• bir andrey zyvagintsev filmi. filmekimi kapsamında geçtiğimiz gün büyülüfener'de izleme şansı buldum. fikirlerim henüz soğumadan film hakkında bir şeyler yazacağım.

    öncelikle yönetmen, tüketim toplumu, enformasyon toplumu gibi farklı başlıklarla adlandırdığımız postmodern teknoloji çağının adeta bir sosyolog hassasiyetiyle konsantre bir sunumunu yapmış. yani bundan 30 sene, 40 sene önce literatürde tartışılan ne varsa, şu an güncel bir 2010'lar panoraması olarak filmde kendine yer bulmuş. film, gerek ele aldığı konuyu kapsaması açısından, gerekse de işlemesi açısından çok başarılı.

    kısaca özetlemek gerekirse, boşanma arefesinde olan tek çocuklu bir çekirdek aile merceğe alınarak toplumun evrildiği nokta sorgulanıyor. zhenya, gerek çocuğuna gerekse de dağılmakta olan ailesine karşı ilgisiz. ilerleyen sahnelerde öğreneceğimiz bir şekilde çocuk, yani alyosha istenmeyen bir gebeliğin mahsulü. boris, yani baba karakteri ise zhenya'daki hırçınlığın tam tersi bir şekilde durgun, içine dönük bir tip. bu karakter ikiliğini okumamız gereken altyapı bana kalırsa şu olmalı: maskülenizmin düşüşü, erkeğin bir aileye sahip olmak dışında bir ereğinin kalmaması, politik alandan soyutlanışı, işini kaybetme tedirginliğinin yarattığı motivasyonla çalışma hayatına devam etmesi. kadındaki durumsa: feminizmin yükselişi -fakat bu hak arama talebinden çok uzakta adidas, nike, yani küresel sermayenin sponsorluğunda bir meta feminizm- , kadının toplumsal kurumlardan bağımsız bir şekilde kendini tanıma arayışı, buna paralel olarak kamusal alanda kendini daha fazla gösterme çabası, beşeri nimetlerden istifade etme arzusu. kısaca erkek -boris özelinde görünen fakat genel olarak tüm erkekler- bu hayatta artık bir başarıya ulaşamayacağının, sistemin kofluğunun farkına varmış. kadınsa arzu dolu ve bu onu hırçınlaştırıyor. arzularının meşruiyetini pazarlık konusu dahi yapmıyor. ilk sahnelerdeki mutfakta yapılan o kavga bunun işareti. zhenya'nın elinde telefon-yani kamusallığını ispat ve meşguliyet aracı- varken, aynı anda da arkada televizyon açık. diğer bir deyişle reklam kültürü ile sarılı durumda ve bu sistemin arzularını karşılayabileceğine olan inancı tam. boris ise zhenya'nın ilgisini çekemediğini anladığı anda televizyonu kapatıyor ve onu gerçeğe döndürüyor. bunun sonucunda zhenya hırçınlaşıyor ve kavga başlıyor.

    çekilen her selfie, artık yitip gitmiş bir varlığın, yani parçalanmış bireyin varoluşunu ispat çabasından başka bir şey değil. filmde buna sıklıkla göndermeler yapılıyor. hikayeyle doğrudan bağlantısı olmasa da, zyvagintsev bize lüks restoranlarda, şık kıyafetleriyle selfie çeken kadınları gösteriyor. buna paralel olarak, sevgilisi olduğunu tahmin ettiğim adamla yemek yiyen bir kadın, numarasını isteyen bizim görmediğimiz başka bir adama numarasını veriyor. bu sahnelerin tek bir amacı var; arzu hemen burada duruyor, ve hemen doyurulması lazım. gerçeklikten soyutlanmış, hiper-gerçek bir düzlemde yaşayan parçalanmış bireyin başka hiçbir önceliği yok.

    filmde gerek zhenya'nın, gerekse de boris'in sevgilileriyle olan sevişme sahneleri var. bu sahneler sanat filmi estetiğiyle çekilmemiş ve filme de zoraki sıkıştırılmamış. tam da yukarıda bahsettiğim arzunun tamahkarlığını vurgulamaktan başka bir amaçları yok. uzun, geniş planlar bizi son derece intimate bir ortamın içine sokuyor ve voyeurism'e zorluyor. böylece hiper-gerçek düzlemin ardına, yatak odalarına saklanmış gerçeklikte seyirci olarak kendimizle yüzleşiyoruz. yüzleştiğimiz şey, modern, makbul bireyin bilinçaltında yüzen hayvanlığının anestetik, dolaysız ifadesi.

    tabi zhenya'nın annesi ile olan ilişkisine de değinmek lazım. evine gitmeden önce, anne karakterinin adı bir kaç kez zikrediliyor ve çoklukla kötü anılıyor. anne burada geleneğin temsili ve buna mutabık olarak şehrin dışında, kırsalda yaşıyor. çocuk kaybolduktan sonra annesinin evine gittiklerinde oldukça nahoş bir şekilde karşılanıyorlar. kadın, kızının kendisini arayıp sormadığından ve bir anda çat kapı geldiğinden yakınıyor. itirazlarının postmodern düzlemde ne bir karşılığının, ne de bir yerinin olmadığından habersiz. buna karşılık zhenya ve boris de onu anlamaktan oldukça uzak. çocuk mevzusu açıldığında, alyosha'yı kendi başına atacaklarıyla ilgili kafasında bir senaryo kuruyor. bu kısımlar çok gerçekçi. özellikle bize oldukça yakın gelecektir. çünkü rus toplumu da aynı bizim gibi bir imparatorluk geleneğinden geliyor, batılılaşma ve kendi kültürü arasında ikilemde kalmış. dinsel anlamda ise hristiyanlığın ortodoks mezhebine sahipler. çok benzer insanlarız aslında. zyvagintsev'in yaptığı da hem rus yerelindeki durumun bir resmini çizmek fakat aynı zamanda bunun evrensel olduğunu göstermek.

    filmin adına referans yapmak gerekirse, sevgisizlik çocukta vücut bulmuş görünse de toplumun tüm katmanlarına yayılmış halde olan şeyin adıdır. anne ile kızı arasındaki ilişki kopmuştur. baba ile oğlu arasındaki ilişki kaybolduktan sonra aranacak bir nesne konumuna inmiştir. geçmiş ile bugün arasındaki bağ kopmuştur. bu yalnızca çocukla ilgisiz ailesi arasındaki bir sorun değildir, toplumsal bir sorundur. sevgisizlik ilmek ilmek her tarafı sarmıştır. çünkü toplumsal ilişkilerin sevgi temeline oturacağı bir düzlem bulunmamaktadır; ilişkiler, meta, kar, üretim gibi ekonomik temeller üzerine kuruludur. boris'in iş yerindeki yemekhane sahneleri ise tam olarak bireyin içine sıkıştırıldığı otomasyonun göstergesidir. yine çocuğu ararlarken "nehre bakmayacak mısınız?" demesi üzerine gelen cevap kritiktir: "nehre bakmak polisin işi, biz ceset aramayız." toplumsal iş bölümü son kertesinde ayrılmıştır. gönüllü ekibin aradığı bir şey yoktur aslında, tek motivasyonları görevi tamamlama içgüdüsüdür. alyosha temelinde cisimleşen ve aranan şey bu toplumun kaybettiği sevginin kendisidir. belki de arama sahnelerinin bu kadar uzun sürmesinin ve başarısız olmasının nedeni de budur; sevginin yitip gitmiş ve geri gelmeyecek olması. buna müteakip bulacakları tek şey sevginin parçalanmış, tanınmayacak hale gelmiş cesedidir.

    şimdi dilerseniz tekrar filmin en başına dönelim. film karlar altında kalmış doğanın görüntüleriyle açılıyor. en az sekiz-on kare farklı açılardan bu doğaya tanıklık ediyoruz. bu iki anlama gelebilir. planlar, uzun plan olmadığı için ve bu ayrıksı sabit görüntüler filmin geri kalanında kullanılan hareketli kamera diliyle örtüşmediğinden dolayı artık doğanın da parçalanmış olduğu, tam ve eksiksiz bir sunuşunu yapamayacağımız yorumunu yapabiliriz. ikinci olaraksa doğayla açılıp, şehirle devam eden film doğadan kopuşumuzu temsil ediyor olabilir. ben ikinci yorumla devam edeceğim. yönetmenin, filmin bütünü boyunca pencere ile kullandığı bir sembolizm var. kimi sahnelerde karakterler pencerenin önüne geliyorlar ve onları dışarıdan görüyoruz; kimi sahnelerde ise onların arkasından, dışarıya baktıklarını görüyoruz. bu kesinlikle bilinçli bir tercih ve zyvagintsev'in yapmaya çalıştığı şey dışarı ile bize ait olan alanın ayrıksılığını, bütünleşmezliğini, iki ayrı şey haline gelmişliğini betimlemek. insan artık sadece doğadan değil, dışarıdan ve ötekiyle paylaştığı alandan da kopmuştur. ötekini tanımaması bir yana, paylaşacak hiç bir şeyi de kalmamıştır. ortak, yani kamusal alanlardaki bu çöküş, bireyin politik alandan tecridine de işaret eder. postmodern birey politik, yani reel alandan soyutlanmıştır. ev denen, kendi kafesine kapatılmıştır. bir sahnede zhenya'nın sevgilisi olan adam perdeyi kapatır ve yatağa doğru ilerler. bu, "dışarı ile ve öteki ile olan ilişkimi kesiyorum"un ifadesidir. diğer bir sahnede ise boris, alyosha'yı aradıkları terkedilmiş binada pencereden terkedilmiş doğaya bakar. parçalanma, kademe kademe her seviyede gerçekleşmiştir.

    yukarıdaki paragrafa, yani bireyin politik alandan tecridine ek olarak filmin sonunda karakterlerin televizyonda ukrayna iç savaşının haberlerini izlediğini görürüz. bu bir politik alana katılım ya da bilgi alma gibi gözükse de aslında tamamıyla faydasız bir harekettir. televizyondaki haberin yaratabileceği tek şey duyarsızlaştırmadır. körfez savaşını televizyonlardan izleyen bir nesil gibi, zyvagintsev'in karakterleri de ukrayna iç savaşı'nı televizyondan izlemektedir. baudrillard, haber ve anlam üretimi arasındaki bir kaç varsayımdan bahseder. ilk varsayıma göre, haber anlam üretmektedir fakat oluşan hızlı anlam kaybını engelleyememektedir. diğer bir deyişle topluma istediğimiz kadar haber ve içeriği yeniden pompaladığımızı düşünsek bile, anlamın yok oluş hızı haberin pompalanma hızından daha yüksektir. diğer varsayıma göre ise haber anlamı doğrudan yok ya da nötralize eden şeyin adıdır. anlam yitiminin kitle iletişim araçları ve onların kullanım şekilleriyle doğrudan bir ilişkisi vardır. kitle iletişim araçlarının anlam sağlayıcı değil onları yıkıcı yapısına müteakiben televizyonda akan görüntüler, parçalanmış bireyin haber kaynağı ile kuramadığı bir iletişimin ifadesidir. tam da bu sahnede zhenya'nın sıkılıp balkona çıktığını görürüz. gerçeğin kendisinden değil, deforme edilmiş hipergerçek halinden dahi kaçmaktadır. koşu bandına çıkar ve yürümeye başlar. kamera halen içeridedir ve haber sesleri gelmektedir. diğer planda kamera da dışarı çıkar ve zhenya'yı tam cepheden gösterir. bu esnada zhenya kısa bir anlığına da olsa kameraya bakar. yönetmenin burada yapmaya çalıştığı, godard'dan beri kullanıla gelen bir tekniktir. "izlediğiniz şey bir film değil. uyanın. kendi hayatlarınızı izliyorsunuz." demektir bu.

    filmin sonunda ayrılmış olan çiftin evine, alyosha'nın odasına geri döneriz. eşyalar boşaltılmıştır. kamera yavaşça pencereye yaklaşır ve dışarıyı gösterir. aileler çocuklarıyla beraber karda kaymakta, oyun oynamaktadır. filmin başındaki ilk sahneyi hatırlarsanız, alyosha eve alıcılar bakmaya geldiğinde de bu pencereden dışarı bakmaktaydı. belki de tek istediği gördüğü manzaradaki bütünleşme halini deneyimleyebilmekti. pencereden gördüğü dünyaya gerçek anlamda dahil olabilmekti. fakat onun şansına düşen parçalanmış bir dünyanın içine doğmak oldu. filmin son sahnesi ise yine ilk başta alyosha'nın elindeki işaret şeridini attığı ağacın görüntüsüyle bitti. belki de bu düzenden çıkmak için umudumuzu sakladığımız yeri göstermek istedi alyosha bize.

    filmin teknik değerlendirmesine girecek olursam, oldukça sade hareketli kamera kullanımı ile özenli karelerin yaratıldığını söyleyebilirim. takdire değer bir sinematografi var ve planlar uzun olmasına rağmen akış çok iyi. kullanılan geniş açılar ile atmosfer çok iyi kurulmuş. özellikle ormandaki arama sahnelerinde doğanın şehri değil, şehrin o uzun bloklarıyla doğayı çepeçevre sardığını ve tüketmeye başladığını farkediyor insan. filmin ele aldığı temalar çok merkezcil konuları kapsadığı için ne yazsak az gelecek. özellikle son dönem sanat filmlerindeki insandan ve toplumdan kopmuş, sinematografik bir estetizenin pençesine düşmüş hikayelerden sonra zyvagintsev'in bu filmi oldukça öne çıkıyor. tarz olarak değil belki ama filmin yarattığı aura açısından ashgar farhadi tadı aldım diyebilirim. tekrar tekrar izlenecek bir film. belki de bir filmden çok görsel tabanlı sosyolojik bir eser.

    genel puanım: 8.3
  • muhteşem bir andrey zvyagintsev filmi. bugünkü hava durumundan mıdır filmdeki çocuk alyosha'yla benzer bir çocukluk geçirdiğimden midir bilmiyorum filmin etkisinden çıkmam saatlerimi aldı, oldukça etkileyici.

    --- spoiler ---

    zvyagintsev filmlerinden anladığım kadarıyla rusya'da yaşayıp da mutlu olan bir allahın kulu bile yok. gördüğümüz tek şey birbirinin arkasından konuşan iki yüzlü insanlar, gıpgri bir hava, kızlarının hayatına karışan anneler, eşlerinden mutsuz olan kocalar vs vs. bu durumun gerçekliğini anne karakteriyle ilişki yaşayan adamın kızıyla skype yaptığı sahnede görebiliyoruz. kızı portekiz'de okurken halinden gayet memnun, gülüyor ve babasına neden rusya'ya gelmesi gerektiğini soruyor. film boyunca gördüğümüz tek güneşli, aydınlık sahne de o bilgisayar ekranındaki küçük kare.

    zvyagintsev her ülkede karşılaşabileceğimiz mutsuz aile yapısını incelerken bunun sadece kişilerin karakterleri yüzünden değil o kişilerin içinde yaşadığı toplum yapısından da nasıl kaynaklanabileceğini gösteriyor. bu açıdan oldukça gerçekçi ve sarsıcı. belki yüzüncü defa bu tespiti yapıyorum ama tıpı nuri bilge ceylan filmleri gibi.
    --- spoiler ---
  • ağır bir andrey zvyagintsev hayranı olduğumdan ötürü, filmin vizyona girmesini dört gözle bekliyordum. nihayet bugün beyoğlu sineması'nda izleyebildim.

    film yine tokat gibi gerçekçi. ağır bir film olmasına rağmen 2 saat boyunca sıkılmadan nefessiz izledim. rusya'nın kasvetini, insanların mutsuzluğunu iliklerine kadar hissediyorsun.

    daha önce bir zvyagintsev filmi izleyip beğendiyseniz, şiddetle tavsiye ederim. ancak bu adamın tarzı sanırım herkese göre değil. çünkü sinema zevkine çok güvendiğim birisi zvyagintsev'i çok beğenmediğini söylemişti. gerçi bu başlığı okuyorsanız, büyük ihtimalle tarzına yabancı değilsinizdir.

    --- spoiler ---

    çocuğun kapı arkasında ağladığı sahne çok etkileyiciydi. ama morg sahnesi filmin en vurucu kısmıydı bana göre. öncelikle ceset çocuğa mı ait, değil mi kısmı biraz havada kaldı. saniyelik bir görüntüde cesedin tanınmayacak halde olduğunu anlıyoruz. anne o anda tamamiyle inkar ediyor, baba göz ucuyla bakmaya cesaret edebiliyor sadece ve o da inkar ediyor. ancak film boyunca çocuğa karşı zerre sevgi kırısıntısı beslemeyen kadın, o anda pişmanlıkları dile getirip babaya saldırmaya başlıyor. kadın odadan çıkınca da, film boyunca yine umursamaz olan baba şiddetle ağlamaya başlıyor. yönetmen kendi tarzı olarak bu kısmı yine izleyiciye bırakmış sanırım.

    --- spoiler ---

    çehov'un bir hikayesinde* şöyle bir cümle geçiyor.

    “insan yakınlarını, onları kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anki kadar hiçbir zaman sevemiyor.”

    bu cümle rus topraklarında yazılalı 100 yıldan fazla olmuş, filmi bir cümleyle özetle deseler, sanırım bunu söylerdim.
  • modern rus sinemasının önemli yönetmenlerinden andrey zvyagintsev bir kez daha rusya'ya dair bir şeyler anlatıyor ve zaman içinde ülkesi hakkında söyledikleri daha da karamsarlaşıyor. bu filminde de yalnız birey, aile, devlet ve oligarşi gibi sevdiği temalarla çatıyı kuruyor.

    --- spoiler ---

    film karlar altındaki bir orman ve o ormanın nehirden yansımalarıyla açılıyor. alyoşa bir ağacın köklerine dolanmış polis şeridine benzeyen bir ipi yerden alıp onunla oynuyor. ilerleyen sahnelerde anlıyoruz ki, alyoşa o ormanda kayboluyor ve hatta bir ihtimal cesedi o nehirde. zira açılıştaki polis şeridi mutlaka izleyiciye bir şey anlatmak için oradaydı. ama film bunu irdelemiyor. zira yönetmen için, açılış sahnesindeki yansımalardan da anladığımız üzere, alyoşa için toprağın altı ve üstü pek farketmiyor.

    anne zhenya, mother russia'nın kendisi. baba boris ise, onu cennet vaadiyle baskılayan rus oligarşisinden başkası değil. boris tipik rus iktidarı. zengin ve hristiyan bir patrona bağlı. ilişkileri dahil hayatını patronun kurallarına göre kuruyor. bu öyle bir hayat ki, zhenya'nın annesinden dönüş yolunda kendi can sıkıcı gerçeklerini duymaya katlanamadığını görüyoruz. aynı sahnede zhenya boris'e evlilikleriyle ilgili olarak “güzel başlayan bir şey nasıl cehenneme döndü?” diye sorarak yönetmenin temel sorusunu dile getiriyor. gorbaçov'un perestroykası rus halkını fakirleştirse de, putin ve oligarklar ülkeyi bu ekonomik cehennemden en azından görünürde çıkarmayı başardılar. görünürlük de filmin bir başka teması zaten. selfie, sosyal medya... görünürde mutlular. bunu defalarca tekrarlıyor film. velhasıl ülke görünenin ardında ruhunu kaybetmiş ki filmin derdi de bu zaten.

    alyoşa ismi benim gibi rus edebiyatını seven herkese karamazov kardeşlerin en küçüğünü, en masumunu hatırlatmıştır sanırım. filmde alyoşa üzerinden kendi masumiyetini, geçmişini ama belki de en çok geleceğini arayan rus halkını izliyoruz. yönetmen rusya'ya dair o kadar ümitsiz ki, filmde görünen tek mutlu rus, zhenya'nın sevgilisinin avrupa'da yaşayan kızı. bu noktada sanırım turgenyev'in köpeğiyiz.

    nelyubov'u izlerken yakın tarihten farhadi'nin bir ayrılık (jodaeiye nader az simin) filmini anımsamamak mümkün değil. burada alyoşa neyi temsil ediyorsa, orada da nader'in babası aynı şeyi temsil ediyordu. nader bırakıp gidemediği yaşlı babasını yıkarken nasıl ağlıyorsa, zhenya ve boris de morgta, parçalanmış bir rus çocuğunun cesedi başında ağlıyorlardı... "ben onu asla bırakıp gitmezdim!"
    --- spoiler ---

    izlemeye değer, önemli bir film.
  • bu aralar, elias canetti'nin körleşme'sini * okuyorum. bir bölümde; kahramanımız kien, çok kötü bir rüya görüyor. her sahnesi fazlasıyla gerçekçi olan bu korkunç rüya ile nasıl mücadele edeceğini bilemiyor önce, ama sonra şunu uyguluyor ve sahiden de düşün etkisini kırıyor;

    "bir düş, tek tek öğelerine ayrıldığında, gücünü yitirir"

    ben aynı yöntemi bu filme de uygulamaya çalıştım, ama olmadı. tekrar tekrar denedim, en baştan aldım ve filmin etkisini azaltamadım, üzerine bir çizik bile atamadım. önce anneye yaklaştım; onu anlamaya çalışırsam, belki başka biri ile karşılaşırım diye düşündüm. ama sevgisizliğinden ayrı yakalayamadım onu. sonra babaya koştum; derdini sormak, onu dinlemek istedim. ama sevgisizliğinden ayrı bulamadım onu. bir türlü ayıramadım onları sevgisizliklerinden. ne yaparsam yapayım; sarsılmaz bir şekilde, ilk gördüğüm günkü gibi, karşımda duruyorlar. artık anlıyorum neden başaramadığımı. gördüğüm şey bir düş değildi, o anne ve o baba düşlerimdeki karakterler değildi, her şey gerçekti, onlar gerçekti. o güzelim çocuğun kapının arkasındaki sessiz çığlıkları hala gerçek. girdikleri her hayata itina ile sevgisizlik ekerek var olabilen anne ve babaya inat, oğullarının hiç var olmamış gibi silinip gitmesi hala gerçek. bu hayatta hiç sevilmemişiz gibi; o çocukla, alyosha ile, birlikte ortadan kaybolmamız ise çok gerçek.

    andrey zvyagintsev, insanı insana tokatlattırdığı böyle muazzam filmler yapmaya devam ededursun, biz de kızaran yanaklarımızı "çok kötü bir rüya gördüm" diye birbirimizden saklayalım. olur mu?

    (umarım bu film, oscar almaz. bu kadar sevgisiz bir filmin, böylesi sahte bir sevgi seline şahitlik etmesini istemem)
  • andrey zvyagintsev çok sert bir filme imza atmış. nelyubov etkisinden hemen kurtulacaginiz bir film degil. psikolojik işkenceyi küçümsemeseniz gerektiğine kanıt bir dram.

    mutsuz aile filmlerine alışığız. birbiriyle kavga eden şiddet uygulayan anne babanın ve bu hallerin çocuk üzerindeki etkilerine dair çok film sayılabilir. evet bu filmde yönetmen yine mutsuz aile tematiginden hareketle kamerayi birbirine dusman anne babaya ve çocuklarına çeviriyor. olabildigince kasvetki bir aile panaroması ciziyor. bunu yaparken de çocuğa yöneltilmiş duygusal şiddetin islenis tarzi ve perdeye yansıyan cocugun kahredici yalnızlığı hüznü ve acısı filmi bu tarz filmler içerisinde ayrıksı bir noktaya taşıyor.

    filmin ayriksiliginin ve başarısının diger bir nedeni de yonetmenin usta hamlelerle ve detaylarla rus toplumuna olabildigince sert eleştiriler getirmesi. yönetmen her filminde yaptigi gibi gercekte bir toplumsal yozlasmislk panaromasi çiziyor. bu panaromada bu ailenin yaşadıkları da mikro olcekte rus aile kurumu eleştirisi olarak da okunabilir pek tabi. kısaca film çok boyutlu bir dram ve politik eleştiri barındırıyor.bunu da olabilgidince başarılı ve vurucu bir sekilde perdeye yansıtıyor.

    son soz biraz kisisel olacak: evinden kaçmış çocuk hikayeleri hep hüzünlüdür. bu tarz bir olayı her duydugumda ister istemez olayi cocugun yasadiklarini kurgulamaya çalışırım. gözümün önüne bir çocuk figürü gelir, ama o çocuk hep eksiktir tamamlayamam. cocugun bakislari eksik kalır. gözyaşları vardir ama yine eksik kalir... bu film benim için çok özel oldu. o çocuk ilk defa tamamlandı. hikayesi ve acısıyla benim icin geceklik kazandi... gercek su ki: insani bütün kılan tek şey sevgi. sevgiyle tanımlamak gerek her şeyi ve her şeyi sevgiyle tamamlamak. yönetmeni bir kez daha kutlarım.
  • öyle gerçekçi bir yapım ki, bittiğinde gerçek hayata dönmek zor oldu. oturduğum yerde kalakaldım bir süre. isim seçimini beğenmemiştim ama basit bir kelimenin içini bu denli dolduracağını düşünememişim. üzücü, düşündürücü, sarsıcı... sevgisizliğin bulaşıcılığını öyle yormadan, tanıdık bir dille anlatmış ki; biraz evvel nefret ettiğin insana bir daha baktığında -kendine şaşırarak- sarılmak istiyorsun. insanın sevilme ihtiyacını anlatan en güzel filmlerden biri. karlı bir pencereden usulca anlatıyor. bu manzara karşısında ısınsanız mı üşüseniz mi bilemiyorsunuz.
  • rusça beğenmeme, hoşlanmama anlamına gelen kelime.
    loveless başlığında yorum yaptığımız andrei zvyagintsev filminin (2017) orijinal adı. festivalde beş dakika alkışlandığı video
  • (bkz: loveless)

    (bkz: andrey zvyagintsev)

    son zamanlarda izlediğim en sert,en yürek burkan filmlerden biri. türkiye'de nasılsa gösterime girmez diye filmekimi nde izleyebilmek için bilet kovalamıştım, neyse ki 29 aralık 2017 de gösterime girecekmiş türkiye'de de.
  • malatya film festivali'nde izleme fırsatı bulduğum zvyagintsev filmi. son otobüse yetişebilmek için filmin kalan yarım saatini evde izlemek zorunda kalsam da, festival güzel bir iş çıkardı. neyse, şimdi filme geçelim.

    --- spoiler ---

    "gösteri bir imajlar toplamı değil, kişiler arasında var olan ve imajların dolayımından geçen bir toplumsal ilişkidir."
    "gösterinin karşıtlıkları arkasında gizlenen şey, sefaletin birliğidir." - gösteri toplumu

    yönetmen andrey zvyagintsev'in, ilk filmi vozvrashchenie'de yansıttığı soğuk, ancak uhrevi bir farkındalık veren billur hava; nelyubov filminde apaçık ve aynı zamanda kapkara olan gerçeklerin su yüzüne çıkmasıyla beraber yerle bir oluyor.
    herkes, hayatın her alanında, aynı anda tüccar ve müşteri; herkes aynı anda katil ve kurban. kural çok basit: tek yapılması gereken şey yalan söylemek. herkes, birbirini belli bir süreliğine kullanıp, sonra da atabileceği nesneler olarak görmekte; hatta, kendi öz çocukları bile onlar için basit birer araçtan öteye gidememekte; çevrelerindeki diğer bütün her şey ise mastürbasyon yapabilecekleri nesnelerden ibaret. durup düşünmeye ise hiç vakit yok. herkesin hem aldanıp hem de aldattığı bu dünyada; "kâr"a geçebilmek için daha çok yalan söylemek ve daha incelikli sahtekârlar olmak gerek.

    "beni sadece davetsiz bir misafir gibi kabul eden dünyayı affedebilecek miyim?" - gözyaşları ve azizler

    hâl böyleyken herkes eninde sonunda ihanete uğruyor; bu kabul edilebilir bir şeydir aslında. daha doğrusu, eninde sonunda durum kabullenilir. fakat, gözünü açar açmaz, henüz küçücük bir çocukken, gösteri yerine, gösterinin ardından gizlenen sefalet ve sevgisizlik ile yüzleşmek kabul edilebilir bir durum değildir. herkes bize ihanet edebilir. ancak, aile tarafından yüzüstü bırakılmak, hayat boyu yüzüstü bırakılmak demektir.

    zhenya, çocuk sahibi olmayı "kaçabilmek" için bir araç olarak görürken, boris ise diğer her şeyde olduğu kadar bu konuda da kayıtsız gibi durur. kendini tanımayı reddeden insan, daha az masraflı olanı seçer: bir yalan uydurmak ve kendini ona inandırmak. yalanlarının ortaya çıkmasıyla sarsılmış gibi görünen bu kuklalar, daha sonra yeni imajların peşinden koşmaya devam ederler. yaşanmayan ancak "yaşanmış" gibi gösterilmek zorunda olunan bu hayatlar üzerine, çekilen her fotoğraf her selfie ise birer ağıt olarak semada yankılanır. ancak, bu kulakları sağır edici ağıdın gürültüsünü kaybolan çocuk yani alyosha dışında hiç kimse duyamaz.

    ataerkil/ anaerkil -zhenya'ın annesi- zihniyeti, hiç sevmediği, hoşlanmadığı zengin kodamanlarla düşüp kalkarak aşmaya çalışan kadınlar, "anne"ler; gününün yarısını vasat işlerinde çalışarak, diğer yarısını da çeşitli ekranlarla(tv, bilgisayar vs.) zihnini körelterek geçiren ve böylece asli sorumluluklarından kaçan erkekler, "baba"lar; zaten, vermesi gereken bilgiyi, sanki bir lütufmuşçasına sunan polisler ve bürokrasinin diğer çıkmazları; tüm bu hiçliğin, anlamsızlığın arasında, kaybolan çocuğu bulmayı "hakikaten" isteyen bir gönüllü kurtarma ekibi.

    "gösteri toplumunda, kurtuluş vaatleri de gösterinin bir parçasına dönüşür, sahteleşir. tüm dünya aynı gösterinin sahnesidir artık; hepimiz aynı gösterinin oyuncusu ve seyircisi oluruz." - gösteri toplumu'nun arkasındaki tanıtım yazısından

    zhenya, tiksinti verici bir zorunluluktan dolayı "anne" oldu; boris de, benzer bir şekilde sadece resmi ve geleneksel nedenlerden ötürü bir "baba". "devlet" yani polisler de bir zorunluluktan dolayı bu davaya müdahil oldular. kurtarma ekibi ise bu parçalanmışlığın içerisinde, kendilerini bir göreve, bir amaca adayan insanlardan ibarettir. fakat geriye dönüş, kurtuluş yoktur artık: dünyanın sonu çoktan gelmiştir. arama kurtarma ekibi de, bu toplumsal illüzyonun bir parçası olmaktan öteye gidemez. çünkü, alyosha'yı canla başla aramalarının asıl nedeni, onu tekrardan bu "ideal toplum"a kazandırmaktan ibarettir.

    "ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
    ey kimsesiz; avare çocuklar... hele sizler,
    hele sizler...
    örtün, evet, ey felaket sahnesi... örtün artık ey şehir;
    örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!" - tevfik fikret

    aslında alyosha, içinde yaşadığı aile ve toplumla birlikte zaten çoktan kaybolmuş, yitip gitmiştir. onun fiziksel olarak kayboluşu ise ardında birkaç arama kurtarma sekansı, epey bir bürokratik dosya ve ağaca bağladığı işaretten başka bir etki bırakmaktan öteye gidemez. kıyamet çoktan kopmuştur artık, ağıdın sesini çok azımız duyar ve alyosha'nın yaptığı gibi erkenden kaçabilir.
    trajedilerde nesne olmanın reddi, aynı zamanda özne olmanın reddini de beraberinde getirir.

    "gösteri ilişkilerinin dışında kalarak tanınmak, zaten toplum düşmanı olarak tanınmakla eşdeğerlidir." - gösteri toplumu

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap