• modern dünyada kadın olmak konusu tarihi kökenlerine inilerek dini, felsefi, siyasi boyutlarıyla irdelenmesi gereken ve kesinlikle feminist anlayışın dar kalıplarına terk edilmemesi gereken önemli ve ciddi bir konu.
    geçmiş yüzyıllarla kıyaslandığında kadının statüsünde çok büyük dönüşümler yaşandı tabii. ancak üstünkörü bakışla sorun kalmamış gibi gözükmekle birlikte biraz dikkatli gözle bakınca kadının ikincil statüsünün beton gibi olduğu yerde durduğu görülüyor.
    modern dönemin ürünü olan sinema dünyasından vereceğim birkaç örnek ne demek istediğimi izah edecektir:
    sanayileşmeden beri ucuz iş gücü olarak görülen kadına bugün de piyasada bu gözle bakılır. bu durum hollywood'da da aynen geçerlidir. hollywood film sektöründe kadın oyuncular erkeklere göre üçte bir oranda ücretlendirilir. hatta öyle ki filmlerde kadın oyuncular replik eşitsizliğine bile maruz kalırlar. iki bin film incelenerek çıkarılan bir istatistiğe göre kadın oyuncuların filmlerdeki replik oranı erkeklere göre sadece yüzde 22’dir. bir gün sektör içinden bağımsız bir yönetmen çıkar, bu eşitsizliğin filmini veya belgeselini çeker umarım.

    kadına dair bu eşitsizliğin tarihi serencamına ana hatlarıyla baktığımızda, mesela eski yunan'da kadının insan bile kabul edilmediği gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
    antik yunan'da; evin hizmetçisi, çocukların bakıcısı ve erkeğinin cinsel tatmin aracı bir konumda olan kadının evden dışarı çıkması da uygun görülmemiş ve kadın hayatını evinde geçirmiş.
    kadınların mutlak biçimde erkeğe itaatle yükümlü oldukları yunan uygarlığında aristotelesin de toplumunun kalıplarından çıkamadığını görüyoruz. ona göre kadınlar erkeğe kıyasla zekadan yoksun varlıklardır. kadın da akla sahiptir illa ki, ama bunu kullanacak kapasitesi olmadığı için kocasının yönetimine muhtaçtır. o yüzden evden çıkmamalı, erkeklerden farklı konularda eğitim görmelidir...

    modern öncesi döneme baktığımızda da kadının konumunda pek bir değişiklik göremiyoruz. uzun yüzyıllar boyunca, yaşamsal iki ana unsur olan güç ve serveti elde etmenin iki yolu vardı: savaş ve uzun yolculuklar gerektiren ticaret. kadının bu iki mekanizmayı da kullanabilme imkanı kısıtlıydı. dolayısıyla kadın güç ve servet kaynaklarından uzak kaldı. bu da onu sınıfsal ve cinsiyet olarak ikinci derece bir konuma itti ve erkeğin korumasına muhtaç bir statüyü kabullenmeye zorladı.

    modern zamanlara geldiğimizde ise janet wolff'un şu tespitini kabullenmek durumunda kalırız:
    "modernlik literatürü erkeklerin deneyimini anlatır."
    gerçekten de modernitenin iş, politika ve kent yaşamına bakıldığında baskın bir şekilde eril olduğu görülür.
    serpil kırel'e göre de, kadını özel alana ve hayatın kıyısına iten modernite literatürü kadın deneyimini betimleme konusunda başarısızlığa düşmüştür. bu çepere itilmişlik, deneyim kazanma ve dünya bilgisi edinmede kısıtlanan kadının yaratıcılığına yani edebiyata, sanata, felsefeye katkısına da olumsuz etkide bulunur.
    19. yüzyıl paris'inde kadının sosyal konumunu o dönemde yaşamış fransız tarihçi jules michelet'ten okuyalım:
    "yalnız bir kadın için ne kadar çok sıkıntı söz konusu! akşamları nadiren dışarı çıkabilir; çıkarsa fahişe olduğu düşünülebilir. yalnızca erkeklerin görülebildiği bir alay yer var; kadın, işi olup da bu yerlere giderse erkekler şaşırır ve budalaca gülerler. örneğin, bir kadın paris'in öteki ucunda geç saatte kalıp acıksa, bir restorana girme cesareti gösteremez. girse olay kopar, seyirlik malzemeye dönüşür. bütün gözler sürekli olarak onun üzerinde sabitlenir ve kulağına kaba ve küstah sözler çalınır."

    1850'lerin paris'inde kadının maruz kaldığı şeylerin benzerini, niki caro adlı yeni zelandalı kadın yönetmenin, 1980'lerin sonlarında yaşanmış bir davadan esinlenerek 2005'de çektiği north country'de de görüyoruz. geçimini sağlamak için bir demir madeninde ağır şartlar altında çalışmak zorunda kalan ve burada erkeklerin insanlık dışı tacizlerine uğrayan josey aimes'in hukuk mücadelesini anlatan film modern dünyada kadın olmak meselesini tüm rahatsız edici yönleriyle ele alıyor.

    kadının hakkını alabilmek, haklılığını ispatlayabilmek için kasabadaki kadınlı erkekli tüm insanlarla ve sistemle mücadele etmesi gerekiyor. josey'in canını yakan, iş yerindeki tüm kadınları aşağılayıcı tacizleriyle yıldırmaya çalışan erkekler olmuyor sadece.
    mesela, kendisini acımasızca döven kocasını terk ederek baba ocağına döndüğünde josey, annesi tarafından kocasından dayak da yese evine dönmesi gerektiğine ikna edilmeye çalışılır; babası tarafından da direkt olarak kocasını aldattığı için mi dayak yediği sorusuyla karşılaşır.
    her birine ayrı ayrı tacizler yapılmasına rağmen kadın arkadaşlarını ifade vermeye ikna edemez mesela. çünkü hepsinin işe ihtiyacı vardır, bedel ödemek ağır gelir. sendika erkek işçileri kollarken josey'in avukatı bile gerçekleri kabullenmesini telkin eder. çünkü mahkemede de hakkını alması mümkün değildir. zira bu tip davalara çatlaklar ve kaltaklar davası denir. ya çatlaksındır ve hayal görmüşsündür ya da kaltaksındır kaşınmışsındır.
    dolayısıyla herhangi bir erkeğin gölgesine sığınmadan bağımsız bir kadın olarak yaşamak, iş yaşamında kabul görmek hele de bunu güzel bir kadın olarak başarabilmek hayli bedel ödemeyi gerektiriyor josey için.
    uğradığı tacizler, atılan iftiralar, kaşınmıştır önyargıları, fahişe ithamları, oğlunun ona yaklaşımı vs. vs.

    hasılı kelam zor film. yaslandığı hollywood klişelerine ve özellikle ilk yarım saatlik bölümündeki kurgusal sorunlarına rağmen meselesini layıkıyla anlatabilen bir film. efsanevi kadrosu ve her bir oyuncunun işini layıkıyla yapması filmin açıklarını bir nebze telafi ediyor. filmin günümüz kadınının da geçmişteki hemcinsleri gibi zor bir hayat yaşadığını aktarabilmesi ve hakların ancak mücadele ederek, bedel ödemeyi göze alarak sistemi kanırta kanırta kazanılabildiğini vermesi açısından da başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

    not: film önerisi için değerli yazar @sukunduzu'na teşekkür ederim.
  • işyerinde cinsel tacize ilişkin; işyerlerinde çalışanlara eşit gözetimin yapılması, cinsiyet ayrımının ortadan kaldırılmasına ilişkin açılan ve kazanılan ilk davaya ilişkin gerçek olaylardan uyarlanmış olan filmin tanıtım cümlesi
    "all she wanted was to make a living. instead she made history" dur.

    1984 senesinde açılan ve kazanılan bu dava ile işyerleri bir çok hukuki düzenlemeye gitmişler.

    film hakkında bol spoiler vererlim

    --- spoiler ---
    1984 senesinde oldukça tutucu bir eyalette, minnesota'da geçiyor. film. iki farklı adamdan iki çocuk yapan, birinin babası etrafınca bilinmeyen josie kocasından devamlı dayak yemektedir. pılı pırtısını toplar anne ve babasının yanında taşınır. bir maden kasabasında yaşayan ve madenci olana babası son derece ataerkil, ahlkçı bir adam olarak kızının durumunu haz etmemektedir. başta annesi olmak üzere dayak yese bile kocasına dönmesini söyler durur --------------> türkiyeden hiç de farklı değil yabancı gelmiyor diil mi ?

    daha sonra; bir arkadaşının sayesinde madene işçi olarak başvurur. şirket imaj/politika değiştirme çabası içinde kadınları işe almaktadır. josie mutlu olur, zira bir kadın işi olan kuaförde saç yıkama işinden kazandığının 10 katını kazanacak, bir ev tutacak, ailesine yeniden başlayabilecektir.

    tabi bir erkek işi olan (bkz: mesleklerin cinsiyeti) olan madencilikte başlarındaki yöneticilerinden tutun çalışan hiç kimse durumdan haz etmez. yanlış hatırlamıyorsam 38 kadar olan kadın madencilere ellerinden gelen her türlü pis şaka, eziyete başlalar. yemekten çıkan yapma penislerden tutun; soyunma odasına dışkı ile yazılan amcık yazılarına kadar .... kadınlar susarlar, zira bakmak zorunda oldukları insanlar vardır.

    josie sendikaya, çalışanlara, üstyönetime gider ... herkesin tepkisi ona ve kadınlara arttıkça; kadınlar iyiden iyiye josie'yı dışlamaya başlarlar. zira düzen budur; kadınlar ve erkekler. yaşamak için her türlü aşağılamaya katlanmak zorundadırlar. kadınlar bir süre sonra ondan amcık/kaltak diye bahsederler. ileri gidip ne kadar çok kuyruk salladığını anlatırlar. zira düzeni bozmaya çalışıyordur, herşeyi altüst etmektedir. hatta josie olmasa tacizler bu kadar şiddetli ve çok olmayacaktır.

    bla bla bla .... mutlu sonla biten filmde. erkeklik müessesi, erkeklik, erkek dünyasında varolmaya çalışan kadın, mesleklerin cinsiyeti çok güzel verilmiştir. ara ara empati kurduğunuz, ara ara kendinizi şanslı hissettiğiniz; gecenin bir yarısında kimi zaman sadece tek cinsiyetin tekelinde olan sokaklarda yürürken hissettiğiniz tedirginliğin benzerini duyduğunuz film.
    --- spoiler ---

    oldukça başarılı, eksiklikleri olsa da, oyuncular o kadar başarılı olmasa da; hatta kurgu dahi iyi olmasa da; seyredilesi. bir nevi başka pencere açmak adına.
  • başından sonuna kadar bir kadın filmidir.

    --- spoiler ---
    bir hollywood yapımı olması itibariyle elbette klişelerle doludur, mahkeme sahneleri, avukatın ısrarı ve hilesi karşısında insanların hemencecik çözülmeleri, hatta babanın sendika toplantısında yaptığı konuşma karşısında iki buçuk dakika evvel yuh çeken erkeklerin alkışlamaya başlamaları kanımca gerçek hayatla alakası olmayacak olaylardır.
    lakin bu filme kadına yönelik şiddet, ev içi şiddet, işyerinde cinsel taciz ve aşağılama, cinsel ayrımcılık, kadın düşmanlığı, tecavüz, güçlü olanın güçsüzü ezmesi, kadın dayanışması ve dayanışmaması, ataerkil aile yapısı, tek ebeveyn olarak çocuk büyüten anne vs. gibi temaları bastıra bastıra gündeme getirip bu kadar güzel ifade ettiği için saygı duymak gerekir kanaatindeyim. bu açıdan her ne kadar zaman zaman klişeler can sıksa da seyretmeye değer bir film.
    --- spoiler ---
  • insanoğlunun, güç elindeyken ne kadar acımasızlaşabildiğini gözler önüne seren çarpıcı bir film.
  • bir erkeğin kendi cinsine karşı hırrr hırrr diye sesler çıkarmasına, dişlerini sıkmasına, charlize theron'un güzelliğini bile unutup dünyanın çirkinliğine odaklanmasına sebep film. şu sıralar digiturk salon 2de oynuyor.
  • işyerinde cinsel tacizi konu alan bir film.

    film, cinsel tacizin abd’de bir kollektif dava olarak ele alınabilmesinin kabulünü temsil eden jenson v. eveleth taconite company davası etrafında gelişen gerçek olaylardan mülhem olması itibariyle ayrıca önemli. filmde aktarılan olaylardan hareketle, kadın-erkek ilişkilerinden erkeklerdeki taciz eğiliminin yaygınlığına, patron-işçi ilişkisinden sendikacılığa kadar pek çok konuda çeşitli çıkarsamalarda bulunmak mümkün. benim dikkatimi ise, spesifik olarak, sendikacılık ve işçi sınıfı çerçevesindeki söylem çekti.

    patronun belli konulardaki umursamazlığı ya da maden işçilerinin sendika üyesi olmalarının yanısıra, kendi aralarında bunun ötesine geçen bir tür kardeşliğe sıklıkla vurguda bulunuyor olmaları, marksist bir çerçeveye oturan gerçeklikler olarak anlaşılmaya müsait. ancak daha dikkatlice bakıldığında bu basit kurgu anlamsızlaşmaya başlıyor. zira, (filmde de ifade edildiği gibi) maden işçileri, yine kendileri gibi işçi durumunda olan kadın çalışanları böyle bir işçi sınıfı birlikteliği içerisinde değerlendirmek bir yana, başından beri, (kadınların maden işçileri arasında yerleri olmadığı düşüncesinden hareketle) onları dışlayıcı tavırlar sergiliyorlar. tabii dışlayıcılığın yanısıra, sık sık sözlü ve hatta fiziki tacizler de söz konusu oluyor.

    tabii bu noktada, işçilerin güçlünün zayıfı ezmesine karşı birlik olmaları mantığının kadın-erkek ilişkilerinde de işlediği, güçlü durumunda olan erkeğin zayıf olan kadını ezdiği de söylenerek, marksist argümanı zayıflatmak bir yana, güçlendirmek de mümkün olabilir. ancak ben insan ilişkilerinde “güçlünün zayıfı” değil, “insafsızın gücünün yettiğini” ezme eğiliminde olduğunu düşünüyorum. zira her patron işyerinde yaşanmakta olan cinsel tacizleri görmezden gelmediği gibi, her maden işçisinin de aynı işyerinde çalıştığı kadınları sözlü ya da fiziksel olarak taciz etmiyor. eğer güçlü ile zayıf arasında genelgeçer bir sömürü ilişkisi söz konusu olsaydı, tersi yöndeki (istisnai denemeyecek denli çok sayıda) örneğe rastlamamız mümkün olmazdı. bu, öncelikle bir zihniyet sorunu. sömürü de, (gerek ekonomik gerek fiziksel manada) belli bir zihniyetin yansıması.

    diğer yandan, sadece menfaat birlikteliğine dayanan “kardeşlik”lerin ciddi bir bağ ifade ettiğini düşünmek de zor.

    - söz konusu olan, zalim patrona karşı birleşen işçilerin kardeşliği olsa bile mi?

    - especially so!

    film hakkında daha detaylı bilgi için bkz.: http://en.wikipedia.org/wiki/north_country_(film)

    tema:
    (bkz: popüler kültür /@derinsular)
  • gerçek hayattan uyarlanan, bir madende çalışan kadının şehirdeki ilk cinsel taciz davası açmasını konu alan, düşündüren bir film..

    --- spoiler ---

    filmi izlerken gerilmiş olarak buluyorsunuz kendinizi zaman zaman.
    oğlunun annesinden nefreti, daha sonra anneyle oğlunun barışması, ona yaşadıklarını anlatması ve sarılmaları etkileyici olmuş.
    zor bir dava, kazanılması çok güç, kazanma umudu az.ama buna rağmen davanın kazanılması umut verici olmuş.

    --- spoiler ---
  • filmde eksik olan sanırım sertlik idi. hollywood yapımı olmasa cidden rahatsız olabilirdik, aile filmi gibi kalmış... biraz senaryo, kurgu elden geçmeliymiş de geçememiş gişe yapsın diye durumundaydı. filmin goruntuleri çok hoş.
  • aşağıdaki adresten trailerına ulaşılabilecek film :

    http://northcountrymovie.warnerbros.com/
  • lois e. jenson'in eveleth isimli maden sirketine actigi ve 14 yil suren (1984-1998) davanin biraz degistirilmis (ve hizlandirilmis) uyarlamasidir. basta filmin fazla hollywoodvari olmasindan urken ve hikayesinin filme cekilmesine onay vermek istemeyen jenson, sonradan ikna edilmis ve sonuctan memnun kalmistir. asil hikaye ise yer yer filmden daha bile agir ogeler iceriyor.
hesabın var mı? giriş yap