• isyanın bile ahlaklı olması için kalem oynatan yazar şöyle demiş bir de:

    "zaferin değerini kazananlar bilmez, onu mağluplara sorun"
  • 'ıstırap hakikatin habercisidir. bir şeyin ıstırabını çekmeyen, onu ne tanır ne de sever.'

    nurettin topçu, isyan ahlakı(sf.135)
  • ferdi olarak yaşamasını bilen insan, isyana aşıktır, hakkın çiğnendiği yerde haykırmak ister.
    'nurettin topçu'
  • 11 nisan 1965 tarihli mektubundan akan çaresizlik:

    "hizmetine ömrümü harcadığım memlekette dostlarım kalmadı gibi bir şey. adeta yapayalnızım, boşlukta ve adeta etrafımdakilerden başka bir dünyadayım. insanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. insan diyerek emek verdiklerimin hemen hepsi de ruh ve mana mefhumuna yabancı, menfaat kölesi bir takım haşerelermiş. ahlaksızlığın ummanı olan bu şark'ı yaşadıkça tanıyorum. burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar. 'müslümanız diyen insan yığını' yok mu? onlar şark'ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor. müslümanlık, yaşanan şekliyle müslümanlık şark'ı bitirmiş. buraya artık ne ilim girer, ne ahlak; ne de allah uzanır bunlara. bunların önce her şeyi bırakıp insanlık devrine girmeleri lazım."
  • ahlak nizamı kitabında özel okulları yerden yere vurmuş, eleştirmiş, sosyal devlette adaletsizliğin öncüllerinden olduğunu yazmıştır. 1960'lar...

    2000'li yıllara gelelim.. takipçisi olduğunu iddia eden ama hocanın selamını alamayacak muhafazakar tayfa, ankara'da özel nurettin topçu ilköğretim okulu'nu açmışlar. kemikleri sızlıyor mu bilmem ama sızlıyorsa pelvis kemikleri sızlıyor olsa gerek.
  • soner yalçın'ın bu dinciler o müslümanlara benzemiyor kitabında kendisinden "onun yolu, bugün sağlıksız atölyelerde sigortasız, aç susuz, on sekiz saat köle gibi çalıştırılan binlerce başörtülü kızımızın mağduriyetini görmeyip, meseleyi hep üniversite türban ikileminde tartışan günümüz dincileriyle aynı değildi" şeklinde tasvir ederek kendisini en güzel şekilde bizlere anlatmıştır.
  • muhafazakârların ve genel olarak sağcıların kahir ekseriyetinin teknoloji, makine ve bilhassa da otomobile ziyadesiyle düşkün olduğu izahtan vareste. yol yapacağım diye istanbul'da yıkılmadık mescit, türbe, imarethane, medrese bırakmayan menderes'ten tut da demirel'e, özal'a, erbakan'a ve de erdoğan'a bu yol ve otomobil sevdası kesinlikle sekmez. bütün bu muhafazakâr ve sağ damarın saygıda kusur etmediği nurettin topçu ise bu konuda bir değişik! adam, makineden ve özellikle de otomobilden ölesiye nefret ediyor. hatta amaksofobiye varan psikolojik düzeyde bir korkusu olduğu bile söylenebilir.

    öyle ki hiç alâkasız yerlerde pat diye bu nefreti beliriveriyor. mesela 1970 tarihli kültür ve medeniyet adlı kitabında sakin sakin devrimci muhafazakârlık, anadolu sosyalizmi falan derken birden adeta bir brutal death metal gibi haykırıyor: “otomobil denen iğrenç sesli canavar, kalbi çürüyen dünyamızın kıyma makinelerini andırıyor.” (s.24) ahlak nizamı adlı kitabında ise daha dün boktunuz bugün hemen koktunuz demeye getirip şöyle yazar: “bir hamdele asya’nın bucaklarından amerika’ya sıçrayan beynimiz faytondan, daha çivisini yapamadığı otomobile atlarken kim olduğunu çoktan şaşırmıştır.” (s.72). “daha dün köyünde kilere koyacağı kışlık buğdayını hesaplayan kadın şimdi yeni otomobilinini markasını düşünüp beğenmekle büyük şehirlerde tembel tembel vakit geçiriyor.” ( s.24)

    diğer kitaplarındaki tavrı da farklı değil: “büyükşehir, büyük saadetlerin cenneti sayılır. burada mesut ailelerin emeli bir otomobil sahibi olmaktır ve insanın bütün ideali, daha müreffeh bir hayat, daima daha geniş bir kazanç sahası bulmaktır.” (yarınki türkiye, s.28).
    “şehirlerde dolaşan otomobillerin sayısını değil, yollarda yürüyenlerin huzurunu artırmak millî devletin görevidir.” (yarınki türkiye, s.323).
    “aralarına hoyrat sesli sayısız otomobillerin uğuldadığı servet mahzeni apartman kalelerimiz, milli kültürümüzü kurtaramayacaktır.” (kültür ve medeniyet, s.24)
    “millet, fertlerinin üstünde ideal bir realitedir. her biri kendisi için bir otomobil sahibi olmak isteyen halk, böylece millerini düşünmüş olamaz.”(devlet ve demokrasi, s.19).

    böylece samimiyetini topraktan alan doğu kültürü ile ahlaksızlığını makineleşmekten alan batı arasında kurar muhafazakârlık çadırını. otomobille hava atanlara, “amerika’dan getirilme otomobillerle dolaşmaktan utanıp kızarmayanlara” saydırır. makinenin insanları ruhsuzlaştırmasına kelimenin tam anlamıyla dellenir: “makinenin ruhtaki huzur ile varlıktaki duayı didik didik parçalayan vahşi, boğuk hırıltılarıyla dolu sokaklara” (kültür ve medeniyet, s.115) bakıp kahrolur.

    dahası sadece otomobile de değil, demirden yapılma her araca (kendi deyimiyle "taşıt makinelerine") yönelik bir husumeti var topçu'nun. mesala uçak hakkında yazdıklarına bakın: "nihayet mesafeleri havadan aşacak olan vasıta bulundu da bu topraktan tiksinti duyanların yüreği ferahladı.” (yarınki türkiye, s. 266). traktör hakkında yazdıkları ise şimdinin sağcısına saç baş yolduracak cinsten: “makine, saban sesini susturalı artık köylünün feryadı duyulmuyor” (ahlâk nizamı, s. 108). bu anlamda nurettin topçu, makineye, yola, otomobile tapan muhafazakar düşünceye çok büyük bir istisna teşkil ediyor. ha ama genel bir çerçevede bakarsak sanayileşmenin, teknolojinin yıkıcı, yabancılaştırıcı etkisi topçu'dan çok önce üzerinde durulan konulardı. mesela nazım hikmet,
    trrrrum,
    trrrrum
    trak tiki tak!
    makinalaşmak istiyorum!
    diye yazdığında yıl 1923'tü!

    ama yine de cevabı bulunması gereken soru şu: nurettin topçu'daki bu azametli otomobil nefretinin sebebi ne? hani desek ki yaşadığı dönem istanbul'unda yer gök otomobildi ve bu da adamcağızı çıldırttı anlarım; ama alâkası yok. hatta dönemin otomobil sayısı, bugüne kıyasla komik derecede. topçu'nun aktif olduğu 50'leri, 60'ları geçtim; hadi öldüğü yılı baz aldık diyelim: 1975'de bütün türkiye'deki otomobil sayısı 700 bin bile değil! bugün sadece istanbul'da 4 milyondan fazla araç var ağa, 4 milyon! bütün türkiye'deki sayı olan 23 milyondan bahsetmiyorum bile.

    belki de bir yakını, arkadaşı otomobil kazasında öldü ve o günden sonra meseleye bakışı değişti.. olabilir mi? bak olabilir bu. çünkü otomobillerden katil olarak bahsediyor sürekli: “katil otomobiller ve kaçak eşya ile beraber sınırlardan her gün sokulan yarım ve bozuk fikirlerin” yozluğuna dikkati çekiyor ahlak nizamı'nda (s. 197). fakat bildiğimiz kadarıyla etrafında otomobil kazasında ölen biri yok. gerçi var biri; 1969'da karşıdan karşıya geçerken bir otomobilin altında kalıp ölen ünlü hattat mustafa halim özyazıcı'nın yasını tutup kahrediyor: "kul yapısı olan bir makinenin allah yapısı olan ve mahlûkatın en şereflisi olan insana çarpmaya, onu çiğnemeye ne hakkı var." (akt. orhan okay, silik fotoğraflar, s.97).

    nurettin topçu'nun bu naif ama son derece dokunaklı isyanını, trafik kazasında ölen (1869) dünyadaki ilk kişi olan mary ward'ı ya da amerika'da ölen ilk kişi olan (1899) henry bliss'i veyahut da türkiye'de ölen (1912) ilk kişi olan idris'i teşmil edecek şekilde söylemekte hiç beis yok bence. mary'e, henry'e, idris'e, mustafa halim efendi'ye ve her yıl ölen milyonlarca insana çarpıp, onları çiğnemeye ne hakkınız var!

    bir taraftan nurettin topçu'ya meftun olup diğer taraftan inşaat ya resullulah diyerek betonlaştırdıkları şehirleri otobana çevirenlerin; otoyol açmak için kurdun, kuşun, böceğin yaşadığı dağları tepeleri son derece pornografik bir benzetmeyle "ferhat gibi delmekten" bahsedenlerin; araç alımı için ihale üstüne ihale açanların; jipleriyle arz-ı endam eden muktedirlerin alnın çatına çakın topçu'nun şu laflarını:

    "büyük şehirlerin güneşi kapatan taş ve demirden perdeleri arasında sinir krizleri içinde dolaşan demir kütlelerinde birer direksiyona yapışmış, sanki cezaevinin parmaklıkları arkasından fare bakışlarıyla soluyarak güneşe açık alınlara saldıran hastalara bakın! bunlar birer ruh hastasıdır. daha çok mesafe aşmak ve daha çabuk ulaşmak gibi çocuk hevesinin kurbanı olarak güneşin huzurundan kaçmış, güneşin dostluğunu kaybetmişlerdir. hangi devirde caniye bu kadar bol silah verilmişti? hangi zalim suç meydanını böylesine heves hastalarına serbest bırakmıştı?” (kültür ve medeniyet, s.170-173).

    meraklısına ilave okuma kaynağı: tanıl bora, "otomobilin şerri: nurettin topçu'da anti-modernist buğz, teknoloji sıkıntısı ve otomobil nefreti", ünal nalbantoğlu'na armağan içinde, iletişim yayınları, 2008.
  • bize, bir lutüf gibi saadet bağışlayan değil,bizde mesuliyet şuuru yaratan insan lazımdır. saadet, bizdeki iradenin yarattığı deruni bir aydınlık olmalıdır. bize, kin ateşi içinde kuvvetle hak kazanan değil, hakikat aşkıyla hakkını yaşatan insan lazımdır. bize "firdevs-i aladan ve bunca sevdadan" vazgeçmiş hak aşıkları lazımdır. hakiki saadet ve hak (birinin) elinden alınır bir meta değildir.

    'nurettin topçu'
  • "üç hakimin hükmünde hata aranmaz; kalbin, kaderin ve ölümün" diyerek, biraz daha dayanmam gerektiğini söylüyor.
  • siyasi mahallelerin birbirini yediği 60'larda ve 70'lerde komplekssiz tutumu ile göz kamaştıran bir aydındır.

    - "...dinli, dinsiz, sağcı, solcu, doğucu, batıcı, ancak münevver, ilimci ve felsefeci düşünürlerden meydana gelecek bir kongre" yapılmasını teklif eder.

    - 1965 seçimlerinde mehmet ali aybar türkiye işçi partisi'nden milletvekili seçilince "nihayet meclise namuslu bir adam adım attı" demiştir.

    - görev yaptığı istanbul erkek lisesi'nde en yakın dostluk kurduğu kişi marksist felsefe öğretmeni keyise idalı'dır.
hesabın var mı? giriş yap