• buyudugumuzden ve nba’in erisiminin kolaylasmasindan. 90’li yillarda jordan, malone, pippen, stockton bizim icin masalsiydi. soyle acayim macini izleyeyim yoktu. yilda bi defa, finallerde acar izlerdik gece yarisi. kalan zamanda kendileri degil efsaneleri vardi. simdi curry’ler lebron’lar eksigiyle gedigiyle her gun ozetini izledigin insanlar.
  • ülke standartları için uzun sayılacak bir nba izleyicisiyim. size dürüst olayım; normal sezon maçlarının yarısı beni zaten çok sıkar. eskiden beri de keyif almam. son sezonda izlediğim memphis-orlando maçı kötü diye 90'lardaki cleveland-clippers maçını övemem. onlar da kötüydü arkadaşlar. ha şu var; nba'de rekabet hiç bitmez. hiç beklemediğiniz maçta muazzam hareketler, 2 uzatmaya giden devasa çekişme ve heyecan örneklerini bulabilirsiniz.

    ben artık sevdiğim 5 6 takımın maçına odaklanıyorum normal sezonda. molalar falan zaman alıyor -ok- ama herkesin elinde artık telefon var, o zaman bir şekilde geçiyor.

    nba zevk vermiyor denmesinin sebeplerinin başında bence oyunun aşırı hızlanması geliyor. insanlar nostaljik düşünmek ve daha rahat etüd edip sindirebilecekleri maçlar istiyorlar. her hücumu beyinlerinde algılamak, sindirmek istiyorlar. o yüzden euroleague övenler var mesela. metodları ve planları çok anlaşılır. nba öyle değil artık. geçen sezon pace & space'in üst versiyonu dememizin daha uygun olacağı ruh & gun sisteminde 6-7 saniye içinde biten hücumlar oyunun yarısını oluşturdu. bu oyunlar insanlara üstünkörü gibi gelen, plansızmış havası veren oyunlar ancak bunların belli bir çoğunluğu bir plana bağlı. yine de biraz fazla abartıldığını kabul etmek lazım. lakin bu, oyunun geriye gittiğini göstermiyor. tarihin en büyükleri bird, magic, jordan gibileri bugünün oyununa koysaydık o stille yer yer yavaş kalırlardı. bu çok başka bir hız. evet sonuca gitmek için pace and space in daha da konsantre hali ama şu anda başarının standardı bu. en azından normal sezon için.

    her takımın bir stili var ve herkes kendi stilinde basketbol oynadığı için sahada toplamda bir dağınıklık hali var. ancak bunların büyük kısmı planlı. öyle harika oyunlar setler var ki euroleague'deki koçlar ceket ilikler. yine de herkes kendi stilini uyguladığı için birisi karate yapıyor öbürü wushu kung fusu diğeri tae kwon do...

    nba'de playoff'ların daha güzel geçmesi de bundan dolayı.

    takımlar birebir eşleştikleri için birbirlerine dönüşüyorlar. daha iyi olan, belli prensipleri daha iyi sahaya koyabilen turu geçiyor. daha yavaş, daha sindirilebilir, daha heyecanlı maçlar. öyle toplar var ki o son şut serinin kime gittiğini belirliyor. normal sezonda bunlar yok. yine belli lotarya takımları haricinde mücadele çok üst düzey.

    kendi adıma önümüzdeki sezonda da houston, boston, lakers, clippers, phila, miami gibi maçlarını çok merak ettiğim takımları ve bunlara ek olarak pelicans, bucks gibi takımları, utah gibi bir üst seviyeye çıkmış takımları zevkle izleyeceğim. 0-0 biten lecce-cagliari maçını banttan izliyor durumuna düşmek istemiyorsanız league pass almanızı öneriyorum. bazı günler o da oluyor ama oynanan oyunun eriştiği hız bazen algıyı köreltiyor. bu da insanlara savruk ve disiplinsiz bir oyun gibi geliyor.
  • dogru bir saptamadir.

    sebebi ise nba'a yon verenlerin hep ayni tarz oyunculari takimlara yigmasi ve birkac ozel oyuncu disinda nba icin isin show kismina hitab eden oyuncularin hemen hemen hic kalmamasidir.

    mesela bir aralar nate robinson vardi, 1.70 boyunda bir adamin 3 kez smac sampiyonu olabilmesi aslinda nba izleyicisinin neyi istedigini gosteriyordu. normal sartlarda o uc sampiyonlukta sadece 1 ini haketti ancak neticede 3 kez oldu. peki ne oldu; yeni nesil bilimsel takıldığını sanan profesyoneller kılı kırk yardi ve nate robinson yerine adin duyulmamis birbirinin kopyasi oyunculari kadrolara doldurdu. fakat bu oyuncular hicbir zaman nate'in chicago da d.rose sakatlandiginda verdigi katki ve patlamayi veremedi.

    yani isler oyle bir hal aldi ki artik hersey kagit ustunde hesaplanabilir ve ongorulebilir oldu. artik bir yildiz sakatlandiginda, oynadığında veya oynamadiginda o takimin kazanma veya kaybetmesine belli bir istatistik verildi ve suprizler ve supriz oyuncular yokolmaya basladi.
  • ben de nba’i 25 seneye yakındır takip ediyorum.

    burada insanların düştüğü yanılgı daha iyi olanın, daha keyifli olması.

    arkadaşlar daha üst düzey basketbol oynandığı konusunda çok bir kimsenin itirazı olamaz. istatistik bilimi bunu ortaya koyuyor. sıradan bir oyuncu, söz gelimi, jamal crawford’ı 40 sene geriye götürebilseydik büyük ihtimal dr j. kendisi olurdu. yahut ricky rubio lige 2000 lerin başında gelseydi asist ve top çalma krallıklarına ambargo koyup tarihin en iyi oyuncuları arasında sayılabilirdi. hatta herhangi bir takımın 9. 10. oyuncu büyük ihtimal 2000 leein öncesinde yıldız olabilirdi.

    burada oyunun keyif vermemesinden konuşuyoruz. mücadele bitti, güç artık eskisi kadar anlam içermiyor. bugün shaq oynasa 25 - 30 dk sahada kalamazdı mesela. salt atletizme dayalı bir dönemdeyiz.

    taktiklerin önemi minimuma indi. set oyunlarına ihtiyaç kalmadı. atletseniz ve eliniz düzgünse sadece tempo ve alan paylaşımını bilerek çok iyi bir takım görüntüsü verebilirsiniz.

    temaslı bir spor değil artık nba (evet nba sporu olarak adlandıralım). uzunların çarpışmalarını izleyemiyoruz. kısalara temas etmek mümkün değil, sokak basketbolunda harden’a, embiid’e çalınan faullerin lafının geçmesi kavga sebebi olur.

    nba’i zevkli yapan shaq’in omzunda iki oyuncuyla potaya gitmesi, iverson’ın duncan ve amiral’in kolları arasından akrobatik bir turnike bırakması, mark jacksonın post upları, nash’in amare’nin potayı sarsacak bir smacı öncesi bakmadan attığı pası, jordan’ın hornacek ve russellın kendisini dip çizgiye sürmesine bakmadan attığı fade away’leriydi.

    şimdi daha efektif ama daha keyifsiz bir nba izliyoruz. izliyoruz, takip ediyoruz ama eski tadı hepimiz alabiliyor muyuz? ondan emin değilim.
  • yasımız ortaya cıkacak ama 95-96 supersonics-bulls nba finalini izlemiş birisi olarak katıldıgım onermedir. şimdi gary payton ın supersonicsi 4-2 kaybetti ama , kaybettiği kadro şu . jordan, pippen, kukoç, rodman, kerr ron harper falan aklıma gelenler. bunları izleyen kişi için maalesef şimdiki nba zevk vermiyor gercekten.
  • saçmalamakta zirve yapmak bu olsa gerek... eski tadı tabi yok ama ona bakarsan hiçbir şeyin eski tadı yok.
    halen euroleague'e tercih edeceğim ligdir. en azından adamlarda şov var. seyir zevki yüksek
  • ekşi sözlük geleneksel mazi fetişine hoş geldiniiiz...

    yahu bırakın şu geçmiş şöyleydi böyleydi.
    mutlaka güzeldi ama şimdiki hali de gayet keyifli. illa birini sevip birine b.k atmak zorunda değilsiniz.
    önceden de müthiş yetenekli isimler geçti. şimdi de akıl almaz adamlar var. yeteneğin niceliği ve niteliği de artmış durumda. her takımda neredeyse birden fazla süper yıldız var. ben sabırsızlanıyorum yeni sezon için. geçen senenin hikayesi de çok güzeldi. önümüzdeki sezonun da çok acayip olacağı belli.

    siz eskiyi yine hobi olarak hatırlayın ama şimdiden de keyif almaya bakın. bundan 10-20 sene sonra da bu zamanı övüp o zamanı kötüleyeceksiniz çünkü..
  • doğru tespittir, eski yıldızların kalmamasından mıdır nedendir eski keyfi vermemektedir. ender bilginin anlatımıyla kanal d'de izlediğimiz nba finalleri hala hafızalarımızda.
  • dün akşam ki utah milwaukee maçını oturunda seyredin ondan sonra yazın.
  • oyunun bu kadar tempo kazanmasından evvel, savunma kurguları rakiplerinizi enine boyuna süzebilmenize ve gövdelerin (kol ya da bacakların değil) ağır fiziksel temasına müsamaha gösterilmesi sayesinde onlarla boğuşup sindirebilmenize, yıldırıp yıpratabilmenize elverişliydi.

    şimdi, bırakın süzmeyi sezmek için bile vaktiniz yok. ayrıca bu tempoda koşan oyunculara eski tarz fiziksellikle engel olma imkânı tanınsa muhtemelen hızını alamayan 3-5 oyuncu ağır biçimde sakatlanır her maç. ya da derhal işi eski tempoya düşürürler, çünkü hızlı gidene en ufak bir müdahale bile ciddi bir tehlike potansiyeli içerir.

    akrobatik hareketlerin yanında, ebelemeç oynarcasına temastan kaçmaya çalışan cambazlar ve menzilli silahlarını konuşturan askerler, yani okçular artık takımların temel hücum gücünü oluşturuyor. eğer bir çember savunucunuz yoksa, zaten takımların "v" ya da "l" düzeninde savunma yapması bile rakip hücumculara kâr etmiyor. bu da, eskinin daha durağan ama rekabetçi basketboluna rahmet okutuyor. günümüzde harlem globetrotters'ı ya da harlem wizards'ı son süratte seyreder gibiyiz her maçta.

    tüm olay, "low possession high fundamental" ekolü ile "high possession low fundamental" zihniyetinin çarpışması ya da mukayesesinden ibaret değil. bu sistemi 60'larda da, 70'lerde de, 80'lerde de, 90'larda da oynayan takımlar vardı fakat birtakım kilit kurallar sebebiyle başarılı olamıyorlardı. bu kuralların her birinin gelişi/değişimi birer dönüm noktası oldu (not: ilk dört değişim, nba atmosferi açısından önem taşımaktadır):

    - 1963-65: abl (american basketball league) kuruldu; nba'e alternatif büyük bir profesyonel lig olarak düşünülse de, maddi istikrarı sağlayamadı ve kısa sürede kapandı. ama basketbolu üçlük çizgisiyle ilk tanıştıran organizasyon sıfatıyla tarihe geçti.
    - 1964 all-star maçı: oscar robertson ve jerry west gibi isimlerin önderliğindeki yıldızlar, oyuncular birliği isimli oluşumun takım sahipleri tarafından resmen tanınmasını sağlamak için, tarihte ilk kez ulusal kanalda naklen yayınlanacak olan bu all-star maçına çıkmama tehdidinde (hem de maçtan dakikalar evvel) bulundu. lakers başta olmak üzere pek çok takım sahibi geri adım atınca, yeni bir dönem başladı ve oyuncu hakları önem kazandı.
    - 1967-76: aba (american basketball league) kuruldu; üçlük çizgisinin uygulanmasının yanı sıra, amerikan bayrağı rengindeki money ball ve all-star'da smaç yarışması ilkin bu lig tarafından literatüre kazandırıldı. ayrıca indiana pacers, new jersey (new york) nets, denver nuggets (rockets) ve san antonio spurs gibi günümüzün nba takımlarının temelleri burada atıldı. mali istikrar sağlanamadığı ve naklen yayın sözleşmesi imzalanamadığı için kapanan (daha doğrusu nba ile birleşen) lig, faaliyet dönemi boyunca oyuncuların takım sahiplerine karşı pazarlık ve fiyat arttırma yönünden kullandığı yegâne kozdu. rick barry, billy cunningham gibi pek çok yıldız bu doğrultuda en iyi kontratları imzalayabilmek için müzakerelerde aba ile nba'i birbirine karşı kullandı, iki lig arasında gidip geldi.
    - 1970-71: spencer haywood, nba'e karşı açtığı davayı kazanarak, maddi yönden zor durumda olan oyuncuların üniversitede 4 yılı tamamlamaksızın da profesyonel basketbol oynayıp nba'den para kazanabilmesini sağlayan 'hardship' kuralını devreye soktu. connie hawkins'in iade-i itibar davasından daha önemli neticeler doğuran bu dava sonrasında, moses malone, shawn kemp, darryl dawkins, kevin garnett, kobe bryant, lebron james, tracy mcgrady, amare stoudamire, al harrington, stephen jackson, dwight howard, tyson chandler, jermaine o'neal, rashard lewis, brandon jennings, andrew bynum gibi isimler doğrudan liseden yahut okullarından mezun dahi olmadan; julius 'dr. j' erving, michael jordan başta olmak üzere sayısız isim de üniversitede 4 yılını doldurmadan nba'e adım atabilme imkânı buldu.
    - 1980: handcheck (fakat ne keskin biçimde uygulandı, ne de gövdeyle yapılan fiziksel müdahaleleri engelledi; sadece elle yapılacak müdahaleleri kapsadı zira rap kültürünün gelişi ve iki ligin birleşimi ile fiziksel temas kavramı çok kaotik bir kapsama sahipti, düzen henüz oturmamıştı).
    - 1979-80: üç sayı çizgisi, abl ve aba'den sonra nba'de de uygulanmaya başlandı. alışkanlıkların ilk 8-9 senede pek değişmediğini söylememiz gerek; larry bird, bob mcadoo, jack sikma, bill laimbeer, sam perkins, george mcginnis, tom chambers, manute bol, clifford robinson (uluslararası oyunda da efsanevi arvydas sabonis) gibi öncüler hariç, 4-5 numarada şut menzili 1990'ların başına dek üçlük çizgisinin dışına pek çıkmadı. hoş, 90'larda da detlef schrempf ve toni kukoc gibi öncü avrupalı uzunların gelişi hariç pek bir değişiklik olmadı belki, ama bilhassa oversized peja stojakovic ve ulu dirk nowitzkinin gelişi ile 2000'lerde uzunlar yönünden de işler çok değişti.
    - 1983-84: bazı alan savunması versiyonlarına kimi hallerde müsaade edilmeye başlandı.
    - 1986: nba play-off'ları ilk kez paket halinde kendi naklen yayın sözleşmesine sahip oldu.
    - 4 temmuz 1988: yeni cba (toplu iş sözleşmesi) imzalandı; bu kapsamda, ligde 7. yılını bitirmiş ve en az iki kontrat tamamlamış her oyuncu, kontrat bitiminden itibaren sınırsız serbest oyuncu olma statüsünü kazandı. bu kuraldan ilk faydalanan, seattle'dan phoenix'e geçmeyi seçen "beyaz zenci" lakaplı tom chambers oldu. günümüzdeki unrestricted free agency (sınırsız serbest oyunculuk) ve modernize haliyle restricted free agency (sınırlı serbest oyunculuk) kavramlarının temeli burada atıldı. oyuncuların büyük pazar takımlarına geçme şansları doğdu ve aba kapanalı beri ilk kez kontrat pazarlıkları yapma bakımından elleri güçlendi. daha öncesinde, kontratı biten herhangi bir oyuncuyu transfer etmek isteyen bir nba takımı, oyuncunun mevcut takımına bir tazminat bedeli (takas misali bazı karşılıklar; oyuncu, draft hakkı yahut para) vermek zorundaydı.
    - 1989–90: fiba'da yer alan "periyotların son dakikasında saniyenin onda birini ölçebilen kronometre kullanımı" kuralını nba kabul etti.
    - 1990-91: ünlü bulls-knicks maçı sonrası, 0.3 saniyenin altında topa hâkim olup nizami bir şut atmanın imkânsızlığını belirten 'trent tucker kuralı' uygulanmaya başladı. david lee'nin 2006'da 0.1 saniye kala topu tipleyerek kazandırdığı maça dek, 0.3 saniyenin altındaki bir sürede (topun elden tamamen çıkartılamayacağı gerekçesiyle) atılan şutlar süre engeline takılıp geçersiz sayılmaya başlandı. bu kuralı 2010'da fiba da kabul etti.
    - 1990'lar: öncelikle, 'bad boys' ve türevi ekolleri yumuşatabilmek adına, 90-91 senesinde flagrant foul yani sportmenlik dışı faul kuralı getirildi. eskiden alabildiğine sert darbeler vurmak bile normal faulle (itiraz vs. gelirse, teknik faulle) cezalandırılırken, sportmenlik dışı faul (tabi o zaman 1 ve 2 diye farklı çeşitleri yoktu), mağdur takımlara hem fazladan 1-2 sayı hem de ekstradan hücum hakkı tanıyınca savunmalar sert faulü (hatta 'turnike attırmayın!' kanununu) yavaş yavaş terk etmek zorunda kaldı. sonrasında yapılan değişikliklere bakarsak; sırtı potaya dönük 5 saniye kuralı - charles barkley ve adrian dantley gibi isolation canavarı skorerler sebebiyle getirilen bu kural, topu elinde tutan oyuncunun potaya sırtı dönükken hareketsizse ya da (2015-16'ya dek) top sektirme halinde ise en fazla 5 saniye içerisinde bir şekilde topu elinden çıkarmasını zorunlu kıldı. tempo ve seyir zevki artmaya başladı, ama satranç oynamayı seven sabırlı hücumcular azaldı.
    - 1992: ilkin 1970'te dino meneghin, ardından kresimir cosic gibi isimlerin draft edilmesiyle başlayan ama bulgar georgi glouchkov'un 80'lerde lige adım atışına dek hiçbir avrupalının forma giymediği süreçte, drazen petrovic, vlade divac, sarunas marciulionis, arvydas sabonis gibi profesyonel kariyerini avrupa'da başlatan yahut detlef schrempf, uwe blab gibi ncaa çıkışlı avrupalı nice isim, nba'i globalleştirdi. bu akım, 86, 87, 88 ve (kurallar 89'da değişse de, tavrından ödün vermeyen abausa yüzünden) 90'da milli formayla hüsran yaşayan abd'nin 92 olimpiyatlarında dream team'i yaratması ve barcelona'da dünyaya gövde gösterisi yapması ile inanılmaz bir ivme kazandı. paspalj, radja, kukoc, danilovic, djordjevic, herrera gibi ikinci dalga; wolkowynski, nowitzki, pau gasol, tony parker, kirilenko, peja stojakovic, ginobili gibi üçüncü dalga uluslararası oyuncuların gelişiyle, nba'de özellikle avrupa usulü pick-n-pop oyunlar ve eurostep gibi hareketler sıkça görülmeye başlandı, oyun tarzı 2000'lerde eskiye nazaran çok farklı bir hale geldi.
    - 1995: sezon bitiminde az kalsın gerçekleşecek olan lokavt, oyuncular birliği (david falk ve patrick ewing) ve takım sahipleri arasında mutabakata varılmasıyla engellendi ve sezon tam takvimiyle (82 maç) oynandı. yeni free agency döneminde, salary cap (ücret tavanı) artışı ile nba tarihinde ilk kez 100 milyon doları aşan kontratlar görüldü (ilki juwan howard, ardından alonzo mourning ve kevin garnett).
    - 1995-96: üç sayılık atış halindeyken yapılan faullerde iki yerine üç adet serbest atış kullanılması dönemi başladı. bu da oyuncuların üçlük kullanmasını epeyce teşvik etti elbette.
    - 1998-99: lokavt gerçekleşti, yeni bir cba imzalandı. 50 maçla sınırlı kalan nba takvimi o yıl ilk kez all-star maçı düzenleyemedi. oyuncuların pek çoğu ilk kez karşılaştıkları "haddinden fazla boş zaman" sebebiyle vücut ritmlerini kaybettiler ve patrick ewing, larry johnson gibi yıldız isimler, müzmin sakat haline gelmeye başladı.
    - aynı dönemde, hakemlerin maç içerisinde oyuncularla herhangi bir diyaloğa girmesini/konuşma başlatmasını yasaklayan tüm kurallar da kaldırıldı.
    - 1999-2000: illegal defense ortadan kalktı - alan paylaşımı zarureti ve 24 saniye kuralının getirilişinden bu yana nba'da yasaklanan alan savunması, ilkin bu kuralın kalkmasıyla mümkün oldu. oyuncuların zayıf taraftan rakibe ikili sıkıştırmaya gitmesini yahut savundukları rakip oyuncudan belli bir mesafeden fazla uzaklaşmalarını engelleyen bu kural, özellikle hakemler için yorucu ve kafa karıştırıcı olabiliyordu. belki tümden kaldırılmayıp modifiye edilse, alan savunmasına karşı bildiğimiz en ölümcül hücum silahı halen daha dejan bodiroganın üçlükleri olacaktı.
    - 2000-2001: defansif üç saniye kuralı: gelişiyle birlikte shaq gibi uzunların boyalı alan ve faul çizgisi civarında tabiat itibarıyla yarattıkları haksız rekabet dengelendi. her ne kadar bu da illegal defense çerçevesinde yer verilen bir kural olsa da, kapsamı itibarıyla onun çok küçük bir kısmını ifade ediyor.
    - 2001: yarı sahayı topla geçme süresi 10 saniyeden 8'e indirildi.
    - 2001-2002: her türlü alan savunmasının serbest bırakılması - tabi defansif üç saniye olunca, merkezde bir sabit savunmacı bırakmak mümkün olmadı. işte tempo ve yatay hareketlilik, uzunlar için böylece daha da önem kazandı. ayrıca bu kural sayesinde görece daha az sert, daha az delici ve daha dayanıksız guardlar da çok daha kolay sayı ve asist kaydetme imkânına kavuştu (bkz: steve nash).
    - 2004: handcheck kuralı revize edildi ve bugünkü kıvamına çok yaklaştırıldı. bu sayede hücum oyuncuları çok daha fazla hareket ve potaya saldırı alanı bulmaya, artan spacing sayesinde yarı sahada epeyce kolay hareket edebilmeye başladılar. her an rakiplerinin temaslarını üzerlerinde hissetmedikleri için, yüzlerini potaya dönmeleri ve rakiplerini birebirde ekarte etmeleri kolaylaştı. niye yapıldı bunlar, dersek, sebebi basit: hücum, savunmadan çok daha "göz alıcı"dır. hücum ne kadar çok olursa veya yarı sahada kendine ne denli boş alan bulursa, ortaya aynı oranda çok spektaküler/eğlenceli/şova dönük hareket (highlight) çıkacaktır ve bu da seyircileri çekecek daha fazla içeriğin üretilebilmesini sağlayacaktır. fizikselliği azaltınca rekabet düzeyinin de inişe geçeceğini hesaplamak o günün meselesi değildir tabi, globalleşme yao ming ve çin ile had safhaya vardırılmalıdır bir an evvel...
    - kasım 2004: meşhur detroit-indiana kavgası sonrasında bazı durumlara sıfır tolerans politikası uygulanmaya başlandı. bu noktadan itibaren uzuv veya gövde fark etmeksizin fiziksel temasa çok daha az müsamaha gösterildi, rap kültürü ve temsilcileri (bkz: allen iverson) (bkz: stephon marbury) tarzlarını terk etmedikleri sürece itibarsızlaştırıldı, tüm takım yetkililerine ve tribünde otursalar bile sakat oyunculara maçlarda takım elbise giyme kuralı zorunlu kılındı. seyircilere yönelik güvenlik tedbirleri sıfırdan yenilendi.
    - 2006: denver-new york arasındaki "sokak çetesi kavgası"ndan sonra (bkz: jared jeffries) (bkz: nate robinson) (bkz: j.r. smith) (bkz: carmelo anthony), oyunculardan ya da teknik ekiplerden hakemlere gelecek en ufak bir itiraz doğrudan teknik faulle cezalandırılmaya başlandı, her türden fiziksel temasa müsamaha sıfıra indi. oyuncular mekanikleşti, ruhları profesyonellik uğruna köreltildi. sokaktan gelerek kendini sahada ifade eden yıldızlar, yerlerini şov ve eğlence adına her türlü eylemi yapabilecek sporculara bıraktılar. o mücadeleci ruhun yerini, herkesin, en büyük franchise oyuncularının bile meta gibi görüldüğü bir düzen aldı.
    - 2010: nba komisyoneri david stern, kötü bir hakem kararı üzerine tepki gösterme eylemine sorgusuz sualsiz teknik faul çalınması ve 2 bin dolar para cezası uygulanması kuralını getirdi. ayrıca hakem yönetimi hakkında eleştiride bulunan herkese meydan okudu, jeff van gundy gibi önemli koçları bile ligden ebediyen men etme tehdidinde bulundu. düğümün son halkası da burada çözüldü ve oyuncular "duygusuz" kullara dönüşmeye başladı.

    böylesi kural değişimleri olmasaydı (ki bunda çok kalitesiz oyuncu havuzları içeren draft'ler, uluslararası basketbol ekolünün yansımalarını kucaklama - tıpkı 70'lerde siyahîlerin sisteme dâhil olma süreci gibi - evresi, berbat idareciler ve 1990'lardan itibaren yaygınlaşan liseli oyuncu - ya da 2000'lerin ortasından itibaren one-and-done kuralı - furyası yüzünden sportif programları çöküşe giren ncaa'ler de epeyce pay sahibidir), biz bugün yine daha kaliteli, profesyonelce yetişmiş, sağlık ve bakım yönünden eskiye taş çıkartan ama uluslararası ekolün pick-n-pop ya da yugoslav faulü benzeri etkileri hariç yine 1980'lere ve 90'lara çok benzer zihniyetle basketbol oynayan bir nba izleyecektik.

    morey ball çok yeni bir tabir gibi durabilir, fakat fikrin sadece "orta mesafe şutlarını unut" bölümü bizler için yeni. tempo, (40'larda, 50'lerde ve 60'larda, daha doğrusu oscar robertson gelene dek kora kor mücadele ve savaşçılık ruhu yerine nezaket ve amatörlük ön planda olduğu için bu dönemi dışarıda bırakıyorum) 70'lerde sonics, suns; altın dönem olarak kabul edilmesi gereken 80'lerde (bad boys'dan önce) pistons, (sidney moncrieften evvelki) bucks, warriors, nets, knicks, hawks, (bilhassa son periyotlarda) showtime lakers; işin savunma yönünün ağır basmaya başladığı 90'larda run tmc - warriors, paul westhead temalı nuggets, 3jdönemindeki mavericks, 2000'lerde sonics, yine d'antoni - morey imzalı suns gibi nice kadro ve takım tarafından bir temel koşul olarak öngörülmüştü zaten. ama 81'de üçlük çizgisinin gelişi sonrasında yavaş yavaş menzil dışarıya kaydığı için bu tempo doğal olarak alan boşlukları ve paylaşımlar da doğurdu. ardından morey çıktı ve ille iki sayılık şut atılacaksa en garantili yol, yani pota dibinden atışlar tercih edilsin, aksi halde maksimum risk ve fayda kokan üçlük atışlar temel hücum arayışımız olsun, dedi.

    işte seyir zevkine balta vuran, oyunculardan sonra oyunu da ruhsuz ve mekanik bir hale sokan da bu düzen oldu. bu faydacılık, 1980'lerde cavs'in fecaat yöneticisi don delaneynin nba'den veto yiyen hatta kuralla yasaklanan o haraç-mezat işportacı zihniyetini yeniden hortlattı ve yeni düzene ayak uyduracak oyuncuları bulmak adına eskileri hallaç pamuğu gibi tasfiye etmekten zerre çekinmeyen danny ainge, sam hinkie gibi 'tanking' ve 'draft hakkı' hastaları ligin en büyük ve köklü pazarlarını ele geçirdi.

    neticede, eğer 1976 ya da 1979'daki nba final serisini, 1986'dan bir celtics - hawks maçını, 1987'den bir lakers - mavericks ya da jazz - rockets maçını, 1989-91 arasında bad boys pistons'ın herhangi bir normal sezon maçını, hatta 1983'teki 186-184'lük pistons - nuggets maçını izlerken aldığımız keyif, 1993'teki knicks - bulls doğu finalini ya da 2001'deki sixers - bucks doğu finalini veya 2004 ve 2005 nba finallerini izlerken aldığımız zevkle nitelik ve nicelik olarak aynıysa, yani normal sezon veya play-off fark etmeksizin kaliteli takımların kozlarını paylaştığı her maçı dönüp tekrar seyretmeye "tahammülümüz" varsa, fakat 2016 batı finali, 2016 ve 2017 nba finalleri, 2019 sixers - raptors doğu yarı finali, son birkaç yıldaki bazı boston ve utah maçları (ki onlar da 2004 pistons felsefesini yaşattıkları için güzel ve doğru basketbol oynuyorlardı) ya da thomas-turner-bradley-smart dörtlüsü varkenki bir celtics - warriors maçı hariç hiçbir play-off ya da normal sezon maçı bize tadı damağımızda kalan bir seyir zevki sunamıyorsa, hele hele normal sezon maçlarının hiçbirisinin ilk üç çeyreğini izlemeye "tahammül bile edemiyorsak" ortada bir sorun var demektir.

    abl ve aba, nba'e eğlence, tempo ve şov getirmişti. avrupa kültürü/uluslararası ekol ise nitelikli hücum ve en kısır malzemeden yapılabilecek kurnaz savunma sistemlerini aşıladı. ama bugünkü tablo, nba'in kural değişikliklerinde mücadelenin, rekabetin ve insan olmanın en kritik unsurlarını devre dışı bırakacak denli katı davranarak hataya düşmesi ve morey gibilerin yeni sistemin "bug"larını bularak bu durumdan istifade etmesi yüzünden oldu. 1998-99 ve 2011-12 lokavtları pek çok oyuncunun formdan düşüp kronik sakatlıklara boğulmasına vesileydi, ama sporcuları, camiaları ve takım organizasyonlarını tümden meta veya kimliksiz, tek tip varlıklar olarak görme zihniyeti, seyir zevkini düşüren temel unsurdu. bu konu, herhangi bir takımın las vegas'a taşınması halinde (basketbol o şehirde tamamen safi şov görünümünü alacağı için - bkz. las vegas aces), ya da çin'in tüm naklen yayın anlaşmalarını ebediyen feshetmesi durumunda arşa çıkacak ve halihazırda naklen yayın ücretleri dışında nba takımlarının yarısından fazlası zarar ettiği için, nba kaybettiği rekabet kırıntılarını yeniden toplamak uğruna çalışmalara başlayıp nerede aşırıya kaçtığını ve hata yaptığını sorgulayacaktır.

    sonuç: citius, altius, fortius; yani daha hızlı, daha güçlü ve daha yükseğe prensipleri, her zaman saadet ve seyirci getirmiyormuş...

    edit: imlâ. ayrıca yeni atletik düzende artan sakatlıklar, adeta zaruri hale gelen doping ve open court gibi programlarda eski yıldızların şu demeci de konuya katkıda bulunabilir: "eskiden, 80'li ve 90'lı yıllarda yıldız dediğin oyuncular, yani kadroların alfa isimleri, takımlarını 6 temel kategoride sırtlamakla yükümlüydü: sayı, ribaunt, asist, tempo, liderlik ve savunma. özellikle liderlik ve tempo onlara bağımlıydı, diğer kategorilerde de takım içerisinde ilk 2'ye - 3'e girerlerdi. şimdi en fazla 2-3 kategoride takımlarını taşıyan yıldızları görüyoruz, çünkü değişen düzende onlar da geri kalan kategorilerin 'hamallığını yapmaya' gerek olmadığını biliyorlar, ama seyirciler de onların bu tercihi yüzünden onlarla kolay kolay özdeşleşemiyor".
hesabın var mı? giriş yap