• narsizm ve sosyal medya arasındaki bağlantıya dair evrimagaci.org'ta yayınlanan bu yazı bana ilgi çekici geldi. yazıyı buraya da yapıştırayım:

    "sosyal medya artık hayatımızın her alanında bulunuyor. insanlar facebook, twitter, instagram ve diğer birçok platformda saatlerce dolaşıyor, gönderi paylaşıyor. hayatlarındaki her şeyi çevrimiçi yayınlayanlar da dahil olmak üzere, kendilerini sosyal medya çılgınlığına kaptırmış birçok insan görebilirsiniz.

    sosyal medyanın en önemli unsurlarından biri, kişinin kendi yaşantısını insanlara sergilemesidir, ki bu da bazı insanların kendileri hakkında gereğinden çok bilgiyi paylaşmasına yol açabilir. sosyal medyada gönderi paylaşmak bir dereceye kadar ilgi çekmeyi gerektirdiğinden, birçok insan sosyal medya kullanımının narsizmle bir ilgisi olup olmadığını merak etmiştir. dallas, texas üniversitesi’nde araştırmacılar bir araştırma çalışması başlatıp, bu konuya bir açıklık getirdi.

    araştırmacılar, narsizmin (veya narsisistik kişilik bozukluğu) üç boyutu olduğuna karar kıldı. her bir boyut, abartılmış bir kibir hissiyatıyla nitelendirilmiştir; fakat birbirlerinden ayrıldığı önemli noktalar vardır. insanlardan narsizmi tanımlamasını isteseydiniz, birçok insan muhtemelen psikologların büyüklük olarak kavramsallaştırdığı narsizm boyutunu vurgular. kendilerini büyük gören insanlar; cesur, dışa dönük, iddialı ve fazla emin davranırlar. her şeyde en iyi olduklarına inanırlar ve çoğu zaman başkalarından daha güçlü olmaya çabalarlar.

    öte yandan, kırılganlık ise utangaçlık, çekingenlik ve endişe ile nitelendirilir. kırılgan insanlar, tıpkı kendini büyük gören insanlar gibi başarılı olmayı arzularlar ancak bu hedeflere ulaşmakta zorlanırlar. pek belli olmasa da, narsistik eğilimleri olan insanların daha kırılgan olduğu gözlemlenmiştir.

    salahiyet duygusu ise, her şeyin daha fazlasını hak ettiğinize inanmayı içerir. salahiyet sahibi kişiler, özel muamele görmeleri gerektiğine ve en iyisini hak ettiklerine inanmaktadır. yapılan araştırmada, narsizmin bu üç boyutunun sosyal medya kullanımı ile nasıl ilişkili olduğu gözlemlendi.

    sosyal medya, narsisizmi nasıl etkiliyor?

    insanlar sosyal medyaya birçok farklı açıdan yaklaşabilir. bazen bir gönderi paylaşırlar ve sonrasında beğeni ve yorumların yağmasını bekler. bazense sadece bazı şahısların içeriğine odaklanır ve muhtemelen diğer insanların kendilerinden daha iyi durumda olduğunu hissederler. zaman zaman da, hayatıyla ilgili yanlış olan her şeyden şikayet eden bir insanın gönderisiyle karşılaşabilir ve kendilerini daha iyi hissedebilirler. hatta bazıları, bir aile veya arkadaş etkinliğiyle ilgili bir gönderiyle karşılaşabilir ve davet edilmedikleri için dışlanmış hissedebilirler. işte yapılan araştırmada, buna benzer sosyal medya tutumları incelendi:

    *aktif kullanım (içerik paylaşmak),
    *pasif kullanım (başkalarının içeriğine bakmak),
    *üstünlük karşılaştırması (başkalarının senden daha iyi durumda olduğuna inanmak),
    *azaltıcı karşılaştırma (başkalarının senden daha kötü durumda olduğuna inanmak),
    *sosyal dışlanma (dışlandığınız bir etkinlik görmek).

    sonuçlar, büyüklük duygusunun özellikle azaltıcı karşılaştırma ile bağlantılı olduğunu gösteriyor. sosyal medyada dolaşırken, büyüklük duygusuna sahip insanlar, diğer herkesin onlardan daha kötü olduğuna inanma eğilimindedir. öte yandan kırılganlığın bilhassa sosyal üstünlük karşılaştırması ve sosyal dışlanma ile bir bağlantısı bulunuyor. sosyal medyada gezinirken, kırılgan insanlar, diğerlerinin kendilerinden daha iyi durumda olduklarına inanırlar ve birçok sosyal olaydan dışlanırlar.

    ek olarak, daha kibirli ve fazlaca salahiyet duygusu barındıran insanların, sosyal medyada daha fazla gönderi paylaştığı görülmüştür. özellikle kibirli insanların, kullanıcılar görüntüledikten sonra kaybolan resim ve video paylaşmalarını sağlayan bir mesajlaşma uygulaması olan snapchat’te daha aktif olduğu öğrenildi. bunun dışında, bulgular facebook, instagram ve snapchat’te genellikle benzerdi ve salahiyet duygusu insanların sosyal medya kullanımıyla pek bağlantılı değildi.

    sonuç

    toparlamak gerekirse, sosyal medyada çok gönderi paylaşanların, özellikle büyüklük ve kibir açısından daha narsistik eğilimde olduğu gözlendi. ama, narsizm ve sosyal medya kullanımı arasındaki ilişki o kadar da kuvvetli değil. yani, sosyal medyada çokça paylaşımda bulunmak, illa ki narsist olduğunuzu göstermez. ayrıca, kırılganlığı içeren bulgular, daha narsist olan bazı kişilerin sosyal medya kullanırken genellikle kendilerini kötü hissettiğini göstermektedir.

    yapılan araştırma gösteriyor ki; narsizmin farklı boyutları, sosyal medya deneyimlerini çeşitli açılardan etkiliyor. daha kibirli insanların sosyal medya deneyimleri - sosyal medyayı hayatlarını teşhir etmek ve diğer insanların onlardan daha kötü durumda olduğuna inanmak için kullandıklarından olsa gerek - nispeten tatminkar oluyor. fakat kırılgan insanlar için sosyal medya deneyimi, diğer insanların gönderilerini görmek onları dışlanmış ve daha kötü hissettirdiği için, bir hayli negatif bir tecrübe oluyor."

    not: sitede belirtilen çeviri kaynağını da buraya bırakayım.
  • new york'tan istanbul'a uçuş dokuz buçuk saat civarı sürerken, istanbul'dan nyc on bir saat sürer.

    sebebinin; dünyanın kendi ekseni etrafında batıdan doğuya doğru dönmesi olduğunu, doğuya olan uçuşların daha kısa sürdüğünü ve batıya doğru gidilirse sürenin daha uzayacağını zannederdim.

    temel etken jet stream 'lerdir. orta enlemlerde yüksek seviyede esen batı rüzgarları batıdan doğuya doğru paralellere uygun uzanışlı, güçlü bir hava akımı oluştururlar. bu sebeple de batıdan doğuya giden uçaklar daha hızlı yol alır ve yakıt tasarrufu gerçekleşir.

    detaylı bilgi
  • ülkemizin karadenizde bir şeyler bulduğuna dair haberler dolanırken şu entrymi gündeme getirmeden edemedim.

    #93997034
  • tevfik fikret'in adının ve soyadının ilk heceleri adını, ikinci heceleri soyadını vermektedir.
  • psikanalizin başarılı olması için psikanalist ile hasta arasında değişen önceliklerle sevgi olması gerektiğini referanslarla şöyle açıkladık:
    (bkz: psikanaliz/@karanlikruya)

    maymunların yakın süre içinde taş devrine girdiği iddia edildi. neden bu kadar geç girdiler ve evrimleşemiyorlar? insanlardan farkı nedir? sonrasında ne olacak? şöyle açıkladık:
    (bkz: evrim doğruysa bugün maymunlar neden insan olmuyor/@karanlikruya)
  • osmanlı imparatorluğu'nun kaderini değiştiren bit: kehle-i ikbâl hakkında;

    devir, kanunî sultan süleyman devridir. topkapı sarayı'nda hürrem sultan ve şehzade mustafa taraftarları olarak ikiye bölünmüş gruplar vardır. böylesi bir ortamda hürrem sultan, kızı mihrimah sultan'ı, o dönem diyarbakır beylerbeyi olan rüstem paşa ile evlendirmek ister. böylece damadı rüstem'in daha da yükselmesini sağlayacak ve onun sayesinde kocası kanunî sultan süleyman üzerindeki nüfuzunu daha da arttıracaktır.

    hürrem sultan, padişaha bu evlilik niyetinden bahsedince kanunî de bu işi uygun görür ve hazırlıklara başlanır. lâkin sarayda padişahın kulağına kadar gidecek olan bir dedikodu başlar. herkes rüstem paşa'nın cüzzam hastası olduğunu konuşmaktadır. dedikoduların ardı arkası kesilmeyince kanunî, saray hekimlerinden mehmed efendi'yi diyarbakır'a rüstem paşa'yı muayene etmesi için gönderir. rüstem paşa'nın kendisi hakkında çıkan dedikodulardan haberi yoktur. diyarbakır'a varan hekim mehmed efendi, bir gün rüstem paşa hamamda iken onun kirli kıyafetlerini inceler ve cübbesinde bit görür.
    mehmed efendi, derhal istanbul'a döner ve padişaha, rüstem paşa'da cüzzamlı olduğuna dair herhangi belirti görmediğini ve zaten giysisinde bit bulduğunu, cüzzamlı kimselerde bit olmasının mümkün olmayacağını söyler.
    bunun üzerine kanunî sultan süleyman, kızı mihrimah sultan ile rüstem paşa'nın şehzade cihangir ve şehzade bayezid'in sünnet düğünlerinde evleneceklerini ilan eder.
    1539'da mihrimah sultan ile evlenip padişaha damat olan rüstem paşa, önce üçüncü vezirliğe, sonra ikinci vezirliğe ve nihayetinde de vezir-i âzâmlığa yükselir.

    osmanlı'nın en güçlü ikinci adamı konumuna gelen rüstem paşa, hürrem sultan ile birlikte amansız bir çabayla şehzade mustafa aleyhine işler gerçekleştirirler. onun adına sahte mektuplar yazıp padişahı sürekli onun aleyhinde doldururlar ve bu çabaları sonucunda kanunî sultan süleyman, öz oğlu şehzade mustafa'yı 6 ekim 1553'te otağ-ı hümâyunda boğdurarak öldürür.
    şehzade mustafa'nın ölüm haberini alan yeniçeriler o kadar hiddetlenirler ki kanunî sultan süleyman, rüstem paşa'yı sadrazamlıktan azletmek zorunda kalır. yine de bir süre sonra tekrar getirilecektir bu makama.

    roma'yı fethetmek, coğrafî keşiflere ne pahasına olursa olsun dahil olmak, okyanuslarda dolaşabilecek güçte donanma inşâ etmek gibi fikirlere sahip olan şehzade mustafa'nın idam edilmesinden sonra şehzade bayezid de idam edilince kanunî'nin tek oğlu sarı selim kalır geriye.

    padişah ikinci selim, içkiye düşkünlüğüyle bilinen, padişahın ordu ile birlikte sefere çıkma geleneğini bitiren ve istanbul'da ölen ilk padişahtır.

    varın gerisini siz düşünün.

    bu arada kehle, bit demektir. ikbal ise baht açıklığı, talih gibi anlamlara gelir.
    rüstem paşa'nın üzerindeki bitin bu ismi almasının sebebi ise şu beyittir:

    olıcak bir kişinin bahtı kâvî talihi yâr
    kehlesi dahi mahallinde ânın işe yarar

    ~ laedri ~
  • aşağıda sizlerle paylaşacağım yazı bir kore gazisinin yaşamından küçük bir kesit sunmaktadır. gazimizin savaş sırasında yaşadıklarıyla birlikte, savaş sonrasında ki yaşamı, duyguları ve düşüncelerini kaleme aldığı defterden özet halinde sunacağım bu yazı hepimizin ders çıkarması gereken açıklamalar içermektedir.

    kore savaşı unutulmamalı

    o günleri hatırlamak gerekir. 2. dünya savaşından sonra genişleme siyaseti güden sovyet rusya türkiye'den boğazlarda üs ve doğu illerinden toprak istemeye başlamış ve bu talepler türkiye'yi kaygılandırmaya başlamıştı. bu dönemde türkiye nato'ya başvurmuş ve üyeliği kabul edilmemişti. türkiye, sovyet rusya karşısında yalnız bırakılmıştı. güney kore'ye taarruz eden mütecavize karşı ilk defa silahla müdahale kararı alan ve üye devletler ile dünya barışı için var olan birleşmiş milletlerin bir üyesi olan türkiye, birleşmiş milletlerin çağrısına uyarak barışçı devletlerle birlikte savaşa katılma kararı aldı. türkiye bu savaşta ne kazandı? dostluğun, güvenin, barışın ve dayanışmanın değerine inanan türkiye artık yalnız değildi ve nato'ya alınmıştı. bu savaş sonrasında ise türk ordusu modern silahlara kavuşmuş ve güçlü bir orduya sahip olmuştur. dünya devletleri arasında saygınlığı artmıştı. türk ordusu ise bu savaşla kahramanlık geleneğinin değişmediğini göstermişti. türk ordusunun kalkınmasına yardımda bulunulmuştu. 2. dünya savaşından sonra derin bir yalnızlığa terk edilen türkiye, kore savaşından sonra bütün ulusların ilişkiler kurmaya başladığı bir ülke haline gelmişti. kahraman gazilerimize yaşamlarında sağlık ve mutluluklar diler, çok uzaklarda kore topraklarında ölümsüz yiğit şehitlerimizi de rahmetle anar, aziz ruhları önünde saygıyla eğiliriz. yüce türk milleti ve gençliği sizi unutmayacaktır.

    ***bir kore gazisinin savaş hatıraları***

    sene 1952 bandırma 50. piyade alayında 2 ay sürecek acemi eğitimi sırasında bölük komutanı olan yüzbaşı gelerek güzel bir konuşma yaptı ve bölükte bulunan 220 asker arasından kore'ye 50 asker gönderileceğini söyledi. ben dahil 22 arkadaş gönüllü olduk. geri kalan 28 arkadaş ise kura ile seçildi. seçilen askerler bir kaç gün sonra yol dahil 20 günlük izine gönderildi. bende trene binip köyüme gittim ama 20 gün göz açıp kapayıncaya kadar bitti ve ayrılık vakti geldi. geride bir anne ve üç küçük kardeşi bırakacaktım. ben yola çıkarken annem feryat figan ediyor, kardeşlerim ağlıyordu. ancak ben vatan görevinin beni beklediğini söyledim ve trene bindim. bandırma'da bulunan birliğime teslim olduktan birkaç gün sonra bizi kamyonlarla izmir seferihisar'da bulunan birliğe gönderdiler. seferihisar'da bir ay boyunca gece gündüz demeden eğitim yaptık. eğitimimizin bitmesini müteakip bizi kamyonlara bindirerek izmir alsancak vapur iskelesine götürdüler. iskeleye indiğimiz sırada iskelede mahşeri kalabalık olduğunu gördüm. iskeleye feryat eden analar, babalar, abisini görmeye gelen kardeşler, akrabasını görmeye gelen dayılar, amcalar dolmuş. iskelede iğne atsan yere düşmez ve tam bir mahşer yeri gibi duruyordu. vapur iskelesine getirilmiş olan bando hazin hazin marş çalıyordu. gideceğimiz vapurun önüne bizi sıraya dizdiler. sırada beklerken görevliler gelip elimize bir paket verdi. paketin içerisinde yeni giysiler vardı ve gemiye binince bu giysileri giymemizi istediler. ayrıca aynı görevli ismimiz ve bir numara olan künye verdi ve boynumuza takmamızı istedi. gerekli işlemler bittikten sonra yavaş yavaş gemiye binmeye başladık. bindiğimiz gemi uss general c. h. muir (ap-142) isminde amerikan kargo gemisiydi. gemi saat 16.00 civarında halat aldı ve yola koyulduk. gemi limandan ayrılırken acı acı siren basıyor, diller susuyor, kalpler duruyor, vatan evlatları ölüme gidiyor. belki bir daha dönemeyecekler. o duyguları ve halimizi anlatamam. gemi limandan ayrılırken analar ve aileler neredeyse kendilerini denize atacaklar. gemi yol aldıkça el sallayanlar, bayrak sallayanlar yavaş yavaş uzakta kalıyor ve bir sessizlik, bir durgunluk oluyor. gemi ege denizine çıkarak akdeniz'e doğru yol aldı.

    sormayın bu erler gider nereye
    yol açıp koşarlar şanlı kore'ye
    söz verdik şerefle girdik nato'ya
    savaşçı kahraman türkler geliyor

    akdeniz'den güneye doğru giderek süveyş kanalına geliyoruz. 80 kilometre uzunluğunda ki suveyş kanalını geçtikten sonra kızıldeniz'e çıktık. kızıldeniz'den sonra umman denizi ve hint okyanusunda yol aldık. singapur boğazı, endonezya adaları, filipinler adaları ve formoza adasını geçtikten sonra gemi japonya'nın sasebo limanına yanaştı. bu limandan ikmal malzemesi ile birlikte, 500 amerikan askerini alarak gece hareket ettik ve ertesi gün gemimiz öğlen saat 11.00 ile 12.00 arasında kore'nin pusan şehrindeki limana demirledi. böylece 28 gün süren deniz yolculuğumuz sona erdi.

    kızgın denizleri aşarak
    kah köpürür kah taşarak
    döne döne savaşarak
    kahraman türkler geliyor

    gemiden inerken koreliler bizleri sevinçle karşıladı. gemiden inince sıraya girdik ve yoklama yapıldı. yoklamadan sonra kamyonlara bindik ve bizi bir birliğe götürdüler. bu birlikte 1 hafta kaldık. burada kaldığımız süre zarfında kirlenen elbiselerimizi yıkamadan levazımcıya teslim ettik yeni elbiseler aldık. ayrıca birlik içerisinde devamlı banyo imkanımız da bulunmaktaydı. bu 1 haftalık süreçte yeni yapılan okulun (ankara okulu) inşaatına yardım ettik. bu birlikte 1 hafta geçirdikten sonra elimize birer paket kumanya verdiler. kumanya ve çantalarımızla tren istasyonuna götürdüler ve trene binerek cepheye doğru yola çıktık. cepheye doğru giderken han nehri üzerinden geçmek zorundaydık. bu nehrin üzerinde bulunan 3 köprüden iki tanesini çinlilerin daha önce imha ettiği için biz sağlam olan tek köprüden tehlikeler içerisinde geçtik.

    han nehri akmam diyor
    etrafımı yıkmam diyor
    kahraman celal dora
    bu çemberi yararız diyor

    toplamda 15.000 km civarında yol aldıktan sonra cepheyi teslim aldık. bizler kore'de görev yaparken amerikan askeri 100 dolar maaş alırken, devletimiz bize 40 cent maaş veriyordu. sevgili dostlar, işte dünyaya parmak ısıtan türk askerinin değerini görün. cepheyi teslim aldığımız dönemde vegas cephesi, yıldız cephesi tam bir yangın yeriydi. ben 81'lik havan topundan sorumluydum. dolayısıyla bu çatışmalarda düşmanla birebir karşılaşmadım. benim kullandığım silah 4000 metre uzaklıktaki hedefi vurma kapasitesine sahipti ve 70 metre etrafındaki her şeyi imha ediyordu. biz düşmanla karşılaşmadık ama düşmanın top mermileri ve havan mermileriyle yaptığı saldırılara çok maruz kaldık. havan mermisiyle saldırı yaptığımızda düşman yerimizi belirliyor ve bulunduğumuz yere onlarda topçuları veya havancılarıyla mermi atıyorlardı. bizde bu saldırılardan sağ kurtulmak için havan topumuzu sırtımıza alıp devamlı mevzi değiştiriyorduk. bu saldırılarda çok arkadaşım yaralandı ama ben sağ salim kurtuldum. bizim görevimiz sıcak çatışmada olan birliklerimize destek olmaktı. kimi zaman birliklerimizin karşısında bulunan düşmana patlayıcı bomba atıyor, kimi zaman birliklerimizin hareketini gizlemek için sis bombası atıyorduk. kullandığım havan topu çok iyi bir silahtı. silahı ateşlediğimizde dağın arkasında dahi olsa hedefini yok ederdi. tam 12 ay cepheden, cepheye gittik ve türkler o dönemde kore de yine destan yazdı. birleşmiş milletlere üye olan ülkeler türklerin bu kahramanlıkları karşısında parmak ısırdı.

    düşman geldi tabur tabur dizildi
    anlımıza kara yazı yazıldı
    mezarım gurbet ele kazıldı
    ağlama validem belki dönerim

    görevimizi 12 ay icra ettikten sonra yerimizi alacak birlikler gelmeye başladı ve bu birliklere görevimizi teslim ederek pusan şehrindeki limanda gemilere bindik. yine 28 günde geldiğimiz yoldan geri döndük. gemimiz izmir alsancaktaki limana yanaşmadan önce komutan herkesi topladı ve konuşma yaptı. komutan terhislerimizi bağlı olduğumuz askerlik şubesinden alacağımızı ve üzerimizdeki elbiselerin harp hatırası olarak bizlerde kalacağını söyledi. gemimiz yine izmir alsancaktaki limana yanaştı. ortalık yine mahşeri kalabalık ve bando bu kez kahramanlık marşları çalıyor. analar, babalar, eşler, dostlar kahramanlarına kavuşacakları için sevinç göz yaşı döküyor. ancak anam gelemedi, gelemezdi. ben tek başıma indim gemiden ve görevli elimize bir kağıt tutuşturup evimize gidebileceğimizi söyledi. işte o an nasıl bir elmayı yer kökünü çöpe atarsın, bizleri de kenara attıklarını düşündüm.

    ***son olarak***

    gençler türk ordusunun kore de yarattığı bu destan unutulmamalıdır. türk ordusu 5090 kişilik teşkilatlı bir tugayla savaşa katıldı. bu savaş türkiye'nin nato'ya giriş bedeliydi. bu savaşta ordumuz 721 şehit, 234 esir ve 175 kayıp vermiştir. bu savaşta 2147 yaralı gazi olarak vatana dönmüştür. savaş sonunda şehitlerimiz güney kore'de ki şehitliğimizde yatıyor. gazilerimize ise sadece kahramanlık anıları kaldı. gazilerimizin birçoğu üç kuruş gazi maaşıyla kıt kanaat geçinerek sefalet içinde öldü. yaşayanların ise yüreklerinde ateşli anıları ve kore savaşının hatırası kaldı.

    ***savaştan sonra***

    birliğimizden ayrılarak terhis olduktan sonra memleketlerimize gidebilmemiz için elimize bir kağıt verdiler. bizde memleketimize gitmek için bu kağıtla trene bindik. tren yol alırken biletçi geldi ve bize bilet sordu, bizde askeriyenin bize verdiği kağıtları biletçiye verdik. biletçi ''siz bu kağıtla bu trende yolculuk yapamazsınız'' dedi ve ekledi ''siz bu kağıtlarla posta treniyle yolculuk yapabilirsiniz'' dedi. bizden bilet parasını cezalı olarak tahsil etti. trenle yolculuğumuzu yaparak köyümüze vardık. yine sabanın koluna yapıştık. ancak karın doymuyor. 2 ay sonra şubemize gittik ve terhisimizi aldık. terhis ile birlikte birleşmiş milletler hizmet beratı verdiler. ancak devletimiz bize madalyayı layık görmediği için vermedi.

    o dönemde devletimiz savaşa katıldığımız için herhangi bir maaş vermedi. ancak demirel döneminde bakanlık yapan turan fevzioğlu çok uğraştı ve kore de savaşa katılanlara maaş bağlattı. bize verilen bu maaş askeri ücretin 3/1 kadar ve 3 ayda bir veriliyordu. bu maaşı kenan evren devrim yapana kadar aldık. kenan evren ihtilal yaptıktan sonra devlet bütçesine yük olduğumuzu söyleyerek maaşları kesti. özal döneminde maliye bakanı olan adnan kahveci yine bizim maaşlarımızı bağladı ve yine askeri ücretin 3/1 i kadar aylık olarak paramızı almaya başladık. bu maaşı ''şeref aylığı'' olarak değil ''gazi maaşı'' olarak isimlendirdiler. dostlar anlayacağınız üzere aldığımız maaşlar öyle yüksek meblağlar değil. ben bu döneme kadar çalışıp ssk'dan emekli oldum. kılıçdaroğlu'nun ssk'nın başında olduğu dönemde askeri hastaneye rahatsızlığımdan dolayı tedavi olmaya gittim. buradaki görevliler ssk emeklisi olduğum için devlet hastanesinde muayene olmam gerektiğini söyledi. bende yakındaki devlet hastanesine gittim. buradaki görevli sağlık karnesini aldığım yerde olan hastanelerde muayene olabileceğimi söyledi. bir sürü yol gittikten sonra muayene olabilmek için sıraya girdim ama sıranın sonu yok. bekledim sıra geldi doktor muayene etti ve reçete yazdı. bu sefer ilaç kuyruğuna girdim orada da çok bekledik. sıra gelince görevli ilaçlardan birisinin elinde olmadığını ve dışarıdan parayla alabileceğimi söyledi. ilaçları dışarıdaki eczeneden almaya gittiğimde bu ilacın 1 aydan önce gelmeyeceğini söyledi. vay bizim halimize neler çektik neler. şu halinize şükredin.

    sene 1986 bir alman gazisi şans eseri misafirim oldu. bu gazi arkadaşı 1 hafta misafir ettik ve kardeşimin oğlu almanca bildiği için onları dolaştırdı. bu gaziyle sohbetim sırasında ne kadar maaş aldığını sordum. kendisi de 15.000 mark maaş aldığını söyledi. bu maaşının 5.000 markı emekli maaşı, geri kalan meblağın ise gazi maaşı olarak verildiğini öğrendim. biz o dönemde gazi maaşı olarak askeri ücretin yarısından az alıyorduk. şimdiki nesil senin de maaşın var diyorlar. kardeşim ben devlete 30 sene prim ödedim. dolayısıyla her emekli gibi bu maaşta benim hakkım. devlet kore gazilerini sırtına yükü gibi görüyor.

    bazen gençler gelip nerede gazi oldun diye soruyor. bende nerede ve nasıl savaştığımı anlatıyorum. bunun üzerine bazıları utanmadan ''15.000 kilometre gidip kimin için savaştın'' diye soruyorlar. bende ''bana ne soruyorsun bizi oraya gönderenlere sorun'' diyorum. bazıları ''kaç düşman öldürdün'' diye sorar. ben 18 ay acemilik hariç hep havan topunu taşıdım ve düşmana ateş ettim. benim silahım dağın arkasındaki hedefleri imha ederdi. ben mermiyi attıktan sonra arkasından koşup kaç tane düşman öldürmüş onumu sayacağım. kimisi gelip ''bu hangi takımın rozeti'' diye sorar. bende ''bu rozet değil gazi madalyası'' diye cevaplarım. gaziler derneği sağ olsun darphane ile anlaşarak ücreti mukabilinde bize madalya bastırdı. devlet madalyasını çok gördüler vermediler. 921 tane genç kardeşim çok uzaklarda kara toprağın altında kaderine terk edildi. şimdi size sorarım dostlar kim senede bir gün dahi olsa onları anıyor. onlar unutuldu. acaba niçin ve kimin için şehit oldular?

    bir gün evde olduğum sırada kapım çalındı. kapıyı açtığımda postacıyı elinde bir koliyle gördüm. kolinin sahibinin ben olup olmadığını teyit ettikten sonra koliyi bana teslim etti. ben postacıya ''emin misin bu kolinin bana ait olduğuna, benzerlik olmasın'' diye sordum. postacıda kolinin kore konsolosluğundan gönderildiğini söyledi. meğer kore hükümeti türkiye'de ki kore gazilerinin adresini muharip gaziler derneğinden istemiş ve hediye paketi hazırlayarak adreslerine göndermiş. bizler devletimizden herhangi bir hediye beklemiyoruz. ancak bir gün olsun bir görevlinin gelerek halimizi, hatırımızı veya anılarımızı sorması da zor olmamalı. bir memurun gelerek kapımızı çalıp, ''amca sen kore de ne yaptın anlat'' demesi gerekmez mi? (anlaşılıyor ki devlette kore savaşını unutmuş) koreli dostlarımız her sene bizleri toplar ve güzel şekilde ağırlayarak minnettarlıklarını sunar. onlar bizi çok uzaklarda olsalar dahi el üstünde tutuyor.

    unutulduk unutulduk dostlar. vegas cephesi, yıldız cephesi, kunuri savaşı, kumyangjang-ni savaşı, panchuan cephesinde türkler destan yazdı. cephedeyken kahramandık türkiye ye geri geldik yüzümüze bile bakmıyorlar. utanmadan ne gazisi diyorlar. bazen otobüs durağında tek başıma otobüsü beklerken otobüs benim el ettiğimi gördüğü halde beni almadan yoluna devam eder. meğer bazı şoförler bedavacı diye bizleri otobüse almak istemezmiş. bu kadar aşağılanmanın yanında üç kuruş maaş verdiler. bu maaşı bile çok görüyorlar. keşke şehit olsaydık da bu acı sözlere ve davranışlara maruz kalmasaydık. bunları yaşamak çok gücüme gidiyor. savaşı savaşanlar bilir. o günleri hatırladıkça içim doluyor, ağlıyorum.

    ***editör'ün görüşü***

    kore savaşı bizler için unutulmuş bir savaştır. ancak savaşan gazilerimizi unutmak, görmezden gelmek ve hakir görmek milletimiz için utanç kaynağı olan bir davranıştır. bu sözlerim sadece kore'de savaşan vatan evlatları için değil; bu millet içerisinden çıkarak vatanı için savaşmış tüm kahramanlar için söylemekteyim. dolayısıyla yolda, araçta veya başka ortamlarda karşılaştığınız gazilerimize hürmet göstermemiz gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. bu kahraman insanlar sadece vatan için değil sizler içinde savaştı ve kore gazisi dedemizin cümlesinde belirttiği gibi savaşı sadece savaşanlar bilir. bu yazıyı sadece kore savaşı minvalinde değerlendirmeden ele almakta fayda var. askerliğini yapan her vatandaşımız kendine göre zorluk yaşamıştır. ancak savaş görmüş askerimizin yaşadığı zorluklar normal askerliğini yapan insanlardan kat be kat fazla olduğu göz ardı etmemeliyiz. unutulmamalıdır ki kurtuluş savaşında, kore'de, kıbrıs'ta ve terörle mücadele kapsamında savaşarak yaralanan bu kahraman vatan evlatları sadece bir anne ve babanın evladı değil, artık hepimizin evladıdır. çünkü evinizde başınızı rahat yastığa koyup uyuyabilmemizin teminatını bu ordu ve bünyesinde ki kahraman türk askeri sağlamaktadır. bu yazıyı okumuş olan genç arkadaşların yolunun bir gün muharip gaziler derneğine düşmesini diliyorum. burada siz gençleri çok iyi ağırlayacaklarını göreceksiniz. dernekte bulunan gazilerimiz veya savaşa katılmış askerlerimizle sohbet ettiğinizde fedakarlıklarını ve vatan sevgilerini çok iyi anlayacağınıza inanıyorum. bu insanların ordumuzda yaptıkları görev ve savaşta sergiledikleri fedakarlıkların para ile ölçülemeyeceğini çok iyi anlamamız lazım. kendilerine verilen bu görevleri yerine getirirken amerikalı veya avrupalı askerler gibi para için değil, vatan hizmeti için yaptıklarını aklımızdan çıkartmamalıyız. görevlerini icra ederek ülkesine veya memleketine dönmüş olan gazilerimizin devletten aldığı şeref aylığının kimsenin gözüne batmaması gerekiyor. onların yaptığı fedakarlık, kahramanlık ve görev aşkı parayla ölçülemez ve ölçülmemelidir. şehit olmuş vatan evlatlarının geride kalan anne, baba veya ailelerinden her zaman duyduğumuz ''vatan sağolsun'' sözünü kesinlikle aklımızdan çıkartmayalım. şehtilerimiz ve gazilerimiz kendi çıkarları için değil, vatanları için savaşa gitti. savaşta şehit olmuş askerlerimizin geride kalan akrabalarına da ayrı bir hürmet gösterilmesi gerektiğin düşünmekteyim. onlar aramızda yaşıyorlar ve kendilerini hiçbir zaman öne çıkarmıyorlar. şehit olan insanlarımız yaşamış olsaydı belki aramızda olacak ve kimisi komşumuz, kimisi iş arkadaşımız olacaktı. peki şehitlerin geride kalan aileleri ne yaptı? herkese ''vatan sağolsun'' dediler. yazılacak çok şey var amma ve lakin burada bunu kesmekte de fayda var.

    son olarak, yazımın başında belirttiğim ''kore savaşı bizler için unutulmuş bir savaştır'' sözünü sevgili okuyucuların irdelemesi ve değerlendirmesini temenni ediyor ve bu yazı neticesinde, gazi ve şehitlerimize bakış açılarının farklılaşmasını diliyorum.
  • varlıklı bir ailenin kaç nesildir zengin olduğunu anlamanın en iyi yolu tiplerine bakmak. güzel eşlerle çiftleştikleri için en fazla 2-3 nesilde eli yüzü topluyorlar.

    bu sebeple eğer bir zenginin tipi çok yamrı yumruysa, biliniz ki en fazla dededen zengindir.
  • dondurma, çikolata ve gazlı içecek gibi besin maddelerine karşı hissettiğimiz arzunun temelinde, hepimizin gayet iyi bildiği gibi şeker vardır. insanoğlu şekerin tadını evrimsel nedenlerle çok cazip buluyor. ancak her geçen gün şekerin sağlığımızı olumsuz etkilediğini kanıtlayan, yeni bir araştırma bulgusundan daha haberdar oluyoruz. bilhassa sağlık programlarında, şekerin vücudumuz için adeta zehir olduğu söyleniyor. öte yandan beynimizin şekerle çalıştığı, bu yüzden şekerin tüketilmesi gereken bir besin olduğu da söyleniyor. dahası şeker çarpması diye tabir edilen, aşırı şeker tüketmenin yorgunluğa ve keyifsizliğe yol açtığını da biliyoruz.
    özetleyecek olursak; şekerin tadına bayılıyoruz, beynimiz şekerle çalışıyor fakat bununla birlikte şeker sağlığımızı ve psikolojimizi bozuyor.

    bir karbonhidrat olan şekerin dört temel türü vardır. en basit formu glikozdur. glikoz vücudumuzun bütün hücrelerinde ve hemen hemen bütün gıda maddelerinde bulunur. fruktoz meyve ve sebzede bulunan şeker türüdür. çayımıza kahvemize attığımız şeker ise fruktoz ve glikozun karışımından elde edilen sakarozdur. dördüncü tür ise son yıllarda geliştirilmiş olan mısır şurubudur.

    beynimiz gerçekten şekerle mi çalışır?
    tükettiğimiz yiyeceklerin birçoğu vücudumuz tarafından kullanabileceği enerji türü olan glikoza çevrilir. organlarımızın çalışabilmesi için glikoz gereklidir. beyin, tek başına vücudun tükettiği toplam glikoz miktarının beşte birini tüketir. yani beynimizin ihtiyacı olan glikozdur. fruktoz, sakaroz ve mısır şurubu ise beynin ihtiyacını karşılamak şöyle dursun bazı fonksiyonlarının zayıflamasına yol açar.

    şekeri neden severiz?
    şekerli bir besin maddesini ağzımıza attığımız anda dilimizin tat tomurcukları beynimize bir sinyal gönderir. bu sinyal, beynimizin ödül sistemini aktive etmekten sorumlu bir nörotransmitter olan dopamin salınımını harekete geçirir. dopamin, kendimizi iyi ve mutlu hissetmemize yol açan motivasyon artırıcı bir hormondur. dopamin salgılandığında, şeker yemenin iyi geldiği algısı oluşur. bu etki, ödül sistemini öylesine güçlü bir şekilde uyarır ki uyuşturucu madde ve sigara bağımlılığı gibi dopamin reseptörlerini hiperaktif bir duruma getirir. (neyse ki tam olarak madde bağımlılığındaki mekanizmalar devreye girmez.) hiperaktif duruma gelmiş olan dopamin reseptörleri, dopamin patlamasına bu da şeker tüketme arzusunun artmasına yol açar.

    şeker, beynimizde dopamin yanı sıra bir başka nörotransmitter olan serotonin salgılanmasına da yol açar. serotonin, mutlu hissetmemizi sağlayan kimyasaldır. mutlu hissetmenin nesi yanlış olabilir ki diye düşünmüş olabilirsiniz. ancak ne yazık ki madalyonun bir de diğer yüzü var. çok fazla şeker yediğimizde, aşırı miktarda serotonin salgılarız. bu da serotonin salgılama kapasitemizi aşmamız anlamına gelir. fazla salgılanmanın ardından beynimizdeki serotonin düzeyi olması gerekenin altına iner ve depresif etkilere yol açar. üstelik kanımızdaki aşırı şeker, aşırı insülin salgılanmasına bu da enerji dönüşüm sürecinin duraksamasına yol açar. zira fruktozu sindirebilen tek organımız karaciğerdir. karaciğerin aşırı çalışması şekerin yağa dönüşmesine ve şeker çarpması diye tabir edilen olumsuz ruh haline ve bitkinlik hissine yol açar.

    araştırmalar, şekerin beyin zarında serbest radikaller oluşturduğunu göstermiştir. serbest radikaller, sinir hücrelerinin sinyal gönderim kabiliyetini azaltır ve dolayısıyla bilişsel yeteneklerimiz (hafıza, bilgi işleme vb.) zayıflar. üstelik son yapılan araştırmalar, bilişsel yeteneklerin insülin hormonu ile de ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. insülinin, sinir hücreleri arasındaki bağı güçlendirdiği ve böylece sinir hücrelerinin iletişim kabiliyetini artırdığı anlaşılmıştır. ancak aşırı miktarda şeker tükettiğimizde bağırsaklardaki insülin miktarı yükselir ve beyindeki seviye düşer. beyindeki insülin seviyesinin düşmesi de bilişsel yeteneklerin zayıflaması anlamına gelir.

    bilimin henüz bunları keşfetmediği zamanlarda, sınava girecek çocuklara, zihni açılsın diye pasta yedirilirdi ama şimdi yaramaz çocuklar daha da yaramaz olmasın diye şeker yasaklanıyor.

    çok fazla şekerli gıda tüketmek, kanımızdaki şeker seviyesinde ciddi dalgalanmalara yol açar. kan şekeri seviyemizin aniden yükselip, aniden düşmesi, ruh halimizde de dalgalanmalara yol açar. sinirlilik, bilişsel işlemlerde yavaşlama ve bunlara tuz biber eken bitkinlik hissi bir araya gelerek ruh halimizi olumsuz etkiler.

    ne yapabiliriz?
    kendinizi üzgün hissettiğinizde çikolata yemek gibi bir alışkanlığınız varsa çikolatanın yerine tam tahıllı bir besin koymaya çalışın. tam tahıllı besinler hem doyma hissi yaratır hem de şeker ihtiva ettiğinden serotonin salgılanmasına yol açar.

    şeker yeme arzusu şiddetli bir şekilde hissedilir olduğunda, arzuyu yatıştırmanın en iyi yolu meyve yemektir. meyve şeker içerdiği gibi lifler de içerdiğinden sindirilmeleri uzun sürer ve bu sayede insülin seviyesinde, sakaroz ve mısır şurubu tükettiğimizde olduğu gibi dalgalanmalara yol açmaz.

    kaynak:
    sugar and the brain – department of neurobiology (harvard university)
  • koku duyumuz nasıl evrimleşti?

    denisovan dna'sı, or7d4 reseptörünün yapısını değiştiren benzersiz —insanlarda ya da neandertaller de görülmeyen— bir mutasyon olduğuna işaret ediyor.

    university of alaska fairbanks ve university of manchester'dan araştırmacılar; koku duyumuzun nasıl evrimleştiği ve soyu tükenmiş insan atalarımızın koku duyusunu nasıl geliştirdikleri üzerine bir çalışma yürüttüler.

    koku duyusu, insan toplulukları içinde önemli bir role sahiptir. çünkü bu duyumuz yiyeceklerin tadını alabilme ve bunun yanı sıra da hoş ve hoş olmayan maddeleri tanımlayabilme yetilerimizi de etkiler. burnumuzda yaklaşık 400 farklı tipe bölünmüş 4 milyon koku hücresi vardır. kokuyu saptama yetisine dair popülasyonlar arasında ve içerisinde çok büyük bir genetik çeşitlilik vardır. her koku hücresi yalnızca bir tür reseptör ya da "kilit" taşır —koku hava ile yayılır ve koku hücresinin "kilidine" girer ve hücreyi aktifleştirir. çoğu reseptör bir kokudan fazlasını saptayabilir, fakat bir tanesi var ki (or7d4 isimli) bizi;

    erkek ve kadın terinde ve idrarında bulunan bir steroid yapısıdır. aynı zamanda yaban domuzu salyasında bulunur ve tanımlanan ilk memeli feromonudur. —androsteron ile karıştırılmamalı.— isimli çok spesifik bir kokuyu alabilmemizi sağlar. or7d4 reseptörünü üretmeden sorumlu gende farklı dna dizilimine sahip insanlar bu kokuya farklı tepkiler verir. bazı insanlar pis koku olarak nitelendirirken, bazıları tatlı, bazıları ise bu kokuyu alamazlar. insanların 'androstenon'a tepkileri sahip oldukları or7d4 dna dizilimine bakılarak tahmin edilebilir ya da kokuya verilen tepkiye göre insanların or7d4 dna diziliminin farklı olduğu anlaşılabilir.

    araştırma ekibi; dünya'nın çeşitli yerlerindeki çoğunluğu yerel bölgelerden olan 43 popülasyondan 2200'den fazla insanın or7d4 reseptörünü kodlayan dna'ları üzerine çalıştı. araştırmacılar, farklı popülasyonların; farklı gen dizilimine sahip olma eğiliminde oldukları dolayısıyla da kokuyu alma yetilerinin de farklılık gösterdiği bulgusuna ulaştılar.

    örneğin; afrika'dan (afirka'dan gelen) çalışmaya dahil edilen popülasyonların kokuyu alabilme eğiliminde oldukları görülürken, kuzey yarım küre popülasyonlarının kokuyu alamadıkları görüldü. bu da demek oluyor ki; insan evrimi ilk olarak afrika bölgesinde başladığına göre, onlar bu kokuyu saptayabiliyorlardı.

    dünya'nın çeşitli yerlerindeki popülasyonlardaki or7d4 reseptöründen sorumlu genin farklı formlarına dair frekanslarının istatistiksel analizleri; bu genin farklı formlarının doğal seçilime maruz kalmış (tabi olmuş) olabileceğini ortaya koyuyor. bu seçilime dair muhtemel bir açıklama; androstenon kokusunu algılamadaki eksiklik domuzların atalarımız tarafından evcileştirilmiş olması olabilir — androstenon yaban domuzlarından elde edilen etin kötü kokmasına sebep olur.— domuzlar ilk olarak; androstenona dair hassaslıkta azalmaya yol açan genlerin yüksek frekansta olduğu yer olan asya'da evcilleştirilmiştir.

    chemical senses 'da yayımlanan çalışmanın araştırmacıları; aynı zamanda soyu tükenmiş olan 2 insan populasyonunda bulunan antik dna'nın sahip olduğu or7d4 reseptöründen sorumlu gen üzerinde de çalışmalar yaptılar. bu iki populasyon ise; sibirya'da aynı bölgede kalıntıları bulunan fakat onbinlerce yıl boyunca birbirlerinden ayrı yaşayan neandertaller ve denisova insanları idi. ekip, neandertal or7d4 dna'sının bizimkine benzer olduğu —onlar da androstenon kokusunu alabiliyorlardı— bulgusuna ulaştılar. denisovalar ise yok olmuş akrabalarımızın gizemli bir grubudur. tam olarak neye benzediklerini bilmiyoruz ve onlar hakkındaki bilgimiz ise farklı bireylerine ait bir parmak kemiğine ve bir dişe ait verilerden oluşuyor. denisovan dna'sı, or7d4 reseptörünün yapısını değiştiren benzersiz —insanlarda ya da neandertaller de görülmeyen— bir mutasyon olduğuna işaret ediyor.

    amerika'daki duke university'den ekip üyesi hiroaki matsunami; denisovan or7d4'ünü yeniden oluşturdu ve uzun zaman önce yok olan burnun bu küçük parçasının androstenona nasıl tepki verdiği üzerine çalıştı. çalışmalar neticesinde mutasyona rağmen denisovan burnunun bizimki gibi işlev gördüğünü ortaya çıkarıldı. tıpkı ilk insan atalarımız gibi yakın akrabalarımızın ikisinin de bu garip kokuyu saptayabilmeleri mümkündü.

    bu araştırma; genlerimiz üzerine yapılan küresel çalışmaların, farklı besinlerdeki tadın; koku alma yetimizdeki çeşitlilikten etkilenmiş olabileceğine dair bir kavrayış geliştirilebileceğini ve uzak evrimsel geçmişe bakabilmenin ve uzak atalarımızın duyu dünyalarının yeniden oluşturulabilmesinin mümkünlüğünü gösteriyor.

    kaynak
    kaynak
hesabın var mı? giriş yap