• 7 günde zekayı geliştirmek için yapılması gerekenler.

    "artık beynimizin nasıl bir güce sahip olduğunu biliyoruz. bu gücü kullanmakla ilgili onlarca öğreti ve bilimsel veri var elimizde. bbc'de yayınlanan bu programla iq'nuzu bir haftada yüzde 40 artırabilmeniz mümkün.

    cnn türk'teki habere göre, beynin herhangi bir kas gibi olduğunu ve egzersizlerle güçlenebileceğini öne süren iskoçya’daki edinburgh üniversitesi’nin biyomedikal bölümü’nden prof. mark lythgoes’in 1 hafta süren programı bbc’de yayınlandı. programa katılan 100 kişinin zeka düzeylerinde yüzde 40'a varan artışlar görüldü.

    program ise şöyle:

    cumartesi: dişinizi her zaman kullandığınız elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. ve gözünüzü kaparatak duş alın.

    pazar: sabah saatlerinde bulmaca çözün. ve kısa yürüyüşe çıkın.

    pazartesi: i·şe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin. akşam yemeğinde yağlı balık yiyin.

    salı: sözlükten hiç bilmediğiniz 10 adet sözcük öğrenin ve bunları o günkü günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.

    çarşamba: bir yoga, pilates ya da meditasyon dersine katılın ve burada daha önce hiç tanımadığınız birisiyle konuşun. unutmayın pek çok yog, pilates salonunun bir bakayım neymişçiler için ücretsiz deneme seansı var.

    perşembe: işe daha önce hiç kullanmadığınız bir yoldan gidin (taksi değil) ve aynı akşam televizyondaki ciddi bilgi veya belgesel programlarını izleyin.

    cuma: son gün kendinize meydan okuyun. bugün alkol ve kafein tüketmemeyi deneyin. bir de hafta sonu için uzun bir haftalık ev alışverişi listesi hazırlayıp, listeyi ezberlemeye çalışın."
  • grip vakalarının arttığı mevsimdeyiz.
    grip ilaçlarının içerdiği etken maddeler ve ne işe yaradıkları bilgisini burada tekrar paylaşayım.

    grip ilaçları tedavi etmez, semptomları giderir. vücudunuz virüsle savaşırken size destek olur.
    mutlaka doktor reçetesiyle alınmalıdırlar. bazı grip ilaçlarının, bazı kronik hastalıklara sahip kişilerde kullanımı sakıncalıdır.
    bu ilaçlar, değişik kombinasyonlarda bir araya getirilen çeşitli etken maddeler içerir.

    parasetamol: ateşi düşürür, ağrıyı keser.
    ibuprofen: ateşi düşürür, ağrıyı keser.
    psödoefedrin: dekonjestandır. burun akıntısını giderir, burnu açar.
    fenilefrin: dekonjestandır. burun akıntısını giderir, burnu açar.
    klorfeniramin maleat: antihistaminiktir. hapşırma, göz yaşarması, burun, geniz ve göz kaşıntısını giderir.
    triprolidin hidroklorür: antihistaminiktir. hapşırma, göz yaşarması, burun, geniz ve göz kaşıntısını giderir.
    guaifenesin: balgamlı öksürükte, balgam sökücü etki gösterir.
    c vitamini: bağışıklık sistemini destekleyici vitamindir.
  • bu entry'i euro'nun 11 türk lirası olmasına istinaden yazıyorum. 12 lira olana kadar kısa bir süre işinize yarayabilir...

    iki basamaklı bir sayıyı 11'le çarpma yöntemi olarak; sayının rakamlarını ayırın ve rakamların toplamını ayrılan rakamların arasına yazın. iki sayının toplamı 10'dan büyükse de bulunan sayının birliğini yine ortaya yazıp baştaki sayıya 1 ekleyin...

    örneğin: 81 x 11=891

    79x11=869
  • sevgili dostlar,

    yavaş yavaş açık hava tımarhanesine dönen memalik-i-mecnuniye topraklarında bilmeniz gereken en önemli beceri psikoloji yani ilmi-ruhaniye konusunda hemen kullanabileceğiniz pratik bilgilerdir.

    ben de bugün sizlere tek kişilik pratik psiko-bilgiler yazı üretme atölyesi olarak her zamanki gibi bila bedel ve tamamen ücretsiz (sadece yazının sonunda ufak bir iyilik isteyeceğim) psikolojik reçeteleri sunuyorum.

    reçete 1

    "hayattan keyif alamıyorum, ne yapsam hiç bir şey keyif vermiyor hocam" diyorsan sevgili dostum bunun sebebi kendini tam olarak tatmin olmuş hissedemiyor olmandır.

    abraham maslow benzeri frenk ilim adamları derler ki insanların temel ihtiyaçları vardır. bunlar karın doyurma ve cinsellik gibi fiziksel ihtiyaçlar olduğu gibi kendini güvende ve değerli hissetme gibi ruhani isteklerde olabilir.

    kısacası cebin ve kalbin boşsa sürekli bir tatminsizlik içinde olursun, bu da yaşamdan keyif almanı engeller diye buyurur maslow ve onun izinden giden allame taifesi.

    ancak karşı görüşlerde vardır.

    örneğin ak sakallı dedeler birliği üyeleri hatta antik grek filozoflarının bazıları "dünya malı boştur, deniz suyu içmek gibidir, ne kadar içersen o kadar daha fazla susarsın" diye buyururlar. kısacası mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan taifesi bunları kafaya takmayın der. peki ne yapalım dersen cevapları elindekine şükret, paylaş ve aldığın her nefesin kıymetini bil olacaktır. böylece yaşamdan tatmin olmaya ve en ufak şeylerden bile keyif almaya başlarsın diye de eklerler.

    işte durum ortada. kafana hangisi yatıyorsa ona göre hareket et. peki hocam senin seçimin ne dersen ben ak sakallı dedelerle antik filozofları destekliyor ve oyumu onlara veriyorum.

    reçete 2

    başka insanlarla mükemmel ilişkiler peşinde koşmayın.

    insan evlatları mükemmel olmadığı için mükemmel ilişkilerde doğal olarak olmayacaktır.

    "peki hocam neden bana hep aksi ve uyumsuz tipler denk geliyor. ne yaparsam yapayım insanlar ya beni dışlıyor ya da bir süre geçmeden kavga ediyoruz" diyorsanız bu konuda ilginç bir teori var.

    buna göre başka insanları görme ve algılama şeklimiz bizim o anki ruh halimizle alakalı.

    örneğin aşık olduğumuz birisi, bizim kahve içme teklifimizi kabul etti diyelim. içinizdeki ufak siz "heeeyt be oldu bu iş, dünyayı seviyorum, kedileri seviyorum hatta hamam böceklerini bile seviyorum" moduna girer. böylece o gün karşılaştığınız her insana da pembe gözlüklere bakarsınız.

    ama diyelim ki o gün canınız sıkkın. işyerindeki müdürünüz "seni aptal" diyerek dosyaları kafanıza attı ve üzerinize yürüyüp bağırdı. bu rezaleti kaldıramayıp istifa ettikten sonra evinize dönerken ki ruh halinizle gördüğünüz tüm insanları size saldırmak isteyen zombiler gibi görmeniz mümkündür.

    kısacası sürekli insanlarla problem yaşıyorsanız birazda dönüp kendi ruhsal durumlarınızı bir kontrol etmenizde büyük faydalar var derim.

    reçete 3

    her gün türlü türlü olaylar oluyor ve bunlar üzerinde de hiç bir kontrolümüz yok.

    bir sabah kalkıyorsun dolar olmuş yirmi lira, ertesi gün bakıyorsun uzun süredir olumlu sonuçlanmasını beklediğin iş patates olmuş. sonraki gün çocuğunun tüm derslerinden sıfır aldığını görüyorsun. kısacası sanki tüm dünya bir olmuş senin üstüne geliyor, sen de sel sularına kapılmış bir yaprağın üstündeki karınca gibi hissediyorsun.

    böyle durumlarda gene bazı üstatlar der ki. "olayları kontrol edemezsin ama olayları nasıl bir duyguyla karşılayacağını belirleyebilirsin."

    örneğin olaylara "her şeyde bir hayır vardır" veya "her zorluğunun içinde bir kolaylık bulunur" felsefesiyle bakanlar aynı olaylara "her şey çok kötü hatta daha da kötü olacak" veya " zorluklar felaketler hep beni bulur" felsefesiyle bakanlara göre daha mutlu olacaklar ve fırtınalardan daha hasarsız çıkacaklardır. diğerlerine gelsin depresyon hapları, gelsin ringo ringo şişeler.

    reçete 4

    birde zihin meselesi var. çoğu zaman dostlardan şunları duyarız "yahu benim zihin öyle bir durumdaki yüksek hıza geçmiş çamaşır makinesi gibi dönüyor da dönüyor bir türlü rahatlayıp sakinleşemiyorum, ne yapacağız hocam bul bize bir çare".

    imdi böyle durumlarda klasik cevaplar nefes çalış, meditasyon yap falandır ama bunu söylediğimiz dostlar haklı olarak "hocam otuz tane müdürün olduğu toplantıda masanın üstüne fırlayıp meditasyon yaparsam oradan beni direkt olarak ilişiğimi kesmem için ilgili departmana gönderirler" cevabını veriyorlar.

    bu sebeple daha basit ve genel bir tavsiyem olacak. zihniniz görüntülerle çalışır. kontrol edilmeyen zihin sürekli ya geçmişteki görüntülere takılır veya gelecekte olacağını düşündüğü hayali senaryolara takılır.

    örneğin bir iş mülakatına gittin ve çok iyi hazırlandığını düşündüğün mülakatta sana soru yönelten ik uzmanının bir sorusuna heyecandan saçma sapan bir cevap verdin. yani sana "bilgisayar becerileriniz nelerdir ?" sorusu soruldu sen de "alışveriş sitelerinde indirim yakalamakta siyah kuşağım var" dedin. aklın sıra espri yapmak istemiştin ama çok ciddi görünen ik uzmanı bu esprine gülmek bir yana dudaklarını sanki buzdolabında kokuşmuş bir yemek görmüş gibisinden büzdü.

    mülakat dönüşü eve gidene kadar tüm gün bu olay aklına takıldı. zihnin sürekli yaptığın kötü espriyi ve mülakatı yapanın dudaklarını büzmesini sana gösterip durdu. bu da yetmezmiş gibi mülakatı kaybettiğin haberinin sana verildiğini hatta bundan sonra da yıllarca işsiz kalıp sokaklara düşeceğini konu alan senaryoları zihnin hd kalitesinde filmler eşliğinde sana gelecek senaryosu olarak sundu. işte böyle bir döngüye giren zihin sana uzun zaman boyunca işkence edebilecek potansiyele sahiptir.

    peki çözüm nedir becerebilirsen oldukça basit.

    yaşadığın olayın çoktan geçmişte kaldığını ve artık kontrolünden çıktığını, ik uzmanının tepkisini yanlış yorumlamış olabileceğini belki reflüsü olduğunu, büyük ihtimal seninle yaptığı görüşmeyi bile çoktan gündeminden çıkardığını düşünebilirsen, gelecekte yaşanacak olaylar konusunda zihninin uydurduğu görüntülerin ismi üstünde uydurma olduklarını da anlayabilirsen, üstüne üstlük zihnini hep o anda bulunduğun ana odaklayabilirsen sen de elli yıllık yoga meditasyon uzmanıymış gibi zihnini sakinleştirebilirsin.

    kısacası tüm olay zihninde bitiyor dostum. matriks içindesin ama gerçek sanıyorsun.

    evet bugünkü püf noktalarım bu kadar.

    şimdi sıra geldi sizden rica ettiğim iyiliğe.

    efendim şu aralar you tuberlığa merak saldım. oturup kendi kendime kamera karşısında konuşmak sonrada kanalıma yüklemek çok hoşuma gidiyor. hesaplarıma göre 350 bin 982 abonem olursa ve bunların hepsi tüm çıkan reklamları sektirmeden izlerse erken emekli olabiliyorum. bir zahmet bir el atın şu hocanıza da ege sahillerinde balık yiyip, yüzmekle geçirsin şu fani ömrünü.

    tek yapacağınız kanalıma abone olup tüm videoları reklamları atlamadan izlemek. hatta bütün akrabalarınızı da abone yaparsanız çok iyi olur. bundan çıkarınız da şudur. hem birbirinden ilginç psikolojik bilgiler öğrenecek, hem de ilim irfana destek olup manevi bir zekat vermiş olacaksınız. hadi bakalım güveniyorum size.

    buyrunuz kanal. hemen şimdi kaçırmadan rezervasyonlar dolmadan tıklayın.

    https://www.youtube.com/c/aydınserdarkuru

    sevgilerimle
  • tavlanın 4 köşesi 4 mevsimi, pulların toplamı 1 ayı, karşılıklı 12'şer hane 24 saati, açık - koyu renkli taşlar ise gece ve gündüzü simgeler. atılan zarlar da hayatımızı.
  • acının merkezi beyindir lakin beyin kendi acısını hissetmez, yani kafatasınızı uyuşturup bir kesi yardımıyla açarsak ve beyninize bir çuvaldız iğne sokarsak acı duymazsınız ama kolunuza iğne batırırsak yerinizden zıplarsınız çünkü beyne sinirsel iletim görevi sağlayan ağrı reseptörleri sıcaklık, basınç veya kimyasallar tarafından uyarıldığında, hücrelerin içindeki nörotransmitterleri serbest bırakırlar.

    peki kalp acısına ne demeli! duygusal olanını kastediyorum işte o da tamamen beyinle alakalı ama ona daha sonra değineceğim

    edit: aşk acısı kısmına değindim
  • muhtemelen tarihle ilgilenenlerin daha önce duyduğu bir şey ama benim gibi yeni yeni tarihe merak salmış biri için çok ilginç gelecek bir teori. kayıp kıta mu teorisi.

    insanlığın bundan 15 bin yıl öncesinde pasifik üzerinde, bir doğal felaket sonucu yok olan mu adında bir kıtadan dünyaya yayıldığını iddia ediyor bu teori. dahası, iddiaya göre bu kıta yok olmadan evvel üzerinde 64 milyonluk devasa bir nüfusa sahip, 75 bin yıllık bir geçmişe sahip oldukça gelişmiş bir uygarlık varmış. bizim bildiğimiz en eski uygarlıklar olan sümerler, antik mısır, mayalar bu uygarlığın kurduğu kolonilermiş.

    tabi bu teoriye bilim dünyası şiddetle karşı çıkıyor. diyorlar ki jeolojik olarak böyle bir kıtanın var olduğu şüpheli, var olsa bile bugün okyanus tabanında bu kıtadan izler olmaması şüpheli. ayrıca diyorlar ki bu antik uygarlıkların birbirlerinden bağımsız bir şekilde tarıma geçişle birlikte geliştiğine dair arkeolojik bulgular var.

    yine çok önemli bir başka nokta da bu iddiaların kaynağı olduğu iddia edilen naacal tabletlerine dair hiçbir arkeolojik iz yok. bu iddiaların yaygınlaşmasını sağlayan james churchward 'ın, william niven tarafından meksika'da bulunduğunu iddia ettiği ve naacal tabletlerini doğruladığını söylediği niven tabletleri de iddiaya göre batan bir gemiyle okyanusun dibine gömülmüş. yani inanılmaz derecede inanılmaz gözüken bu iddiaların gerçek olabileceğini düşünmek için hiçbir neden yok.

    ancak yine de bu tarz mistik şeyler beni her zaman cezbetmiştir. 90lı yıllarda keşfinden sonra insanlığın yerleşik hayata geçişinin tarımın öğrenilmesiyle başladığı kabulünün doğru olmadığını bize gösteren göbeklitepe'den anladığım bir şey varsa, o da hala çok fazla bir şey bilmediğimiz, bildiklerimizin de, en azından insanlık tarihi özelinde, kesin olmadığı.

    bilinen en eski uygarlıklardan olan sümerler bundan 4-5 bin yıl önce yaşadığını sanıyorduk. ancak buzul çağının hemen ardından, 12 bin yıl önce, avcılık veya toplayıcılık yaparak hayatta kalan ilkel gruplar olarak düşündüğümüz insanların devasa bir tapınak yaptığını keşfettik. düşündüğümüz kadar ilkel olmadıklarını anladık. bir keşifle uygarlık tarihi 7 bin yıl geri gitti.

    buradan hareketle, tıpkı bu sulara gömülen mu kıtası efsanesi gibi doğruluğuna şüphe ile yaklaşılan efsanelerden birinin doğru olma ihtimali olduğunu düşünüyorum. elbet günün birinde yani. belki bu değil ama bir başkası. olamaz mı? sanki olabilir. bilim yeni keşiflerle birlikte farklı yönlere ilerleyebiliyor. veya böyle düşünerek ben baya saflık ediyorum, bilmiyorum.

    şu entry'de varlığına dair hiçbir iz olmayan naacal tabletleri ve anlattığı iddia edilen hikayeler hakkında küçük bir özet okuyabilirsiniz: (bkz: naacal kardeşliği/@ineffective)
  • laktozsuz süt aslında "laktozsuz süt" değil, "laktaz enzimli süt"müş. laktaz enzimleri yetersiz olan insanlar için bu sütler, içerisine laktaz enzimi katılarak üretiliyor ve böylelikle sindirim sorunu ortadan kaldırılıyormuş.

    bu bilgiye de "laktozsuz süt neden daha pahalı ki içinde fazlalık değik eksiklik var" diye ufkumun sınırlarını zorlarken eriştim. *
  • bugün sizlere friksiyon'dan bahsetmek istiyorum. fakat bu friksiyon fizikte bildiğiniz friksiyon'dan biraz farklı. dijital dünya da şirketler bu friksiyonu nasıl kullanıyor bir kaç örnekle bahsedeceğim.

    öncelikle friksiyon nedir öğrenelim.
    bir yüzeyin ya da bir nesnenin, bir noktadan diğerine hareket ettiği sırada karşılaştığı direnç, sürtünme anlamına gelen friksiyonu, hareket etmemizi zorlaştıran, engelleyen, erteleyen kuvvet olarak da tanımlayabiliriz.
    peki dijital dünyada şirket bunu nasıl kullanmışlar bir bakalım.

    google
    google ilk açıldığında ekranda sadece arama kutucuğu ve ara butonu yer alıyormuş. google kullanıcı testleri yaptığında insanların google girdikten bir süre sonra sitede beklediği ve daha sonra arama yaptığını görmüşler. kullanıcılara neden bekledikten sonra arama yaptıklarını sormuşlar alıkları cevap "sayfanın yüklenmesini bekliyoruz" olmuş. google burada bir friksiyon yaratıyor ve sayfanın altına copyright 1998 yazısı ekliyor. ve kullanıcılar sayfanın yüklendiğini anlayıp bekleme yapmadan arama yapmaya başlamışlar.

    blogger
    google blogger.comu satın aldıktan sonra sitenin tasarımını yenilerken kullanabilirlik testleri yapıyor, insanlar kuracağı blogun ismini, bilgilerini girdikten sonra "blog oluştur" butonuna tıklıyor ve hemen blog oluşuyordu. tabi bu kadar hızlı blog oluşunca insanlar ister istemez blog açıldı mı? bir hata mı oldu? eksik bir şey mi yaptım? vb gibi sorular soruyordu. çünkü kullanıcılar bir blogun bu kadar hızlı açılacağını düşünmüyor, bir hatayla mı karşılaştığını düşünüyordu. işte burada google friksiyon yöntemini kullanarak. yeni bir tasarım yapıp "blog oluştur" butonuna tıkladıktan sonra 10 sn boyunca "blogunuz oluşturuyor" yazısı eklemiş sonra ki testlerde "blogunuz oluşturuyor" yazan tasarımın daha kullabilir olduklarını görmüşler.

    ebay
    ebay bir gece yarısı beyaz olan sitesini sarıya çevirip yeni tasarımını yayına almış. ertesi günlerde kullanıcılar siteyi e-posta yağmuruna tutmuş. ebay burada friksiyon yöntemini kullanarak her gün sitenin renk tonunu değiştirmiş ve 60 günde sarı tasarıma geçmişler. ve kullanıcılardan hiç şikayet gelmemiş.

    buradaki örnekleri okuduğum "pürüzlü mükemmellik" kitabından aklımda kalanlar. bu ve buna benzer onlarca örnekle çok güzel bir şekilde şirketlerin friksiyon kavramını uyguladığını anlatmışlar. kitabı okumanızı öneririm.
  • ünlü amerikalı kadın pilot amelia earhart'ın bir strategem kurbanı olma ihtimali.

    - strategem kabaca stratejik hile demek. strateji geliştiren tarafın karşı tarafı kandırmak için başvurduğu büyük boyutlu(stratejik) hileleri anlatıyor. adını yazar harro von senger'in savaş hileleri strategemler kitabından almakta.

    - 1920'lerde abd deniz kuvvetleri, ileride japonlar ile savaşacaklarsa pasifikteki japon adalarının, özellikle de mariana adalarının kritik rol oynayacağına dayanan bir çalışma yaptı. ki hakikaten de ikinci savaş'ta tam da ona yakın bir senaryo gerçekleşti.

    - hatta bu çalışmanın mimarı istihbarat subayı pete ellis, saha çalışması sırasında japon istihbaratı tarafından öldürüldü.

    - 1937 yılına gelindiğinde japonya'nın ya abd ya da sovyetler ile bir petrol savaşına gireceği askeri çevrelerce değerlendirilmekte.

    - tam da o günlerde japonlar hakikaten de pasifikte, özellike ise marshall adaları (mariana adaları hattı üzerinde ama uçakla 9 saat kadar mesafede) ile çevresinde acil olarak güvenliği arttırmaya başladı. oldukça sıkı bir sansür sistemi devreye girdi. adalarda asker sayısı arttırıldı ve bir takım inşaatlara başlandı.

    - bu durum abd tarafını fazlası ile rahatsız etti. çünkü adalarda kuvvetli bir askeri yapılanmanın olması pasifiğin kontrolünü kaybetmek demek.

    - gelelim işin earhart ile ilgili kısmına. resmen açıklanmadı ama earhart'ın ölümüne sebep olacak uçuşunu yakın dostu roosvelt'in ricasıyla yaptığı biliniyor. roosvelt istihbarat hastası bir adamdı ve astor isimli teknesinde, zengin arkadaşları ile buluşur ve bazı istihbarat çalışmalarını gayrı resmi olarak yönetmeye çalışırdı. hatırlatayım o dönem cia gibi bir teşkilat yok.

    - söylenen odur ki earhart'tan istenen bu uçuş sırasında özellikle marshall adalarından geçecek şekilde rota belirleyip bir takım fotoğraflar çekmesi.

    - velhasıl uçağın düştüğünü biliyoruz. earhart'ın akıbeti halen tam bilinmiyor. sadece 2017'de ortaya onla ilgili olduğu sanılan biir takım fotoğraflar çıktı ama o da net değil. ayrıntıları burada

    - peki konunun strategemler ile ilgisi ne : savaş sonrası ortaya çıktı ki o yapılan büyük hazırlıklar aslında zayıflığı gizlemek için yapılmış. o adalarda büyük bir askeri yapılanma yokmuş. zaten earhart kaybolduktan bir süre sonra ikinci japon çin savaşı başladığı için japonlar oraya konsantre olacaktı.

    - bu arada şunu söyleyelim ki japon arşivlerinde earhart ile ilgili herhangi bir dosya yok.
hesabın var mı? giriş yap