• bu akşam harbiye muhsin ertuğrul sahnesi'nde prömiyerini yapan tiyatro oyunu.

    bir şey diycem: ben anlamadım bu oyunu *

    yani anladım da, tam olarak özümseyemedim. fakat oyunun muazzam olduğunu söyleyebilirim. çok iyi çalışılmış. danslar, ışık oyunları, sahne/dekor tasarımı, "şiş"li müzik orkestrası falan, çok emek var.

    anlamadığımı düşündüğüm için, ben kendi çapımda anladıklarımı yazacağım. yanlışım varsa, düzeltmek isteyenler referans gösterip yeni gönderi yazabilirler.

    --- spoiler ---
    emir kusturica bu oyunun filmini çekmiş. fakat ben filmini izlemedim. hatta oyun öncesi tanıtım metnini bile okumadım. genelde oyunu izlerken çözümlemeyi tercih ediyorum. heralde bugüne kadar izlediğim tiyatro oyunlarında ikinci defa tam olarak çözümlediğime emin olamadığım oldu.

    bence hikaye -eğer hikayeyi doğru anladıysam- klasik bir iktidar hikayesi. fakat oyunu benim için muazzam kılan anlatım tarzı. çok fazla imge kullanılmış. sahnenin kendisi bile bir anlatı içeriyor. hatta bir değil, bir çok anlatı içeriyor. komple tasarım olarak.

    onun dışında kuşlar, gelinler, ipler, maskeler oldukça imge var. bunların kullanım şekilleri de çok güzel olmuş. (zaten o gelinleri de anlamadım. belki de bir tarafımdan imge uyduruyorum.)

    hikayenin kurgusu da güzel. bence 3 parçaya bölünmüş. ilk parçada, -aşağıdakiler açısından- yukarıda bir savaş (ikinci dünya) olduğunu görüyoruz. ikinci parça yukarıda geçiyor ve aslında savaşın çoktan bittiğini, bir kaç kişinin ortada bir savaş olduğu yalanıyla aşağıdakilerin emeğini sömürdüğünü öğreniyoruz. üçüncü parçada ise yalan kendisini sürdürmeye devam ediyor.

    fakat böyle anlatınca bir büyüsü olmuyor. *büyülü olan kısmı belirtmiş olduğum gibi anlatım tarzında. anlatım şekillerinin detayları da tek tek konuşulabilir, fakat o kadar çok emek var ki, hepsini tek tek yazmaya kalksak sayfalar sürer. zaten oyunu bir kere izlemeyle de, her detayı algılayıp, bir de üstüne hatırlayıp metne aktarmak oldukça zor.

    --- spoiler ---
  • bugün oyunu ikinci kez izledim. hikaye kafamda daha da netleşti. ilk gönderimde (bkz: #83573486) bahsettiğim gibi doğru anlamışım. ben bir kaç kere daha izlerim bu oyunu. dikkat edilecek çok noktası var. hatta bence filmden haberdar değilseniz en az iki kere izlemenizi tavsiye ederim.

    hikaye çok sağlam. profesyonel oyununa da ruhunu verdiğini düşününce duşan kovaçeviç'i artık izleme listeme alıyorum.

    gözüme takılan bir detayı yazmak istiyorum.

    tabi spoiler bölümünde. izlemediyseniz okumayın.

    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---

    bence oyundaki en güzel noktalardan bir tanesi sakallı yaşlı adamdı. çünkü genel toplum kanısında yaşlı insanlara görmüş geçirmiş, bilge gözüyle bakılır. bir şey diyecek galiba, bir şey çıkacak bu yaşlı adamdan diyorsun. tek söylediği şey: "kardeş kardeşi öldürmedikçe savaş başlamaz." ve bir şey olduğu da yok, marko, natalie ve kara bunları uyutmaya devam ediyor. oldukça kabul gören bir miti yıkmış. zaman yalnızca armutları olgunlaştırır.

    bir başka dikkatimi çeken karakter ise zaman zaman "öldürün beni" diye çıldıran karakter. bu da bence sağlam bir tespit. yaşadığı hayatta nerede durduğunu bilmemekten kaynaklı, içten içe bir memnuniyetsizlik halinin dışa vurumu. burada ekşide varoluşsal sancı diye ağlayan çoğu arkadaşın içinde bulunduğu ruh hali.

    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
    --- spoiler ---
  • duşan kovaçeviç'in darülbedayi'de sahnelenen hemen tüm oyunlarını takip eden biri olarak bu oyunu da ancak izleyebildim. her zamanki gibi yine nurullah tuncer yönetmenliğinde tam bir sahne performansına dönüşmüş. tabii sinema sektörü büyük ölçüde gerçekçilik akımıyla ve her türlü teşhirciliğiyle zihinleri hazırcılığa alıştırmışken bu tür sembolik ve parçaları birleştirmek gereken oyunlara kolay intibak edilememesi normal.

    halbuki tek perdelik, kompakt, güzel bir oyun olmuş. emir kusturica'nın underground'ına kesinlikle tercih ederim.

    tabii oyunun yeraltı yerine ocak'ta bahar adıyla tercüme edilmiş olması da pek yerinde olmuş. tüm bahar seraplarına atıfla düşünülebilir.

    en son paris'te ekim devriminin yüzüncü yılı kutlamalarına katıldığımda çav bella marşıyla coşulmuştu. bu oyunda ise yeraltında geçen acınası yirmi senenin çav bella şarkısıyla kutlanarak bitmesi biraz ironik kaçtı ama partizanların ağzına bir parmak bal çalındı herhalde*.

    yine goran bregoviç playlisti yaptık. hayırlısı.
  • seneler önce izleyip çok sevdiğim emir kusturica'nın underground filminin oyunlaştırılmış hali. film absürt ve sembolizm dolu, bunu tiyatroda anlatabilmek oldukça zor olmuş olsa gerek diye düşünmüştüm, zaten de anlaşılmayan kısımlar vardı. filmi çok önceden izlemiş olduğum için benim de anlamlandırmakta zorlandığım şeyler oldu. filmi izlemeyenler veya oyun metnini okumamış olanlar daha da zorlanmıştır herhalde. dekor, kostüm, ses, ışık ve yorumlayabildiğim kadarıyla sembollerin kullanımı mükemmeldi. filme göre oyun biraz karamsar geldi bana, filmdeki goran bregoviç müzikleri ile edilen danslar yerine modern dansa ağırlık verilmiş oyunda. oyuncuların performansı ve birbirleri ile uyumu oldukça iyiydi. hem filmi hem de oyunu izleyiniz.
  • dün üsküdar musahipzade celal sahnesi'nde izlediğim, şehir tiyatroları'nın bu sezon sahnelenmeye başlanan yeni oyunu.

    oyunda, ii. dünya savaşı ile beraber yugoslavyada büyük bir değişimin başlaması ve 1940 yılından sonra kapalı kapılar ardında yaşanan açlık ve yokluk içinde umudun ve sevginin hikâyesi anlatılmakta.

    ''ocak'ta bahar'' adıyla yazılan oyun 1995 yılında emir kusturica tarafından undergrand (yeraltı) ismiyle filme çekilmiş ve 48. cannes film festivali'nde büyük ödül olan altın palmiye ödülünü kazanmıştır. oyun, metinsel olarak her ne kadar güçlü bir yapıya sahipmiş gibi görünse de sahnede o güçlü yapının yerinde yeller esiyor maalesef. açılış bölümü ile daha ilk dakikadan farklı bir oyun olacağını hissedebiliyoruz. oyunun sahne tasarımı oldukça iyi bir şekilde oluşturulmuş ve hikayedeki yeraltı tasvirini son derece gerçekçi bir biçimde yansıtıyor. sahne tasarımında olumsuz olarak nitelendirilebilecek tek şey arka plandaki kafes tarzındaki odacıkların ilk başlarda gözü biraz yorması olarak söylenebilir. tıpkı filmde olduğu gibi oyunda da müzikler metne büyük bir dinamiklik katarak oyunu her ne kadar eğlenceli kılsa da oyuncuların konuşması sırasındaki arka planda çıkarılan sesler için aynısını söyleyemeyeceğim. oyuncuların diyaloglarını sabote edermişçesine uzun süreli olan sesler sürekli bir hale gelince kulak tırmalayıcı olup diyalogları takip etmeyi zorlaştırıyor. filmle karşılaştırıldığında hikayeyi daha yüzeysel alan oyunda son kısım da biraz hızlandırılarak sonuca bağlanıyor. oyundan umduğumu tam bulmasam da filmi izlemiş olmanın verdiği doygunlukla oyundan kopmamayı başardım ve en azından anlatılmak isteneni bir şekilde anladım. oyun hakkında kesinlikle kötü bir oyun tabirini kullanmayacağım çünkü ortada her ne kadar yetersiz de olsa çıkarılmaya çalışılmış bir sanat eseri var. herkese hitap etmeyecek türde olan bir ve beğeni kıstasının da oldukça göreceli olduğu oyun, şehir tiyatroları'nın deneysel tarzdaki eserlerinden biri olarak nitelendirilebilir.

    oyun için verdiğim puan: 7
  • son dönemde en beğendiğim oyunlardan biri.
    özellikle senaryo harikaydı, başka bir yazarın dediği gibi yugoslavyaya biraz olsun ilginiz varsa ki benim fazlaca var, gidip görmek lazım. ayrıca meşhur kara karakteri sırpların 1800lerde yaşamış halk kahramanı.
    oyunun başında insan sadece dans mı olacak diye biraz ürküyor olsa da sonradan konuyu anlayınca olayların örgüsü güzelleşiyor. ben sevdim ve etkilendim.
  • duşan kovaçeviç’in bir zamanların yugoslavyasının nasıl dağıldığını çok güzel özetlediği eseri. bu sezon sahnelenmeye başlayan ibb şehir tiyatroları yorumuyla tek perde ve 90 dakika süren oyun ise prodüksiyonu ile dikkat çekiyor. dekor, koreografi ve özellikle ışık yönetimi son zamanların en başarılı işlerinden olmuş. tabi bu görselliğe paralel olarak insan hemen müziklere kulak kabartıyor. goran bregoviç’in muhteşem müzikleri kadar olmasa da lili marleen ve en önemlisi de mesecina (moonlight) kulakların pasını siliyor.

    oyunun konusuna gelirsek, bu noktada emir kusturica yönetimindeki film biraz kafa karıştırıyor. çünkü filme göre oyun daha özet, daha durağan ve daha az absürd. fakat film, kovaçeviç ve kusturica’nın ortak çalışması ile bu oyundan yola çıkılarak geliştirildiği için oyundan fazlasını anlatıyor. yani aslında orijinal oyun ağırlıkla filmde 2. bölüm: soğuk savaş şeklinde yer alan kısmı içeriyor. bu yüzden oyuna ön hazırlıklı gitmekten hoşlananlar için filmi değil kitabı tavsiye ederim. bununla birlikte nurullah tuncer filmden de birçok imgeye yer vermiş, güzel de olmuş.

    oyunun girişi bir hayli uzun sürüyor zira savaş bölümü görsellikle aktarılıyor. bir ara deneysel tiyatro olarak tüm oyun böyle devam eder mi diye düşünmedim değil. oyun genelinde ise inişli çıkışlı bir tempo var. filmde tek bir kere ve cuk oturan bir yerde söylenen “kardeş kardeşi öldürmedikçe savaş başlamaz” sözü o kadar tekrarlanıyor ki bir süre sonra anlamını kaybediyor. belki de sırf bu yüzden böyle hoyratça kullanılmıştır.

    oyunculuklarda ise çok uyum göremedim. pişkinliği ile destan yazan savaş fırsatçısı marko rolünde caner çandarlı öne çıkıyor. bu açıdan film ile kıyaslamak gerekirse en zayıf nokta oyunculuklar olmuş. fakat yine de genele bakarsak, son sözün boğaza oturmasına engel olmuyor.

    “tam burada yeni evler inşa ettik, leyleklerin yuva yapabileceği,
    kırmızı damlı ve bacalı, komşularımıza kapıları ardına kadar açık olan.
    burada bizi besleyen topraklara şükranlarımızı sunacağız, bizi ısıtan güneşe de…
    ülkemizin yeşil otlarını çağrıştıran bu çayırlarda acı, hüzün ve neşeyle çocuklarımıza durmadan öyküler anlatacağız,
    bir zamanlar yugoslavya adında büyük ve güzel bir ülke vardı… diye…”
  • rejisini nurallah tuncer'in üstlendiği, istanbul şehir tiyatroları oyunu. yönetmenin asıl uzmanlığı olan tasarım, oyunda hemen kendini gösteriyor. dekor ve ışık tasarımlarıyla şehir tiyatroları imkanları sonuna kadar kullanılmış ve başarılı bir tasarım ortaya çıkmış. ayrıca sahnedeki hareket düzeni de iyi. ancak hepsi bu kadar. başka bi numarası ne yazık ki yok oyunun. şt'nin en iddialı görünen oyunu maalesef içerik olarak sınıfta kalmış. çünkü oyunda baştan sona bir karışıklık var. metnin seyirci tarafından anlaşılmadığını defalarca yazmışlar zaten, tekrar yazmaya gerek yok. sahnedeki kalabalık, oyun devam ederken seyircinin odaklanmasını neredeyse imkansız hale getiriyor. sahneler oynanırken dikkat dağıtan, aralarda neden girip çıktığı belli olmayan karakterlerle algınız iyice allak bullak oluyor falan.

    üzgünüm ama seyirci oyuna gelirken filmi, kitabı ya da metni bilmek zorunda değil. seyirciye, oyun süresi boyunca hikayeyi doğru aktarmaktır rejisörün görevi. ama benim özellikle değinmek istediğim önemli bir nokta da bu oyun tam bir oyuncu düşmanı. oyun boyunca sahneden hiç çıkmayan, ama hiçbir şey de yapmayan bir sürü oyuncu var. sahneler akarken çeşitli hareket düzenine ayak uyduruyorlar sadece. figüratif oyuncu kullanımını anlıyorum tamam ama adamları sahneden soğutacaksınız. haftanın 5 günü böyle bir oyuna asla dayanamazdım ben açıkcası. kolay gelsin diyorum, işleri zor. mesleklerinden soğumazlar umarım.
  • yanımdaki kişinin horultusu uykumu kaçırdı ve buna sinir oldum. öyle bi oyun.
    ha tabi sonda çav bella şarkısı eşliğinde alkışla tempo tutuyorsunuz, rejisör de sanıyor ki aha bi oyun yaptım süper oldu..
    son iki dakikadaki enerjinin çeyreğini oyuna da vereydiniz de babannemi görmeyeydim rüyamda.
  • öncelikle tüm oyun boyunca sahnede olup tek kelime etmeyen oyuncu kardeşlerim için 1 dakikalık saygı duruşu rica ediyorum. yukarıda bir yazarın da dediği gibi umarım işlerinden nefret etmezler.

    yukarıdaki tüm yorumlara katılıyor ve çok çalışılmış bir oyun olduğunu, bu nedenle tebriği hak ettiğini bir kez de ben belirtmek istiyorum.

    dekor da gayet güzeldi. yani benim izlediğim sahnede alt ve üstü aynı anda görme açısından sıkıntı olmadı ama buna uygun olmayan sahnelerde eziyet olabilir. zira oyun genelinde alt ve üstte aynı anda bir şeyler olduğu için dikkat dağılmaya müsait oluyor.

    filmi izlemeden oyuna gittim. ve genel olarak anladım. sanırım genel hikayeyi herkes anlamıştır. ama bence çok fazla sembol vardı. izlerken "ulan burda bişey diyo ama ne diyor acaba?" diye düşündüm sürekli. en yakın zamanda filmi izleyeceğim. umarım o zaman taşlar yerine oturur. keşke her şeyi anlayabilmiş olsaydım tabi o zaman aldığım keyif çok daha yüksek olurdu.

    ama oyunun tek perde olması bir avantaj. sahne tasarımı, performanslar, şarkılar, türküler derken oyundaki tüm sembolleri anlamasanız da güzel vakit geçirebilirsiniz. gitmeden önce filmi izleyemeseniz de en azından konusuna hakim olmanızı tavsiye ederim. izlenmeye değer bir oyun olduğunu düşünüyorum. saygılar.

    tanım: şehir tiyatrolarında sergilenen tek perdelik bir oyundur.
hesabın var mı? giriş yap