• woman aslında wife of man'ın kısaltılmış halidir.
  • bu başlıkta endless loop var. bu başlıktan alınan bilgi facebook vs dağılıyor sonra bir sözlük yazarı görüp başlıkta aramadan buraya giriyor, sonra döngü devam ediyor. iyi loop yaptı.
  • jupiterin yuzeyine ayak basarsak ne olur?

    hepimizin malumu olduğu üzere jupiter bir gaz devi. yani gazdan bir gezegen. yani üzerinde koşup zıplayabileceğiniz katı bir yüzeye sahip değil. dolayısıyla gazdan bir gezegene bir astronot ayak basarsa ne olur sorusu uzun zamandır aklımın bir köşesindeydi. bu sabah biraz araştırma yaptım ve amme hizmeti olsun diye de siz romalıların beğenisine sunuyorum. *

    öncelikle atmosferden başlayalım. çok büyük bir kısmı hidrojen. oksijen yok. dolayısıyla bize oksijen sağlayacak bir uzay giysisine ihtiyacımız olacak. ayrıca belirtmekte fayda var, jupiterin atmosferinde aynı dünyanınkine benzer bir şekilde bir üst limit yok. yani atmosferin üst tabakalarındaki gazlar gittikçe inceliyor ve en sonunda "gezegenler arası boşluk"la ayırt edilemez bir halde ihmal edilebilir bir seviyeye kadar düşüyor gaz yoğunluğu. bu arada meraklısı için "gezegenler arası boşluk" ile "boşluk" yani true vacuum farklı şeyler. meraklısı için

    https://en.wikipedia.org/…i/vacuum#electromagnetism

    https://en.wikipedia.org/…iki/interplanetary_medium

    neyse devam edelim. bize oksijen sağlayacak bir uzay giysimiz olduğunu farzedelim ve bir uzay aracı bizi jupiterin görünür atmosferinin dışından jupiter yüzeyine doğru bıraksın. jupiterin yüzeyinden 300,000 km uzağındayken bile hemen ölürüz, çünkü radyasyon had safhada. demek ki bir de radyasyon geçirmez bir süper-giysiye ihtiyacımız var. hadi o da var diyelim. bu durumda jupiterin inanılmaz büyük kütlesinin çekimine maruz kalırız ve daha atmosferin en üst katmanlarındayken bile 2.6g yerçekimi ivmesini yeriz. bu durumda ne mi olur? hani dünya atmosferine giren meteorlar aniden yanıp parıldıyor ya, işte ondan oluruz. hadi süper-giysimiz bunu da halletti diyelim.

    artık jupiterin atmosferinde orta katmanlara geldik. burada atmosfer biraz daha kalın ve etkili ivme dünyadakiyle hemen hemen aynı (1g). atmosferin biraz daha kalın olması sebebiyle terminal hızımız kabul edilebilir seviyede. gerçi kabul edilebilir dediğime bakmayın, gene de saatte 3200 km hızla jupiterin yüzeyine doğru düşüyoruz. bununla birlikte bu hız, bizi sürtünmeden dolayı oluşacak ısınmayla yakacak kadar yüksek değil.

    madem radyasyon geçirmeyen bir süper-giysimiz var, neden bir de süper paraşütümüz olmasın? ve bu paraşüt bizi saatte 360 km gibi yavaş bir hızla yüzeye doğru indirsin. gitgide atmosferin alt katmanlarına doğru yaklaşıyoruz ve artık aşağılarda bulutlar görünmeye başladı. ayrıca bu yüksekliklerde sıcaklık da 0 c civarı yani gayet rahat sayılırız. bu rahatlıkla gitgide yaklaşan bulutları inceliyoruz ve o da ne bulutlar aynı dünyadaki gibi görünüyor, sadece birazcık kahverengi. çünkü bu bulutlar amonyum hidrosülfit ve amonyum sülfitten yapılma. artık basınç 2g (dünyanın atmosferik basıncının 2 katı) civarı ve iç kulağınız ve sinüsleriniz biraz zorlanarak da olsa bu basıncı bir şekilde iç basıncınızla dengelemeyi başarıyor.

    yaklaşık 10 dakika sonra, jupiterin yüzeyine doğru düşmeye devam ettikçe 4g basınç seviyesine ulaşıyoruz (dünyanın atmosferik basıncının 4 katı). bu basınç suyun yaklaşık 30 m altında yediğimiz basınçla aşağı yukarı eşdeğer. bu noktada bir başka sorunumuz da sıcaklık. artık -40 c civarındayız. ama ne kadar şanslıyız ki bir süper-giysimiz var ve bizi bir şekilde ısıtmayı başarıyor. dışarıdaki sıcaklık bu kadar düşük olunca, içinden geçtiğimiz bulutlar bile donmuş. buzul bulutların arasından ışık da çok az miktarda geçiyor. dolayısıyla etraf baya karanlık. ayrıca saatte yaklaşık 720 km hızla esen rüzgarda cabası. işler biraz zorlaşmaya başladı.

    ama süper-giysimiz sayesinde bir 15 dakika daha bütün bu zorluklara dayanıyoruz ve düşmeye devam ediyoruz. artık basınç 10g. bu arada bu zamana kadar süper-giysimizin bize sağladığı hava karışımı da değişmek zorunda, çünkü bu kadar ağır basınç altında yanlış oranlardaki oksijen - azot karışımları kesinlikle zehirleyici. neyse ki sihirli süper-giysimiz bize her türlü basınç altında gereken oksijen-azot karışımını yeterli ölçüde veriyor. ayrıca dışarıdaki sıcaklık da ılık bir bahar günü gibi 23 c civarında.

    bir 25 dakika sonra artık zorlanmaya başlıyoruz. bu seviyede ışık hiçbir şekilde size ulaşmıyor ve artık mutlak karanlıktayız ayrıca sıcaklık da 100 c civarı ve hızla artmaya devam ediyor.

    birkaç dakika sonra sıcaklık 200 c ye çıkıyor. paraşütümüz parçalanıyor ve süper-giysimiz de artık limitlerinde. ama düşmeye devam ediyoruz. basınç ve buna bağlı olarak yoğunluk çılgınca artıyor.

    bu basınçta atmosfer de artık gaz halinden akışkan hale geçmiş durumda. yani sıvısal özellikler gösteriyor. yani suya batıyor gibi yavaş bir şekilde düşmeye (batmaya) devam ediyoruz. atmosferik basınç artık 1000g'nin üzerinde. bu basınçta süper giysimiz basınca dayanıklı olduğu için bütünlüğünü koruyor ama vücudumuz o kadar şanslı değil. ölüyoruz. bu seviyedeki basınç, vücudumuzun katısal bütünlüğünü bozuyor ve artık sıvı şeklinde bir yapıdayız. sıvılar (neredeyse) sıkıştırılamaz olduğu için süper-giysimiz ve içinde sıvı haldeki vücudumuz "batmaya" devam ediyor.

    artık jupiterin yüzeyinin içine düşmüş durumdayız. basınç 10000g'nin üzerinde. sıcaklık 5000 c civarı. süper-giysimiz ve ölü-sıvı bedenimiz batmaya devam ediyor...

    ta ki 2,000,000g civarı bir basıncın olduğu derinliğe kadar jupiterin içine doğru batmaya devam ediyoruz. burada artık duruyoruz, çünkü yoğunluk artık 1000 kg/m3 ya da 1g/cm3'e ulaşmış durumda. yani neredeyse suyun yoğunluğu ve bizim de ölü-sıvı bedenimiz hemen hemen bu yoğunlukta. dolayısıyla bu seviyede kalıyoruz. ölü-sıvı bedenimiz big-cruncha kadar jupiterin derinliklerinde yüzmeye devam edecek...
  • bira ile votkayı karıştırınca* kırmızı tuborgun oluşması.
  • beyin ve evrimdir.
    bu ikisi hakkında kitaplar okuyun anlarsınız.
    muazzamlardır.
    sizde yarattıkları etkiden sonra dünyaya farklı bir bakış açısı ile bakarsınız.
  • kapali otoparklara girerken yapilan hizli bagaj kontrolünün yillarca bomba var mi diye yapıldığını sanip; aslinda bomba degil de lpg var mi diye olduğunu ogrenmek.

    muhtemelen aforoz edilebilirim bunu yeni öğrendiğim icin ama yillarca "bu ne sacma bomba kontrolü, belki yanimda saklıyorum" diye insanlara bok atip, dogrusunu 2016'da ogrenip yutmam; ufkumu milyarlarca katina cikartti!
  • (bkz: ruh ikizini bulma ihtimali)

    hesaplaması oldukça zor bir ihtimal.

    ilk soru şu: ruh ikizin hayatta mı? bugüne kadar yüz milyar civarında insanın yaşadığı düşünülüyor. rastgele eşleştirildiysek eğer ruh ikizlerimizin yüzde 90'ı şu an ölü maalesef.

    ikinci soru şu: ruh ikizin doğdu mu? sonuçta senin ruh ikizin eğer geçmişte ölenler arasındaysa, senin ruh ikizinin ruh ikizi uzak gelecekte demektir. bu durumda da ortaya iç karartıcı bir sonuç çıkıyor.

    son olarak bir de aynı zamanda yaşadığınızı düşünelim: hatta aynı yaş aralığında olduğunuzu var sayalım. böyle bir sınırlama getirdiğimizde bile yarım milyar insandan oluşan bir eşleşme havuzu oluşuyor.

    bir de cinsel yönelim ve cinsiyet sorunları da var. kültür, dil sorunları var. yine de aşkın büyülü olduğunu düşünerek bunları göz ardı edelim bakalım.

    her bir allahın günü göz göze geldiğiniz insan sayısı yaşadığınız yere göre farklılık gösterir. bu sayı sıfırla binler arasında değişir. bunların yüzde 10'u sizinle aynı yaş aralığında olsa bir hayat boyu bu sayı 50.000 civarında olacaktır. yarım milyar potansiyel ruh ikiziniz varsa onu bulma ihtimaliniz on binde bir demektir.

    bunun için bir makine geliştirildiğini var sayalım. böyle online, chatroullette tarzı bir şey. herkes günün sekiz saati bu sistemin başında beklese bile herkesin eşleşmesi onlarca yıl alacaktır. asıl sorun şu ki sırf ruh ikizinizi bulmaya yirmi yılınızı harcayacak vaktiniz var mı? çok zenginseniz belki. yani en zengin yüzde 1'lik kesim içindeyseniz ruh ikizinizi yüzde 1'lik ihtimalle bulursunuz.

    sonuç: ruh ikizini teoride bulmanız imkansıza yakın.

    kaynak: farz edelim ki, randal munroe, pegasus yayınları, 2016.
  • (bkz: #60679271) numaralı entry'e cevaben ;

    scorpions'un destin parçasının hikayesi ; arka planda şarkıyı açıp öyle okuyun lütfen..

    mon destin inscrit en toi (kaderim sana yazılmış)

    eski efsanelere göre "destin" diye bir tanrı vardır.

    destin, insanları dünyaya ruh eşi ile birlikte yollamakla görevli bir tanrıdır.

    yani mutlaka herkes ömürlerinin bir döneminde kendi ruh eşi, "destin"i ya da bugünkü adıyla "kaderi" ile karşılaşacaktır. destin'in görevi bu..

    ancak destin, bu görevini yapma konusunda biraz "muzip" bir tanrı..

    gerçek kaderiniz ile karşılaşmadan önce destin size sürpriz sahte "destin"'ler gönderir ve sizi kandırmaya çalışır.

    bu şartlar altında herkesin 3 farklı şansı vardır önünde..

    ihtimal 1: kendi "destin"'inle karşılaşırsın ancak onun senin ruh eşin olduğunu fark edemezsin.. ömür boyu mutsuz olursun.

    ihtimal 2 : destin ile karşılaşmadan önce sahte bir başkasına kanarsın. onunla ömrünü birleştirirsin. daha sonra "destin"'in illa ki karşına çıkacaktır ama iş işten geçmiştir. ömür boyu mutsuz olursun.

    ihtimal 3: ömür boyu gerçek ruh eşini beklersin. karşına çıkan diğer sahtelere kanmadan bir gün karşına çıkıverir. sonsuza kadar mutlu olursun

    yani mutlu olmak için üçte bir şansın var..

    bazen korkuyorum ya karşıma çıktı ve kaçırdıysam diye..

    neredesin ey destin.. gel artık ..
  • marshmallow'un kökeninin marshmallow plant diye de geçen hatmi çiçeğinden geldiğini öğrenmek. benim ufkumu iki katı olmasa da hafiften açtı.
hesabın var mı? giriş yap