• cicero'nun "ah zamanlar, ah örfler, adetler!" gibi bir şekilde çevrilebileceğine inandığım; zamanın her türlü geleneği, ahlak kuralını nasıl yok edeceğine ya da tanınmaz hale getireceğine, yerine nasıl fütursuzca yenilerini koyacağına dair biraz kırgınlıkla söylenmiş, biraz sitemkar cümlesi. almanlar "o zeiten, o sitten" derler bunun için.
  • latincede "hoca bu hizla gidersen sen mortu cekersin" anlamina gelir, yabanci dil ekolunde bilinmesi farz kaliplardandir.
  • hatip romalının ağzından süzülmüş inci. bugünleri görseydi, nerede o eski ramazanlar derdi herhalde.
  • marcus tullius cicero nun kendinden bir şey isteyen bir grup romalı plebe söylediği söz. ne istedikleri ise tarihin tozlu raflarında bir sırdır
  • "o, tempora! o, mores!" adlı bir edgar allan poe şiiri:

    o, times! o, manners! it is my opinion
    that you are changing sadly your dominion —
    i mean the reign of manners hath long ceased,
    for men have none at all, or bad at least;
    and as for times, altho' 'tis said by many
    the "good old times" were far the worst of any,
    of which sound doctrine i believe each tittle,
    yet still i think these worse than them a little.

    i've been a thinking — isn't that the phrase? —
    i like your yankee words and yankee ways —
    i've been a thinking, whether it were best
    to take things seriously, or all in jest;
    whether, with grim heraclitus of yore,
    to weep, as he did, till his eyes were sore,
    or rather laugh with him, that queer philosopher,
    democritus of thrace, who used to toss over
    the page of life and grin at the dog-ears,
    as though he'd say, "why, who the devil cares?"

    this is a question which, oh heaven, withdraw
    the luckless query from a member's claw!
    instead of two sides, job [[bob]] has nearly eight,
    each fit to furnish forth four hours debate.
    what shall be done? i'll lay it on the table,
    and take the matter up when i'm more able,
    and, in the meantime, to prevent all bother,
    i'll neither laugh with one, nor cry with t'other,
    nor deal in flatt'ry or aspersions foul,
    but, taking one by each hand, merely growl.

    ah, growl, say you, my friend, and pray at what?
    why, really, sir, i almost had forgot —
    but, damn it, sir, i deem it a disgrace
    that things should stare us boldly in the face,
    and daily strut the street with bows and scrapes,
    who would be men by imitating apes.
    i beg your pardon, reader, for the oath
    the monkeys make me swear, though something loth;
    i'm apt to be discursive in my style,
    but pray be patient; yet a little while
    will change me, and as politicians do,
    i'll mend my manners and my measures too.

    of all the cities — and i've seen no few;
    for i have travelled, friend, as well as you —
    i don't remember one, upon my soul,
    but take it generally upon the whole,
    (as members say they like their logick [[logic]] taken,
    because divided, it may chance be shaken)
    so pat, agreeable and vastly proper
    as this for a neat, frisky counter-hopper;
    here he may revel to his heart's content,
    flounce like a fish in his own element,
    toss back his fine curls from their forehead fair,
    and hop o'er counters with a vester's air,
    complete at night what he began a.m.,
    and having cheated ladies, dance with them;
    for, at a ball, what fair one can escape
    the pretty little hand that sold her tape,
    or who so cold, so callous to refuse
    the youth who cut the ribbon for her shoes!

    one of these fish, par excellence the beau —
    god help me! — it has been my lot to know,
    at least by sight, for i'm a timid man,
    and always keep from laughing, if i can;
    but speak to him, he'll make you such grimace,
    lord! to be grave exceeds the power of face.
    the hearts of all the ladies are with him,
    their bright eyes on his tom and jerry brim
    and dove-tailed coat, obtained at cost; while then
    those eyes won't turn on anything like men.

    his very voice is musical delight,
    his form, once seen, becomes a part of sight;
    in short, his shirt collar, his look, his tone is
    the "beau ideal" fancied for adonis.
    philosophers have often held dispute
    as to the seat of thought in man and brute;
    for that the power of thought attends the latter
    my friend, the beau, hath made a settled matter,
    and spite of all dogmas, current in all ages,
    one settled fact is better than ten sages.

    for he does think, though i am oft in doubt
    if i can tell exactly what about.
    ah, yes! his little foot and ankle trim,
    'tis there the seat of reason lies in him,
    a wise philosopher would shake his head,
    he then, of course, must shake his foot instead.
    at me, in vengeance, shall that foot be shaken —
    another proof of thought, i'm not mistaken —
    because to his cat's eyes i hold a glass,
    and let him see himself, a proper ass!
    i think he'll take this likeness to himself,
    but if he won't, he shall, a stupid elf,
    and, lest the guessing throw the fool in fits,
    i close the portrait with the name of pitts
  • lidlerin, tarihi kabataslak alma-verme usulü yerine anlamı çok daha derin sikkelerle yazma girişiminden bugüne; 10 emir, sahifeler ve karşı köydeki sülalenin evrimsel gelişimine kadar epey bir çağ sığıyor.

    manik-depresif piyasalar ve bitcoinle satın alınacak gerçek düşlerin; haksız sefalet kastını gözardı etmesi makul elbette, kurgunun kutsallığı düşünülürse.
    sürekli zik zak çizen herhangi bi endeksten daha eğlenceli ne olabilir?

    imagine.

    "yarım kalmış devrimimizi emanet ettik doların ve markın dalgalanmalarına"

    diyor şair ama hep bir yarımlık var tüm devrimlerin bütünlüğünde:
    gittikçe köşesinde kan revan içinde suskunlaşan bir ruhanilik; birikimli gerileyen bilim, sermaye yüzünden kendini bile satan teknolojik rejimler... post- saçma ve insan.

    ve insan.
  • aynı zamanda ekşi'de bu zamana kadar gördüğüm en kaliteli çaylaktır.
  • twitter'da cengiz çakmak hocanın beğendiği son tweet çiğdem dürüşken'in kendisini etiketleyerek yazdığı 2017'den kalma bu cümle, nedense bende garip bir his uyandırdı bu durum.
  • filiz öktem hoca zamanında bu deyimi türkçedeki "ne günlere kaldık!" ünlemiyle birlikte karşılaştırarak düşünmeye salık vermiştir. hatip cicero'nun bu ünlemi*, roma dünyasının karakterini de taşır, bizlerinkinin de. bilhassa roma'da sıkıntılar ve başarısızlıklar baş gösterdiğinde, neden, halktaki yozlaşmada ve devlette yok olan, terk edilen değerlerde aranır, tüm toplum sorumlu tutulurdu. ideal roma geçmişinin izleri ne zaman solmaya yüz tutsa roma bir felaket hâlinde kendisini bulur, kurtuluş ve selamet önerileri de yine geçmişe dönmekte bulunurdu. benzer bir tavrı türk tarihinde de görmek pekala mümkündür. devlet ve toplum idealleri bir tarafa bırakıldığında da her bir bireyin bu anlayış üzere dünyaya geldiği düşünüldüğünde, bu oturmuş toplumsal anlayışın üzerine bir de bireysel tecrübelerin mazide bırakıldığı süre boyunca ideal ve kusursuz olarak hatırlanması yönelimiyle birlikte insan hep geçmişe atıf yapmaya, özlem duymaya temayül gösterir. her insan her dönemde buna meyletmiş ve bu ünlem minvalindeki sözlerle isyanını da bazen kayıtlara geçecek şekilde haykırabilmiş bazen de içerisinde kendisine telkin etmekle yetinmek durumunda kalmıştır. her dönem bu sözü söylemeye müsait dedik ama sanki bizim içinde bulunduğumuz dönemi müstesna tutmakta bir sakınca olmayacak. bizlerin "heyhat!" deyip peşine şu sözü söylemeye en az cicero kadar, hattâ hatipten daha güçlü bir haykırışla söylemeye hakkımız vardır. elbette artık dünyayı yöneten tek bir kürsü olmayışından, bu keşmekeşte her birimiz kendi kürsülerimizden, belki yalnızca kendimize söyleyebileceğiz ancak bu sözü. (hemen yukarıdaki yazıya atfen, pek sevgili cengiz çakmak ve çiğdem dürüşken hocaların kendi kürsülerinde bu sözü etmeleri elbette garip ve özeldir.)

    *cicero, consul mevkiinde bulunduğu iö 63 yılında, consul olmaya muvaffak olamayan fakat gücü elde etme arzusunu da kuvvetli bir şekilde sürdüren catilina'nın, artık açık bir şekilde devlete karşı bir ayaklanma/kalkışma niyeti içerisinde olduğu dönemde, hâlâ devletin kalbi sayılan senatus'a adım atabilmesine zihnen tahammül gösteremeyip, catilina'nın aleyhinde verdiği söylevlerinin ilkine bu tahammülsüzlüğü dile getirerek başlayacaktır:

    "o tempora, o mores! senatus haec intellegit. consul videt; hic tamen vivit. vivit? immo vero etiam in senatum venit, fit publici consili particeps, notat et designat oculis ad caedem unum quemque nostrum. nos autem fortes viri satis facere rei publicae videmur, si istius furorem ac tela vitamus. ad mortem te, catilina, duci iussu consulis iam pridem oportebat, in te conferri pestem, quam tu in nos omnis iam diu machinaris. (ah zamanlar, ah adetler! senatus bunların farkındadır. consul görmektedir; yine de burada yaşamakta. yaşamak ne ki? bilfiil senatus'a dahi gelmekte, kamu oturumunun parçası olmakta, içimizden öldürülecek her bir kimseyi gözleriyle belirlemekte ve işaret etmekte. lakin biz cesur adamlar, onun çılgınlığından ve silahından kaçınmamız durumunda, devlete karşı borcumuzu ödediğimizi sanıyoruz. senin catilina, consul'ün emriyle çok daha önceden ölüme sevk edilmen, senin uzun süredir bizim için tasarladığın felaketin senin başına gelmesi gerekiyordu.)" in catilinam oratio 1.2. çev. mehmet oktan.

    -bu ilk söylevin ardından catilina roma'yı terk etmek durumunda kalır. bu kaçış, cicero'nun pek övülen hitabet sanatının ve o sıra sahip olduğu consul yetkilerinin etkisiyle midir yoksa her ne kadar eleştirilse de devlet mekanizmasının hâlâ ayakta olmasından çekinilmesinden sebep midir, takdir sizlerin olsun.-
hesabın var mı? giriş yap