• son zamanlarda entrylerde sık sık rastladığımız gülme eklentisi.
  • ey derviş kılıklı! sen beni nasıl görüyorsan ben öyleyim. fakat allah için söyle! sen de tıpkı göründüğün gibi misin? söyle haydi söyle. kendi masumiyetine bunca inanan insan.

    insan ne kördür.
  • balkonda yalnız oturduğun geceleri unutma.
  • yazın bol su içmeyi unutmayın.
  • şimdi diyelim ki şunun şurasında 30 yıllık ömrümüz kaldı (daha azı olursa tanrı'ya minnetdâr oluruz). yollarımız kesişti. iki mutsuzluktan bir mutluluk çıkar belki, dedik, başladık aynı bardaktan su içip, günlerin ekmeğini beraber yiyip yürümeye... gel zaman git zaman bir de bakıyoruz ki ayaklarımız bizi başka yollara sürüklüyor. anlıyoruz ki ikimiz de kukladan başka bir şey değiliz. ben iplerimi koparıp senin yoluna gitmek istesem hangi kuvvet beni sana getirecek? sanki kavuşsa ellerimiz, bir araya gelip kavrulsa tenlerimiz, o an, işte o an çat diye çatlayacak, ortadan ikiye ayrılacak dünya, sırf bizi ayırmak için... seni başka yere savuracak, beni başka diyâra... seninle olamayız rûhum... olduğumuzu zannederiz, sonra uykudan karnımızda bir ağrıyla acı acı uyanırız. bir araya gelsek acı çekeriz. ayrı olsak acı çekeceğiz. biz acı çekmeye mahkûmuz. benlesin, biliyorum. gitmeye mecâlim yok. ama gitmek zorundayım. adını dahi unutmak zorundayım. hiç olmamış gibi davranmaya mecbûruz. mutluluk çok uzağımızda. âvâre gemilere imrenip uzak diyarlarda mutluluğu aramaya heves etmiş vapurlar gibiydik. hâlbuki bizim hayatımızı idare eden tarifeler vardı. biz o tarifelerin dışına çıkamazdık rûhum. seninle âvâre gemiler gibi engin denizlerde gönlümüzce salınarak yüzemedik. kamburu sırtını tutmuş iki şehir hatları vapuru gibi her günki monotonumuzda asık suratlarımızı takınarak insanları taşımaya devam ettik, edeceğiz, etmeliyiz. "şuncacık 30 yılı gönlümüzce yaşayamadık," mı diyorsun, haklısın. haklısın, rûhum. ama hayat her zaman âdil değil, bunu sen de biliyorsun. buna isyan mı ediyorsun, etme rûhum. hem etsek de faydası olmaz. yazılmış olanı silecek bir silgi yok ki elimizde... uzaksın bana... ama beni tutan sensin, biliyorum. bırak gideyim, nolur...
  • ingilizceden dilimize geçtiğini sanmama rağmen fransızcadan geçtiğini fark etmemle şaşırdığım kelime.

    not kelimesi hem kenara tutulan yazı hem de sınavdan lınan puan anlamına gelir ve bu kullanımı ancak fransızcada mevcuttur.
  • ingilizce dilini kullanan insanlarda görülen bir komik olma çabası... genellikle herhangi bir kişi veya şey hakkında pozitif bir beyanatın sonuna getirilir. amaç; hani böyle "okşadım kalktı götü / bir vurdum indi kötü" duygusunu yaşatmaktır. ancak türkçe'de pek tutmaz. görelim:

    this kid is pretty smart, not! ahahaha

    türkçe okunuşu ile:

    dis kid iz pridi smard, naaaat! ahahaha

    işte bazen naaaat kısmı balgam birikimiyle genizden söylenir, kırçıllı bir ses çıkar (evet kırçıl). ama gene de kötüdür yani. popülerdir, pistir. çünkü herkesin bir popisi vardır. ama gideri vardır ve gider; yani kullanılır insanlar tarafından.

    türkçesi:

    bu çocuk bayağı zeki, değiiiil! vuhuhuhu

    bakın, o "değil"deki "i" uzayınca ne kadar rahatsızlık verici, küçük, mikrop, illet bir şey oldu. güzel tonlamalı bir konuşmayı bile "bik bik" kıvamına getirdi. bunu yaptı. sululaştırdı muhabbeti, yapış yapış oldu ortalık. ben bile iğrendim. sonu bile normal bir gülme efektiyle bitmedi. vuhuhuhu ile bitti. evet, vuhuhuhu... vuhuhuhu ne lan?
  • bilgisayar hocamızın programlama dersinde not* yazdıktan sonra 'not ne ya heralde notları gircez buraya' demesiyle sınıfı dumura uğratmış kelime..
  • ingilizcede, "this suit is black... not!!" seklinde espirik araci olarak kullanilir.
  • telefonumu sürekli evde unutmamdan muzdarip annemin yazarak dolabıma yapıştırdığıdır:gözlerim yaşardı;

    unutma:( caps lock )!!
    1. anahtar
    2. cüzdan
    3. telefon
    4. sigara
    ( yedek ayakkabı, hırka, anne-babaya sevgi saygı )
    hiç unutma:( caps lock )
    bizden sevgi ve başarılar
hesabın var mı? giriş yap