• "liam * , ikinci john lennon olduğunu iddia ediyor. yoko ono'nun dairesine girdiğinde bir ürpertinin vücudunu sardığını söyledi. "salak" dedim, "o klimanın ürpertisi".
    kasım, roll
  • dün sabah londra'da, kore'ye gitmek üzere bavulları ile kapı önündeki arabasına binmek üzere evinden çıkarken görüp tanıştığım komşum. hala şoktayım, inanamıyorum.

    kendisini 20 sene önce, "galiba yeni beatles olacaklar" düşünceleri eşliğinde tüplü philips televizyonda ağzım bir karış açık izlerken, 20 sene sonra arka sokağımda görmek, selam vermek. bir acaip oldum be sözlük.
  • oasis, patlama yaptığı 1995 yılında o kadar popüler olmuştur ki. sadece işçi partisinin genç lideri tony blair'ın değil, muhafazakar parti milletvekillerinin oto teyplerinde bile kendine yer bulur. noel gallagher ise bu durumdan pek de etkilenmişe benzemez: "ben mecliste oturup, onlar gibi konuşabilirim. ama onlar benim evime gelip, benimle aynı seviyede konuşamazlar. biz gerçek hayatın ne olduğunu biliyoruz. 194'ün kare kökünün ne olduğunu söyleyemem ama haftada 17 sterlinle nasıl yaşandığını anlatabilirim."
  • verdiği ayarlar ve geçtiği taşaklarla tanınan noel'e tarihin en büyük ayarlarından birisi maalesef jay-z tarafından verilmiştir. aylar öncesinde glastonbury 2008'de jay-z'nin sahne alacağı açıklandığında kendisine bu konu hakkındaki görüşü sorulmuştur, o da "bu festival gitar temalı bi olaydır rap ne heğamuğagoyyum, bollocks" tarzında bir beyanatta bulunarak olayın saçmalığına işaret etmiştir**** ancak altta kalmayan jay-z rapçisi performansı öncesi noel gallagher sözlerinden derlenmiş bir videoyu ekranlara vermiş sonrasında da sahneye elinde gitarla çıkmıştır. hatta utanmadan wonderwall'ı coverlayarak seyirciyi de gazlamıştır.

    http://www.youtube.com/watch?v=ck5sro6s-qi

    bildiğimiz noel gallagher böyle bir olaya cevapsız kalmaz ama ne yapabileceği hakkında da akıllara en ufak fikir gelmemekte; bol pantolon/tshirt, altın kolyeler, baston ve taht bileşenleriyle sahneye çıkmayacağı da malum. hadi bakalım.

    (tavsiyem: liam'ı jay-z'nin üstüne salsın)
  • definitely maybe albümünün amerika turnesinde ortadan kaybolarak grubu bir süreliğine terketmiştir kendisi. ardından gruba döndükten sonra şöyle bir açıklaması vardır :

    "keşke ayrıldıktan sonra gruba tekrar dönmeseydim, what's the story morning glory'i solo albümüm olarak çıkarır, bütün paranın üstüne yatardım..." der ve "zhehehe" diye güler bu kelamından sonra.

    o albümün ne kadar iş yaptığı da ortadadır; wonderwall'dır, don't look back in anger'dır, boş şarkı yoktur, 90ların en iyi albümüdür!*

    bir diğer enteresan açıklaması da ilk knebworth konserleriyle ilgilidir ki o konser o zamana kadar ingiltere'de yapılan en büyük açıkhava organizasyonudur:

    " inanılmaz bir konserdi, en arkadaki seyirci bizden neredeyse 1,5 km uzaktaydı. bence knebworth'den sonra grubu dağıtmalıydık, daha ne kadar ileri gidilebilinir ki? "
  • kendisine bir dergide, guzel cay yapabilir misiniz diye bir soru sorulmus, cay konusunda bilirkisi olarak verdigi cevap da bu olmus:

    "ben manchester'daki en guzel cay yapan insanlardan biriyim. oncelikle bir mug cay icin iki cay poseti gerekir, seker istememek gibi bir sansin yok, benim evimde caya her zaman seker konur. sutu de ekledikten sora cayin rengi toffee sekerler gibi olmalidir. iste mukemmel cay budur.."

    ne kadar yontarsan yont, ne kadar asil olursa olsun, bi ingiliz anca bu kadar cay yapar iste...
  • standing on the shoulder of giants zamanlarinda kendisine sorulan "bu albumde liam'in da bir sarkisi var, ne ayak?" tarzi bir soruya, "valla bu hep artislik yapardi benim sarkilarimi koymuyorsun albume diye, iste bu albumde bu sarkiya izin verdim ki dinleyiciler gorsun bunun ne skim sarkilar yazdigini" tadinda bir cevap vererek nasil siklemez bir ademoglu, nasil bir ubermensch oldugunu bir kez daha gostermis insandir.
  • dün gece kendisiyle ilk defa champagne supernova dinlediğimde çarpıldığım andan itibaren yaklaşık 15 yıl sonra karşı karşıya geldim. tuhaf şey, insan bazen izlediği dinlediği müzisyenlerin bir zamandan sonra şirinler olduğunu sanıyor, gerçek değillermiş gibi geliyor. insanın hayatına bu kadar dokunmaya başarmış sanatçıların böyle bir büyüsü var heralde. başka bir şey olsa gözümle görmeden inanmam diyen bünyeler böyle insanları gözüyle gördüğünde bile inanamıyor. o kadar ki konser ertesinde insanın bilinçaltına bile hükmedip, rüyasında kendisini 10 yıl öncesinde görmesine sebep olabiliyor. bunu da öyle akıl almaz sahne şovları, sahnede sürekli bir koşturmaca olmadan sadece müziğin etkisiyle yapabiliyor.

    solo albümdeki şarkılar canlı çok daha keyifli dinleniyor bir kere. bu her zaman olan bir şey değil zira bazı şarkılar kayıtta güzel olsa da canlı aynı etkiyi yaratamayabiliyor. high flying birds'deki hemen hemen tüm şarkılar çalındı ve seyirci neredeyse tamamına eşlik etti. özellikle everybody's on the run, if i had a gun , aka... what a life, aka... broken arrow, the death of you and me bundan sonra da her zaman setliste yer alabilecek enerjisi çok yüksek parçalar. oasis döneminden çaldıklarıyla beni yine memnun etti the chief. genellikle b-side olan veya hali hazırda kendi vokali olan şarkıları çalmayı tercih etti. it's good to be free, mucky fingers, talk tonight, half the world away, little by little, the importance of being idle gibi. seyirciyle iletişimi, sahnedeki keyifli hali ve şarkı arası esprileriyle burada kimi zaman depresif olan hayatıma muhteşem bir çentik attı. seneler önce familiar to millions dvd'sinde izlediğim don't look back in anger'a çılgıncasına eşlik eden seyirci topluluğunun bir parçası olmamı sağladı ya, o bile yeter.

    what a life!
  • tam bir reyiz. vermiş yine ayarları, bu sefer brit ödül törenindeki duruma ithafen. *

    "there are no characters left in the music business. when we first started going there was a healthy percentage of people, and we were all dirt-kickers from council estates, and we all couldn’t believe our luck that we were at the brits. you go in now and everybody is a careerist. it’s very corporate, and you know what i’ve actually seen people doing at the brits? eating. i saw the drummer from muse smoking an electronic cigarette. a cigarette with a battery in. i had to say to him: ‘really? really? is that where you are at? do me a favour mate, either have a proper one outside, or don’t have one.’ it lit up green when he had a drag of it. nonsense. he said that immortal line – ‘oh you know how it is mate’. and i said ‘i’m sorry mate, i actually don’t.’

    "there was nothing going on at the brits, there was nothing going on at the aftershow parties. there seemed to be a lot of young people in hats, with iphones. they’re either all involved in some massive video game that they’re all hooked up to, or they’re just texting each other saying ‘where are you, what are you doing?’ and they’ve all got hats. where did the hat come from? we’re going back to some dickensian nightmare. i don’t understand it. people with hats and blackberrys under the age of 30 should be shot. or stoned to death."
  • amerikan mtv'sine verdiği röportaj altyazıyla yayınlanmış şahıs, amerikalıların mallığına dair hoş bi anekdottur bu sanırım, yani tamam adam ağır bi manchester aksanına sahip ama ana dili ingilizce olmayan bizler bile kasınca anlayabiliyosak, amerikalılar da azıcık çaba göstermeliydi, mtv usa'in bu tavrı bana fazlaca ignorant bişey gibi gelmişti, belki de sadece fesatımdır.
hesabın var mı? giriş yap