• küflenmiş bir ekmekten ve curumus elmadan farki kalmayan bir ulke, ancak o'nun üslubu ile ifade edilebilir. silivri soguguna aldiris etmeden ediyor zaten yillardir, kelle koltukta.

    mehmet barlas, huseyin gülerce, yigit bulut veya oguz haksever gibi paraya tamah, guce biat etmedi bugune kadar..

    ataturk'un dogum tarihini dahi ticaret araci yapan, ahlaksizca dini degerlerden nemalanan bitaraf gazeteci musveddelerinin yaninda seytanin gor dedigini goren ve saygiyi fazlasiyla hak eden bir vatanperver.

    ancak hayatta bir balik misali neyin mücadelesini verdigi belli olmayan bazi aklievveller oturdugu yerden boyle bir gazeteciyi nasil elestirebiliyor, gercekten hayret ediyorum.

    dunya'ya nihat genc'in biraz solundan bakıyor olsam da, sezar'in hakki sezar'a..
  • yaşlandıkça ne söylediği anlaşılamayan biri oldu çıktı. açıkcası ne anlatmak istiyor anlamadım. tek anladığım kendisi vatansever ama onun dışında kalan kim varsa hepsi tezgah. ilginç bir kafa.
  • --- spoiler ---

    80'li yıllar, özal,özelleştirme,liberaller,şirketler,erdoğan bey,kooperatif,bununla ilgili bir fıkraa var,kih kih kih.
    --- spoiler ---
  • at gözlüklerini çıkardıktan sonra gerçekleri görmeye başlamıştır.
    yıllarca küfrettim erbakan'a şimdi utanıyorum
  • türkiye'nin en güzel hakaret eden adamı.

    fetöcülere saydırırken öyle bir vitesten atıyor ki hayran kalmamak elde değil.

    küfür ederken insanın edebi yönünün kuvvetli olması gerektiğini gözümüze sokan kişidir.
  • "...nerede liberaller? hani bülbül gibi konuşuyorlardı bir zamanlar? nerede etnik milliyetçiler? bir dönem bülbül gibi konuşuyorlardı. nerede bugün akp içinde sesini çıkaramayan bir takım adamlar?ahmet davutoğlu, abdullah gül gibi... bülbül gibi bir zaman konuşuyorlardı.

    hangi zaman bülbül gibi konuşuyorlardı? suçladıkları, 'vesayet' dedikleri zamanda.
    hukuğu 'kemalist' diye kodladıkları, şarlatanca 'kemalist' diye kodladıkları zamanda bülbül gibi konuşuyorlardı.

    o 'vesayet' diye suçladıkları dönemde her türlü makamlara, seçim sonuçlarına, ekranlara kavuştular. hepsi hormonlu gibi büyüdü. liberaller ekrandan inmiyor, her türlü makama geliyor, her türlü maaşı alıyor, hatta milletvekili oluyor. etnik milliyetçiler hergün ekranda. bu muhaliflerin hepsi her lafı her gün söylüyor. atatürk'e küfrediyor, cumhuriyete küfrediyor, hukuğa küfrediyor. hukuğu kemalist diye kodluyor.

    ingilizlerin gandi'ye haksız bir lafı vardır. gandi'ye derler ki: "gandi'nin pasif direnişi hitler'e sökmezdi. gandi'nin pasif direnişi ancak ingiliz hukukuna söker." yani, "gandi hitler'e karşı savaşsaydı, ya kıyılırdı, ya öldülürdü" der.

    bu cümleyi türkçeye çevirelim.
    siz o beğenmediğiniz hukuk-vesayet rejiminde siz yazar oldunuz, makam oldunuz, maaş aldınız.
    şimdi siz etnik milliyetçiler, liberaller, akp içindeki muhalifler bu düzende -tayyip'in düzeninde- sesinizi çıkarabiliyor musunuz? çıkaramıyorsunuz. sandığınıza sahip olabiliyor musunuz? olamıyorsunuz. siz gücünüzü ancak bu hukuk rejiminden, o yıktığınız, o parçaladığınız, o küfrettiğiniz rejim içinde kişilik sahibi oldunuz, makam sahibi oldunuz, cumhurbaşkanı oldunuz.

    ama bu rejim içinde hiçbir şansınız yok.
    hadi çıkın ve ötün ve eleştirin tayyibi. hadi çıkın ve tayyibi eleştirin...
    şimdi konuş bakalım. tayyip rejiminde konuş."

    https://youtu.be/na1ohwzkoik
  • 'artık akp imamoğlu'nun üçüncü kuşak torunuyla bile baş edemez' demiş, ysk kararı sonrası ilk yazısını yayınlamıştır.

    "seçim iptaliyle türkiye'yi öngörülemez ittifaklar, öngörülemez yarınlara doğru savuran bu deliliğin kökeninde ne var, beka mı, yoksa?

    allah mı, din mi, adalet ve demokrasi aşkı mı, yoksa, paracukları mı?

    paracuk sevdası bu islamcı çok dindar partiye nihayet son nefesini yaşatıyor.

    bize düşen taziye sessizliğiyle seçim gününde son görevimizi yerine getirmek!"

    https://odatv.com/…eri-mumkun-degil-07051956_m.html
  • güzel ve esprili bir yazı daha kaleme almıştır:

    https://odatv.com/…ndure-dondure-acti-08051911.html
  • (bkz: ali ihsan yavuz’)a fena sarmıştır. ne güldüm ya

    https://odatv.com/…ure-dondure-acti-08051911_m.html

    ———————————————

    heladaki rulo kağıtlarını inceledi, sayım üstüne sayım, döndüre döndüre açtı

    dün geceyi ihsan yavuz’la geçirdim, evimize misafirdi.
    tarihlerin yazmadığı bir saçmalıkla karşı karşıyayız.

    sandık kurulu başkanları devlet memuru değilmiş. iyi de bana ne?

    faturayı niye bana kesiyorsun bu benim kusurum mu?

    kendi ihmalinin-hatanın-yanlışının günahını bana niye çıkarıyorsun!

    böyle manyaklık böyle hukuk böyle adalet böyle matematik böyle seçim böyle yönetim böyle bir meczup karar olur mu?

    yani otobüs şoförü kaza yapıyor suçunu cezasını yolcuya yazıyorsun?

    altmış yıl sonra piç olduğum anlaşılmış

    bu bir, ikinci daha da kavrulmuşu, istanbul'un sandık kurulu başkanları şaibeli de diğer ilçelerin sandık kurulu başkanlarını ne yapacağız?

    hukuk genel değil mi?

    dün akşamı işte bu akılötesi saçmalıkları bir türlü almayan beynimle aynı yastıkta geçirme gafletinde bulundum, nafile, kabus üstüne kabus.

    rüyamda, bugünkü okul rektörü ihsan yavuz üniversite diplomamım iptal edildiği haberini gönderdi, niyeymiş, o yıllardaki okul müdürü sahte müdürmüş, kim atamış belli değil.

    sonrası daha korkunç, tapu müdürü ihsan yavuz nüfus cüzdanımı iptal ettirmiş. çünkü doğduğum gün trabzon valisi o gün abdest almamış. annemle babamın evliliği murdar olup boş düşmüş. ihsan yavuz'un bir tarihçi gibi çalışıp ortaya çıkardığı bu gerçekle altmış yıl sonra piç olduğum anlaşılmış.

    sonrası daha fena, kültür bakanlığı'nın mevlana'nın mesnevisini yasakladığını duydum, meğer, mevlana'nın kitabını kaleme alan oğul çelebi tarihçi ihsan yavuz'un iddiasına göre o yıl islam'ın beş şartından biri zekatını vermemiş.

    sonrası daha şenlikli, selimiye camii'nin minarelerinin yıkılma kararı alındığını duydum, meğer ünlü tarihçi ihsan yavuz'un iddiasına göre mimar sinan'ın baş kalfası minareleri dikerken 'bismillah' dememiş.

    yani dün geceyi ünlü bilim adamı tarihçi savcı hakim büyük insan ihsan yavuz'la geçirdim. evimize misafirdi, birbirinin aynısı iki karafatma buldu. birisi üzerine yoğunlaştı, mutfakta ziftlenen karafatmaya sesini çıkartmadı ama heladaki kara fatmayı kumpascılıkla suçladı, milli iradeyi çalmakla tutuklattı.

    oturma odasında birbirinin benzeri iki koltuğumuz vardı, birine sesini çıkartmadı, ama, diğer koltuğu mahkemeye verdi, çünkü koltuğun arkası kıbleye dönüktü.

    heladaki rulo temizlik kağıtlarını inceledi, sayım üstüne sayım, döndüre döndüre açtı, beyazdılar ve birbirlerinin aynısıydılar, ama, ortada bir yerdeki kağıt mendili kopartıp, işte bunda şaibe var, dedi.

    -hepsi aynı niye suçu ortadaki masum tertemiz bu beyaz kağıda atıyorsun, dedim, 'milli irade her türlü şaibeden temizlenmeli' dedi.

    ulan, göz göre göre kodese gidiyoruz

    sabah kabustan gerçek dünyaya uyandım. işte burası tamı tamına gerçek. sabah gazetesi başta yandaş medyayı okudum, hepsi tarihçi bilim adamı güzel insan evliya insan ihsan yavuz'u doğruluyor alkışlıyor yere göğe koyamıyordu, benim kafa yine gitti.

    en iyisi bir yürüyüşe çıkayım nefes alırım dedim, yolda, iki araba kaza yapmış, şoförler yolcular trafik olay yerinde, kazaya karşı kaldırımdan ucundan şöyle bir bakayım, derken, hepsi üstüme hücum etti.

    işte kazayı bu adam yaptı diye beni yakaladılar. ben şoför değil yayayım, kaza yerine de kaza olduktan sonra geldim, diye boşuna kendimi savundum.

    derken trafik polisi ihsan yavuz ehliyetimi sordu. ehliyetim yok, dedim. ve suçlu'sun deyip tutanak tuttu, -ne için beni tutukladınız, dedim, soğukkanlı bir ses tonuyla: 'milli irade şaibe altında kalmamalı' dedi.

    mahkemeye çıktım, hakime, ben yayayım, şoförlükle alakam yok, dedim, hakim, hımmm yayaymışsın, deyip ayakkabılarıma baktı, ve: o ayakkabıları nereden ne zaman aldın' dedi, hay ananın .mı.

    yalvararak -ayakkabılarımı nereden ne zaman aldığımı vallahi hatırlamıyorum hakim bey, dedim. hakim bey, haa öyle mi bir de mahkemeden bilgi saklamaktan mahkemeyi yanıltmaktan, yaz, dedi.

    ulan, göz göre göre kodese gidiyoruz, yalvarırım hakim bey, beni bir dinleyin, dedim. bakın hakim bey, ben gittim oyumu verdim sonuçlar açıklandı seçimi kazanmışız, sonra, dediler ki sandık kurulu başkanları devlet memuru değilmiş, vallahi billahi sandık kurulu başkanlarını tanımam ne ben atadım ne de bir yakınım değiller, dedim.

    hakim bey, yani sen hakim kararlarına karşı mı geliyorsun, yüce adaletin itibarını halkın gözünde küçük mü düşürüyorsun, hakimleri linç mi ediyorsun, milli iradenin gözbebeği hakimliği aşağılıyor musun?

    -valla hiç birini yapmıyorum, benim dediğim sandık kurulu başkanlarını ben atamadım, suçlusu da ben olamam.

    hakim bey: yani sen seçimler şaibeli mi olsun istiyorsun, hay anasının ....

    derken ünlü savcı ihsan yavuz söz aldı. bana, sen nerelisin ve oyunu nerede kullandın, dedi.

    korka korka ve dürüstçe doğruları söyledim: ankaralıyım ve ankara'da kullandım.

    ihsan yavuz: senin istanbul'la ne işin olur, burayı karıştırmaya mı geldin, deyip hakime döndü, işte sayın hakim, seçime şaibe hile katanlar, bunlar, adam ankara'da oturuyor istanbul'u karıştırıyor, hay anasını sülalesini yedi ceddini...

    artık konuşacak savunacak söz de hukuk da kalmadı.

    hakime döndüm, -sayın hakim bey, inancımıza göre kıyamet günü insanlar yeniden dirilecek.

    savcı ihsan yavuz'u gösterip 'çok merak ediyorum, bu adam aynen böyle mi dirilecek?'

    'evet, allah'ın emri, aynen böyle dirileceğiz', deyince aldı beni bir dert.

    içimden kendi kendime vay .mına koyum şu püsküllü belaya bak, bu adamlardan iki cihan kurtuluş, yok, dedim.

    hakim bey: ne öyle kara kara düşünüyorsun, dedi, yok yok hakim bey, aklıma ünlü trabzonlu kemençeci kör hasan'ın türküsü geldi.

    -bu dünyadan umut yok, öbürü de şüpheli!

    nihat genç
    —————————————————
  • bugün yine muhteşem bir yazı kaleme almış. yavuz selim demirağ saldırısı, istanbul seçimi ve diğer siyasi gelişmeleri berrak ve edebi bir dil ile analiz etmiş. yazı aşağıda:

    bir

    “gece yarısı canhıraş bir telefon mustafa önsel aradı, duydun mu, neyi, yavuz selim'e saldırmışlar! müyesser'i aradım, kim saldırdı, bilen yok. birçok eş dost panikle aradı. yavuz'la halk tv ve ulusal kanal'da yaptığım her biri bir buçuk saat iki yüz program aklıma geldi. yavuz selim'i tanımıyordum, ergenekon, balyoz operasyonları başlamıştı. içeri atılan subayların da hiç birini tanımıyordum.

    gazeteleri okurken yavuz selim'in yazılarına denk geldim, baktım, subayların adlarını görevlerini biliyor, hemen telefon ettim. bu bilgileri bana da öğretir misin, dedim ve keşke aramasaydım, işte bu cangılın tam orta yerinde ateş altında kaldım.

    yavuz bu arabayla öldüreceksin bizi!

    o günlerde konuşan başka kanal yer de yoktu, bu programları yapmak .öt isterdi. şimdi karanlıkta beyzbol sopalarıyla saldırmak ne büyük yiğitlik. anılarımızı bir kenara not edecek vaktimiz dahi olmadı. yavuz'un çok eski her tarafı dökülen neresine dokunsan elinde kalan bir arabası vardı. halk tv ümitköy sosyete pazarı denilen yerdeydi, gidip gelmek arabayla altmış yetmiş lira tutuyordu. yahu yavuz bu arabayla öldüreceksin bizi. ama başka da şansımız yoktu. eskişehir yolunda tin tin gidiyoruz bu arabayla allahım nereye gidiyoruz, korku üstüne korku. üstelik oturduğum ön koltukta bir yere dokunamıyordum, çünkü dokunduğum yer elimde kalıyordu. bazen elimde bir parçası kalıyor, çizgi film gibi -yavuz, bu parça nereden elime geldi, ağbi sen bırak yerini ben bulurum diyordu, işte böyle bir araba. fetö’cüler hemen her gece bu arabaya girip arama yapıyor dinleme aleti falan neyse artık. bir gizli örgüt ya da istihbarat bir arabaya bir kere girer arar dinler hadi bunu anladık. ama bu arabayı fetö’cüler her gece arıyordu. yani arabayı geceleri fetö’cüler gündüzleri biz kullanıyorduk. fetö’cüler'e küfürlerim de şöyleydi, oğlum gidin mercedesleri arayın, bu arabadan size ekmek çıkmaz. o kadar kötü araba ki adını 'gofret' koydum, gofret aşağı gofret yukarı, gofretten kurtulmanın tek yolu vardı, benim altılı ya da sayısal oynayıp tutturmam. ve ama yavuz'un çözümleri benim hayallerimden de öte uçuk kaçıktı. ne zaman arabaya binsem öleceğiz bu arabayla deyip küfrü bastığımda... yavuz, ağbi hiç endişe etme sakin ol bir alacağım var gelecek hafta ödeyecek. ya da ağbi bizim bir miras meselesi var gelecek hafta bitiyor. elde yok ayakta yok iki yüz program bitti yavuz'un kesin geliyor dediği alacaklarının hiç biri gelmedi ama tehditler iftiralar karanlık hala diz boyu hiç bitmedi. yavuz'u ya da beni dövmek çok kolay, karanlıkta saldıranlar, gecenin karanlığına beyzbol sopalarına hiç ihtiyacınız yok, öyle pusuya karanlığa sopaya ihtiyacınız yok bizi herkes dövebilir. bizim, bizi dövemezsiniz öldüremezsiniz diye bir iddiamız yok. dost düşman bizim iddiamız şu. cesaretimizi yıkamaz yolumuzdan döndüremezsiniz.

    bir kişi daha tanıyorum; cem küçük!

    iki

    hangi birini anlatsak, bu cuma günü, müyesser yıldız'ın yazısını okumuş olmalısınız. bir bilirkişi mahkemeye rapor veriyor ve raporun içinde şu cümleler geçiyor: fetö'ye yakınlığıyla bilinen odatv!

    siz hangi saldırganı arıyorsunuz, mahkemenin bilirkişisi işte bu!

    her halde bu bilirkişinin sanatkar bir ruhu var, karmaşık görüntüler ve tuhaf malzemeleri karıştırarak yeni bir 'tasarım' çalışıyor. bu sanatkar ruhlu bilirkişinin hayalgücüne hayranım. mantık ve felsefe bilgisi karşısında şapka çıkartıyorum. somut gerçekleri soyut kelimelerle bu denli ters düz edebilmesi karşılığında devlet bu bilirkişiye bir de para ödüyor.

    sanatkar ruhundan öte bu bilirkişinin en çok 'özgür' kişiliğine hayranım, şu özgürlüğe bakar mısın, fetö’ye yakınlığınla bilinen odatv gibi cümleler kurabiliyor. iktidar medyasında bu özgürlükte konuşan bir kişi daha tanıyorum cem küçük. sanatkar hayal gücü delilik ister dehalar bu yüzden biraz delidir, akıl gücü, gerçeklik, sağlam kanıtlar, devletimiz için hiç endişe duymayın, hepsini alt üst eden mesleğinde dehalaşmış bilirkişilerimiz var.

    işte bu sanatkar dehalarıyla devletimiz fetö'yle mücadelede netice alacak!

    gül ve davutoğlu gibiler bu saatten sonra sevap da işlese, günah da işlese boşuna

    üç

    17 yıllık akp iktidarında 'amel defteri kapanan' nice değme sanatçı ve yazarlar ve yayın organları ve hatta partiler ve ideolojiler gördük. amel defteri kapandı cümlesi dini bir terimdir, öldü gitti anlamına gelir, amel, yani sevap ve günahları artık yazılmayacak. dini inanca göre bir hayırseverlerin amel defteri kapanmaz iki alimlerin sözleri sevap kazanmaya devam eder. ve ama mehmet barlas, mehmet altan, ertuğrul özkök, ahmet hakan, murat belge, etyen mahçupyan, vs. aşağıda yorumlarda listeyi uzun tutun, yüzlerce yazarın 'amel defteri' kapandı. artık abdullah gül, ahmet davutoğlu gibiler bu saatten sonra sevap da işlese günah da işlese boşuna 'amel defterleri çoktan kapandı'.

    dört

    peki bunca yazarın partinin siyasetçinin sanatçının amel defteri nasıl ve niye kapandı?

    önce bir hikaye anlatayım, askerde acemi eğitimde, sağa dön sola dön talimi yapılan 'yanaşık düzen' eğitimi vardır. sonra beyinle ilgili kitaplarda da bu vakayı iyice öğrendim. bir acemi er vardı çocuk çok iyi üniversite bitirmiş ve zekası esprileri harikaydı. ancak bu acemi er sağa sola dönmeyi karıştırıyordu. zavallı çocuk sağını solunu öğrenemedi. baktı olacak gibi değil uyumaya koğuşa geldiğimizde çocuk koğuş içinde sağa dönüyor sola dönüyor yani fazladan talim yapıyordu. uykusuzluktan delirmiş bizler bağırırdık sağını solunu .iktirme bize oğlum uyu artık. nafile çocuk kafaya koymuş sağa sola dönmeyi öğrenecek ve eğitim alanında gülünç duruma düşmeyecekti. derken bedderesi kerhanesinde peçetecilik anıları olan çavuşlar bu çok yüksek üniversite öğrenimi görmüş acemi eri dalgaya almaya başladı. çavuşlardan biri koğuşun arka kapısından diğeri ön kapısından şaka niyetine komut veriyordu: dikkat komutan!

    acemi er anında dikkat komutan komutuna dönüyor ve ters yönden bir daha dikkat komutan diye bağrılınca panikle o yöne dönüyordu.

    sonunda acemi er'e nasihat ettim, .iktiret sağı solu, dikkat komutan'ı biliyorsun yeter sana, dikkat denilince sese doğru hazırol selam ver, tamam, bu hayatta sağ sol mu kalmış.

    soğuk savaş yıllarında sağ sol yerindeydi, sağcılar yanlış da olsa sağa solcular yanlışları da olsa solun ideolojisine göre hareket ederdi, anlayacağınız sıkıntı yoktu.

    soğuk savaş bittikten sonra sağ sol karıştı, değerler karıştı, bir kısmı yeni yönler yeni pozisyonlar buldu, bir kısmı ise işin kolayını buldu:

    işin kolayı: dikkat komutan! yani 'komutan'a dönmek, lidere, şeyhe, ağbiye, önderin lafına göre yön tayini yapmak.

    yönümüzü nasıl bulacağız sorusu büyük sorudur, yani beka meselesi nedir, ilk önceliğimiz anti-emperyalizm mi olmalı, hukuk mu olmalı, yoksa ölümüne liderimize sadakat mı olmalı?

    sadece 'yön' tayini de yetmez, güvenilir bir kişiliğiniz olmalı, güvenilir kişiliğiniz için de çok önemli bir 'kıstas' vardır, para ve makama hiç eyvallahı olmamış bir hayatınız olmalı.

    şimdi yandaş medyada maaşlanmış makamlaşmış köşelerde yazıp çizenlerin her halde peşinden gidemezsiniz? bu insanlar anti-emperyalizm dese de kuşkulanırsınız. çünkü beka dedikleri anti-emperyalist mücadele dedikleri aslında anti-emperyalist bir mücadele değil liderin peşinden gitmenin örtüsüdür.

    bir çok örnek mümkün ama iki büyük olayla özetleyelim, ülkemizde yüzlerce siyasetçi ve yazar, bir, 'evrensel hukuk evrensel değerler' adı altında statüko amerika'nın vesayetine girdi. şöyle, amerika saddam'a saldırırken, öncelikleri faşist saddam demek oldu. faşist saddam diyerek amerika'nın kuyruğuna dizildiler ve bir milyon ıraklı'nın ölümüne göz yumdular.

    bizler önceliğimizi faşist olarak koymadık anti-emperyalizmi vazgeçilmez bir değer olarak en başa koyduk, bizi de saddam'ı desteklemekle suçladılar ve alayımızı ya kovdular ya kodese tıktılar. ne oldu? amerika'nın yanında alenen yer alan yüzlerce siyasetçi ve yazarın amel defteri kapanmış oldu, ve bugün o insanların adını anmak dahi istemiyorsunuz.

    ikinci örnek olayımız, 2010'daki yetmez ama evet anayasasındaydı, türkiye'nin askeri ve hukuk kurumlarını sümüklü bir şeyhin işgaline açtılar ve bu anayasaya evet diyen yüzlerce siyasetçi ve sanatçı ve yazarın da 'amel defteri kapanmış' oldu, artık bu insanlardan iğreniyorsunuz. bir zamanların magazin ünlüleri hülya avşar, sibel can, sezen aksu gibi nice köşe yazarının siyasetçinin amel defteri çoktan kapandı, yani tarihten ve sahneden düştüler.

    sevgili akp'liler bu düğümü çözecek olan sizlersiniz

    beş

    gelelim dananın kuyruğuna.

    bir deli kuyuya taş attı seksen milyon çıkartamıyor.

    ysk'nın seçimi iptal kararı türkiye'yi çok sert çıkmaza sokmuştur ve bu kararlardan en çok amerika, israil, avrupa avuçlarını ovup hevesle olup bitecek kargaşa ortamını beklemekteler.

    her seçim öncesi kim kazanır sorusuna 'kasa' kazanır yorumu yapardık, yani iktidarı elinde tutan ya da iktidarla ortak oligarşik güçler kazanır diyorduk, bu kararla şimdi ilk defa 'kasa' kaybetti.

    bu çıkmazdan türkiye'nin kurtulması mümkün değil mucizevi önerilere ihtiyacımız var ve soner yalçın son yazısında bu ysk üyelerini kim ne zaman atamıştır diyerek bu karardan kurtulmanın bence zekice bir yolunu göstermiştir.

    ancak benim önerim başka, tek çıkış yolumuz akp'li seçmenlerdir.

    sorun imamoğlu'nu sevip sevmeme destekleyip destekleme meselesi hiç değildir, sorun, ortada bir hukuksuzluk var ve bu hukuksuzluk giderilmeden türkiye'nin önü açılamaz.

    imamoğlu'nun kazandığı bir seçimi yeni bir seçimle akp'ye vermek kitlelerin kabullenebileceği bir şey midir, ülkeye yapılan kötülüğe ve deliliğe bakın, ki çok geçmeden yandaş medya gezi’yi yeniden gündeme taşıyıp olabilecek sokak gösteri ve protestolarının daha bugünden arkasında bilindik dış güçler temasını işlemeye yani daha protesto dahi yokken kriminilaze etmeye başladı.

    ülkücüleri istanbul'a çağırmak ve istanbul belediyesinin hangi tür suriyeliler'i besliyor soruları nasıl bir deliliğin içine yuvarlanmakta olduğumuzu gösteriyor.

    nasıl tür suriyeliler ifadesini ferasetinize bırakıyorum ve açmıyorum, ancak, devletin üstündeki birilerinin gözlerini karartmış yangına benzinle koşuyorlar.

    sevgili akp'liler bu düğümü çözecek olan sizlersiniz, yakın tarihte bolca örneklerini gördüğümüz şekilde amel defterimizin kapanmasını istemiyorsak burada hepimiz 'hukuk'a saygı göstereceğiz.

    şüphesiz pkk'ya hdp'ye fetö'ye kıbrıs sorununa ermeni sorununa ve avrupa ve abd hegemonyasına karşı tek laf etmemiş bir siyasetçiyi bizim kalkıp desteklememiz mümkün değildir ve bu başka meseledir, hukuk'a sahip çıkmak başka bir meseledir.

    edebi maharetimi tanıyorsunuz, olabilecekler konusunda felaket senaryolarını cesaret ve açıklıkla nasıl tür ifade edebileceğim konusunda kimsenin kuşkusu yoktur, ancak, olabilecekleri ucundan çıtlatıp yazmaya konuşmaya elim varmıyor, çünkü, 'hukuk' dışında çıkışımız kalmadı, yani ne yazsan ne söylesen artık boşa düşersin alevleri körüklersin, buna iki ucu boklu değnek diyoruz.

    tek tek insanlar ve kitleler böyle büyük tarihi dönemeçlerde hayatlarını ve değerlerini ve ülkesini yeni baştan gözden geçirir.

    sorunumuz beka sorunu mudur, anti-emperyalizm sorunu mudur, türkiye'nin kuşatılma sorunu mudur, hukuk sorunu mudur, liderin peşine takılma sorunu mudur, hangisi hangi olaylarda öncelik kazanır, bunların her biri doz doz ölçek ölçek siyasi tadınızı ve varlığınızı ortaya koyar.

    bu ölçek ölçek öncelikleri tayin edemezseniz ülkenizi kaybedersiniz.

    her yazdığım yazı yüz binler iki yüz binler okunuyor, neden, çünkü bu ülke siyasetini çok iyi takip eden bir yazarım ve kimseye eyvallahım olmadı, gördüğüm büyük gerçek şudur:

    bu ülke siyasetçi ve aydınlarında pozisyon hastalığı var. nedir pozisyon hastalığı? sağa sola değerlerine liderine ya da anti-emperyalizme karşı bir 'pozisyon' alıyorlar ve orada 'donup' kalıyorlar.

    aldıkları pozisyon değişsin istemiyorlar, bu yüzden, yazarlarını kaybetmiş benliğini kaybetmiş dağılmış partiler liderler tanıyoruz, kişiliğini karakterini kaybetmiş binlerce değme yazar siyasetçi biliyoruz, hepsinin amel defteri kapandı.

    pozisyonumuza çakılıp kaldık ve ülke felakete gidiyor, o halde, sağa mı döneceğiz sola mı döneceğiz dikkat komutana mı döneceğiz yoksa anti-emperyalist bir duruş mu alacağız, her neyse, bu 'pozisyon' alışları sonuna kadar tükettik, yine de bir şey diyen yok, beka sorunu gördüğünüz bu dik duruşunuza devam edin.

    ama artık biraz 'rahat' deyip kımıldamamız lazım, bizleri ve ülkemizi rahatlatacak olan 'hukuk'tur.

    siyasi pozisyonlarımızı ülkemizin varlığı ve bekası için 'hukuk'tan yana kullanarak çok büyük bir millet olduğumuzu dosta düşmana göstermek zorundayız.

    fetö'nün kumpas ve oyunlarından kurtulmak hiç de kolay değil demiştik, evet, ülkenin kaderini şeytani kararlarıyla kördüğüm haline getirdiler, ve birbirimize girmemizi istiyorlar.

    kardeşlerim, böyle zamanlarda bizim tarihiyle gelenekleriyle cumhuriyetiyle hukukuyla kültürüyle türküleriyle bir ülkemiz var deyip yunus emreleri hacı bektaşları yakın tarihimizden mehmet akifler'i düşünün. hukuk dışında her şey bu muhteşem terkibi bir günde elimizden alacak.

    kardeşlerim, günlerdir kara kara düşünüyoruz, doluya koyduk olmadı boşa koyduk olmadı, bulabildiğimiz tek umut geldiğimiz nihai yer burasıdır:

    bu kördüğümü çözüp ülkeyi rahatlatacak olan akp'li seçmenlerin sağduyusudur.

    altı

    bu çıkışsız felaketleri yaşadıkça ilk gençlik yıllarında okuyup çok da anlamadığımız kafka'nın şato romanını bir daha hatırladım. şato anlaşılmaz bir roman. karmaşa üstüne karmaşa. bugünden bakınca sanki şato bugünkü fetö kumpaslarını görüp romanını öyle yazmış.

    neydi şato'nun konusu, bir kadastro memuru bir köye gelir ve herkese şato'ya gitmek istediğini söyler. şato neresi bilen yok. köylüler şatoya götürmek isterler ama yarı yolda onlar da yolu bilmediklerini söylerler. devlet memurları bürokrasi vardır ama yoktur. köylüler vardır ama yoktur. aslında romanda kadastro memuru dışında olup bitenleri anlamamız mümkün değildir.

    çağdaş eleştirmenler çağlarının bir hastalığı olarak şato romanını insanın yabancılaşması olarak yanlış değerlendirdiler. nerede hangi eleştirmeni okusan aşağı yabancılaştırma yukarı yabancılaştırma. oysa şato'da başka bir şey anlatılıyor. gerçekliğini kaybetmiş devlet, gerçekliğini kaybetmiş köylüler ve herkes anlamını bilmediği sosyal rollerini oynuyor. devlet varmış gibi şato varmış gibi sorgulamadan oynuyor. ve kadastro memuru dışında herkes halinden memnun. ama onun da kimsenin ve kendisinin de yolunu bilmediği bir şato'su var.

    felaketlerin eşiğinde ülkemiz de şato gibi. bir devlet, devlet aklı var mı?

    bilmiyorum, herkes verili sosyal rollerini ve pozisyonlarını 'varmış' gibi oynuyor! anlaşılmaz dediğimiz türkiye'nin fotoğrafı anlaşılmaz bu roman karmakarışık aklım almıyor deyip yarıda bıraktığımız şato romanı gibi.

    nihat genç
hesabın var mı? giriş yap