• kendisi için küçük fakat insanlık için büyük bir adım atan neil armstrong u taşıyan apollo 11 in bilgisayarının 64kbyte belleğe ve 0.043mhz gücünde işlemciye sahip olması

    ufkumuz açık bir şekilde 64gigabyte belleğe ve 2.1ghz işlemciye sahip telefonlarla candy crush oynamaya devam edebiliriz

    bu arada dünya dışında bir yüzeyde gezinen ilk insan olan neil armstrong un tam adının neil a. armstrong olduğunu ve isminin tersten yazılışının alien olduğunu yeri gelmişken yazayım
  • canlılarda eşheysiz üremenin laboratuvarda gerçekleşen bir hata sonucu ortaya çıkmış olması.

    1937'de prof. wittmann ernstlhabl laboratuvarda fotosentezin sosyal olgulardaki ansız kimyasal tepkimeleri üzerine çalışır. tezini kanıtlayacak bir durum yarattığında o sırada yemiş olduğu bir yiyecekten ağzında biriken bir bakteri hapşırması esnasında yere düşer ve çarpmanın şiddetiyle eş bir şekilde bölünür. bu sırada yardımcısı marion wütendabend ernstlhabl'a "hey" diye bağırır. bu tesadüfi buluş yıllar sonra eşheysiz üreme diye adlandırılacaktır.

    garip olansa şu: eşheysiz üreme on yıllar sonra bugün hepimizin evinde kullanılan bulaşık makinelerine ilham olur.
  • kelimelerin beynimizde şekillenme biçimi.

    kelimeler beynimizde çok karmaşık bir süreçten geçerek şekillenir. beynimizde amarula diye bir bölüm vardır. amarulada bulunan hücreler çocukluğumuzda nerdeyse biçimsiz ve sıvı şeklindedir. anadilimize ait alfabeyi öğrendikçe bu hücreler şekillenir ve harflere dönüşür. örneğin latin alfabesi bilen her bireyin amarulasında a şeklinde bir hücre ve büyük a şeklinde bir hücre bulunur. bu hücreler siz konuşmaya çalıştıkça yan yana gelirler ve kelimelere dönüşürler. ama beyin bunu o kadar hızlı yapar ki, hücreler adeta 240 basan bir araba gibi ordan oraya yer değiştirirler. örneğin alabalık demek istediğinizde a hücresi önce l hücresinin önündeyken anında l hücresinin arkasına geçer. sonra b hücresi gelir ve a hemen b hücresinin tekrar arkasına geçer. amarula bu süreci öyle mükemmel organize eder ki, her harf için bulunan tek bir hücre asla yerini şaşırmaz. bu inanılmaz hızdan ve işlemden dolayı çok konuştuğunuzda yorulursunuz.

    ilginç olansa türkçe gibi alfabesinde hücrelerin daha zor şekil oluşturduğu harflerin yer aldığı dillerdir. türkçede bulunan ü harfi için aslında üç hücre bir araya gelir. bir hücre u şeklindedir ve bir tane nokta hücresi u harfinin bir solunda bir sağında nerdeyse ışık hızında belirerek ü harfini oluşturur. bu çok daha zor bir işlemdir ve türklerin çok zeki olmasının en büyük sebeplerinden biri de budur.
  • django diye yazılır, jango diye okunur. lütfen...
  • yemin ediyorum gözlerimin bozulmasının birinci sebebidir bu başlık. geceleyin açardım başlığı alırdım şükela moduna ve okurdum. 70. sayfaya falan geldiydim. her entry de maşallah 4 a4 kağıdını dolduracak uzunluktaydı. o zamanlar gece görüşü özelliği yoktu tabi. ya da vardı ben bilmiyordum.
  • balığın üstüne neden helva yenir:
    balıktaki yoğun fosfor bir süre sonra mide asitlerinin dengesini bozup şekeri düşürüyor. asitlerin dengesinin bozulması midede bulantıya neden oluyor. şekerin düşmesi ise halsizlik ve baş dönmesine neden olabiliyor. bu yüzden tatlı yiyerek dengelemek gerekiyor. peki neden künefe değil? künefe veya herhangi şerbetli bir tatlı midenin bulanmasına yardım edebilme ve aynı zamanda ağır gelme gibi durumlar nedeniyle tercih edilmiyormuş. peki neden muhallebi değil? muhallebi ve diğer sütlü tatlılar ise yenilen balık bayatsa zehirlenme riski nedeniyle yenmiyormuş.
  • bundan yüz yıl önce yaşamış bir atın, günümüzdeki modern 'ideomotor etki' deneylerine ön ayak olan araştırmalar yapılmasına sebep olan olaylar zincirinin yaşanmasını sağladığı gerçeği.

    1900'lerin başında berlin'de yaşayan ve eski bir matematik öğretmeni ve avcı olan wilhelm von osten'in atı olan hans, sahibinin yoğun eğitimleri sonrasında müthiş yeteneklere sahip oluyor. yaptığı gösterilerle ''akıllı hans'' (ing. ''clever hans'', alm. ''der kluge hans'') lakabını kazanan bu tatlış at, görünüşe göre 100’e kadar olan sayma sayılarını ve 10’a kadar olan sıra sayılarını (birinci, ikinci, ...gibi) biliyor. ancak bilgisi sadece otomatik bir sayma yapmaktan ibaret değil. kendisine sorulan bu sayıları bağlam içinde kullanabiliyor. örneğin “kaç seyircinin şapkası var?” sorusuna sağ ayağını yere vurarak doğru yanıt verebiliyor. sayma sayılarını kolayca dört işlemde kullanıyor, kesirli sayılarla işlem yapabiliyor. mesela “1/2 ile 2/5’i toplarsam kaç eder?” sorusuna önce pay sonra paydayı sayarak veriyor: 9/10 – (yapamadıysanız üzülmeyin zira ben de yapamadım ama sonuçta biz bir at değiliz ve wilhelm von osten’in disiplinli eğitiminden faydalanma şansımız olmadı.

    akıllı hans’ın matematik yeteneklerinin bir başka örneğini de “39728127 sayısına 8 rakamından sonra virgül koyarsak elde edilen sayının onlar basamağı kaç olur?” gibi sorulara inanılmaz doğrulukla yanıt verebilmesinde görmek mümkün.

    akıllı hans sadece matematik alanında yetenekli bir at değil. sahibi wilhelm von osten atına küçük harflerle yazılmış almanca kelimeleri okumayı öğretmiş. önüne koyulan pankartlar üzerinde kendisinden istenen kelimeyi doğru bir şekilde seçebiliyor. bir kaç kelimeyi ise kodlayabiliyor. müzik ve hafıza becerileri de kayda geçmiş. daha önce gördüğü yüzleri hatırlayabiliyor ve bir çok insana kısmet olmayan müzik bilgisi ile zamanının en az on üç melodisinin notalarını vuruşları ile hatırlıyor. hatta kendisine dinletilen bir melodinin kulağa hoş gelip gelmediğini bile kafasını iki yana sallayarak yanıt verebiliyor, “hangi nota çıkarılırsa hoş bir melodi elde edilir?” sorusuna kulağı tırmalayan notanın dizi içerisindeki yerini ayağıyla sayarak yanıt veriyor.

    şimdi buraya kadar olan kısım oldukça ilginç. bir 'at' hayvanının zeki bir canlı olduğunu, iyi (ve yoğun) bir eğitimle bir şeyler öğretilebilecek olabileceğini hepimiz az çok tahmin edebiliriz. ama hans'ın sergilediği olağan dışı yetenekler bizim gibi birçok kişinin de dikkatini çekmiş. zamanın önde gelen bilim insanı birleşip bir komisyon kurmuşlar. ''hans komisyonu'', saygın bilim insanları, eğitimciler, askerler, bir kont ve bir sirk sahibinden oluşuyor ve hans'ın gerçekten bu harika yeteneklere sahip olup olmadığını, sahibi von olsen'in hilebaz bir gösterici mi, yoksa gerçek bir at eğitmeni mi olduğunu belirlemeye çalışıyorlar.

    yaptıkları incelemeler sonucunda ''altında imzası olan bizler bay von osten’in atının becerileri konusunda soruları soran kişinin kasıtlı bir etkilemede ya da yardımda bulunmadığına karar verdik'' ortak kanaatine varan komisyonun, bu dosyayı olduğu gibi devrettikleri biyolog ve psikolog oskar pfungst'un daha sonra çıkardığı sonuçlara ulaşmaktan uzak oldukları aşikar.

    pfungst, olaya yine şüpheyle yaklaşmış ve olanları tamamiyle kabullenmemiş. yazdığı “bay von osten’in atı: akıllı hans” adlı kitabının önsözünde ''hans’ın başarıları, ilk olarak soruyu soran kişinin en küçük hareketini bile algılayacak becerilerinin tek taraflı olarak gelişmiş olmasına bağlıdır; ikinci olarak gene atın kendisinde var olan yoğun ve sürekli bir dikkatin varlığına, son olarak da algıladığı hareketleri kendi az sayıda hareketi ile ilişkilendiren kısıtlı hafızasına bağlıdır.'' demiş. bu kitabında etraflıca anlattığı şey tam olarak ''ideomotor etki''nin karşılığı.

    şimdi bu ideomotor denen şey tam olarak psikolojik olarak ispatlanmış bir kavramdan çok bir 'fenomen'. ilk olarak faraday'ın 1800'lü yılların başında ortaya attığı bu fenomene göre her insan, cevabını bildiği bir soruyu karşı tarafa ilettiğinde, doğru cevabı alana kadar ve doğru cevaba ulaştığında (tabii ki farkında olmadan) fiziksel tepkiler veriyor. bu tepkileri doğru şekilde analiz edebilen herkes (ki burada mevzumuz bir at) bu yöntemle doğru cevaba ulaşana kadar soruyu soranın mimiklerinden, el ve vücut hareketlerinden yararlanabiliyor. falcıların, büyücülerin ve ruh çağırıcıların sıklıkla kullandığı bu tekniği kullanmayı bilen herkes, -cevabını bilmediği halde- doğru cevaplara ulaşabiliyor.

    şimdi bu atı tekrar düşünelim. pfungst'a göre hans, aslında karmaşık matematik sorularını çözemiyor. melodilerdeki nota yanlışlarını teşhis edemiyor. kelimeleri heceleyip yazılanları okuyamıyor. sadece ama sadece cevabı bilen insanların verdiği tepkileri doğru anda anlayarak baş ve ayak hareketlerini yapmayı kesiyor. pfungst'a göre hans'ın bakıcı dışındaki kişilere de doğru cevap verebildiğini gösterdi. bu, hile olasılığını ortadan kaldırıyordu. ancak hans, sadece soru soran kişi doğru cevabı biliyorsa cevap verebiliyor, ayrıca soru soranı görmesi gerekiyordu. bakıcı doğru cevabı bildiğinde, hans'ın cevapları %89 oranında doğru oluyordu. ancak bilmediğinde, bu oran %6'ya düşüyordu.

    pfungst olayı dikkatle incelediğinde, atın toynağı yere doğru sayıda vurmaya yaklaşınca, soru soranın duruşunda ve yüz ifadesinde gerilim ifade eden küçük değişimler olduğunu fark etti. tam doğru sayıda toynak vuruşundan sonra bu gergin ifade yerini rahatlamaya bırakıyordu. böylece hans'a durması için gereki sinyal veriliyordu.
  • belki daha önce yazılmıştır ama şu soğuk kış günlerinde (bkz: ankara soğuğu) az önce su sayacının donmasına karşı uygulanacak bir yöntem ufkumu iki katına çıkarmıştır.

    eğer üçlü kablo uzatma şansınız varsa sayaca saç kurutma makinesi ile yaklaşık 5 dakika müdahale ederek suyunuzun şırıl şırıl akmasını sağlayabilirsiniz.
  • sabırlı olmak...
hesabın var mı? giriş yap