• asıl adı "william sydney porter" olan müthiş kısa öyküler yazarak insanlara yaşama sevinci aşılayan amerikalı yazar.
    (bkz: o henry)
  • o henry her zaman küçük mutlulukları,küçük sevinçleri olağanüstü bir sezgiyle yakalayıp bize anlatır.hayata bıyık altından gülerek bakan bu yazarın hikayelerinde hep bir mizah havası vardır.hikayeleri katıla katıla güldürmez ama sürekli tebessüm ettirir.bunun için de tekrar tekrar okumak ister insan.''armağan''isimli bir hikayesi vardı ve çok dokanmıştı bana.birbirlerini seven evli, iki insan vardı .della ve jim.bunlar çok fakirler işte,ev tutacak paraları bile yok.ertesi gün noel olduğu için birbirlerine hediye almak istiyolar fekat paraları da yok(ühhüü adile naşit gibi şimdi bile ağlarım) sonra jim büyükbabasının sonra da babasının olan altın saatini satmak zorunda kalıyor hediye almak için ve della'ya bir tarak satın alıyor bu parayla.della ise taa dizlerine kadar uzanan saçlarını peruka yapan bir yere satıyor ve jim'e saatine takması için bir saat zinciri satın alıyor.ve ikiside hediyelerini kullanamıyorlar ama gerçekten birbirlerinin değerini bir kez daha anlamış oluyolar.-the end-
  • bir hikayesinde "dolandırılan bir insan dolandırıldığını hiçbir zaman anlamayacaksa aslında dolandırılmamıştır" tezini savunan hikaye yazarı. örnek hikayede adam boyadığı kumları gaz lambasının aniden parlamalarını ve kalitesinin düşmesini azaltır diye satıyordu. ama satarken her zaman şunu da söylüyordu. "bunun işe yaraması için lambanızı her hafta temizlemelisiniz." aslında sadece temizlemenin yaptığı bir işi sattığı kumlara mal ederek insanları dolandırıyordu ama insanlar bunu asla öğrenmediklerinden gerçekte verdikleri o para işerine yarıyordu.

    hıncal uluç'un her 14 şubat'ta yayınladığı hikayesi ise sevgililer gününde gurur duyduğu dedesinin saatini rehin vererek karısıın en övündüğü şeyi olan saçları için tokalar alan adamla saçlarını kestirip kocasının gurur duyduğu saate zincir alan kadının hikayesidir ki ilk okuduğumda çok duygulanmıştım. bu arada son yaprak hikayesi bir zamanlar *edebiyat kitaplarında yer alırdı.
  • müneccimlerin armağanı adlı kısa hikayesi her yılbaşında hıncal uluc tarafından köşesinde yayınlanan, hemen hemen bütün öyküleri birbirinden güzel olan -"iki raunt arası" güzel olmayanlardan biri, onu gerçekten beğenmemiştim- başkalarının sayfalarca yazsalar anlatamayacakları şeyleri birkac sayfaya sığdırmayı başarmış ve tam da anlatmak istediğini büyük bir başarıyla anlatmış yazar.
  • adına kısa hikaye yarışması düzenlenen yazar. tavuk götüne öyküler klasmanına giremeyecek kadar iyidir öyküleri. sonları mutlu değil umutludur.
  • hikayelerinin karakteristik özelligi sürpriz sonla bitmesidir. öyleki bazen
    kendinizi finaldeki sürpriz ihtimallerine hazirlarsiniz fakat o yeni bir
    sürpriz hazirlamistir.
  • kontla sağdıç'ta topluma bakışını çok güzel özetler:

    "gülün, dünya sizinle güler;
    ağlayın, herkes halinize güler."
  • ters köşe hikayelerin kralı. iyi ki doğmuş.

    en sevdiğim hikayesi;

    kalpler ve eller

    denver'de, b.m doğu express treninin vagonlarına yolcular akın ediyordu. kompartmanlardan birinde çok zevkli giyinmiş, hoş bir genç kadın vardı ve oturduğu koltuğu seyahate alışık yolculara mahsus lüks öteberiyle doldurmuştu. yeni gelenler arasında birisi yakışıklı, cesur, dobra biri izlenim veren, diğeri iri yapılı, somurtuk, asık yüzlü, kaba saba giyimli iki genç adam vardı. ve ikisi de birbirlerine kelepçeyle bağlıydılar.

    trenin koridorundan geçerken tek boş yer çekici, genç kadının tam karşısındaki yerdi. kelepçeyle bağlı olan adamlar oraya oturdular. genç kadın, onlara çabucak ilgisiz, soğuk bir şekilde baktı, sonra pembe yanaklarını aydınlatan, tatlı bir gülümsemeyle, gri eldivenli elini uzattı. çok tatlı, zarif, konuşmaya ve dinlenmeye alışkın birinin edasıyla söze girdi.
    - ee, bay easton, galiba önce benim konuşmamı bekliyorsunuz, öyle yapayım bari, sizin buralarda eski tanıdıklara selam verilmez mi?
    genç adam kadının sesini duyunca derhal kendine geldi, bir an utangaçlık duyar gibi olduysa da bunu hemen üzerinden attı ve sol eliyle kadının parmaklarını kavradı.
    gülümseyerek:
    - bayan fairchild, sağ elimi uzatamadığım için özür dilerim, şu anda uygun değil.
    sağ elini hafifçe yukarı kaldırarak, diğer adamın bileğine bağlı parlayan 'bileziği' gösterdi. kızın yüzündeki mutlu gülümseme bir anda şaşkın bir korkuya dönüştü, yüzü soldu, ağzı şaşkın, huzursuz açık kaldı. easton, sanki eğleniyormuş gibi hafifçe gülerek tekrar konuşacakken, öteki adam önce davrandı. asık suratlı adam karanlık, keskin, sert bakışlarla kızın yüzüne bakıyordu.
    - lafa girdiğim için özür dilerim bayan ama şerif'le tanıştığınızı görüyorum, ona hapse gidince, benim için bir iki şey söylemesini rica ederseniz, bunu yapacaktır ve benim için orada işler kolaylaşır. beni lavenworth hapishanesine götürüyor, kalpazanlıktan yedi yıl aldım da.
    o! diyerek kız derin bir nefes aldı ve rengi tekrar yerine geldi,
    - demek burada bunu yapıyorsun? bir şerifsin!
    easton sakin sakin,
    - sevgili bayan fairchild, bir şeyler yapmak zorundaydım, başkentte ayakta kalmak için para kazanmak şart ve şeyy, şeriflik bir büyükelçilik kadar önemli bir meslek değil ama...
    kız sıcak bir tavırla, büyükelçi mi? tek kelime daha etme, büyükelçiler asla bunu yapmaz, bunu bilmen gerek, desene şimdi kovboy filmi kahramanları gibi gibisin, atına atlayıp, silah kullanan ve tehlikelerini içine dalan!..başkentteki hayattan çok farklı, eski arkadaşların seni özlemişlerdir..
    kızın gözleri büyülenmiş gibi, biraz açarak, parlayan kelepçelere takıldı
    öteki adam
    - merak etmeyin madam, tüm polisler suçluları kaçmasın diye kendilerine kelepçelerler. bay easton işini bilir dedi.
    kız sizi tekrar washington'da görecek miyiz? diye sordu.
    - easton yakın zamanda değil, korkarım seyyahlık günlerim geride kaldı,
    kız, konu dışı bir şekilde 'batı' yı severim, dedi, gözleri yumuşak ışıltıyla parlıyordu trenin penceresinden dışarı baktı, mesafeli, kibar konuşmayı bırakıp, daha samimi, dobra şekilde konuşmaya başladı.
    - annemle ben yazı denver' da geçirdik, o eve bir hafta erken döndü çünkü babam biraz hastalandı, batı'da kalıp, mutlu olabilirdim, buranın havası da benimle aynı fikirde, para her şey demek değildir, fakat insanlar her şeyi yanlış anlıyorlar ve aptalca davranıyorlar..
    asık suratlı adam,
    - şerif, bu haksızlık susadım ve bütün gün sigara içmedim, yeterince konuşmadın mı? beni sigara içilen vagona götür, pipo içmek için neredeyse ölüyorum..
    birbirine bağlı yolcular ayağa kalktılar, easton yüzünde aynı gülümsemeyle
    - sigara molasına bir şey diyemem, hoşçakalın bayan fairchild, görevim beni çağırıyor. vedalaşmak için elini uzattı.
    kız tekrar kibar, havalı tavrına girdi ve
    - doğu'ya gidiyor olmamanız çok kötü, sanırım lavenworth'a gitmeniz gerekiyor
    - evet lavenworth'a gitmek zorundayım
    iki adam sigaralı vagona gitmek için koridora çıktılar
    yanındaki koltukta oturan iki yolcu konuşmanın tümüne kulak misafiri olmuştu. biri,
    - şu şerif, ne iyi biri, batılıların bazıları böyle oluyor...
    diğer yolcu,
    - böyle bir görev için fazla genç değil mi? diye sordu.
    - genç mi? niye?..oo, fark etmedin mi, şeyy, sen hiç suçlunun kelepçesini sağ eline takan bir polis gördün mü?

    yazan: o'henry
    çeviren: müjde dural
  • bukowski'nin içmek ile ilgili söylediği sözün aynısını kadınların ağlaması hususunda söyleyen nefis yazar.

    "mutlu olduğunda kutlamak için içersin, üzüldüğünde unutmak için içersin, hiçbir şey olmadığında da bir şey olsun diye içersin."

    charles bukowski

    "kadınlar sürekli ağlarlar. üzüldüklerinde üzüntüden ağlarlar. sevinçliyken mutluluktan ağlarlar. üzgün ya da mutlu değillerse, üzülecek ya da mutlu olacak hiçbir şeyleri olmadıkları için ağlarlar."

    o. henry
  • kont ve düğün davetlisi adlı güzel öykünün amerikalı yazarı.
hesabın var mı? giriş yap