• "allah insana bir nimet verir. bu nimetten dolayı bir külfet doğar. bu külfete katlanamayanın elinden o nimet geri alınır." sâmiha ayverdi
  • bir arkadaşım var, vakti zamanında çok sıkıntı çekmişti. sonra iç alemini değiştirmekle dış alemini de değiştireceğini öğrenince, o yolda çalışmaya başladı ve nihayet hem iç aleminde hem de dış aleminde epeyce açılımlar sağladı ve allah onu sıkıntılarından kurtardı ve ona istediklerini de ihsan etti.

    şimdi bu arkadaşa ara ara evham geliyor: "ya allah verdiği bu nimetleri elimden geri alırsa, ya o korkunç eski hayatıma tekrar dönersem" diye...

    elbette bu evham, şeytanın fırsat bulduğu anda arkadaşımızı hassas damarından yakalayıp huzurunu bozma girişiminden ibarettir. gerçi haline dikkat etmeyip, şeytana da kapıyı açan yine kendisidir aslında.

    arkadaşımıza ilaç olarak geçmiş ümmetlerin birinde yaşanan şu kıssayı nakledeyim:

    allah o ümmetin peygamberine vahyeder ve "falanca kuluma git söyle, onun hayatının yarısı refah, yarısı da yoksulluk içinde geçecek. hayatının ilk döneminde zenginlik mi yoksa yoksulluk mu ister, kararı kendisi versin".

    peygamber de gider adama durumu bildirir. adam karar için müsaade ister ve olayı karısına anlatır. adamın karısı da oldukça akıllı bir kadın imiş. kadın, kocasına önce zenginlik istemesini söyler. adam ise "yapma etme hatun, zenginlikten sonra fakirlik çekmek çok ağır olur" der. ancak kadın görüşünde ısrar eder.

    bunun üzerine adam gidip peygambere kararını bildirir. kısa süre sonra adamın malına, mülküne, sürülerine öylesine bir bereket gelir ki, adam zengin olur ve müreffeh bir hayata kavuşur.

    bunun üzerine adamın karısı der ki kocasına, "şimdi iyilik yapmaya başla. nerede fakir görürsen yedir, içir, giydir". adam karısının dediğini yapar; fakir fukarayı gözetmeye başlar.

    zaman gelir geçer ama adamın zenginliğinden hiçbir şey eksilmez. adam hayatının sonuna kadar ailesi ile mutlu ve müreffeh yaşar.

    niçin böyle olmuştur?

    çünkü adam fakirlere yardım etmekle, malının mülkünün şükrünü eda etmiş ve nankörlükten kendini kurtarmıştır. şükredenin nimeti ise elinden alınmaz.

    evet bu kıssada önemli bir evrensel prensibe vurgu yapılmaktadır. ne verirsen aleme, o sana kat kat olarak geri döndürülür: para verirsen para, ilim verirsen ilim, marifet verirsen marifet...

    buraya kadar olan kısmı anlamak kolaydır. aynı hikmetin çok daha rafine, soyut ve de marifete dönüşmüş halini anlamak ise oldukça zordur:

    ancak vazgeçtiğin, ancak terk ettiğin, ancak kalbinden çıkardığın, ancak hakk için feda ettiğin şey ahiret alemine geçebilir ve sana ebedi mülk olur. zira hakk için olmayan her şey yok olucudur(bu marifet, bakara suresi 245. ayetin sırrıdır).
  • rasulullah(sallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: "kime şu dört şey verilmişse, ona dört şey daha verilmiş demektir.

    1-kime allah'ı anma nimeti verilmişse, allah da onu anar. çünkü allah teala kur'an'da: 'beni anın ki, ben de sizi anayım'(bakara, 152) buyuruyor.

    2-kime dua kapısı açılmışsa, kendisine icâbet edilecektir. çünkü allah teala kur'an'da: 'bana dua edin ki, size icabet edeyim"(mu'min, 60) buyuruyor.

    3-kime verilen nimetlere şükretmek nasip edilmişse, fazlası da verilecek demektir. çünkü allah teala kur'an'da: 'şükrederseniz size olan nîmetimi artırırım.'(ibrahim, 7) buyuruyor.

    4-kime de istiğfar etme nimeti verilmişse, o bağışlanacak demektir. çünkü allah teala kur'an'da: 'rabbinizden bağışlanma dileyin, çünkü o çokça bağışlayandır.'(nuh, 10) buyuruyor.'"

    (mu'cemu's-sağir 703.)
  • herkes dinliyor ama kimse itiraf edemiyor.
  • bu büyük nimete kavuşmak, ancak gelmişlerin ve geleceklerin efendisine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâti ekmelühâ” uymakla ele geçebilir. bir kimse, kötü huylarını yok etmezse ve emirlere uyarak ve yasaklardan sakınarak kendini süslemezse, bu nimetin kokusunu bile duyamaz. islâmiyyetten kıl ucu kadar bile ayrılan bir kimsede ahvâl ve mevâcid (haller ve zevkler) hâsıl olursa, bunlara istidrâc denir ki, onu dünyada ve ahirette rezil olmaya sürükler. allahü teâlânın sevgili peygamberine ayak uydurmayan bir kimse, felaketlerden kurtulamaz. birkaç günlük dünya hayatını, hak teâlânın razı olduğu şeyleri yapmakla geçirmelidir. bir kimsenin işlerinden, onun sahibi razı olmazsa, onun yaşaması nasıl olur? hak teâlâ, onun büyük, küçük her yaptığını bilmekte ve görmektedir. hâzırdır ve nâzırdır. utanmak lazımdır.
    imam-ı rabbani müceddid-i elf-i sani şeyh ahmed-i faruki serhendi
  • nerden duydum bilmiyorum ama aklımdan çıkmayan bir şarkı. müziği mi yakaladı ne oldu beni anlamadım.

    sözlerini de yazayım tam olsun;

    yerimde saydım bak kalbim karıştırır aklımı.
    tenimde nemlik var elimde yaş gibi anladım.
    ansızın gözgöze geldim bir bak, bakışları nimet nimet.
    kim bilir belki de peşinde kimler kimler var.
    aklımı aldın sen ver geri nolur nolur.
    yardım et yarab sen gözleri boncuk boncuk.
    saçları bal rengi yanakları allana allana
    tatlı mı tatlı ah kalbimi ver geri boşluk var.
    aah dert başa vurdu bi gülmedim halen ah.
    dargınım düşlere olmadı hiç biri ah.
    a-ha yorma.
    erdemi yansır taş çatlatır nazlı mı nazlı bi kalp.
    sardırır tütünü çakmağı yak başladı kabusum sil baştan.
    ansızın gözgöze geldim bir bak, bakışları nimet nimet.
    kim bilir belki de peşinde kimler kimler var.
    aklımı aldın sen ver geri nolur nolur.
    yardım et yarab sen gözleri boncuk boncuk.
    saçları bal rengi…
  • annem çalıştığı için bana babaannemin baktığı neolitik çağlarda babaannem beni ne zaman bakkala gönderse kıvırcık saçları, vatkalı bluzu ve kocaman gözlükleriyle kara kuru o kadın beni bakkalın kapısında karşılardı. her eski insan gibi babaannemin de renkli sepetten bir ekmek torbası vardı. bu ince, uzun, vatkalı kadın elimdeki ekmek poşetini alır, küçük bir çocukla edilecek türden bir sohbet yapar sonra da poşetin içine seçtiği bir ekmekle bir gofret atardı. gofreti yemenin verdiği sabırsızlıkla mı yoksa babaannemin "ekmeği alınca koşa koşa hemen eve dön" talimatına uyma derdine mi bilmem kanter içinde eve atınca kendimi, babaanneme bu tuhaf, ekmek kokularıyla sabitlediğim kadının isminin ne anlama geldiğini sorduğumu hatırlıyorum. daha önce hiç duymadığım bir isim, "nimet". babannemin göçmen tasarrufçuluğuyla dümdüz olan, ekmeğin çok yüce birşey olduğu konusunda sarsılmaz inancı olan incecik dudaklarının büküldüğünü, "nimet, ekmek demek" dediğini hatırlıyorum. o günden beri çok kutsal şeylere olan inancım pek gelişmese de "nimet" hala ekmek mayası kokusunun içinden vatkalarıyla ve kocaman gözlükleriyle bana gülümseyen o kızcağızdır benim için.
  • bizimkiler'deki raşit beyin deli eşi. naçizane bir bölümünü hatırlayalım hemen:

    nüfus sayımı vardır. nimet tahtakafanın ellerini ve ayaklarını yatak odasında bağlamıştır. o da yetmemiş, ağzına çorap sokmuştur. sayım memuru gelir. raşit bey bağırmaya çabalar. ağzındaki çorap sebebiyle ancak homurdanabiliyordur. ne var ki sayım memuru bunu duyar ve nimet'e "bu ses ne sesi?" diye sorar. nimet de "bu tahtakafa.. tahtakafa benim papağanım" der. sonra raşit bey'in öldüğünü vs. anlatır... bu arada gerilir ve göz kırpmaya başlar. "ben göz mü kırptım şimdi" diye söylenmeye başlarken sayım memuru evi korku ve hışımla terk eder... bu da deli nimet'in böyle bir anısıdır...
  • insanın öleceği tarihi bilememesidir.
  • hangi nimet verilmişse ve ne kadar verilmişse bize razı olmak düşer. zaten hiçbir şeyimiz yok, olamaz da. gelen her ne varsa hep lütuf, azı çoğu fark eder mi ki? hem zaten hakkımızda hayırlısını allah bilir, ne verilmişse ona şükretmemiz lazım.
hesabın var mı? giriş yap