• varoluşçuluk ile kafa patlatan ve tipik tarkovski çekimlerinden uzak, daha çok metne/mekana dayalı harika bir film. mekan hususunda tarkovski'nin yine yapacağını yaptığını ve bizi ıssızlığın içerisinde varlığımızla ilgili soru işaretlerine boğduğunu gözlemliyoruz*. filmin başında neden bahsedeceğini bir çok yazara/filozofa*göndermede bulunarak belirtiyor. daha sonra film giderek daha az metne yer veren sürreal bir kıvam almaya başlıyor. yer yer parmak ısırtacak fotografik çekimler, "tarkovski burada!" dedirtiyor. lakin bildiğimiz diğer tarkovski filmlerinden daha farklı, daha kendimize kapanmamıza* sebebiyet veren sahnelerle dolu. ama yine de tarkovski çekmiş dersiniz, sadece 2-3 çekim bile yeterli bunu demeniz için. netice itibariyle bir sinemaseverin kesinlikle izlemesi gerektir bu filmi, bu filmden öğreneceği çok şey vardır çünki*.
  • simgelerden nefret eden tarkovski'nin bundan vazgeçtiği zannedildiği filmdir.
    ama durum öyle değildir. filmdeki bozuk paralarin neyi simgelediği soran birine, "ne bileyim ben" yanitini vermiştir.

    ölüm yoktur olüm korkusu vardir diyor alexander, sonra bu ölüm korkusunun üzerine gidiyor bir nevi adiyor, sonrasi mi ? sonrasi bitmez tükenmez bir düş yolculuğu, hele hele o suyun içinde gidip duran kameranin sanki insanlik tarihini çöpler üzerinden çekişi, her an biteceğini bekliyorsunuz, bitmiyor uzayip gidiyor. meğer ne çok çöpümüz varmiş bu hayatta.
  • rus yönetmen andrei tarkovsky'nin son filmi. ünlü yönetmenin son filmi olmasiyla filmin ismi* arasindaki iliski ilginçtir.

    ayrica tarkovsky'nin en çok long take kullandigi filmi olarak bilinir. süresi 149 dakika olan filmin, içinde barindirdigi plan sayisi 120'dir. artik plan basina ortalama kaç dakika düsüyor siz hesaplayin.
  • alıntıdır.
    "isveç-fransa, renkli, 35mm, görüntü 1:1.66, 1986, 145’
    yönetmen: andrei tarkovsky
    senaryo: andrei tarkovsky
    görüntü yönetmeni: sven nykvist
    kurgu: henri colpi, michal leszczylowski, andrei tarkovsky
    müzik: j. s. bach, watazumido shuso
    oyuncular: erland josephson, susan fleetwood, allan edwall, gudrun gisladottir,sven wollter, valérie mairesse,filippa franzén, tommy kjellqvist
    isveçce-ingilizce, fransızca ve türkçe altyazılı
    1986 cannes ff jüri büyük ödülü, kiliseler birliği ödülü, sanatsal katkı ve eleştirmenler (fipresci) ödülleri
    1986 valladolid ff altın çivi(en iyi film) ödülü
    1987 guldbagge ödülleri en iyi film ve oyuncu ödülleri
    1988 bafta ödülleri: en iyi yabancı film

    sinemanın mistik ozanı ve çağdaş rus sinemasının kuşkusuz en büyük yönetmeni andrei tarkovsky, kurban’ı isveç’te, kanserden ölmek üzere olduğunu bildiği günlerde çekti. oğlu andriyoşa’ya “umut ve inançla” ithaf ettiği bu son filmi, yönetmenin bir bakıma da vasiyetiydi. yüzeyde göründüğünden çok daha derin ve karmaşık olan bu öyküde tarkovsky’nin karamsarlığı doruğa çıkmıştır. filmde üslup yönünden, ingmar bergman’ın son dönem çalışmalarını andıran pek çok unsur bulunmaktadır. dekorlar soğuk, ışıklandırma ise geri plandaki nesnelerin önünde ve parlaktır; dinsel metaforlar da çok fazladır. tarkovsky, bergman’ın sürekli çalıştığı usta görüntü yönetmeni sven nykvist’in mükemmel görüntülerinin de yardımıyla, insanlığın gittikçe makineleştiği, teknolojik gelişmelerle iyice kapana kıstırıldığı günümüzde, sürekli bir nükleer savaş tehdidinin gölgesinde nasıl çıkmaza doğru sürüklendiğimizi gösterir. bu gidişe karşı koymanın da ancak inançla mümkün olabileceğini vurgular.

    profesör alexander, eşi adelaide ile birlikte, daha nişanlılık yıllarında gelip yerleştikleri gölün hemen kıyısındaki güzel bir evde oturmaktadır. profesör’ün doğum gününü kutlamak üzere toplanan ailesi tam sofraya oturmak üzereyken, televizyonda konuşma yapan başbakan bir nükleer savaşın başladığını duyurur. yayın aniden kesilir ve gerçekten mi yoksa profesörün bilinçaltında mı geliştiği kestirilemeyen bu olayın ilk belirtisi olarak alçaktan geçen, sesten hızlı uçakların gürültüsüyle birlikte bir endişe başlar. profesör, tüm dünyanın ve sevdiklerinin kurtulması için kendini kurban etmesinin gerekliliğine inanır ve bu görevini yerine getirmek üzere harekete geçer…"
  • sadık bir izleyicisi için 70'lerde woody allen'ın bir bergman filmi çekmesi [interiors] ne kadar makuldüyse 80'lerdeki bir izleyicisi için tarkovski'nin bir bergman filmi çekmesi o kadar sıradışı ve tahammülün ötesinde bir girişimdi. bu, papa'nın son nefesinde tanrı yoktur demesi gibi bir şeydi herhalde. ta ilk filmi ivan'ın çocukluğu'ndan beri tökezlemeden, mükemmel bir tutarlılıkla inşa ettiği tamamen orijinal stilini, hem de son filminde, biraz sabretse muhteşem bir külliyata sahip olacakken sikip atmasının kabul edilebilecek bir yanı yok çünkü.

    kubrick, dekalog'un senaryo toplamı için yazdığı yazıda kieslowski ve piesiewicz'in fikirleri doğrudan anlatmak yerine onları dramatize etmekteki yeteneklerini överken, tarkovski'nin halihazırda bildiği bir anlatı tekniğini, yani elinde kamera tutan adamın bir öykü anlatırken şeylerin kendilerini gösterme imkanını kelimeler ve diyaloglara bel bağlama kolaycılığına yeğlemesini ["köken, hedeftir"] sinemayı bir sanat haline getirme yolundaki en önemli avantaj olarak görüyordu. bu saatten sonra tarkovski'nin -bergman'la paylaştıkları içerikten tamamen azade olarak- bu teknikten vazgeçerek doğrudan allah, kitap, kıyamet demesi çok büyük bir sinema günahıdır. filmden tarkovski'nin önceki filmlerini hatırlatan olağanüstü sekansları çıkarınca geriye hiç bir şey kalmıyor maalesef.

    ben vasiyet masiyet bilmem.
  • -kamera hatasından dolayı evin yanma sahnesi iki kere çekilmiş ev tekrar kurularak.
    -başta adamın baktığı iconları andrei rublev'e gönderme sandım ama netten anladığım kadarıyla bağlantısı yok.
    -"the more we learn the less we know" diyor yönetmen hayat hakkında kamera arkası çekimlerde.
    (ne kadar çok şey öğrenirsek o kadar az biliyoruz - hayata dair)
  • bu filmin sadece tarkovsy sinemasının zirvesi olduğunu değil daha ötesini söylemeliyiz belki de. o öte de bu filmin modern insana ait söylenmedik hiçbir şey bırakmadığıdır. elbette bir resmin nasıl yapıldığı, bize o resmin nasıl göründüğünü etkileyecek ve sonuç olarak ondan çıkan sonuçları da etkileyecektir. hegel'in bilgiye araç olarak yaklaşan bilginin kendisinden bahsettiğinde ve bunu eleştirdiğinde bahsettiği şey bundan başka bir şey değildi! fakat ortamın kendisini öylesine özümseyen bu sanatsal deha, karşımıza ortamın kendisiyle birlikte nefes alan yaşamı öylesine çarpıcı bir şekilde koyuyor ki, sanatın anlamının istisna yaratmak ve bu istisnanın büyüklüğüne bizi inandırmak olduğunu rahatlıkla düşünebiliriz. bu filmde kuşkusuz daha önceki filmlerde varolan nostalghia'da, zerkalo'da olsun varolan bütün motifler yer yer görünür. özellikle kendisinin bu filmin gösterime girdiği yılın sonunda öldüğümü düşündüğümüzde, bu filmin ölüme bir selamlama olduğunu bile söylemek mümkün hale gelir. bunu mümkün hale getiren filmin, olağanüstülüğü içindeki yangının ve merdivenin kendisi değil midir? ben'den ve bütün geçmişten kurtulmak, insanlığın kendisinden kurtulup yeni bir insanlık olmasını istemek gibi. insanın ölmesi, insanlığın ölmesi gibi.

    bir tür yarım bırakılmamış ağıt olan bu filmin ve sadece bu özelliğiyle bir dehanın eserini ortaya koyuşunda mozart'ın lacrimosa'sından ayrılan bu filmin hep yaşayacak olan bir insan müzesi olmasını karakterlerin insan ruhunun kadim sorunlarıyla olan ilişkilerinden anlayabiliriz. elbette ki filmin bir bergman etkisi taşıdığı inkar edilemez, ikisi arasında bir köprü açıkça kuruluyor burada. erland josephson bile bunun için yeterli bir etmen sayılabilir, teknik ekipte de birçok bergman filminde görev almış insanlar olduğunu biliyoruz. ben şahsen içerik bağlamında bergman etkisini çok baskın bulmuyorum, bu daha çok kanımca teknik bağlamında olmuş. içerik bağlamında karamsarlığın ve gerçeğin büyük bir estetik zevkiyle döşenmiş bir eser yok karşımızda bergman'da olduğu gibi, her şeye rağmen insanı ayakta tutan bir tür maneviyat ve ruhsalcılığın iş başında olduğunu görüyoruz. elbette tarkovsky bu tür iş başındalıklara bir zafer havası vermiyor, ama onun kahinliğinde ve özleminde geleceği diri ve güvende tutan bir şeyler açıkça mevcut. filmin bir yasa dönüşmüyor olması ve gerçeğe karşı bir bulantı uyandırmıyor olması belki de bundan...

    maria, alexander ve victor ve diğerleri insan ruhunun ezeli ebedi görünümlerine ışık tutarlarken bizi kendi hayatımızın o çok uzakta tutmak istediğimiz zorlu virajlarıyla ve yaşamın, tekniğin eline geçmiş bu yaşamın zorbalıkları ve insan ruhunu öldüren yanlarıyla baş başa bırakıyor. bu baş başalıkta kendi kendinin kapatılması uğruna insan ruhuna yapılan derin bir yatırım var, geleceğe ve inanca yapılan bir yatırım bu. bilgiden çok bilginin izlenişine, doğanın durgunluğuna ve insanın yavaş ilerleyişine, hatalarından geç de olsa geri dönüşüne... tarkovsky filmi umut ve iyi dileklerle oğluna ithaf ederken, ölümünden önceki bu son filminde bizleri de onun varlığına bir kez daha şükran bırakıyor... onun bu dileklerini "başlangıçta söz vardı"yı taşıyan bütün sözcüklerde hissediyoruz.

    kamera arkası görüntülerinde hala bir çocuk kadar heyecanlı ve diri olan bu adamın öldüğüne biz de onun gibi inanmamalıyız belki de. bu ona karşı sadakatimiz olur, ölümsüz olduğunu düşünene sadakat. ölümün bir ışık ve özgürlük olduğuna inanana bir armağan...
  • filmin başındaki monolog:

    --- spoiler ---

    "insan hep başkalarına karşı savundu kendini.
    başka insanlara, doğaya karşı.
    durmadan doğaya karşı güç kullandı.
    sonuç: güce, şiddete, korkuya ve bağımlılığa
    dayanan bir uygarlıktan başka bir şey değil.
    "teknik ilerleme" dediğimiz şeyin...
    bize getirdiği tek şey konfor oldu.
    bir tür hayat standardı.
    ve bir de gücü korumak için gereken
    şiddet araçları. vahşiler gibiyiz!
    mikroskobu, cop gibi kullanıyoruz.
    hayır, yanlış.
    vahşiler maneviyata daha çok önem veriyor!
    (...)
    hayat standardına gelince,
    bir zamanlar bilge bir kişi...
    gerekli olmayan şey günahtır demişti.
    ve eğer bu doğruysa...
    uygarlığımız baştan aşağıya
    günah üzerine kurulmuş demektir.
    korkunç bir uyumsuzluk edindik.
    maddi ve manevi...
    gelişmemiz arasında
    bir dengesizlik söz konusu.
    kütürümüz bozuk.
    yani uygarlığımız.
    temelde bir bozukluk var, oğlum."

    --- spoiler ---
  • izlediğim en sıkıcı film. saçma sapan senaryosunun dışında gereksiz uzunluğuyla da uykumu getirmiştir. zaten izlerken uyuyakaldığım tek filmdir.
  • filme dair o kadar çok özellik sayılmış olmasına rağmen, benim gördüğüm şudur ki; tarkovski filmleri içinde bir çürük elmadır.

    görsellik her tarkovski filmi gibi harika. hikaye ise yok. bu nedenle müthiş sıkıcı. izlenmesi çok zor ve elle tutulur hiç bir şey anlatmıyor. varoluş şu bu denmiş, sinemanın zirvesi denmiş. işin özü; felsefe kitabı gibi bir film. öykü de olmayınca çok noksan kalmış.
hesabın var mı? giriş yap