• eski türklerde ısıtan, arığlayan, kötülükleri kovan, sağaltan bir güç olarak ateş ne kadar kutsalsa, ateşin yakıldığı ocak da o kadar kutsal kabul edilirdi.

    türkler, ailenin* en temel gereksinimi olan, ısınma ya da pişirme amaçlı yakılan ocağın başında yemek yer, sohbet eder, önemli kararlar alınacağı zaman yine ocak başında toplanırlardı. bahaeddin ögel hocanın deyişiyle ocak eski türklerde ailenin mukaddes yeriydi. bu nedenle de ocak kelimesi türkçenin tarihi boyunca, gerçek anlamının yanı sıra oguşun, soyun, boyun karşılığı olarak da kulanılageldi.

    ot ezi ve ocak iyesine gelince,

    yunan mitolojisinde hestia’nin ocak ateşinin koruyucusu olması gibi türklerde de ocağın koruyucu ruhu vardı zira eski türklere göre doğa gözle görülmez gizli güçlerle doluydu ve hemen hemen her şeyin ruhu/iyesi vardı. bunların bazıları iyi bazıları da kötü ruhlardı.

    “sibirya türklerinde (tatarlar, yakutlar, tuva/tuba türkleri, hakaslar, altaylar, şorlar gibi) ateş her şeyden önce ailenin koruyucu ruhuydu. mesela ava çıkmadan önce ateş iyesinden yardım istenirdi. ev, ateş ve ocak aile hayatının en önemli unsurlarıydı.”
    (bkz: türk mitolojisinde ateş/@ay hatun)

    her ailenin bir ateşi/ocağı olduğuna inanılır ve bu aile ocağına büyük önem verilirdi ki bu inanış 'ata ocağı/baba ocağı' gibi sözlerle günümüze kadar gelmiştir.
    (evlerdeki ocağın ruhu olan alaz/alas genelde evin ve ocağın koruyucusu iken kızdığı zaman yangın çıkarmasıyla meşhurdu.)

    bu bağlamda od ve ocak kültü, atalar kültüyle de doğrudan bağlantılıydı. neden mi? çünkü göktürkler, -tanrıdan ateş bulma iznini aldığına göre- atalarının da kutsal olması gerektiğine inanırlardı.

    (çünkü ata, ocağın da sahibidir ki atalar kültünün günümüze yansıyan pratiklerine baktığımız zaman da evin sahibinin en yaşlı erkek sayılması, yaşlılara saygı gösterilmesi, baba otoritesi vs bu kültün izlerini görürüz.)
    (bkz: atalar kültü/@ay hatun)

    ocağın sönmesi de ailenin dağılması, bitmesi demekti. (istiklal marşı'nda da var ya hani, sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, orada da ocağın sönmesi son türk ailesinin yok olması anlamına gelir) bu yüzden de 'ocağı sönesi', ‘ocağı dağılası’ bedduaları da, ölün, bitin, soyunuz kurusun anlamına gelirdi.

    yine altay türklerinde bir yere taşınılacagı zaman evdeki eski ateş de yeni eve götürülürdü. (doğrudan ateşi götürmüyorlar tabii ki, sembolik olarak korları metal bir şeyin içinde taşıyıp yeni evde yeniden yakıyorlar)

    şamanist gelenekte kullanılan bir yöntem de ocağın sağaltıcı gücüne olan inançtı ki anadolu’da hala yaşayan bir uygulamadır. şamanların günümüzdeki temsilcileri diyebileceğimiz bu kişiler bazı bölgelerde ocaklı diye anılırlar.

    hastayı ocağın üzerinden atlatma, iki ateş arasından geçirme ya da tütsü yakma da yine kökleri orta asya’ya dayanan yöntemlerdir.

    ilk kadın şaman olarak bilinen udagan, aynı zamanda ocak iyesiydi.

    "ötüken’in ataerkil dönemlerde ateşe tapmadan ortaya çıktığını savunanlar da vardır. ataerkil dönemlerde ocak ruhunun kadın görünümünde betimlenmesi ve türk-mogol halklarında kadın şamana udagan (otagan) adının verilmesi, böyle bir fikrin oluşmasında şüphesiz etkili olmuştur. ötüken kavramı daha sonraları dağ ruhu olarak düşünülen adagan/atagan’a çevrilmiştir. atagan. altay'ın soyon ve diğer taifelerinin taptıklan dağın adıydı.”
    (celal beydili - türk-mitolojisi-ansiklopedik sözlük)

    “türk kültüründe ocaklar çok önemli bir yere sahip olduğu gibi, aynı şekilde ocağın üzerine koyulan üç ayaklı kazanlar da önem taşır. bunun kökeninde de ocak iyesi'nin bu kazanların içerisinde barındığı anlayışı yer alır. kazanlarda ve bazen de sadarda bulunan üç ayak geçmişi bugünü ve geleceği simgelerler.”
    (bkz: türk mitolojisinde 3 sayısı/@ay hatun)

    “…türklerde dağlar kutsal bilinip ocak sayılır, adaklar orada yapılırdı.”
    (bkz: türk mitolojisinde dağlar/@ay hatun)

    “yakutların ocak ve ateşten sorumlu iyi ruhlarından, aynı zamanla demircilikle de anılır.
    bütün ruhlar(ruhlar/@ay hatun) gibi bu da kızdırılmadığı ve saygı gördüğü zaman aileyi korur, kızarsa yakıp yıkar.”
    (bkz: darhan/@ay hatun)

    “işte türklerdeki kutsallık anlayışının temeline inmek için orta asya bozkırlarına yaptığımız zaman yolculuğunda da benzer bir mantık görürüz. uçsuz bucaksız gökyüzü altında yüksek düzlükler, aşılmaz dağlar, çorak araziler ve nehirlerle dolu bu coğrafyada yaşayan insanların çağlar boyunca, göğe, ağaçlara, dağlara ve nehirlere kutsallık addetmesi, onların saygı duymaları ve iyi geçinmeleri gereken birer tanrı/ruh olduğuna inanmaları, çok soğuk olan bu coğrafyada ateş/ocak ile oguşu özdeşleştirmeleri ve iduk olarak görmeleri hatta yaşadıkları yere bile idikut demeleri çok da şaşılacak bir şey değil heralde.”
    (bkz: kut/@ay hatun)

    “göktürk keregüleri/çadırları kubbe şeklindedir. keregü/kerekü veya yurdun ortasında ocak bulunur. dumanın çıkması için eğninin tepesinde, dalları birbirine bağlayan çember, örtüsüz bırakılır. iç asya türkleri, bu kısma hala çangırak demekte ve bunu güneşe benzetmektedirler. eğninin tepesi baca şeklinde de olurdu ve eski türkçede buna tügünük adı verilirdi. ocak yanmıyorsa, çangırak veya tügünük, tünlük veya dünlük denilen süslü bir keçe ile örtülür.”
    (emel esin - türklerde maddi kültürün oluşumu)

    “türklerde, kainat simgesi olan otağın ortasında, kubbenin merkezindeki tügünük denen duman deliğinin altında, taşınır ocoh (üç ayaklı kazan-ocak) durmaktaydı.”
    (emel esin - türk kozmolojisine giriş)

    er töştük destanı’nda 'ocakta fala bakmak' adetini görürüz. ocakta yalnız fal açılmaz, aynı zamanda sihir de yapılırdı...”
    (bkz: fal/@ay hatun)
  • ocak eski türklerin kültlerindendir. kutsal sayılan ateşle bağı vardır. giderek aile yaşamını da içine alacak bir anlam kazanmıştır. bir felaketle karşılaşan kişinin “ocağı söndü” demesinin kökeni, ocağa atfedilen döneme dayanmaktadır. anadolu’nun pek çok yerinde halk hekimlerine “ocak” adı verilmektedir. ocak inancının orijini orta asya’dır. bir hastalık ile uğraşan aileyi “ocak” kelimesi tanımlamaktadır. bir ailenin tedavi ile meşgul olan fertlerine “ocaklı” adı verilir. ocaklı, genel olarak tedavi etme kudretini ailesinden alır.
  • ibbşt yorumuyla 2 perde ve ara dahil 2 saat 15 dakika süreli, 60'ların türkiye'sini ele alsa da ortadirekten gelmiş çeşitli kuşakların kendilerinden çok şey bulabilecekleri bir oyun. oyuncuların yakaladıkları uyumun da etkisiyle bir gülen gözler bir neşeli günler tadı bırakıyor adeta.

    sobanın üstünde ısınan neredeyse yanmak üzere olan ekmeklerin mis gibi kokusunda, milyoner olma hayalleri hiç bitmeyen evin babasında, hayalci babası ve her biri kendi aleminde olan kardeşlerinin yükünü sırtlayan fazıl'da, hayatı dolu dolu yaşamak isteyen nihat'ta, her şeye rağmen neyse sağlık olsun diyebilen annede, geçmişin şaşaalı günlerinde yaşayan anneannede, evin ufaklığı özcan keratasında ya da evin tek kızı sevda'da illa ki bir şeyler buluyor insan. hiç olmadı, kavga da etseler ayrılık gayrılık da olsa bir şekilde kenetlenebilen bu aile insanın içini ısıtıyor.

    öyle çok derin bir dönem eleştirisi beklemeyin. bu alabildiğine sıradan bir ailenin alabildiğine sıradan hikayesi. bir aile dramı yani. yüksek hayatlar yok, yüksek idealler ve büyük davalar yok. sadece ekmek derdi, hayaller, umutlar ve geçmişin anıları var. bu tür bir oyunu oyunculuklar çok etkiler. o yüzden ekibin yakaladığı uyum çok önemli.

    tarık/hakan güner; hayalleri ve projeleri bitmek bilmeyen, çabuk parlayan baba rolünde kıvamında bir oyunculuk sergiliyor. karakter olarak biraz abartılı hani şu en ufak meseleyi bile büyüten, hatasını sonuna kadar kabul etmeyen babalardan.

    safiye/aslı içözü; evin ve ekibin cefakar annesi. durmadan didinerek herkese ve her şeye yetişmeye çalışan, hep ayakta kalan, bir arada tutan, fedakar ve sevgi dolu, kucağına yatılası bir anne. tarık, asabi asabi "safiyeee" ledikçe insanın aklına sıdıka geliyor.

    büyükanne rolünde mahperi mertoğlu'nu görünce şaşırdım, daha vardı böyle yaşlı başlı rollere yav. fakat gayet sevimli olmuş. beyaz başörtüsüyle, çıkınından çıkarıp durduğu tespihleriyle, bedeni cam köşesindeki koltukta aklı geçmişteki konakta, anılarıyla bizi geçmişe götüren, içi kırmızı atlas kaplı o yaylı arabayı görebilseydik dedirten bir tonton.

    fazıl/cengiz tangör; siniri babasına fedakarlığı annesine çekmiş büyük oğul. ailenin yükünü sırtlanmış, kendi hayallerinden vazgeçmiş, hep gitmek isteyen ama artık nasıl gidileceğini de unutmuş, kendini ailesine adamış biri. kardeşlerine olan sevgisi çok güzel. özellikle oyunda çoğunlukla birbirlerini yeseler de selamlamaya sarmaş dolaş geldiği erkan sever ile günlük müstehcen sırlar'dan kalma uyumları dikkat çekiyor.

    nihat/erkan sever; evin sorumsuz ama şeytan tüylü bir türlü kızılamayan ortanca oğlu. şiir sevdalısı, hayatı yaşamayı seven, daima şık gezen, çalışmaktan sıkılan, kardeşinden harçlık alan ama bir şekilde evin neşesi olan haytanın teki. adama rahatça sövemiyoruz bile sevdiriyor kendini namussuz.

    özcan/mehmet soner dinç; evin ergeni. tembel, her fırsatta ders çalışma bahanesine sarılan, çabuk horozlanan bir o kadar çabuk sinen bir çocuk. abisi nihat ile ablası sevda'ya daha düşkün.

    sevda/mana alkoy; evin tek kızı, fazıl ve nihat'ın küçüğü özcan'ın büyüğü. topallığı yüzünden herkesten sakınan, ailenin gözbebeği. abilerinin ve anne babasının sevgisiyle sarıp sarmalanmış daima dönebileceği bir yuvası olan şanslı insanlardan.

    işte bu sıradan insanlardan oluşan tipik türk ailesinin hayatından bir kesit sunuyor oyun. birazcık benzer dönemi ya da benzer gelir düzeyini yaşamışsanız çok rahat empati kurabilirsiniz. kostüm (zuhal soy) ve sahne tasarımının (rıfkı demirelli) başarısı da oyunu güzelleştiren diğer unsurlar.
  • şehir tiyatrolarında her sezon sahnelenen her oyuna mümkün mertebe gitmeye çalışırım ama turgut özakman ismini görünce daha da emin oluyorsunuz bu oyunu görmek için. konusu hepimize tanıdık gelmesi mümkün, geçim sıkıntısı yaşayan bir ailenin hikayesi. her biri birbirinden farklı aile bireyleri arasında yaşanan olaylar zinciri, hayal kırıklıkları, umutlar, umutsuzluklar, yer yer komik bir dram. oyuncular birini bir diğerinden ayıramayacağım kadar iyiydi. oyun sonunda gözleri dolu dolu elleri patlarcasına alkışlayan seyirciler de bunun kanıtıdır sanırım.
  • ing. january, fr. janvier.

    adı, antik roma tanrılarından ianus'dan gelen yılın ilk ayı. ianus, iki yüzü olan bir tanrıydı, bir yüzü geçmişe diğer yüzü geleceğe bakan. ocak ayı da öyledir ya, hem bitirdiğimiz eski yıla, hem de başladığımız yeni yıla tanıklık eder.

    hepinizin yeni yılı kutlu olsun.
  • evin babası rolündeki hakan güner'in sakatlık geçirmesi sebebiyle geçtiğimiz haftasonu izlediğim matinede yerine bahtiyar engin'in rol aldığı rahmetli turgut özakman oyunu.
    fedakarlık göstererek elinde text ile sahneye çıkan bahtiyar engin, çok kısa bir sürede role hazırlanmaya çalışsa da sahnede hiç sırıtmadı. bu sebeple oyun biraz prova havasında geçse de ; daha önce hiç prova izlemediğim için benim açımdan da farklı bir tat, farklı bir tecrübe oldu. 2gün kadar kısa bir süre içerisinde rolüne hazırlanmaya çalıştığı gerçeğini göz önüne alırsak; rolünü yine de profesyonelce ve özveriyle, gayet başarılı sayılabilecek bir biçimde sergiledi ve sırf bundan dolayı bile en çok alkışı onun hakettiğini düşünüyorum. tüm bu aksiliklere rağmen; seyircilere bir iki ufak hata dışında güzel bir oyun sergilediler. ki o hataları da ustaca tolere etmeyi başardılar seyirciye çok da hissetirmeden.
    (evin annesi "nihat" diye seslenip, yanlışlıkla fazıl "efendim" diyince; nihat "sana noluyor lan, bana seslendi." diyerek durumu gayet başarılı biçimde kurtarması gibi)
    ailenin yükünü, sorumluluklarını sırtlayan fazıl'ı, evin neşesi nihat'ı, umutları, hayalleri hiç tükenmeyen ailenin babası, aileyi birarada tutmak için çabalayan fedakar annesi, ailenin aksayan,hüzünlü yanı üzerine titrenilen sevda'sı, hatıralarında yaşayan evin en yaşlısı büyükannesiyle, delikanlılık çağındaki özcan'ı ile her karakterden yaşantınızda bir iz bulabileceğiniz, dekoru ile de o ortamı hissettiren, sıkılmadan izlenebilecek tam bir aile oyunu.
  • bu akşam küçük tiyatro'da izledim bu oyunu. oyunun sonlarında kendimi tutmaya çalışırken minik bir iyuv sesi çıkarmamla gözlerimden yaşların akması bir oldu. çok seviyorum salon dolusu seyirci yokmuş da sadece ben varmışım gibi beni içine alan oyunları. oyuncuların hepsine bayıldım. yani, anne biraz şeydi... o yaş grubu kadın oyuncularda olan 'fazla oynama' durumu vardı. halbuki oyunun ikinci yarısında daha sakin oynaması gerektiğinde ne kadar harikaydı.

    sezonu çok kötü bir oyunla açınca hepsi kötü olacak sanmıştım ama bence bu oyun güzel sahneye konulmuş, tatlı espriler serpiştirilmiş, diyalogları kadar sözsüz oyunları da çok iyi olan bir ekiple ortaya çıkmış. bu sezon izlediğim beş oyun arasında ikinci sıradan listeye girdi. tüüüüm ekibe çok alkış.

    bu arada, gelen izleyicilere bir çift lafım var. küçük tiyatro gibi güzel bir sahneye gelmiş, iyi bir oyun izlemişsiniz. be kafasını duvarlara sürttüklerim, neden giderken çöplerinizi koltukların altlarında bırakıyorsunuz. biletler, pet şişeler, maskeler, peçeteler... gerçekten inanamıyorum!! oyun sırasında hışır hışır şeker açıp yiyenler, çıt çıt pet şişe sesleri, durmayan bir öksürük. nolur yani, ölür müsünüz iki saat efendi gibi dursanız. hem seyirciye, hem oyuncuya saygısızlık etmeseniz? madem tiyatro bileti alacak kadar bir aşama kaydettiniz medeniyet adına, bi zahmet gelişiminizi tamamlamaya ne dersiniz?? çabuk çabuk ama lütfen.. çünkü zaten epey geç kalmışsınız.
  • şehir tiyatrolarının oyunlarında hep var olan tempo sorunu bu oyunda da var. çok yüksek başlıyorlar ve seyirci bir vodvil izliyormuş gibi ilk perdeden çarpılıyor.
    ikinci perdedinin yirminci dakikasından sonra da oyun birden düşüyor ve maalesef yeniden yükselmek için ilk perdedeki malzemeyle doldur boşalta başlıyorlar.

    oyunculuklar ve oyuncuların aralarında uyum gayet iyiydi. çok iyi niyetli, sıcakkanlı bir oyundu.

    metin de tam bir "düşünceli yazar" metni. dengeli bir turgut özakman eseri.
  • reşat nuri sahnesinde izlediğim özakman oyunu. şehir tiyatrolarının bu sezondaki en başarılı performansı desek yanlış olmaz. eserde 2. dünya savaşı sonraki dönemde aile ilişkileri, hem maddi hem de manevi açıdan dağılmaya yüz tutmuş bir aileyi atakta tutma çabası işlenmekte. erkek egemen toplumda evin kızına ailenin bakışı, kardeşler arası ilişkiler, annenin korumacı tavrı gibi birçok unsur yer alıyor. mutlaka görülesi, ayakta alkışlanası, çiçek atılası pir performans sergilenmekte. erkan sever özellikle aşmış. zaten oyunu izlerken karakterle ne kadar bütünleştiğini görebilirsiniz. ananızla babanızla gitmeniz tavsiye olunur. ana baba önemli.
hesabın var mı? giriş yap