mustafa” diyor. mustafa beni başka bir odaya alıyor. “bana bak, babam bu günlerde zor günler geçiriyor. duygu dünyası bu günlerde çok çalkantılı. kimsenin bundan yararlanmasına izin vermem tepelerim seni… şimdi çabuk defol bu yalıdan” diyor. “şort kalabilir mi mustafa abi bende. babandan bir hatıradır sonuçta” diyip çıkıyorum yalıdan.

    menderes abi kapıda karşılıyor beni. “nooldu umut’um kahkahalarınız buralara kadar geliyodu. aldın mı aklını rahmi bey’in” diyor. “almam mı abi, oğlu gibi seviyor beni” diyorum. “benden bahsettin mi lan, hiç geçti mi benim bahsim” diye soruyor. götümden düşen şortu toplaya toplaya “bahsetmem mi abi. hepimizden bahsettim” diyorum.
    **

    edit: el emeği göz nuru alın teri.
  • nikolay gavrilovic cernisevski 'nin 19. yüz yıl sonunda cezaevinde yazdığı kitabın adı.

    --- spoiler ---

    "sevgilim, meleğim benim, her şeyin bir sırası var. seninle daha önce yaşadığımız da aşktı, şimdi yaşadığımız da. kimilerine bunlardan biri gereklidir, kimilerine ötekisi. sen eskiden şu önceki yaşadığımı aşkla yetiniyordun, şimdi ötekini gereksiniyorsun. çünkü sevgilim artık bir kadın oldun, daha önce gereksinmediğin şey, şimdi senin için gereksinim oldu."

    --- spoiler ---
  • evrensel basım yayınlarindan iki bolum olarak yayinlanan harika bir roman. lenin'in kitabi elinden dusurmedigi soylenir.
  • lenin tarafindan bir edebiyat başyapiti olarak ovulen kitaptir ki kendisinin de bu kitaptan esinlendigi konusmalari vardir. tolystoy da sever bu kitabi.
  • (bkz: #57172855)
  • nasıl yapmalı da yaşamalı, insanların neyi niçin yaptığını nasıl anlamalı, nasıl mücadele etmeli zorbalara karşı, nasıl kurtulmalı zihni bozuklardan, nasıl yapmalı da bölüşmeli hayatı, nasıl sevmeli, nasıl tartışmalı, nasıl bilim yapmalı, nasıl gezmeli, nasıl acıya katlanmalı... işte tüm bunların cevabını veren bir çernişevski romanıdır, 2cilttir, tamamlanamamıştır. çernişevski'nin okuyucuyla kurduğu bağ mükemmeldir...
  • kitabı lisede okumuştum ve çok etkilenmiştim . kendimce başka bir şekilde yaşamanın ,başka bir dünya düzeninin de mümkün olduğunu düşünmüştüm.vera pavlovna benim rol modellerimden biriydi.ütopyanın böyle düşündürtmesi normal tabii ki. yıllar sonra şu sıralar okuduğum ikinci el zamanadlı kitapta karşıma çıktı. (küçük bir not :kitapta "ne yapmalı "olarak çevrilmiş ancak "ne yapmalı" diye genellikle lenininkini çeviriyorlar . )
    meğer dostoyevski çernişevski'ye kitapta geçen 'kristal saraylar' üzerinden laf sokmuş . devrimin ucu öyle bir boktan yere çıkmış ki çernişevski'nin güzelim ütopyası da ütopyalıktan öteye geçememiş tabii ki.
    dostoyevski'nin çernişevski'ye yanıtı şöyle:
    "inşa et,inşa et kristal sarayını, ben alıp bir taş atacağım ona... ama bodrumda aç yaşıyorum diye değil,sadece canım öyle çektiğinden..."
    (bkz: naiflik)(bkz: hayatlar)(bkz: çto delat)
    edit: bugun edindiğim bir bilgi var ki şöyle:
    yeraltından notların sanatsal mantığıyla ilgili ilk gerçek eleştiriyi yapan v.l.komaroviç makalesinde dostoyevskinin novellasının gerisinde yapısal anlamda çernişevski'nin nasıl yapmalı'sının bulunduğuna işaret eder. yapıtın içindeki bütün bölümler çernişevski'nin kitabındaki öykücükler örnek alınarak yazılmıştır,örnek alınan öykücüklerin asıl bağlamlarındaki anlamlarını tersine çeviren gülünçlemeler olduğu apaçık ortadadır.
    kaynak: joseph frank- dostoyevski
  • kitabın özet ve spoiler barındıran analizini yazdım.el emeği göz nuru.güle güle kullanın.

    nikolay çernişevski bu romanını 1862 ve 1863 yılları arasında 4 ayda yazmıştır.oldukça çalkantılı bir hayatı olan çernişevski o sıralar kürek cezasındadır.bu yüzden kitabın yazıldığı şartlar,yazarı o şartlara sürükleyen nedenler ve düşüncelerinde yaptığı etkiyi görmek açısından oldukça önemli ve ilginç bir kitaptır.büyük bir demokrat ,sosyalist,eleştirmen ve devrimci ruhlu bir yazardır.hayatı boyunca yaşadığı baskılar ve onlara karşı yılmadan,usanmadan dile getirdiği fikirler kendinden sonra gelen farklı kesimlerden birçok insanı etkilemiştir.2 ciltlik bu romanı okumak bunun nedenini anlamak için oldukça yeterlidir.yazıldığı şartlar altında yazarın sadece roman yazmak amacından çok daha fazlasını taşıyan her kelimesinde,her karakterinde derin ve ustaca yerleştirilmiş imgelere rastlıyoruz.çernişevski bir anlamda içinde biriktirdiklerini,eleştirilerini,sorunlarını ve düşündüğü çözümleri sürgün hayatında oldukça zor şartlarda içini dökerek anlatmıştır.

    kitaptaki tüm karakterler bir kesimi,durumu,fikri ve ekolü temsil eder.genç bir adamın intihar etmesi ile başlayan kitap bizi bu intiharın sebebi olaylar silsilesine doğru geri götürür ama sanıldığının aksine kitabın sonucu bu intihar değildir.zaten yazar en başında bize spoiler vererek bu bilgiyi çıtlatır.vera pavlovna annesi marya alekseyevna tarafından zengin bir koca bulması için kullanılan ve içinden kurtulamadığı hayatı “bodrum” olarak nitelendiren bir kızdır.annesi marya alekseyevna oldukça dominant,amacına ulaşmak için herkesi kullanabilen,kurnaz ve doğru bildiği yoldan şaşmayan bir kadındır.yaşadıkları evin kahyası olan pavel’de karısının sözünden çıkmayan ,onun hırslarının etkisine kapılan ezik bir karakterdir.çernişevski kitabın genelinde karakterler hakkında daha doğrusu onların temsil ettiği tip hakkında sık sık okuyucusu ile konuşur.marya alekseyevna hakkında da oldukça şey aktarır.onu ne iyi ne de kötü bir karakter olarak yansıtır.başta eylemleri kötülük gibi gözükse de onun mantığıyla baktığımızda bunlar kötülük değil yararcılıktır.yazar onun halinden toplumu sorumlu tutar(klasik 19.yy eleştirisi)

    evin sahibi olan storeşnikov’un içki masasında bir iddia sonucunda elde etmek istediği vera’nın bodrum hayatı dönemi bu olay ile daha da çekilmez hal alır.üstüne üstlük kız ona yüz vermedikçe storeşnikov ona aşık olduğunu düşünmeye başlar.aşkı ve değişik formlarını sık sık gördüğümüz kitapta ilk gördüğümüz formlardan biridir bu ikili.kaçan kovalanır mantığı ile hareket eden storeşnikov’un kişiliği ile bol bol uğraşır çernişevski.daha sonra hayatlarına giren kültürlü,zeki ,üniversite öğrenci lopuhov ile olaylar gelişmeye başlar.vera her ne kadar zeki ve kararlı bir kız olsa da bu genç adamın varlığı onu daha da cesaretlenir ve bodrumdan kaçmayı umut eder.sonunda çareyi gizlice evlenmekte bulan bu çiftin evlilik yaşamları döneme göre oldukça sıra dışı ve dikkat çekicidir.ayrı odalarda vakit geçiren,birbirlerinin özeline oldukça saygılı farklı bir yaşamdır .çernişevski, lopuhov ve kirsanov karakterini ideal rus gençleri olarak hazırlamıştır.vera da kitap boyunca geçirdiği evrim ile de ideal kadın haline gelmiştir.doğal olarak da o dönem için anormal olan bu iki karakterin evlilik yaşamlarının da normal olması beklenemez.kitap boyunca parça parça cevabını bulduğumuz “nasıl yapmalı?” sorusuna verilen ilk cevaptır belki de bu evlilik.her yönü ile düzenli ve ideal bir evlilik yaşamı yaşarlar.

    vera’nın bir diğer kültürlü,yeni düşüncelere açık,aydın üniversite öğrencisi kirsanov’a aşık olmasını fark etmesi ile olaylar farklı bir eksene kayar.kirsanov bu aşkı daha önceden fark etmiştir bu yüzden de vera ve yakın dostu lopuhov’dan kaçmanın yollarını arar.ama vera’nın da hislerini fark etmesi durumu kaçınılmaz hale getirir.vera artık bodrumdaki kız değildir ve lopuhov ile dostluğu her ne kadar çok güçlü de olsa daha fazlasını aramaya başlar.gördüğü bir rüya ile kendinden emin olamayan vera bu konuyu lopuhov’a açar ve kendini onu sevdiğine ikna etmeye çalışır.ikilinin arasındaki bu kısımlar oldukça dramatiktir.kavga,gürültü ya da diğer olumsuz tepkiler olmadan iki insanın duygularının değişimi,tereddütü ve son çırpınışları oldukça güzel aktarılmıştır.lopuhov bu olaya üzülse de oldukça olgun karşılamıştır ve vera’ya hep beraber yaşamaları teklifinde bulunmuştur.bu teklif de üzerinde durulması gereken oldukça önemli bir noktadır.çernişevski tüm kalıplarını yıkıp yeniden yazdığı ilişki portresine yeni bir fırça darbesi daha atmıştır böylece.vera bunu kabul etmez ve lopuhov çareyi gitmekte bulur ve sonunda ardında oldukça önemli bir pusula bırakarak intihar eder.bıraktığı pusulayı okuyan vera da lopuhov’un gönlülün yüceliğini hiç unutmaz ve kirsanov ile evlenir.bütün bu ilişkiler büyük bir balyoz etkisidir o döneme.yazar da bunun farkındadır ve bu yüzden kitap boyunca sürekli okuyucusu ile konuşarak onu zaman zaman eleştirir,zaman zaman dizginle ama sürekli alt yapısını hazırlayarak onları şoka hazırlar.

    lopuhov’un pusulasının vera’ya ulaşması ile de belki de en önemli karakter girer kitaba, yani rahmetov.tüm bu karmaşanın içinde bir soluk alma noktası olarak bu karakteri anlatır bize çernişevski.bu karakter ile yeni bir tip doğar.bu tip, turgenyev’in yapmak istediği ama yapamadığı tiptir bana göre.rahmetov içinde tüm rusya’yı birleştiren bir karakterdir.ırk olarak karışıktır,soyludur ama köylü de olmuştur,öğrenci de olmuştur,gezgin de,öğretmende…lopuhov ve kirsanov ideal rus gençleri olasalar da rusya’ya devrimi getirecek genç kan rahmetov'dur.çernişevski onun hakkında yazdığı her şey ile bunu açıkca belli eder.hatta vera’ya getirdiği pusula ile vera’nın içi rahatlar ve hayatı düzene girer.rahmetov’un bir pusula yani bir mesaj taşıyıcısı olması oldukça önemli bir imgedir.

    elbette kitapta sadece ikili ilişkiler değil toplumun her sancısına değinilmiştir.dönemin ekonomik düzensizliği küçük satır aralarında belirtilmiştir her fırsatta.vera’nın kurduğu “atolye” oldukça ilgi çekici ve ilerici görüşlü yerdir.her açıdan dönemin yavaş yavaş olgunlaşan terimlerini direk olmasa da gizlice aşılar okuyucuya yazar.”işçi hakları” demez ama işçilerin haklarını kollayan bir sistem kurar,”sendika” demez ama birbirlerinin haklarını savunan bir örgütlenme kurar çalışanlar arasında.böylece bir “nasıl yapmalı?” sorusuna daha cevap vermiş olur çernişevski.bu cevap da oldukça tatmin edici ve rasyonel bir cevaptır.

    bütün bunların yanı sıra birçok farklı yan karaktere sahiptir bu kitap.daha önceki kitaplarda gördüğümüz gibi sadece birkaç kişinin etrafında dönmez olaylar.her kesimden ,türlü türlü huyu olan insanlar vardır.çernişevski’nin onlar hakkında yazdıkları ile çıkardığı sonuçlar gerçekten okumaya değerdir.özellikle sonlarda değindiği kadın ve erkeğin farkları ile toplumdaki yeri tartışmaları çığır açar niteliktedir.sonunda vera’nın tıp okuması da büyük bir olaydır.bir kitap ile devrim yapılabilseydi eğer bu kesinlikle bu kitap ile olurdu ve zaten çernişevski kendinden sonra gelenlere çözümleri de önlerine sererek oldukça büyük bir hazine bırakmıştır.
  • lisedeyken çok beğenerek okuduğum ve üniversite yıllarında etkisinde kaldığım, insan denilen varlığın ilişkilerini, dostluğu, aşkı ve hayat koşullarının kişilik üzerindeki etkilerini anlatan ciddi anlamda siyasi, ütopik sosyalizmi anlatan bir roman(ya da ben öyle hatırlıyorum). eskiden daha ilerici ve hayalperest olduğum için farklılıkları kolayca, gerçekle ilişkisini sorgulamadan ve hevesle kabul ediyordum ancak o zamanlarda dahi vera karakterine karşı olumsuz duygular besledim. yıllar sonra roman aklıma geldi ve romanı hatırladığım kadarı ile vera'yı neden sevmediğim ve onaylamadığım gerçeği ile yüzleşmeye karar verdim.

    --- spoiler ---

    vera, hayatı zorluklar ve mücadeleler içerisinde olan genç bir kadın. kendi olumsuz koşullarından kurtulmak, kişisel gelişimi ve eğitimi için lopuhov'u kullanan bir karakter aslında. dostluk kavramı, koşulların kişiler üzerindeki etkileri ve değişim güzel işlense de hayatın gerçekleri ile bağdaşmıyor. aşk yıllar içerisinde keşfedilen, gelişen bir duygu değil ki yanılmış olunsun, hissedilenin aşk olmadığı bence ilişkinin en başından itibaren vera için belli idi, zaman içindeki gelişimi, kendini tanıması ve keşfetmesini anlayabilirim ama aşk konusundaki aydınlanmasını anlamak mümkün değil. romandaki dostluk kavramı ise en azından bu çağda gerçeklerle bağdaşmayacak kadar ütopik. anlaşıldığı üzre artık oldukça basit, sıradan ve gerçekçi düşünüyor belki de vera karakterine haksızlık ediyorum ancak değişim sürecini dikkate almazsak ortaya çıkan sonuç vera'nın hayallerine kavuşması ve mutlu olması, lopuhov'un ise mutsuzluğu seçmesidir ki yazar bu seçimi vera'yı aklamak için lopuhov'a yaptırır. üniversite yıllarında heyecanla ve övgüyle anlattığım romana aslında kendi içimde gizli gizli muhalefet edip durmuşum. yine de romanı zevkle okuduğumu, farklı bir yaşam olabileceğini ve insanları yargılamadan önce koşulları düşünmek gerektiğini öğrenmiştim.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap