• nasrettin hoca’ya sormuşlar:
    -hocam sen evliya mısın?
    hoca cevaplar:
    -evet, ben evliyayım. isterseniz şu karşıdaki ağacı çağırayım yanıma gelsin?
    köylüler şaşkınlıkla:
    -tamam hocam, çağır da görelim.
    hoca, ağaca "gel bana" der. hareket yok.
    hoca tekrar seslenir ağaca. yine hareket yok.
    üçüncüde de ağaç yerinden oynamaz.
    köylüler:
    -hayırdır hocam gelmedi.
    hoca gayet sakin:
    -o gelmezse biz gideriz, evliyada kibir olmaz.
  • işin cılkını çıkaran, ben merkezlilikleri süreklilik halini almış kişilerin yine bir vukuatı üzerine, dur sana bir hoca fıkrası anlatayım diyerek anlatılabilecek, sonuna da senin de işte hocadan hiç farkın yok aq ekleyebileceğiniz güzel bir hoca fıkrası;

    kıtlık zamanı.

    hoca kendisine yiyeceği zor buluyor. yapılması gereken dünya iş var, dolayısıyla güç bela beslediği eşeğini de elden çıkaramıyor.

    bir gün yemek bulamayınca eşeğine her gün verdiğinin yarısı kadar yemek vermek zorunda kalıyor. ama bakıyor ki eşek işlerini yine görüyor.

    ertesi gün yaw zaten durum kötü, eşek için fark etmedi bile, ben bunun da yarısını vereyim diyor. yine bir şey olmuyor. işlerini gayet de güzel yapıyor hala hayvancağız çünkü.

    bu böyle her gün yarısı, her gün yarısı şeklinde devam ediyor.

    sonra bir gün hoca verecek yemek bulamıyor eşeğine. o şekilde geçiyor tüm gün. biraz güçsüz gözüküyor belki ama yine de iş görüyor hayvancağız.

    sonra ertesi gün.

    sonra ertesi gün.

    ve bir gün gidiyor ahıra, görüyor ki; nihayetinde eşek sizlere ömür.

    hoca kafası ellerinin arasında;

    - bak şu işe, bak şu işe, tam da alışmıştı!
  • şimdi bir tanesini buraya yazıcam fakat biliyorsanız baştan söyleyin. aslında pek de komik değil ama entry'min başındaki bu girizgahtan sonra farklı duygular yaşatabilir diye düşünüyorum. valla!

    "timur, anadolu’ya gelince akşehir’e uğrar.
    beraberinde filini de getirir.
    sultan’ın fili, serbest bırakıldığı için bağa bahçeye zarar verir.
    komşuları toplanır
    -hocam düş önümüze de şu fil’i şikayet edelim. bağımızı, bahçemizi perişan etti, derler.
    hoca düşer ahalinin önüne varır timur'un kapısına.
    beraberce timur’un konağına varan ahali,
    hocakapıdan içeri girince, korkudan teker teker kaçar.
    ve hoca timur’un huzurunda yapayalnız kalır.
    timur, hoca’ya isteğini sorunca.
    hoca sağına soluna arkasına bakar ve der ki:
    -sultanım, sizin fil’in canı sıkılıyor galiba,
    uygun görürseniz yanına bir fil daha istiyorum."

    güldünüz mü lan?
  • bu konuda en önemli çalışmalardan biri pertev naili boratav'a aittir. fakat bu çalışması yayınlandıktan kısa bir süre sonra "müstehcen" olduğu gerekçesiyle yasaklanmış ve toplatılmış. bir nüshasına odtü kütüphanesi'nde tesadüfen rastlamıştım. bazı fıkralarda ne kitap dinliyor, ne peygamber dinliyor ne de allah dinliyor nasreddin hoca. ama halk kültüründe her zaman vardır böyle şeyler zaten..
  • hocanın evine bir gün hırsız girer. hanımı telaşlanır hocayı uyandırır.

    - hoca efendi yan odada hırsız var
    + yat hanım bir şey olmaz
    - hoca sen ne diyorsun. kalk artık
    + ya hanım o çalacak bir şey bulsun, elinden alması kolay !
  • birde cenk erdem cover ı vardır ki şöyledir;

    nasreddin hodja bir ramazan günü gölün kıyısında elinde yoğurt kasesiyle takılıyormuş. ahaliden birisi bunu görüp;

    - bre hodja neden ramazan günü yoğurt yersin oruç tutmazsın, demiş.

    hodja hemen cevabı forwardlamış;

    - ya tutarsam...
  • bir tanesi de şöyledir;

    bir gün aniden bastıran yağmurda hoca koştura koştura evine doğru gidiyormuş, nasrettin hocanın bu halini gören biri;
    - bre hoca utanmıyor musun allah'ın rahmetinden kaçmaya, demiş.

    hocada bunun üzerine şöyle cevap vermiş;

    - bre munzur allah'ın rahmetinden kaçan kim, ben allah'ın rahmetine basmamak için koşuyorum, demiş.
  • kavuk

    bir gun bir adam, elinde bir mektup,
    der ki, hocayi tutup:
    - "hocam, zahmet ya sana,
    su mektubu bana bir okusana."
    acar bakar ki hoca,
    mektup bastan sona kadar arapca.
    soyle bir iki evirir cevirir;
    sokturemez; caresiz, geri verir.
    der ki: - "baskasina okut bunu sen."
    adam sasirir: "- neden?"
    - "turkce degil bu mektup; okuyamam."
    yine anlamaz adam
    hocanin okumasi yok zanneder.
    - "ayip, hoca! ayip, der.
    benden utanmiyorsun, sundan utan!
    su basindaki koca kavugundan."
    hoca kavugu cikartip uzatir.
    sonra "madem ki, der, is kavuktadir;
    haydi, benim dudugum, giy de sunu
    kendin oku bakalim mektubunu."
    ---
    (alıntı: orhan veli kanık / nasrettin hoca hikayeleri - 1949, doğan kardeş yayınları)
  • uzunca bir örnek için
    pertev naili boratav
    460.
    baha'i, s. 201 / ı
    z. p.
    temürlenk akşehir'de iken bir dehri gelüp tercüman vasıta-
    sıyla: "bir kaç su':ilim var. eğer hazık ve mahir 'alimleriniz var ise
    imtihan olalım." dedi. temür eşraf -ı beldeyi toplayup: "memleketi-269
    pertey na/li borat a v
    nize ecnebi bir 'alim geldi. 'ulum-ı tabi'yyeden ve funun-ı maddiy-
    yeden imtihan olmak isteyor. bunlar seyyah adamlardır. eğer karşı-
    sına fünun-ı şi tayı ihata eylemiş bir 'alim çıkarmazsanız anadolu'da
    'ilmin inkıraza uğramış olduğunu gezdiği yerlerde işa'a ederler. bu
    da sizin, devletler, milletler arasında haysiyyetinizi izale eder." de-
    mekle eşraf bir odada istişare edüp evvela memleketlerinde 'ulema-
    nın gerçekten ma'durniyyetine bir müddet te'essüf ettikten sonra:
    "böylelikle olmaz. bir çare düşünelim de şu afeti başımızdan sava-
    lım." diyüp bir çok müzakere ve konya'dan, kayseri'den, 'ulema
    celbi hususunu müşavere eylediler. nihayet içlerinden biri: "ha-
    ricden 'ulema celbi uzun vakta muhtaç olmağıla beraber emir te-
    mür'e karşı hakaaretimizi mucib, ahali-i belde yanında da küçük
    düşmekliğimizi da'idir. deliden uslu haber, derler; hele bu babcia
    bizim hace-i dananın re'yini alalım. belki onun bir tedbir-i garibiyle
    dil bilmez ecnebiyi atlatırız." demekle pek musib bulup hoca'yı celb
    ederek mes'eleyi anlattılar. hoca: "siz onu bana bırakınız. eğer
    muvaf ık bir cevab ile susturabilirsem ne a'ıa! eğer muvaffak olmaz-
    sam: 'o divane meşreb bir adamdır. kendi kendine dahil-i meclis
    oldu; o sayılmaz' dersiniz. başka, okumuş bir adamı karşısına çıka-
    rırsınız. eğer muvaffa k olursam hepinizden ayrı ayrı mükafatımı
    isterim. emirin ihsanı da caba!" demekle: "aman, hoca! sen bizim
    yüzümüzü ecnebiye karşı ağart da her ne dilersen allah kerim !" de-
    diler.
    nihayet bir yevm-i mahsusta şehrin meydanlığında çadırlar ku-
    rulup emir temür ve etba'ı sırmalara gark olmuş ve alat-ı harb ve
    esbab-ı cenk ile ortalığa heybet salmıştı. ba'dehu, kıvırcık saçlarıyla
    'acib üş-şekl olan dehri dahi gelüp kurb-ı sultanide bir mevkı'a ku-
    ruldu, oturdu. herkes hoca'nın vüruduna intizar eylediler. en-ni-
    haye hoca da başına kocaman bir sarık, sırtına geniş kollu bir biniş
    giyüp arkasına şakirdi hammad ile diğer bir iki talebe daha takup
    meclise dahil oldu. padişahın sağ taraf ında bir mevkı' ihraz eyledi.
    şerhetler içilüp istirahat hasıl olduktan sonra dehri ortaya gelüp ke-
    mal-i i'tina ile bir da'ire çizdi. cevabını taleb eylemek üzere hoca'nın
    yüzüne baktı. hernan hoca kalkup 'asası ile da'irenin tam ortasın-
    dan bir çizgi çeküp ikiye taksim eyledikten sonra dehri'nin yüzüne
    baktı. ba'dehu mukaabilinde bir çizgi dahi çeküp dörde taksim etti,
    270
    nasreddln hoca
    ve eliyle işaret ederek üç bölüğünü kendine doğru çeker gibi yapup
    bir bölüğünü dehri'ye doğru ve elinin arkasıyla iter gibi yaptı; ve
    tekrar dehri'nin yüzüne baktı. dehri eliyle işaret edüp tahsin ve
    aferin eyledi; ke-enne bildiğini söyledi. ba'dehu dehri, açılmış hile
    gibi elinin üstünü yere doğru, parmaklarını açık ve toplu olarak ha-
    vaya doğru bir vaz'iyyette tutup birkaç kerre yukarıya doğru salladı.
    hoca da onun aksi olarak, elinin üstü havada, parmakları aşağıda
    olmak üzere bir işaret yaptı. dehri bunu kabul etti. ba'dehu dehri
    kendisini eliyle gösterüp parmaklarıyla bir de hayvan yürümesini
    taklid edüp sonra karnını işaret edüp bir şey' çıkar gibi işaret yaptı.
    hoca da cebinden çıkardığı yumurtayı gösterdikten sonra iki kolla-
    rını saliayarak uçar gibi yaptı. dehri bunu tahsin eyledi. kalktı; ke-
    mal-i ta'zim ile hoca'nın karşısında eğilüp ellerini öptü, ve böyle
    nadire-i rı1zigara malik olduklarından dolayı padişah'ı ve eşraf -ı bel-
    deyi tebrik eyledi. huzzar-ı meclis pek ziyade mahzı1z olup memle-
    ketin yüzünü ağarttığı içün hoca'yı ayrı ayrı tebrik eylediler; ve her-
    kes, ihtiyaten hazırladığı hedayayı, nukuudu hoca'nın başına serp-
    tiler. kezalik emir temür dahi kıyınetdar hediyelerle hoca'yı ser-
    vete müstağrak eyledi. herkes dağıldıktan sonra padişah ve mu-kar-
    ribleri ve ba'zı a'yan-ı belde dehri'yi bir taraf a çeküp tercüman va-
    sıtasıyla: "biz sizin iş aretlerinizden bir şey' anlayamadık. siz ne de-
    diniz? hoca ne yolda cevab verdi ki tab'ınıza muvaf ık bulup teslim
    eylediniz?" dediklerinde dehri şu yolda bast-ı meram eyledi : "hil-
    kat-ı 'alem hakkında hükemay-ı yunaniyye, 'ulemay-ı beni
    i
    sra'il
    muhteliftir. bu babda 'ulemay-ı lslamiyyenin re'yi bence ma'lı1m
    olmadığından bunu öğrenmekliği pek isterdim. bina'en-'aleyh arzın
    kürreviyetini ve müdevveriyyetini işaret ettim. efendi hazretleri bu-
    nu teslim ettikten başka çektiği hutut ile evvela hatt-ı üs tü-vayı fasl
    ed üp nısf -ı kürre-i şimali ve nısf -ı kürre-i cenı1biyi tefrik eyledi. ba'-
    dehu mukaabilinden bir hat daha çekerek üçünü kendine ve birini
    bana doğru işaret eylemekle dünyanın üçü deniz, biri kara olduğu-
    nu, yedi iklim dört köşeyi beyan buyrudu. sonra en va' -ı mevalidi ve
    esrar-ı hilkati tahkik eylemek üzere parmaklarımı havaya doğru sal-
    ıayarak yerden nebatat, eşdr, menabi', ma'adin husı1lunu söyledim.
    buna mukaabil hoca efendi hazretleri ellerini yukarıdan aşağıya
    doğru saliayarak bunların husı1lü gökten yağmurun nüzı1lü, envar-ı
    271
    pertev naili borat av
    şemsin nüffizu ve sa'ir asar-ı 'ulviyye-i semaviyyenin te'siratı yerdeki
    mevalidi ve müvelledatı perverde eylediğini hükemanın en son tah-
    kikına mutabık surette izah eyledi. ba'dehu kendimi gösterüp, ve
    elimle ruy-ı zeminde tekevvün eden malılukaatın yekdiğerinden te-
    cezzi eylemekle tekessür eylediğini işaret ettim. hal bu ki ziruhlar-
    dan büyük bir kısmını mübhem bırakmışım. cebinden yumurta çı-
    kamp göstererek ve eliyle uçar gibi işaret ederek esnaf -ı tuylıru izah
    eyledi. bu surette hilkat-ı 'alem ve tekessür-i esnaf -ı ümem hakkında
    mücmel ve ihatalı bir cevab verdi. bundan anladım ki 'aliminiz haki-
    katen 'ulum-ı semaviye ve ardiyyeyi, ta'bir-i diğer bilcümle 'ulum-ı
    mahsusa ve ma'kuuleyi zatında cem'ü ihata eylemiş bir dahi-i züf ü-
    nundur. bina'en-aleyh, bassaten hemşehrileri, 'ammeten vatandaş-
    ları böyle bir 'alim-i hikmet-nihad ile ne kadar iftihar etseler layık-
    tır."
    dehri'ye 'izzet-i ikram ile teşyi' ettikten sonra hoca'nın başına
    toplanup bir kerre de mes'eleyi ondan istizah eylediler. hoca şöyle
    cevab verdi: "a canım! bu adam hapazan, aç gözlü, cu'ul-kelbe uğ-
    ramış bir hastadır. bana " 'alimdir" diye söylediniz; beyhude telaşa
    düşürdünüz. vakti ki geldim, gördüğünüz vechile eliyle bir da'ire
    çizdi: "ah! bir tepsi börek olsa!" dedi. evvela ikiye böldüm; kardeş
    payı yaptım. baktım ki aldırdığı yok; dörde böldüm. üçünü kendi-
    me aldım, birini ona verdim. zavallı razı oldu. başını salladı, ke-
    enne: "bana o kadarı da kafidir" dedi. meğerse daha matlubu var-
    mış. sonra işaretle: "bir tencere pilav kaynatılsa, katarılsa da yesek'
    dedi. ben de işaretle: 'üstüne tuz, büber de ekilmek, fı stık, üzüm de
    konmak lazımdır' dedim. o mesele de halloldu. sonra eliyle ken-
    disini ve karnını işaret edüp ve eliyle yürümek iş aretini yapup uzak
    yoldan geldiğini, nice zamandır mükemmel ta'am etmeğe hasret
    olduğunu söyledi. ben de işaretle bildirdim ki: 'ben senden daha
    acım. karnıının boşluğundan o kadar hafifim ki kuş gibi uçacak ir
    haldeyim. sabahleyin kalktım. kadın katık olmak üzere topu bir yu-
    murta verdi. siz haber gönderdiniz; onu da yemeğe vaktım olmadı.
    ihtiyaten cebime koydum, geldim' dedi. - mes'ele bundan 'ibaret-
    tir." demekle huzzar: "ben ne sordum? sen ne fehm ettim? 'aceb
    ef sanedir?" mantuukınca bu tef avüt-i hissiyada beraber bu su'al ve
    cevabın her iki taraf ı da hoşnud eylemesine hayran olmuşlardır
hesabın var mı? giriş yap