• eşyanın herkese görünen yüzünden apayrı bir yüzünü, kendiliğinden farketmek, onu başkaları gibi görememek, bir nesneye sadece kendi iç dünyası ile bakabilmektir.

    genç werther'in acıları` :die leiden des jungen werthers`'nda goethe'nin dile getirdiği gibi, aynı.

    "ah lotte. bana seni anımsatmayan ne var ki bu alemde ! baktığım her yerde bulunmuyor musun ? en önemsiz eşyalara varıncaya kadar, tıpkı bir çocuk gibi, sen dokundun diye saklamışımdır onları.."

    aşk insanı duyuların susuzluğuna iter, bilhassa aşık maşuktan uzak kaldığı müddetçe. seven, gönlünü tamamen onunla doldurmak ister. göz göremez, kulak duyamaz, el dokunamaz ise yapılacak tek şey kalır. onun gördüğü, duyduğu, dokunduğu şeylerle vakit geçirmek. nesne'l dünyada özne'yi aramaktır bu. özne'ye vasıl oluncaya dek huzur yoktur. ama bu huzursuzluk bile, arayış içindeki insanı tatmin eder. içtikçe içilen su, harareti arttırır, azaltmaz.

    onun geçtiği yollarda yürümek, onun şehrine adım atmak, onun sevdiği kitabı okumak, onun sevdiği şarkıyı dinlemek, onun.. hep onun olan şeylere dair o'nu bulmak hissetmek isteği.

    bayezid bistami'nin gönül gözüyle bakınca her yerde o'nu görmek öyle tabiidir ki, dışarıdaki insanlar bu anlamı ihata edemez, uluhiyet iddiası sanarlar, "enel hak" deyişini. halbuki o nesnenin ötesine bakmaktadır, artık her yerde rabbi vardır.

    madde-mana sahnesinde, perdenin aşınmaya başladığı an'dır, nesnelere anlam yüklemek.
  • zamanla alışkanlık haline getirilince daha bir saçma hal alabiliyor, odanızda çöp yığınları oluşturabiliyor.

    her şey sevdiklerinizden ayrılmadan önceki veya ayrılırkenki halinde kalsın. o esnada üzerinizde bulunan kıyafetler, aksesuarlar hiç çıkmasın, ayakkabılarınızın bağcıkları bile hiç çözülmesin... hatta vucudunuzdaki kirleriniz de bir müddet sizinle dursun. üzerinizdeki o son bakışlar, son dokunuşlar hiç gitmesin. e gitmesin de nereye kadar?

    ''pis pis de gezilmez ki canım'' diye düşünüp yavaş yavaş silmeye başlıyorsunuz bu anlamları. anlamlar silindikçe alışmaya başlıyorsunuz içinde bulunduğunuz duruma. geriye en son aldığınız sigaranızın paketi, biletiniz, dergileriniz vesaireleriniz kalıyor. onlar da bir süre sonra anlamlarını yitirmeye başlıyor. ancak yine de atmaya kıyamıyorsunuz. böyle böyle birikip yığınlar haline dönüşebiliyor.

    konuyla ilgili en güzel örneği feridun düzağaç vermiş: seni düşünürken içtiğim sigarayı korkarım ben söndürmeye... keşke hep yansa o sigara, hiç sönmese...

    insanın kendine yaptığı saçma acımasızlıklardandır bu belki. ama zaten insan düşünüp de hissetmiyor ki!
  • daha çok hayatla/insanla yetinemeyenlere, avunamayanlara ait olduğunu düşündüğüm eylem. genelde de sevilen/yitirilen/kavuşulamayanla ilgili olur. insan beyninde* en çok yer kaplayan şey aşkmış, hal böyle olunca ne çok anı birikir, ne çok acı birikir insan farkında olmadan..insan alakasız bi eşyayı görünce hüzünlenir mi, normal şartlar altında normal bir insan hiçbir şey hissetmez, ağlamaz, gülmez. ama sen bi de anlamını ona sor**.farkında olmadan bambaşka bir şeye dönüşür bazen eşya, eşyanın da ruhu duymaz, onun duymadığı gibi..

    güzel bir örnek yumağı için:http://www.youtube.com/watch?v=7woohu0lzo8
  • değerli yada değersiz, basit yada karmaşık herşeyin bir hikayesi olduğu ve bu tip şeylerin hayatın içinde bir şekilde varolduğunun farkına varmaktır. mesela komidinde yıllardır duran vazo artık yalnızca bir vazo değildir, çocukluğa, gençliğe dair birçok olayın içinde varolmuş, yeri geçmişe dair anıları tetikleyen bir yönü vardır. bu tarz şeyler geçmişte kalan olayları yada insanları bir nevi sembolize eder ve bence hayat bu tip şeylerle biraz daha güzelleşir, anlam kazanır.
  • bunu nasil anlatsam bilemiyorum ki. cok garip bi sey. belki de gereksiz derecede sacma. fakat bendeki bi takinti, saplanti derecesinde. mesela sevdigim birinin su ictigi bardagini aylarca yikamayabiliyorum ya da balkona kurulmus icki sofrasini, mezeler, tekilaya katik olan limonlar curuyenece toplamiyorum. bunun gibi seyler iste. sonra eve bi geliyorsunuz, ev arkadasiniz ya da anneniz homurdana homurdana topluyor sagi solu, o bardagi yikiyor. kizsan bi turlu, kizmasan bi turlu.

    eger boyle bi sey olmasa, yani nesnelere anlam yuklemek, insanlar insanligindan cikardi sanirim. mesela bir bank bir baskasinin poposunun yol ustu duragi olurken, bir baskasinin hayatinin mihenk taslarindan belki de en onemlisi olabiliyor. yani nesnelere anilar yukluyoruz. ve anilari olamayan ya da onlari hic hatirla(ya)mayan birinin insanligindan soz edebilmek mumkun mu? degil tabisi de.

    lahana sarmasi yerken duygulanan bi arkadas taniyorum mesela. ulan lahana da bi nesne sonucta. eski sevgilisi yapmis bi keresinde. zaten hangi sevgilinin haftada bi kez lahana sarmasi yapmaya vakti var ki? iste neyse her lahana sarmasi gordugunde en kirmizigulunden mahsunlasirdi. kaslar vs. hayata fark etmeden birakilan parmak izleri iste bunlar. bir toz bulutu gecer, hepsi gun gibi cikar ortaya.

    gozden uzak olmak da kar etmez bunu yenmeye. bu nesneye anlam yukleyen sahis cok uzakta da olsa, nesneler bizimdir. goze carpmasi, sokulmasi cok kolaydir. misal ben de ne zaman tahta uzun sapli banyo lifi gorsem bi fena olurum ki ben ona bekar lifi diyorum. sirta ulasabiliyorsunuz, ondan. zaten cuzdanimda sakladigim metrobus bileti de bu sapikligimdan iste.

    insanim diyen herkesin anlam dolu nesneleri var. iyi ki de var. kimine aci kimine de kucuk bi tebessum verse de aksi bi hayati dusunemiyorum bile. bazen bokunu cikarip eski sevgilisinin yarim paket orkidini saklayanlar da olmuyor degil ama onlari da hos gornek lazim, belliki hanimkizimiz tasi taragi toplamis gitmis, bi onu unutmus.

    neyse iste en son da bi töplümsel mesaj verip gachayim. sokakta yururken bi kaldirim tasina tukurmeyin amk, belki birinin sevgilisiyle oturup aglastigi kaldirim tasidir o. kisacasi insanin dogasinda olan guzel bi ozellik bu nesnelere anlam yuklemek. ama cok kotu bi sey, o ayri.
  • aceleyle işe ulaşmaya çalışıyordum ki, "nesne"m yolda yürürken sessiz sedasız, habersiz kayıp düşmüş...
    fark ettiğimde çok geçti.

    aramıza metreleer, dakikalar sızdı. düşünceler sonra... hangi arabanın lastiğinin dibinde, hangi çöp tenekesine ulaşmış, kimin ayağının altında, allah korusun hangi mazgalın tehdidinde kimbilir? zaten kıymetliydi de, kaybedince değeri iyice arttı. başka kalemle yazamam ki, onun ucu ne güzeldi, rengi ne şahaneydi... (ama anlam renkte miydi?)

    anlamlarım yüklene yüklene bitmiyor işte. o ana kadar getirilen her şey, nesnenin kayboluşunda varla yok arası bir mide bulantısıyla nihai son buluyor. ki bulmasın diye de... istikamet ters yöne çevriliyor, geçilen bütün yolları, uğranan simitçiyi, yakın geçmişi o anda didik didik ettiriyor.
    her şey daha bitmemişse eğer, aranan bulunuyor. 40 dakika geç, ama kavuşma huzuruyla, mazeretsizce işe gidiliyor.
  • insanlara anlam yüklemekten daha manalı olan şeydir. insanlar değişir ama nesneler yüklediğiniz anlamı sonsuza dek taşıyabilirler.
  • (bkz: batıl inanç)
  • bana anlam vermemi gerektirecek hicbirşey birakmadilar, bende gittim nesnelere anlam verdim.
    o nesne sendin aşkim.
  • resim sanatında da yapılan şeydir. hemmen örnekleyelim:
    (bkz: arnolfinilerin düğünü)
hesabın var mı? giriş yap