• kadıköy şubesinde boyun eğme t-shirt'lü çalışanların çay ve sade sodayı 2 liradan sattığı mekan. yemek fiyatlarını siz tahmin edin.

    yani mesaj açık: paranız yoksa komünizm de yok ! işçiyseniz gidemezsiniz, gitmemelisiniz; istenmiyorsunuz, kalabalık yaparsınız. az ötede boyun eğmeyin.
  • saatlerdir beklenilen merkez.

    ne gelen var ne giden. biri çıkıyor açıklama yapıyor gibi. sanki muhabbet ediyor. ne dediği belli değil. sandıklar sayılmış da sandıkların olduğu odanın kapısı mühürlenmiş de kolluk kuvvetleri bekliyormuş da, mührü bozmak 6 aydan başlıyormuş vırt ve zırt. arkadaş biz zaten kolluğa güvensek orada olmazdık. lanet olsun destek vermeyen bütün yetkililere. alayınızın alayınızın .
  • istanbul dakinin despot yönetimi biraz yumuşamış bu ara
    dün kurabiye yedik kızmadılar, söylenmediler, üstelik uyarmadılar da. yazılanları mı okudular ne?
    (bkz: aferin size çocuklar)

    edt:
    yanılmışım, artık gitmeyi de bıraktım... starbucks a gidip simit, poğaçamı alıp şuku içinde yemeye başladım, bokunu yiyin kapitalistlerin!

    edt:
    9 tl imiş köfte efendim çok ucuzmuş bilemedim ben ayıp ettim üstatlar.
    evet vergi bilmem ne falan veriyorsunuz da iki parça simit yiyen insan neden hayvan muamelesi yapıyorsunuz. zaten çayımızı işletmeden söylüyoruz!
    evet 10, 12, 9 veya 5 tl param olmadığı zamanlar çok, ama 1 tl ye simit alabiliyorum.
    ama siz çitlerle kapattığınız özgür ağaçlar, mavi gök ve bahçenizde buna izin vermiyorsunuz.

    son olarak antikacılar sokağındaki çay ocaklarını tavsiye ederim dostlarım
    (bkz: tellalzade sokak)
    çay 1 tl ne isterseniz getirin yiyin
    tarih kokan ve yaz aylarında gölgelik bir sokak. insan gibi insanlar, insan sever insanlara rastlamak da mümkün üstelik!
  • ilçe seçim kurulu olduğundan beri hakkında her on dakikada bir başka haber duyduğumuz kültür sanat merkezi.

    bu akşam gidip ordaki insanlarla konuşup, karışık kafaların yine aynen durduğunu görüp, chp genel merkezi'ni aradım. sayfalarındaki bilgilerden başka bilgilere inanmamamı söylediler. ben de sayfalarını açıp her yere baktım. ama burasıyla ilgili bir bilgi ya da haber yoktu. daha önce mansur yavaş'ın ve öbür "yetkililerin" beklemenize gerek yok açıklamalarını da bilmeme rağmen netleşmemiş sonuçlar ve oyların hala bir yerlerde olması beni de pek çok insan gibi ikirciklendiriyordu. içime sinmedi. yine gittim nazım hikmet kültür merkezi'ne. çaycısı, köftecisi, yakılmış ateşlerin etrafında dönen sohbetleri ile tatlı bir bekleyiş vardı.

    ama bir noktadan sonra insan, amacının orda kendine yeni "kanka"lar bulmak olmadığını idrak ediyor. sonra neden beklediğini düşünüyor. derken bu sefer bizzat chp genel merkezi'ne gidebiliyor.

    genel merkez'de bir milletvekili danışmanıyla konuşma şansım oldu. kendisinin tane tane anlattığına göre aslında artık hiç bir noktada oyların başında olmak gerekmiyordu. çünkü parti görevlileri ve avukatları ve ysk hakimleri oylarla beraber beklemekteydi. peki nedir beklenen? ilçe seçim kurulu'ndan gelecek kararlar. bunun ne kadar süreceğini bilemiyor insanlar.

    gerekçelerin uzunluğunu ve nasıl bir araştırma gerektirdiğini çok bilmiyorum. artık bunu da sormadım. belki sonra sorarım.

    içerde tüm o polisler ve yetkililer ve avukatlar varken oyların değiştirilme olasılığı var mı diye de sordum. yok dedi. en kötü olasılık mühür bozulup yeni mühür bile yapılsa eldeki ıslak imzalı sandık kurulu başkanı tutanakları ile ispatlanırmış.

    sonra bir grup çeşitli görev ve bölümdeki chp insanıyla yarım saat kadar konuştuk.

    sonuçta neye hemfikir olduk? insanlar bir şekilde içerde oy var ve durum kesinleşmedi bilgisini edinmişse hiç bir güç onları oradan kaldıramaz. netekim kaldıramıyordu. çünkü çok sağlam öğrendik ki gözümüzün içine baka baka memleketi soymuşlardı. bir ilçenin oyları nedir ki? havada karada çalınırdı.

    sonra ben de yine kültür merkezi'ne gittim. çünkü eve gidemiyordum. çünkü ev konfordu, rehavetti.

    tam park edip yukarı çıkacakken ayrılan üç kişi gördüm. artık herkes evlerine mi gidiyor dedim. yok insanlar bekliyor dediler. onlar da seyran'a geçiyorlarmış. genel merkez'deki konuşmayı anlattım. hemfikir oldular ama onlar da bir şekilde eve dönemiyordu.

    gecenin ikisinde ortalıkta hiç bir durum yokken çalışır halde bekleyen toma 5'in yanından geçip insanların yanına doğru gittim. sayı azalmıştı. bekleyenler artık iyice ateşlerin etrafına doluşmuşlardı. şöyle bir iki dolanıp eve dönmeye karar verdim.

    şu an saat dörde geliyor. hala uykuya kulak veremiyorum.

    o kadar deleuze çalıştım ama paranoyak mı oldum şizofren mi emin değilim...
  • bir bir buçuk saat sonra benim de gideceğim yerdir. oylar bir türlü ayrılamıyor oradan. e biz de ayrılamayalım madem. hadi sözlük!
  • pahalı pahalı pahalı, bu misyona göre pahalı :(
  • kadıköy'deki şubesinin kafesinde çalışan garsonlar kabalık ve suratsızlık konusunda ihtisas yapmışlardır. ''niye geldiniz lan?'' dercesine hareketleriyle müşterileri mekandan soğutmaktadırlar. 2 yıl önce neredeyse her gün uğradığım yere adamların meymenetsizliklerinden bezdiğim için hiç uğramaz oldum artık.
  • bu kültür merkezi, teori ve politika dergisi çevresinin düzenlediği "gezi aynasında marksizm" toplantısına ev sahipliği yapmaktan, katılımcıları arasında demir küçükaydın olduğu gerekçesiyle vazgeçmiş.

    kültür merkezi yönetimi'nin mailinde gerekçe olarak öne sürülen "nazım hikmet kültür merkezi'nin kapatılması yönünde çağrıları bulunan bir ismin etkinlik konuşmacıları arasında yer alacağını öğrenmiş bulunmaktayız." cümlesinde demir küçükaydın'a isnat edilen "kapatılma yönünde çağrı yapıldığı" iddiası, görünen o ki, külliyen yalan.

    işin aslı için küçükaydın'ın (yazısı epey uzun olduğundantldr'ye kurban gitmesin deyü buraya) meramını mümkün mertebe onun cümleleriyle özetliyorum:

    ---
    tkp, her tür demokratikleşme hamlesine karşı askeri bürokratik oligarşi safında yer aldı/alıyor. ve bu çizgisi hasebiyle belirli katakullilerle, kitabına uydurularak, devlet tarafından kadıköy'ün en güzel yerindeki binası ile ödüllendirildi. oligarşinin yanında bir pozisyon alış olmayaydı, o bina tkp'ye zinhar verilmezdi.

    ayrıca bu bina, tc'nin ilksel sermaye birikimi ve ulus devleti kurma sürecinin bir sonucu olarak, doğrudan olmasa da dolaylı yoldan azınlıklardan gasp edilen, ellerinden alınan binalardan biri. ve dahi eski ermeni okulu olan bu bina hepi topu iki ay sürecek olan tamiri ve düzenlenmesi karşılığında, kullanım hakkı bedelsiz olarak kaç yıl olduğunu bilmediğimiz şekilde [muhtemelen 49 yıl? -tink-] tkp'ye verilmiş. tkp de bu piyangoyu, devlet gasplarını, kırımları, mübadeleyi vs. hatırlatmak için müze/merkez olarak kullanmak yerine binanın verilme sürecinin üstünü örten açıklamalar yapıyor ("ermeni okulunun öğrencisi kalmamış" gibi) ve nazım hikmet'in ismini de bu işe alet ediyor. tkp, devlet gasbından pay kapma telaşına girmek yerine, bir jest yaparak kültür merkezinin ismini, binanın tarihini, sahiplerini ve sahiplerinin yani azınlıkların akıbetini anmak amacıyla değiştirmeli (osmanlı devrimcilerinden biri, ya da tevfik fikret gibi bir demokrat isim) ve dahi tkp, komünist nitelemesinin hakkını vermek için devletin azınlıklara karşı işlediği suçların, gaspların, zorunlu göçlerin, soykırımların peşine düşmeli. hatta "kadıköy'ün en güzel yerindeki bir bina, böyle bir piyango, niye komünist olan bana çıktı" diye kendi çizgisini sorgulamalı. zira sosyalist olmak devlet, sermaye karşıtlığı gerektirir elbet; ama öncelikle ve özellikle kendi devletine ve kendi sermayesine karşı olmayı gerektirir.
    ---

    denmiş. dolayısıyla ne "kültür merkezi kapatılsın" çağrısı var, ne bu yönde başka bir şey. nazım hikmet kültür merkezi yönetimi, küçükaydın'ın argümanlarına karşı çıkamamaktan dolayı bir utangaçlık göstermiş ve kendini/konumunu gözden geçirmek, özeleştiri mekanizmasını devreye koymak yerine küçükaydın'ın üstünü çizerek bütün bu yazılanları yok saymak yoluna gitmeyi daha uygun bulmuş gibi görünüyor.

    kesinlikle okunmasını gerektiğini düşündüğüm bu yazının aslı için bkz:
    http://blog.radikal.com.tr/…et-kultur-merkezi-37472
  • kadıköy'ün en keyifli tarafı.
    içinde nazım hikmet akademisi'ni barındıran, her ay mutlaka çeşitli etkinliklerin (film gösterimleri, tiyatro gösterimleri, fotoğraf ve resim sergileri, seminerler, söyleşiler) olduğu, pek çok atölyenin (kısa film, fotoğrafçılık, öykü yazarlığı, yabancı dil kursları, latin dansları gibi) faaliyetlerini sürdürdüğü ve piraye isminde leziz yiyecek ve içeceklere sahip bir kafeye sahip mekandır.

    burada çayınızı yudumlarken yakınlarınızda erkan oğur'u, handan ipekçi'yi, özcan alper'i, emin igüs'ü, ayşe tütüncü'yü, mutlu parkan'ı ya da semir aslanyürek'i görebilirsiniz, sakin olunuz.

    içeriye yiyecek alınmamasından şikayet edilmiş. 2011 yılında köftenin 15 tl. olduğu söylenmiş. (şu an köfte 9 tl. nasıl oluyorsa) hatta şiir tadında laf sokulmuş, güya işletmecileri zengin oluyormuş. bu kadarına da pes doğrusu..

    sol'a yakınların gittiği bir yer olabilir, solcuların hatta komünistlerin sahip olduğu bir yer de olabilir, fakat unutmayın ki bu devlet için de (elektrik, su, kira, vergi vs.) yiyecek içecek malzemelerinin alındığı özel markalar için de bir anlam ifade etmiyor. yani piraye kafe de diğer ticari kurumlar gibi işliyor. ne devlet ne özel sermaye "abi siz çok solcusunuz, bu ay elektrik benden, alın sizde şu kadar da yakıt" demiyor. öte yandan neredeyse bütün kültür merkezi'nin ve bazen nazım hikmet akademisi'nin giderlerini (bin tane etkinlik, ısıtma, su vs.) karşılıyor. durum böyleyken şikayet etmeden önce durup bir düşünmek gerek sanki. yoksa eleştiriler "hem solcuyum diyoo, hem adidas giyyooo aabii"* seviyesinde kalıyor.
  • kadıköy'deki çay içilebilecek en ucuz mekanlardan biridir. ha biz bu yüzden mi gideriz? hmm, çoğunlukla evet. tabi yanımızda götürdüğümüz kızlara sorarsak açık hava, sigara, ferahlık, devrimcilik filan da deriz.
hesabın var mı? giriş yap