• günümüz dünyasının en büyük kayıplarından birisi bence neşe.

    50'lerden itibaren filmleri, programları, röportajları izlediğimde neşenin günümüze kadar gelemediğini görüyorum. mesela komedi artık neşeli değil. laf sokmalı veya karanlık bir mizah var. komedi filmleri, komik olsalar bile çoğunlukla neşeden yoksun. neşeli gülüşlerin yerini sarkastik gülüşler aldı. errol flynn kahkahası değil joker gülüşü var artık. mesela şu videoda dean martin ve caterina valente'nin neşesi... şimdi herhangi bir programda böyle bir neşe görmüyorum.

    https://youtu.be/auev942wozs?si=wxdjcfxczub-mcrb

    gülen insanlar var, müzik var, ama neşe yok bunların içinde. neşeli komedi filmi izlemek istediğimde seksenler ve öncesine bakıyorum hep.

    belki de ikinci dünya savaşı'nın bitimiyle insanlık gözünün önünde olan ama kıymetini bilemediği güzellikleri tekrar görür hale gelmişti. hayata dair neşe ve güzellik tekrar anlaşılır olmuştu insanlar için. barış ne büyük nimetmiş, dünya ne kadar güzelmiş, ekmek ne kadar lezzetliymiş demişti insanoğlu. mahrum kalınanlar ile eldekinin değeri anlaşılmıştı.

    ama insan tamahkar. zaman içinde eldekinin değeri bilinmez oluyor. daha fazlasını istemeye meyyal bir varlık çünkü. hele şimdi, dünyanın elimizin altında olduğu, seçeneklerin sınırsız olduğu illüzyonunu yaratan internet varken, daha da tamahkar oldu insanlık. herkes her şeyi talep edebileceği ve hatta alabileceği inancı ile yaşar oldu. bu yüzden hem arzu hem neşe soldu galiba dekadlar içinde.

    yılın bu son gününde elimizdeki güzelliklerin kıymetini bileceğimiz bir yeni yıl diliyorum hepimize. fırından alınmış sıcak ekmek, ezine peyniri, domates ve zeytinyağından oluşan bir kahvaltının lezzetini alabileceğimiz, sokaktaki kedilerin başını okşamanın sıcaklığını hissedeceğimiz, sabahın erken saatlerinde kuş cıvıltısı duymanın güzelliğini anlayabileceğimiz, dostlarla gülüşeceğimiz, neşeli olacağımız, seveceğimiz, sevileceğimiz ve sevginin değerini fark edeceğimiz bir yıl olsun.

    mutlu yıllar.
  • neşe; uzun süren yolculukların ardından yine eve dönmek misali, çok beğendiğimiz kitapların altı çizili satırlarını tekrar tekrar okumak ya da en sevdiğimiz yaz meyvelerinin verdiği o doyumsuz tat gibidir.
    neşe: hüznün betonsu ağırlığını bir tüy kadar hafif kılan inanılmaz bir mucize. onun sayesinde el üretken, yüz güleç, fikir hür.. sırf rengi yeşil diye bir yaprağı sevebilmek ve bir buluta maviliğinden ötürü iltifat etmek, kederin nefti karanlığından şeker pembesi bir tuval çıkarmak hep onun marifeti.
    neşe her daim bol olsun, çok olsun, hep olsun, hiç kaçmasın..
  • “neşe”, kazak türkçesine eski türkçeden gelen bir göstergedir.

    eski uygur türkçesinde “neçe” olarak kullanılan ve “ne kadar, kaç, nasıl, herhangi” anlamlarını taşıyan bir göstergedir.

    kazak türkçesinde ‘neçe > neşe’ gibi değişim geçirerek türkiye türkçesindeki “neşe” göstergesiyle eş sesli kelime durumuna geçmiştir. bugün kazak türkçesinde sadece “kaç” anlamı korunmuş ve diğer anlamlarını kullanmayarak anlam daralması gerçekleşmiştir.

    türkiye türkçesinde “neşe” göstergesi, arapçadan geçen “neş’e”, ‘yeniden meydana gelme, neşe, keyif, sevinç, az sarhoşluk, çakır keyif” anlamlarıyla türkiye türkçesine geçmiştir. zamanla “yeniden meydana gelme, az sarhoşluk, çakır keyif” anlamları kullanımdan düşerek, “keyif, sevinç” anlamları korunmuş ve anlamda daralma gerçekleşmiştir.
  • bir yandan çantasından biletini bulmaya çalışıyor, diğer yandan koşuyordu. bu hüzünlü, panik halde, terk eden, ağır depresif bünyenin, içinden ''soooordum namııın verdilerr, pala remzi dedilerrr'' diye sözleri olan bir şarkıyı söylüyor olması ise tamamen taksicinin radyo tatlıses'e olan aşırı bağlılığından ileri geliyordu. ne zaman hüzünlü bir aşk hikayesinde esas kız olsa, alakasız bir üçüncü kişinin tecavüzüne uğruyor, bir türlü gereken tadı yakalayamıyordu. oysa ne güzel gözleri sulanmıştı, tam da ağlayacaktı. göz kapaklarımı kırpmadan ne kadar durabileceğim oyunu ile alakası yoktu gözlerinin sulanmasının, tükürüğünü de sürmemişti, ay ağlayacak mıydı ne? ''sooordum namın verdilerrr, pala remzi dediiilaerr''
    - şey, biraz hızlanabilir miyiz, trene yetişmeye çalışıyorum da.
    - ayıbettin abla, mına bile koruz.
    ayıp ettim? mına koruz? diyorsan yapacağız artık remzim. ne diyeyim. neyse, ay dur ağlamaya konsantre olayım, ne diyorduk, terk edildik, ve bir şehri terk etmek üzereyiz, oha ne biçim de hüzünlü. çok aşırı ağlamaklı.
    - abla bozuk yok mu?
    - var, olma mı remzi, dengem bozuk ya, hani ağlamaklı?
    - buyur abla, paranın üstü.
    beş dakika vardı. değil trene yetişmek, garın ücra bir duvarına yaslanıp hüzünlü pop şarkı söyleyen gökanözen taklidi bile yapabilirdi belki. ama çişi vardı. trende yapardı aslında, ama bu şehre veda ettiği trene bindiğinde ilk işinin işemek olduğu bir yerde hüznü ne kadar yaşardı? içinden bir ses, hala, ''sorrdum namın verdilerrrr, pala remziey dediler'' diyordu. keşke gerisini de dinleseydi.
    bir yandan çantasında biletini arayıp, bir yandan koşmaya başladı. hüznün mına koyacağı tüm şartları yaratmasına rağmen koşarken bilet arayan bir insanın ağlaması, gereken ilgiyi çekmiyordu. bir daha şehri terk ederse, son peronda olmayan trenle gidecekti, ilkesi buydu.
    trene bindi. ağlamaklı gözleriyle, omzunun üstünden şehre doğru baksa yeterli ambiyansı yaratacağına emindi ama vakti yoktu. altına işemek üzereydi ve koşa koşa bulduğu ilk tuvalete girdi. hüzün iki dakika bekleyebilirdi. çişini yaptı. üstünü başını toplarken gözüne gereğinden fazla büyük bir etiket çarptı. donunda ''neşe penye''yazıyordu ve hayat gereğinden fazla hayattı.
  • "kahkaha ve neşe sen bizimle geliyorsun. üzüntü ve kahır sen de kiminle istersen onunla."

    az neşe var etrafta az neşe. bu kadar az neşe olması için bir neden de yok. 3. dünya savaşında değiliz, büyük kıtlıkta değiliz, pandemi yaşıyor değiliz ama yine de az neşeliyiz.

    kemoterapi görmüyorsan, evladını mezara indirmiyorsan, komşuna tecavüz edildiğine şahit olmuyorsan neşe olmadan yaşamayı kendine boşuna reva görüyorsun demektir.

    haksızlık demek sadece ondan bundan onu bunu almak demek değil. kendinden kendiliğini oluşturan güzel şeyleri esirgemek de demek.

    esirgeyen ve üzülen insanlık adına,
    neşe olmalı sende, unutma!
  • bilgisi tabiatla upuygun olanın keyfine neşe diyebiliriz.

    gönder gelsin.

    neşe olmadan canlı olmanın anlamı zayıf mı zayıf. hatta kişinin neşesi yoksa canlılığı netameli. neşe olmadığında mermer gibi gibi soluk beyaz, soğuk ve cansız.

    en çok neşe gelince seviniyorum. neşeli olmaya değil sadece hatta en çok gelmesine. sevgilisi gelince insanın sadece onunla olduğuna değil de onun gelmiş olmasına sevinir ya.

    neşenin geldiğini sokakta ayakkabısının içine soket çorap giyen kadınları, bıyıkları sigaradan sararmış adamları, dükkanların tabelalarını, kötü boyanmış binaları, yeğeninin elinden sıkıca tutan kızları, elyaftan yapılmış montları giyen delikanlıları sevdiğimi anlayınca anlıyorum. nasıl insan sevgilisi gelince her şeyi sever neşe gelince ben de her şeyi seviyorum.

    neşeyi çok seviyorum çünkü neşeli olunca her şeyi sevebiliyorum.
  • "tutkusunun meyvesini toplayan biri sevincinin de hakkını verebilmeli. derinden sevenler ıstıraptan çok neşeyi hak eder."
    (bkz: decameron /@hanging rock)
  • kepek sorunu olan kiz...
  • saçma sapan bir zamanda, üstelik de hiç olunmayacak bir psikolojideyken, sebep de yokken, insanın içine doluverince bu, insan acaba sabah çayıma viski mi koydular diye düşünmeden edemiyor.

    kendisine nasıl davranılacağını da unutmuşum işin kötüsü, eğreti durdu. birilerine telefon melefon edeyim de moralimi bozsunlar du'

    editimsi: yarım saat içinde şu hale dönüştü: viskili çay içmeyin.
  • aslı neş'e olan "neşe" kelimesi ve onunla aynı ebced değerine sahip olan diğer kelimelerin anlamlarını aşağıdadır.

    ebced değerinin aynı olması bu kelimelerin hepsinin yakın titreşim frekanslarına sahip olduğu anlamına gelir. dolayısıyla birbirleri ile yakından alakalıdırlar ve duruma göre birbirlerinin yerine geçebilirler.

    neş'e: gönül açıklığı, sevinç. yeniden meydana gelmek. yeni olan şey. yiğit olmak. yüksek olmak: 356

    haşimî: peygamber sülâlesinden gelen. bir tarikat şubesinde olan: 356

    fürusî: iyi binici, ata iyi binen: 356 (feres yani at ile feraset kavramı ilişkilidir)

    füru': bir kökten ayrılmış kısımlar. dallar. budaklar. bir sülâleden gelmiş torunlar. çocuklar. cüz'i hüküm ve kaideler: 356

    karun: iki şeyi bir araya getiren. tez terleyen hayvan: 356

    aruf: uzun zaman ıztırab, acı çeken: 356

    maşiye: oğlu ve kızı çok olan kadın. koyun ve keçi gibi hayvan: 356

    neşv: canlıların büyümesi, boy atması. yeniden hayata gelmek: 356

    nuş: içen, içici. tatlı ve şerbet gibi içilecek şey. zevk ve safa: 356

    şadan: sevinçli, bahtiyar: 356

    şinah: suda yüzme: 356

    şinev: işiten, duyan: 356
hesabın var mı? giriş yap