• (bkz: öfke)
    (bkz: rage)
  • iç ısıtan, el ayak titreten olay.
  • sinirin doruk yaptığı durumlarda yaşanan olaydır.

    bağırmak, ortalığı birbirine katmak öfkeyi azaltmıyor.

    huzur istiyor insan...

    sorunsuz bir hayat içinde barınmak istiyor.
  • cehennem kapılarından birini aralamaktır. bu kapıyı aralayıp da yanmayan yoktur. ama az ama çok...
  • -keşke- bakışları vidanjöre, dili sivri uçlu bıçağa çevirir, tükürüğü de aside (bu karşısının yüzüne tükürmeden konuşamayanlar için gelsin)..
    sakinleşmek zevkini yaşamak için arada bir öfkelenmek iyi olur..
  • " evsiz

    herkesin evine gitmeye/dönmeye başladığı bir an olur.

    olanca haklılığıyla dahi olsa biri sinirlenip çıldırmış, haykırmış, yumruklar savurmuş, üstünü başını parçalamış, şimdi duruluyor, biraz daha düzenli nefesler almaya ve olanları düşünmeye başlıyorken.

    işte olanlar oldu! boku çıktı! böyle dercesine. insanlar şahit oldukları şeyden yorulmuşlardır. ürkmüşler, tedirgin olmuşlar ve kendi hayatlarına çekiliyorlar.

    ne yapsınlar, dedi. eğildi, parçalanmış, toz içinde kalmış ayakkabısının yanından telefonunu aldı. çatlamış, kapanmış. pantolonunun cebini bulamadı. dönmüş, arkasına kaymış. gömleğinin düğmesi kalmamış. öylesine bitiştirdi iki yakasını. eteğini toplayıp pantolonunun içine soktu.

    kimseye bir şey söyleyemez şimdi. içinden konuşmak geldiği de yok ya. bu kaçıncı? şu lanet olası, biricik, cancağızı ömründe kaçıncı bu? herkes gidiyor. ekrem gidiyor, tevfik gidiyor, gülizar gidiyor.

    işte şimdi bir tür beyin hastalığına yakalansa olur. ağzının kenarından salya akıverse. gözleri bomboş ve korkuyla bakıverse. acınsa mı? kimse acımasın aslında; ama o noktadan sonra ne hissederse hissetsin bir yandan da.

    nasıl uğraşabiliyor hâlâ bu düşüncelerle?

    çok da kötü bir şey söylememişti aslında gülizar. onun da gülizar’a vurduğu, onu sarstığı filan yoktu; ama beter etmişti bağıra çağıra üstünü başını parçalayıp tepinirken. kayıvermişti gözlerinden. yapayalnız kalıvermişti.

    ama böyle bir şeyi istediğini düşünmeleri, yapabilecekleri en uygun şeydi. öyle miydi? aslında, ağzını burnunu kırardı kendisi, onların yerinde olsa. hele gülizar’ın. yakardı herhalde.

    gidip özür dilese. dileyebilir mi? siniri geçti mi? eğer gerçekten geçmişse, böyle hemencecik, az önce çıkardığı fırtına boşuna mı? bir hastalık var mı zaten beyninde?

    keşke öyle olsa. bilmez mi? iki dakika dişini sıksa, uzaklara baksa, derin derin nefes alsa, beklese birazcık ve sonra konuşsa, illa konuşacaksa. ama, sonra bunu tekrar yapabilse, üç gün, bir hafta sonra yeniden parlamasa. işte o zaman özür dilese daha iyi olur.

    yürüyorlar. gülizar yalnız. elleri ceplerinde montunun. tevfik ve ekrem önünden gidiyorlar. o ikisi, sanki susmaları hata olacakmış gibi ara sıra bir şeyler konuşuyorlar. ama pek gülmeden. tevfik hatta, biraz düşünceli gibi. en arkada o var. soluması hâlâ düzene girmemiş. dışarıdan bakılırsa sinirleri pek yatışmamış. ara sıra taş tekmelediği, önüne çıkan ince dalları, yaprakları tokatladığı oluyor.

    deniz de parlayıp duruyor. rüzgâr ha keza, hiçbir şey olmamış gibi.

    şu kum taneleri, yoldan geçen arabalar.

    acıkmıştır. oraya gelirlerken acıktığını söylemişti. yiyecek bir şey alacaklardı. ama konuşmaya başladıktan sonra unuttular.

    atıştırır mı acaba evde?

    annesi, neyin var, diye sorarsa ne der?

    biliyor, böyle yakaladığı zaman kendini, yatıştıramama pahasına girişesi geliyor. sürüp gidiyor işte hayat. hatta onunki bile.

    yanına gidiyor. bir şey yemek ister misin?

    cevap vermiyor. ağlıyor.

    denizin parıltısı mı azaldı ne?

    bir torba azıcık yuvarlandı.

    sonra gülizar’ın eteğini uçuşturan bir rüzgâr geldi.

    hiç olmazdı; ama eve gitmelerini söylese miydi? ya da bir pansiyona. cehennemin dibine. orada bırakırdı kendisini. o da ağlardı. mal gibi.

    bu son olsun artık dedi. bundan sonra böyle sinirlenmeyeyim.

    içime tüküreyim. ben zaten birini acile götürüyorum, daha ne hastalığı istiyorum ki?

    düşününce, açıklamayı deneyebilir; ama biraz daha düşününce, hâlâ düşünebiliyor olması epey ilginç. ve büyük bir şans.

    niye bu kadar kızmıştı? gülizar önceki akşam o kadar içmesine bozulmuştu. bozulmasın mıydı? ama o da öyle söylemeseydi. di. onu içmeye sevk etti. ti. sevk ve idare. bundan sorumlu. e kimsiz kimsesiz gibi. bak sen. naciye teyze.

    iyi de kız kötü bir şekilde söylememiş.

    acaba ilginç bir şekilde balta girmemiş bir ahırda sığırlar tarafından mı büyütüldüm? gidip bu soruyu sorduğumu ona söylesem ne olur? boynuma atlar mı? kuşkusuz. çılgınca öper beni. tevfik ve ekrem de münir özkul’lu filmlerin en güzel yerleri gibi gözlerini siler. tabi.

    herkes eve gidecek.

    görüşürüz. görüşürüz. eyvallah. kendine dikkat et.

    seni bırakayım mı? görüşürüz. aslında ben şehla gözlü bir kölenin titreşen monitörü gibi, yani çocukluktan kalma bir… yok yormayayım kendimi. yani seni. allah aşkına ağlama. yalvarıyorum. öküzlük ettim. bu son, biliyorum inandırıcılığım kalmadı; ama söz, bu son.

    malım ben. malsın o.

    herkes eve gider. ama biri evine girememeye başlar. içeri girmiş, üstünü değiştirmiş, elini yüzünü yıkamış ve kanepeye uzanmışsa da kapının dışındadır. tekrar girse, bütün o işleri yapsa da.

    o. eve dönmeye başladıklarında yolunu şaşıran."
  • (bkz: hiddetlenmek)

    (bkz: celallenmek)

    (bkz: tellenmek)
hesabın var mı? giriş yap