• 1937 yılında yayımladığı bir yazı dizisinde 2. abdülhamit hakkında yazdıklarıyla ilgili olarak atatürk tarafından ciddi bir ayar yemiştir.

    mustafa armağan'ın abdülhamid'in kurtlarla dansı'nda olay şöyle anlatılmış:

    "nizamettin nazif tepedelenlioğlu, 1930'lu yılların delişmen kalemlerinden biridir. istikbalin parlak edibelerinden biri olarak bakılır kendisine. ancak 21. yüzyılda ordu ve politika adlı kitabın yeni basımıyla girebildiğini söylemek zorundayım. demek ki, zaman dediğimiz gizemli varlık, bazen bu denli acımasız davranabiliyor söhretli kalemlere.

    nizamettin nazif'in ilginç bir hatırası onu abdülhamid kitabının içine taşıyıverdi. neydi bu hatıra?

    23 temmuz 1958 tarihinde hürriyet gazetesi nizamettin nazif'in bir yazı dizisini yayınlamaya başlar. niye bu tarihte yayınlanır dizisi? meşrutiyet'in ilanının üzerinden 50 yıl geçmiştir de ondan.
    bu hatıraların bir yerinde, 31 temmuz 1958 tarihlisinde o zamana kadar bilinmeyen bir hatırasını anlatır tepedelenlioğlu (kendisinin ünlü asi tepedelenli ali paşa'nın torunu olduğunu belirtelim). anlattıkları gerçekten de hayret vericidir. 1937'de artık devlet adamlığıyla iyice olgunlaşan atatürk'ün abdülhamid'i nasıl gördüğüne ilişkin çarpıcı bir anektoddur anlattığı.

    kendisinden dinleyelim:

    1937 yılında idi. yaz aylarından biri.

    doğrudan doğruya kendi kontrolündeki bir gazetede ''makedonya'' adlı bir eserim tefrika ediliyordu. bir aksam üstü başyaver celal bey beni telefonla aradı. dolmabahçe sarayına davet edildim ve saraya girince de, hemen hiç bekletilmeden, üst kata çıkarıldım. bir kapı açıldı, kendimi büyük adamın karşısında buldum. saygılarımı bildirince mutad bir iki nezaket cümlesi ile beni taltif etti. sonra:

    -yazını okuyorum, dedi. hürriyetin ilan edildiği zaman küçük bir çocuk olman lazım. fakat tebrik ederim, o günleri iyi canlandırıyorsun. yanlız abdülhamid'i hiç sevmediğin belli.

    biraz durdu. elindeki bir renkli kalemi, önünde açık duran kalın ciltli fransızca kitaba dikine vurarak düşünür gibi oldu. ben susuyordum. bu hal bir iki dakika devam etti. sonra birdenbire şu sözler çıktı ağzından:

    -sevme abdülhamid'i. gene de sevme! fakat sakın hatırasına hakaret edeyim deme. senin neslin biraz daha temkinli kararlar vermeye alışmalı. bak çocuk! şahsi kanaatimi kısaca söyleyeyim:
    tecrübe göstermiştir ki, toprakları üsütünde yaşayan insanların çoğunun ahvali meşkük [ne olacakları şüpheli] ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette abdülhamid'in idare tarzı, azami müsamahadır [en yüksek hoşgörüdür]. hele bu idare, on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında tatbik edilmiş olursa...

    bunun üzerine ayrılmama müsaade buyurmuşlardı. saygılarımı tekrarlayarak huzurlarından uzaklaşmıştım."
  • 1920'li yılların sonlarında gazete tefrikası olarak kaleme aldığı 'kara davud' isminde tarihi bir romanı vardır. çizimlerini abidin dino'nun yaptığı bu romanın bir sahnesinde sinirlenen kara davud, fatih sultan mehmed'e bir tokat aşkeder!.. tabii kızılca kıyamet kopar; gazete önünde toplanmalar, protestolar, ölüm tehditleri...

    'deli nizam' ise gazete binasını basmaya gelen kalabalığı şöyle teskin etmeye çalışır: "beni iyi dinleyin! fatih sultan mehmed bir sonraki sayıda kara davud'u düzecek! yemin ediyorum artık ondan dayak yemeyecek, üstüne üstlük de onu düzecek! nasıl, şimdi memnun musunuz efendiler?"

    sonradan evleneceği suat derviş, onu ilk defa gazete merdivenlerinde bu lafları ederken görür ve bu deli dolu adamdan pek hoşlanır.

    resimli ay'da çalışırken de vala nurettin'le aynı odayı paylaşır; fakat nizam'ın bağıra çağıra konuşmasından, gürültüsünden patırtısından yaka silken vala, bir gün oda kapısına şu uyarıyı asmak zorunda kalır: "burası bir işyeridir, nizam ile sükûneti muhafaza ediniz!"
    bu yazı daha akşamına kalmadan 'gizli bir el' tarafından şu şekilde değiştirilir: "burada nizam vardır, intizam olamaz!"
  • resimli ay dergisi ortamı sayesinde suat derviş'le tanışmış "deli" lakaplı yazar. boşuna verilmemiş bu lakap.

    romanı kara davud'da fatih sultan mehmed'e tokat attırıp gazetenin gericilerce basılması bir yana zamanında bir gazeteye yetişmesi gereken tefrikayı yetiştirebilmek için o an çevresindeki 3 arkadaşına konuyu anlatarak 3 ayrı bölümü her birine hazırlatarak en sonunda sanki bir tek o yazmış gibi hikayeyi birleştirmek suretiyle gazeteye tefrika yolladığını biliyoruz. bu üçe bölüp her birine bir bölüm yazdırdığı arkadaşlarının biri de hepinizin bildiği şair nazım hikmet'ten başkası değildi.

    liz behmoaras'ın aktardığı başka bir anıya göre de çalıştığı resimli ay'ın patronları serteller onu bir gün demeç vermede son derece ketum bir liderin yanına gitmesini isterler. kimsenin yapamadığı röportajı kendisi uzun ve ayrıntılı bir şekilde yapınca herkesin hayretini kazanır. nizamettin'e nasıl yapıldı diye sorulduğunda ise ağzındaki baklayı kaçırır. "sanki kendisiyle görüşseydim bundan daha mı iyi şeyler söyleyecekti?"

    nazım hikmet bursa cezaevindeyken piraye'ye yazdığı mektupta nizamettin tepedelenlioğlu ve suat derviş'in beraberliğine ilişkin "suat derviş hanım'la nizamettin bey'in kuracakları yuva garip bir karga yuvası olur. allah afiyet versin" demiştir.(yky'den çıkan piraye'ye mektuplar'da 31. sıradaki mektup)
  • hür nizam isimli bir dergi çıkarmış vakti zamanında. deli nizam diye bilinirmiş ortamlarda.

    http://www.medyakronik.com/…siv/basintarh_arv19.htm
  • yedigün dergisinin 12 nisan 1933 tarihli 5. sayısının 6. sayfasında sahaflar ve sahaflık hakkında “merdiven efendisi: sahhaf” başlıklı zehir zemberek bir yazı kaleme almış olan gazeteci ve yazar.

    “sahaf eski devrin belli başlı çeşitlerinden biridir. medrese kalktı, darülfünun üniversite olmaya hazırlanıyor. imaret ve fodla unutuldu. sarıklı molla silindir şapkayı yadırgamıyor. bol şalvarlı kadı’nın kuvveti, saçlarını marsel’de kestiren, tırnakları manikürlü güzel hâkim kıza geçti. fakat sahaf hâlâ gidenlerin kervanına katılamadı. salâtin türbelerinin aşınmış mermer merdivenlerinde sürünüyor. fakat yaşıyor.

    sahaf kitapçılıkta irticaı temsil eden mikroptur. ibrahim müteferrika, gütenberg’in* keşfini iki asır evvel istanbul’da tatbike başlamıştı. fakat her insan cemiyetini en kestirme yoldan aydınlığa götüren bu keşif, bizde vatandaş kafilelerine esericedit kâğıtlarından afyon imal etmek mucizesini gösterdi.

    kallavi sarıklı yobaz, gütenberg’e bir çift çedik pabuç, kırmızı bir şalvar ve bir kavuk giydirdi. mühtedi ibrahim’in vankulu lügati’ni bastığı harfler tefasir-i şerife, buharî* ve bilmemnetülbilmemne gibi insan kafasını imaret çorbasına döndüren günlüklü ciltlerde kullanıldı.

    tanzimat, meşrutiyet, hatta cumhuriyet bile mülga meşihat dairesinin bastığı kürek mahkûmu damgasından gütenberg’in bedbaht hatırasını kurtaramadı. çümkü birbirini kovalayan değişiklikler ancak, sahafın kavuğuna, fes ve kasket istihalelerini yaptırabildi. fakat şalvarının ancak renginde inkılâbın vetosunu kabul eden sahaf, çedik pabucunu ve tozlu kitap raflarını muhafazada hâlâ ısrar ediyor.

    üşenmezseniz bir gün beyazıt camii’nin arkasından kapalıçarşı’ya giden yola sapınız. şu tersine çevrilmiş kepenkler üstünde yaprakları kopuk, murdar kâğıt tomarları yok mu? dünya dört nala ilmi kovalarken sahaf bizi işte bu süprüntü yığını içinde yaşatmıştır.

    bu kitapların her biri en az on el değiştirmiştir. iki liraya sattığını 12,5 kuruştan tekrar geri alır ve bu sefer ilk çıkan müşteriye üç liradan okutur.

    burada yaşayan ticaret usulü, ceneviz devrinde yahudi bezirgânın kullandığı usuldür:

    en kötü meta’ en yüksek ücretle satılır.

    fakat bütün bunlara rağmen sahafın kırdığı bir rekor vardır ki modern kitapçılık bunun sırrına bir türlü akıl erdirememiştir:

    çok satmak!..

    bir halk masalından ziyade, cahil okuyucuyu en kötü neticelere sürükleyen bir propaganda eseri olan nice suparalar vardır ki bir milyon, iki milyon basılmış ve satılmıştır. esnaflığı çok kuvvetli olan sahaf, hiç şüphesiz bu kabiliyeti zekâsından çok ziyade yerleşmiş eskilik esaretinin henüz yıkılmayışından, yıktırılamayışından almaktadır.

    sahaf, halkı yeni devre lâyık bir seviyeye yükseltmek için yapılacak ileri neşriyatın karşısında cephe kurmuş eski fikriyatın son geri kol neferidir.

    sahafı ortadan kaldırmak nasıl bir inkılâp zarureti ise sahaf gibi geniş bir satış sahası yaratmak da yeni kitapçılığın öyle bir vazifesidir.

    salâtin türbelerinin aşınmış merdivenlerine payanda vurmaya çalışan sahaf, yeni devrin sırtında inkılâbın fırçasını bekleyen bir toz yığınıdır.”

    kendisinin ismini nadirkitap.com’da arattığımızda ‘239 sonuç’ çıkmakta bugün itibariyle. bu manzarayı görse şad mı olurdu, mezarında takla mı atardı bilemiyorum...
  • "n. nazif, kadıköy bahariye'de oturuyordu. bir akşamüstü, mehmet şevket eygi bey bana, 'nihat, sana zahmet kadıköy'e, n. nazif'in evine uğra, gazete (yeni istiklal) için yazdığı makaleyi getir' demişti. yolda giderken sağanak bir yağmura yakalandım, üstat'ın kapısına vardığım zaman sırılsıklam olmuştum. üstat beni içeri almadı, 'yakında kahve var, git orada bir yarım saat otur, ben de yazımı tamamlayayım' dedi. eşi çok mahcup oldu, 'nizam, sen ne yapıyorsun!'diye adeta çıkıştı. ben de 'yenge, önemli değil, ben biraz oturur gelirim' dedim. yarım saat sonra tekrar gittiğimde beni evin başköşesine oturttu ve yazdığı yazıyı okudu. ayasofya ile ilgili bir makaleydi. bana döndü, 'delikanlı, nasıl buldun yazımı' dedi. ben de 'çok güzel, efendim' dedim. üstat da 'tabii, böyle güzel yazıyı ancak nizam yazabilir' dedi."
    nihat çeçen, maziden hatıralar, s.84-85

    o havada görev icabı bile olsa kapıya gelen misafire hürmetsizlik mi, yoksa yazma aşkına o derece dalıp ince düşünememek mi, bilemedim.
  • nizameddin nazif'in yaptığı çakallıkları, üçkağıtları okuduktan sonra vâlâ nureddin'e hak vermemek ne mümkün:

    “bu adamın adında bulunan üç şey, kendisinde yoktur. nizam, din ve nezafet...
  • en karizmatik isme sahip olan türkler sıralamasında kesinlikle ilk beşe girebilecek yazar.

    deniz harp okulu'nu ve hukuk fakültesi'ni bitirmiş.
    moskova'da eğitim görmüş. milli mücadele yıllarında anadolu'da komünizm propagandası yapmakla yargılanmış, beraat etmiş.

    kara davut romanıyla bilinir.
  • kitabını lisede okuduğum gizemli bir şahsiyet.
  • ismi, karakter bakımından en uzun türk olabilir. neredeyse sözlük'teki karakter sınırına takılacak.

    ayrıca yazardır, aykırıdır, araştırılınca hakkında daha detaylı bilgi öğrenilecek, öğrenildikçe şaşırtabilecektir.
hesabın var mı? giriş yap