• sanırım uzun bir dönem beni en çok buhrana sürükleyen şeylerden biri de buydu. yalnız ve kaygılıydım; ama ne zaman çevremin içine dahil olsam bir çeşit anksiyete beni bulurdu. insanların kendilerini adadıkları hayatlar; düşünce tarzları; şeyler ve olaylar hakkındaki, her zamanki, basmakalıp lafları... bunlar bana dokunur, irrite eder, hatta kaygılandırırdı.

    sarı ampullü odalarda içilen çaylar; sıcaklık, çok sıcak ve havasız odalar; sonra mesala, tarz olduğunu sanan bir arkadaş grubunun ucuz esprilerindeki abuk kelime tekrarlarına ve belirli saçma cümlelerin abartılmasına tanık olmak; özgürlüğün, eşitliğin bile bazı steryotiplerin, kiralık ağızlarıyla dile getirilmesi.

    bütün bu insanlara benzemek istemezdim; buna tüm gücümle karşı koymaya çalışmak beni zamanla tuhaflaştırdı; adeta bu hayatın içinde eriyemeyecek bir lanetli gibi hissediyordum kendimi. tıpkı şehirlerarası otobüs yolculuğunda, tek başıma mola yerlerinde inip, etrafı gezerken yaşadığım yalnızlık ve hiçlik gibi bir şeydi bu.

    bütün bir dünya başıma yıkılmış gibi olurdu. ben bu insanların arasına nasıl katılacağım; şu ışığı yanan evdeki aile adamının davranışlarını nasıl sergileyeceğim diye düşünüp dururdum. insanların kendi halindelikleri beni bunaltırdı.

    içinde yaşadığım an'a bakınca, gelecekteki bu olası yaşantı tipleri beni mahvederdi. oysa, şu anda yaşadıklarımı bir vizyon olarak düşüünseydim; muhtemelen içinde bulunduğum bu tarz bir yaşantı olasılığı da keyfimi kaçıracaktı. bir şehre yalnız başıma gidip geride bıraktıklarımı düşündüğümde yaşadığım boşluk gibi. vesaire.
hesabın var mı? giriş yap