• acınması gereken nefistir. yalnız bu acıma daha çok, onun düşüp kalkmasıyla alakalı bir şeydir. kişi bazen defalarca hata işler ve sonrasında tövbe eder. yaptıklarına pişman olur ciddi ciddi. nefs-i emmareye göre bir gelişimdir, takdir gerektirir, ancak şımarıklığa gelemez bu nefis.

    ümit ile korkunun atbaşı gitmesi gereken mertebedir. yoksa sırf ümitlere bağlanmak aşırı iyimserlik, hep korkulardan nemalanmak ise bedbinlik doğuracaktır. allah, kıyamet suresi'nde (75:2) pişmanlık duyan nefse yemin ederken belli bir zümre kastetmemiştir açık açık. burada kendini kınayan nefis, sürekli günaha düştüğü için öteki dünyada kendini kınayan nefis olabileceği gibi, attığı her adımda, "acaba bu adım benim için uygun ve emin bir adım mıdır" sorusunu kendine sorarak herhangi bir hataya imkan tanımayan nefis de olabilir.

    öte yandan kendisini o mertebede sayanların bu hallerinden çok da emin olmaması gereken bir seviyedir. insan bazen nefs-i emmarede bulunduğu halde, bir-iki tövbe etmekle kendisini levvame sularında zannedebilir. halbuki bu durum, ezeli düşman'ın basit bir oyunu olabilir. tıpkı 20 sene kandıramadığı cüneyt'i 20 saniyede kandırmaya çalıştığı anda olduğu gibi. allah yardımcısı olsun, o yol'a niyet edenlerin...

    allah'ın tanıdığı imkanlara rağmen, kuldan beklenen o hatayı yapmamaktır. bir kez bile yaptığında onun pişmanlığını yıllarca çekecek şekilde içinde duymaktır. yoksa, öteki türlü çok kaba tabirle "yalama" yapar. gerçi allah "her daim affedicidir", ama bize yakışan sürçmemek, bir kere sürçünce de bütün hayat boyunca onun ızdırabını duymaktır. hata yapmak kötü, ama tevbe kapısının açık olduğu bilmek güzel; tövbenin ardından bir kez daha vartalara düşmek kötü, ama yine affolma ümidini taşımak daha da güzeldir.

    ayrı bir güzelliği vardır o halin. bazen çok uzun sürse de sabırla beklemek lazımdır bir üste geçiş yapmak için. biz gerçi hala yerimizde sayıyoruz orası başka mesele...

    ideal olan ile realitenin farklı olduğu bir mertebedir levvame. yürümeyi yeni öğrenmeye başlamış bebek gibidir nefis bu mertebede. elbette düşmeler, sürçmeler, kalkmalar ve tökezlemeler olacaktır. anne-babanın, çocuğun elinden tutup her seferinde onu cesaretlendirmesi gibi allah'ın da, kulunun elinden tutacağı ümit edilir.

    maksat ne olursa olsun, herkesin kendi açısından ders çıkarması gereken bir nefistir. bu mertebedeki herkesi günahkar olarak görmek doğru olmayacağı gibi, müttaki olarak görmek de kapsayıcı bir bakış açısı vermekten uzaktır ne yazık ki. mühim olan kişinin kendisinin "ne mal olduğunu bilmesi" ve buna göre hareket etmesidir. kur'an-ı kerim'e bile girdiğine göre, demek ki bir şekilde allah'ın önem verdiği bir nefistir. ama bu önem, o nefsin cenneti garanti görmesini gerektirmez.
  • levvame yani özeleştiri yapan şuur, hz. musa ile temsil olunur ve bu mertebeye yükselen kişinin bedeninde pek çok önemli enerjetik/spritüel değişiklikler gerçekleşir.

    musa'nın ağacının tutuşması bunlardan başlıcasıdır. insan bedenindeki enerjetik yapı tıpkı bir ağaç ve dalları gibidir ve tüm vücudu sarmıştır. normal insanlarda bu ağaç tamamen ölü olmasa da ölüye yakındır ve dallarının çoğu kuru veya minimum seviyede hayatiyettedir. o yüzden insanların çoğu yürüyen ölüler hükmündedir manevi açıdan.

    emmare denilen ego ve tabiat seviyesinden kurtulan şuur, büyük bir fetih/açılım yaşar ve bu fetih sonucunda sakrum kemiğindeki enerji santrali faaliyete geçer. bu esnada sakrum kemiği yüksek sıcaklıklara ulaşır ve yine tüm vücut alev alev yanmaya başlar. zira sakrum kemiğindeki enerji tüm vücuda pompalanmaya başlanmıştır. bu enerji vüduda yerleşmiş karanlık enerjileri ve tortuları yakar. hissedilen yüksek ısının ve görülen alevin nedeni budur. bu yanmaya ağrı ve sızılar da eşlik edebilir.

    tasavvuf ehlinde bu yaşanılanlar nurani tetikleme sonucu hasıl olur. nurlar, enerjetik yapıyı(nefsi) saflaştırırlar ve ondaki olumsuzları yavaş yavaş yok ederler. ileri aşamalarda ise bu ağaç nurdan meyveler verir. melekût alemine, nur boyutuna geçemeyenlerde ise kesinlikle o ağaç nurdan meyveler vermez. nur boyutuna geçiş peygamberlere mutlak iman gerektirir. onlara en ufak bir itiraz nur yolunu kapatır.

    spritüalistler de bir takım teknikler kullanarak sakrum kemiğini açarlar ve oradaki santrali faaliyete geçirirler. ancak onlarda nur olmadığı için tüm vücuda karanlık enerjiyi salıvermiş olurlar. feth-i zulmani tabir edilir tasavvufi eserlerde bu hal. bu enerji kapkara bir yılandır. bu yılan omurgadaki kilitleri kıra kıra bıngıldak kemiğine yükselmeye başlar. bu esnada spritülistimiz korkunç acılar çeker. çekilen acılar işkence seviyesindedir. 33 omur da açıldığında, o kimseye lucifer gelir ve aydınlatır. masonların 33. derecesi budur. şimdilerde camilerde tamamen şeklen yapılsa da bizdeki 33 sübhanallah, 33 elhamdülillah, 33 allahuekber'in de sırrı bir yönden budur. (sahabe, nurani aydınlanma işlemini bu tesbihat ile yapmış. ancak hiçbir ön şartını taşımadığımız için bu tesbihat bizde şekilden öteye gitmez)

    iman sahiplerinde yanma ve bir parça ağrı sızı haricinde pek bir şey yaşanmaz. ayrıca onlarda yılan, nur etkisi ile anında mesholur ve asaya dönüşür. asa, nur karşısında tam teslim olmuş enerjidir. bir ağaç parçasının sahibine karşı direnç veya irade göstermesinin düşünülemez olması gibi...sonraki şuur mertebelerinde ise sözü edilen enerji çok daha yüksek titreşim frekanslarına çıkarak, zümrüd-ü anka kuşu olmak raddesine dahi gelebilir...spritülaistlerin karanlığını çok yüksek seviyelere getirebilenlerinde ise söz konusu karanlık enerji, ateş kusan bir ejderhaya dönüşür.
  • pişmanlık duyan nefs. iyi ve kötü olanı seçmekte kararsızdır, bu yüzden de bir iç çatışmaya sürekli olarak maruz kalır. bazen bir şey, bazen bir başka şeydir – ikisi de olabilir. aşağı ve yüksek iki nefsin farkına varabilir, ama bilgisi irade içermediğinden aşağı nefsin dürtüleri ortaya çıktığında, bu dürtülerin üstesinden gelmekten tümüyle acizdir. değişim, bu aşamayı geçmiş biriyle birlikte olmakla ve nefsi dönüştüren ve kötü eylemi terk etmek için güç veren ruhani uygulamanın yerine getirilmesiyle gelir.

    ayet der ki:

    “hayır! pişmanlık duyan nefse yemin ederim!” (kuran 75/2)
  • öncelikle belirteyim ki, sağda solda okuduğunuz nefs-i levvame tanımları boştur. laf kalabalığından öteye gitmezler.

    sanılanın aksine levvame yani özeleştiri yapan şuur, geçilip gidilen ve arkada bırakılan bir şey değildir. yedi katlı bir apartman düşünün...bu apartmanın yedinci katında bile oturuyor olsanız, ikinci kat olan levvame hâlâ yerinde durmaktadır. yani en yüksek şuur mertebesine erişen kişi dahi yeri gelince özeleştiri mekanizmasını çalıştırır.

    ancak elbetteki levvame mertebesine çıkmaya veya onu aşmaya çalışan kişi ile yüksek şuur mertebesindeki kişinin halleri bir değildir. bunlar çok çok farklı durumlardır.

    emmare denilen en aşağı şuur mertebesi, kuran'da hz. ibrahim kıssası ile anlatılır. emmarenin tüm sırları orada sembolik olarak verilmiştir. o sembolizmi çözebilen buyursun...

    yine levvamenin tüm sırları ve incelikleri de kuran'da hz. musa kıssasına gömülmüştür. kuran'da hz. musa ve israiloğulları ile ilgili her ayet, levvameye dair büyük sırlar içerir. çoğu kimsenin zannettiğinin aksine kuran bize yalnızca bir kaç bin yıl önce yaşanmış bir takım hikayeler anlatmamaktadır. gerçekte bizi bize anlatmaktadır. dolayısıyla orada anlatılanlar el an geçerlidir; hem kişisel alemimizde hem de toplumsal çapta.

    emmarede şuur tamamen katılaşmış ve maddeleşmiştir veya kendini maddeye endekslemiştir. dolayısıyla materyalisttir. onun zevki yemek, içmek, gezmek ve cinselliktir. para, şöhret, makam mevki hırsı sonsuzdur. yine ilahları da maddidir. bu kimsenin ateist olması ilahlarının olmadığı anlamına gelmez.

    emmarenin başlıca göstergesi büyük günahları işlemektir. içki içen, zina yapan kimse kesinlikle emmarededir. aksi mümkün değildir. müslüman(!) da olsa büyük günah işleyen kimse emmarededir.

    levvame yani özeleştiri bölgesi dindar insanlar tarafından iskan edilmiştir. büyük günahları işlemezler. tüm emirleri yaparlar. ancak bu bölgenin insanı oldukça katı kuralcı, sofu insanlardır. onlara ters bir iş yaparsanız sizi çekinmeden linç ederler(imkanları varsa).

    ancak bu makamın püf noktası şudur: paradigma içi eleştiri ile paradigmanın kendisini eleştirmek ayrı ayrı işlerdir. levvamenin sofusu her ne kadar çevresine ceberutluk yapsa da kendi de sık sık küçük günahlara düşmekten kurtulamaz(levvame içki, zina vs. gibi büyük günah işlemez. işlerse emmareye düşer). işte onun özeleştirisi bu noktadadır. günaha düşünce pişman olur. ağlar sızlar, özeleştiri yapar.

    yüksek istidatlı olan kimse ise özeleştiriyi kemal noktasına kadar ulaştırır ve paradigmanın kendisini eleştirir. yani kendi total dünya görüşünü ve o dünya görüşünün merkezindeki egosunu itham altına alır ve "varlığından büyük günah olmaz" sırrı ona bir parça açılır. diğer günahların bu en büyük günahın sızıntıları olduğunu idrak eder.

    bu idrakta derinleştikçe o kimsenin egosu çözülmeye başlar. ancak burada paradoksal bir süreç vardır. işin içinden çıkmak kolay değildir.

    sen ki, beş vakit namaz kibriyle ferahtasın,
    günahın yok sanırken en büyük günahtasın!

    evet normal bir dindarın hali işte budur. levvamenin tabii sakinleri, ibadet ve dinleri ile kimlik edinmişler ve o kimliğe kuralcı bir şekilde sıkı sıkıya bağlanamışlardır. "hayır ben kıldığım namazla kibirlenmiyorum" demekle kurtulamazsın o işten. bu bir şuur işidir. senin hâlin odur. dilinle ne dersen de...

    paradigmanın kendisini eleştirme başarısnı gösterenler ise levvame bölgesini terk ederler ve mülhime vadisine sevk olunurlar. o vadide yol ikiye ayrılır. birinin başında hz. isa, diğerinin başında ise deccal bekler.

    kişilerin şuur mertebelerinde seyri gibi toplumsal bilincin dahi aynen bu mertebelerde seyri vardır. mesela islam alemi bin yıldır levvame bölgesinde çakılı kalmış ve ilerleyişi bloke olmuştur. batı ise bir üst mertebeye çıkmayı başarmıştır. islam alemine israil'in musallat edilmesi levvamede çakılı kalması sebebiyledir. levvamede saplanıp kalana yahudiler musallat olur; içten veya dıştan...

    not: bir başka yazıda da mülhimeyi ele alacağız. hz. isa, deccal, sınırsız güç, bektaşiler vs...
  • eşek inadı gerektiren bir yerdir.
  • etrafımızda gördüğümüz kötü kişiler aslında biz değilizdir. ancak iç alem dış alemi oluşturur. eğer içimizde olmasaydı dışımıza da yansıyamazdı. gördüğümüz kötü şeyler bize ait değillerdir. ancak nefsimizde o kötülükleri yapma potansiyeli vardır. nefsimizin neler yapabileceğini, içinde neler bulundurduğunu görürüz dış alemden.
    etrafımızda bulunan insanlara dönüşme ve onların yaptıklarını yapma potansiyelimiz vardır. dış alem bunu gösterir. "bu şeyler senin içinde de var" der.
    yani dıştaki kötü bir kişi bir kötülük yaptığı zaman günahı bizde değildir, biz o kişi değilizdir. ancak o kişi olma potansiyeli nefsimizde vardır.
    iç değişirse dış da değişir. aynı zamanda dışarıda gözüken iyi bir kişi hatta bir evliya gördüğümüz zaman da nefsimizin içinde bu hale gelebilme potansiyelinin olduğunu görürüz. nefsimizde o da vardır, bu yüzden açığa çıkmıştır, dış alemde görülür olmuştur.
  • en büyük belirteci özeleştiri yapabilmektir. istenmeyen bir davranıştan bahsederken ya da bir başka kişiyi eleştirirken öncelikle acaba ben de bu davranışı yapıyor muyum diye düşünmektir.
  • insanın nefsi emmarede iken başkalarında gördüğü hataların kendinde bulduğu yerdir. burada insan düşer kalkar savaş halindedir. iyi ile kötü ikilemi burda yaşanır.
  • pişmanlık duyan nefs manasınadır. nefs-i emmare karanlığından bu mertebeye yükselen salik hala nefsine söz geçiremez fakat yaptıklarının farkında olmaya başlar. günah işler fakat ardından niye yaptım diye pişmanlık duymaya başlar. pişmanlık tövbedirhadisince bu da kendisine rahmettir aslında. günah işlemeye devam eder fakat pişmanlık duyarak zamanla bu günahları azaltmaya gayret eder. tarikat mertebesine hazırlıktır. kürsü dibinde ağlar, davul dibinde oynar. duygusallıklar içinde, gelgitler yaşar.

    "le uksimu bi yevmil kıyame
    ve le uksimu binnefsil levvame"

    kıyame suresi, 1 ve 2. ayette bu mertebeye işaret vardır. kıyamet günü ölülerin kabirlerinden kalkması ve ayakta durması manasında kıyam kelimesinden gelir. nitekim namazda, kıyam da ayakta durulan kısımdır.

    cenab-ı hak kıyame suresinde bu nefsden bahsederek, insanın nefsinin bu mertebede dik durmaya, ayağa kalkmaya ve hakiki insan olma yolunda ilerlediğini işaret etmiştir. kıyam etmek aynı zamanda karşıda durmak anlamı da verir bu ise muhattab alındığının habercisidir. nitekim bu mertebe gerçek hak aşıkları ile diğerlerinin ayrıldığı noktadır. o yüzden geçmesi vakit alır, uzun sürer. sabırla, namazla ve duayla allah'tan yardım istenmelidir.

    burada kişi kendi hakikatine ve sırrına vakıf olma yolundadır. o yüzden burası sınava tabi tutunulan yerdir.
    "biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. sen sabredenleri müjdele!" (bakara, 2/155) ayeti burada faaliyete geçer. salik bu mertebede gerçek aşık mı değil mi sınanır. zülcelali vel ikram ismi şerifi gibi önce celal sonra ikram. bu mertebede ismi celal çekildiği için çetin bir celal tecellisi baş gösterir.

    özellikle kabz ve bast isimleri faaliyete geçer. kişi bazen aniden durduk yere daralır, sıkılır, ağlamaya başlar. bazen de durduk yere genişler, hayat dolar, güler, eğlenir. hep bu iki ismin kişi üzerinde etkileridir bunlar.

    nefs-i emmare eğer eti yenmeyen vahşi bir hayvansa, nefsi levvame ise eti yenen evcil hayvandır. hala bu mertebe hırpani özelliklerinden dolayı hayvanata benzetilir. salike düşen bu hayvan karakterli nefsin kanını döküp, onu öldürmektir. ruhu ibadet ve zikirle güçlendiren kişi nefsini öldürmeye kendisinde kuvvet bulur.

    bu mertebede kişi tefekkür ufkunu genişletmeli, zikir, namaz, oruç gibi ibadetlerin yanında irfani olarak da ileriye gitmeye özen göstermelidir. özellikle enbiya suresi 87. âyetteki;
    "..`lâ ilâhe illâ ente sübhânek innî küntü mine’zzâlimîn`"
    "senden başka ilâh yoktur, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zâlimlerden oldum" dua hakkında çok düşünmeleri lazım gelmektedir. bu ayeti idrak eden kişiye daha ileriye gitme yolları açılır. fırsat buldukça tesbih olarak çekilmesi büyük fayda sağlar.

    allah taliplerini bu hakikatleri idrak edenlerden eylesin.
  • insanın vechi vahdet için yaratılmışken, o vahdetten kesrete müteveccih olur. hep başkalarından teveccüh ister, başkalarına teveccüh eder.
    kötüyü sürekli emreden nefis, ister ki bilinsin, tanınsın, sevilsin, iltifat görsün, sayılsın, hatırlansın, hatrı geçsin. bir değer olsun.
    bir hadis yetişir;
    “parmakla gösterilmek, kişiye günah olarak yeter.”
    yetmemiş demek bizlere.
    daha istemişiz.
    haşirde, ebeveyn evlat, birbirinden kaçar; dostlar orda düşman olur.
    künhüne varan bir şiirde demiş ya -isimsiz- biri;
    şöhret, bilinmek, tanınmak, bir beladır.
    ama herkes ondan hoşlanır.
    unutulaydım, unutulduğum da unutulaydı.
hesabın var mı? giriş yap