• evrimsel acidan bakildiginda aslinda ben de bir recep tayyip erdoganmisim.

    "milyonlarca yıl boyunca insanlar küçük hayvanlar avladılar, ne buldularsa onu yediler ve aynı şekilde büyük avcılar tarafından avlandılar. ancak 400 bin yıl önce çeşitli insan türleri büyük av hayvanlarını avlamaya başladı ve ancak 100 bin yıl önce homo sapiens'in ortaya çıkışıyla insan besin zincirinde yukarı zıpladı. orta sıralardan yukarı doğru atılan bu büyük adımın çok önemli sonuçları oldu. piramidin tepesindeki aslan ve köpekbalığı gibi diğer hayvanlar, bu pozisyona kademeli olarak milyonlarca yıl içinde yükselmişti. bu da, ekosistemin çeşitli kontrol ve denge mekanizmaları üreterek, aslanların ve köpekbalıklarının ortalıkta terör estirmelerini engelledi. aslanlar daha ölümcül oldukça ceylanlar da daha hızlı koşmaya, sırtlanlar daha iyi iş birliği yapmaya, gergedanlar daha saldırgan olmaya başladı. buna karşın, insan tepeye o kadar hızlı çıktı ki, ekosistemin gerekli ayarlamaları yapacak vakti olmadı, ve buna ek olarak insanlar da bu değişime ayak uyduramadı. gezegendeki büyük avcıların çoğu muhteşem yaratıklar; milyonlarca yıl süren hakimiyetleri sayesinde kendilerine olağanüstü derecede güveniyorlar. sapiens ise adeta bir muz cumhuriyetinin diktatörü gibi. daha yakın zamana kadar savandaki orta hâlli yaratıklar olduğumuz için hâlâ korku ve endişe doluyuz, ve bu da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor. ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor."
    (bkz: hayvanlardan tanrilara sapiens)

    bu gercegi öğrenmek hem neden böyle manyak bir tur olduğumuz konusundaki merakimi giderdi hem de cok aci koydu.
  • şam'da fıstık yetişmemesi ve şam fıstığının asıl adının "halep fıstığı" olması. ufkumuz iki katına çıkmasa da fıstık kadar genişlemiştir.
  • hep merak ettiğim, aşağıda sözünü ettiğim aletin ne şerefsiz bir alet olduğu.

    hayallerimizle oynadılar! oyuncak kapma makinesinin ardındaki zalım teknoloji bakın neymiş?

    dostlar, romalılar! yıllardır kandırılıyormuşuz da haberimiz yokmuş. hemen hepimiz bu oyunun kaybedeniymişiz. çocukluğumuzda bize hayatın gerçeklerini gösteren, bizi kaybetmeye alıştıran, büyüdüğümüzde ise sevgilimize almak istediğimiz o küçük hediyeye mani olan kıskaç makineleri aslında tamamen kandırmacaymış. buyurun siz de görün, bundan sonra bu yalana ortak olmayın. yapılan araştırmalarda, bu makinenin kar etmeden oyuncak vermediği kanıtlanmış.

    tarihçi phil writer, bu tarz aletlerin kullanım kılavuzlarını incelemiş ve oldukça şaşırtıcı bir şey keşfetmiş. şöyle ki; bu tarz makineler sadece kar ettikten sonra bizlere o 'kazandığımızı' zannettiğimiz oyuncakları veriyor.

    bununla bitmedi! kumpasın ne kadar derinlikli olduğunu görünce gözlerinize inanamayacaksınız.

    düzeneğe göre, makinenin bir güç sistemi var ve oyuncağı almak için bu güç sisteminin tam kapasitede çalışması lazım. işin çakallığı, bu sistem genelde tam çalışmıyor. bizden istedikleri parayı aldıktan sonra, her 21 denemeden sadece bir tanesinde güç tam kapasite çalışıyor ve o 'talihli' kazanıyor. fakat hemen umutlanmayın. zira bu oyunu art arda 21 kere oynasanız bile ne zaman kazanacağınız garanti değil. çünkü bu güç rastgele veriliyor.

    hem paramız hem de duygularımızla oynuyorlar!

    hani tam kazandım dediğimiz, içimizde havai fişeklerin patladığı an, o lanet ayıcığın ellerimizden kayıp aşağı doğru süzülüşünü onlarca kez yaşamışızdır. ''işte bunu da bilerek yapıyorlar'' diyorsanız, haklısınız. çünkü yazılım öyle bir programlanmış ki, bizi kazanabileceğimize inandırıp sonra kaybettirerek bir kez daha bu bataklığa sürüklenmemize sebep oluyorlar.

    sorun sizde değil, sizin masum duygularınızı acımasızca sömüren bu makinede!

    kaynak: https://onedio.com/…rdindaki-zalim-teknoloji-525108
  • einstein'in pek ünlü e=mc^2 formülü. hepimiz az çok ne anlama geldiğini biliyoruz: eşitliğin solunda bulunan 'e' simgesi enerjiyi (energy), sağ taraftaki 'm' kütleyi (mass) ve 'c' de ışık hızını (celeritas) temsil ediyor. yani diyor ki; aslında kütle, enerjinin bir başka formudur. herhangi bir maddenin içinde çok büyük miktarlarda enerji bulunmaktadır.

    bu kadarını sadece formüle bakarak anlayabiliyoruz, ama bu formül felsefi olarak da çok derin. bir nevi hayatın kaynağını da açıklıyor. formül teknolojik olarak çağ atlamanın kapısını aralamıştır evet ama aynı zamanda felsefi olarak da insana çağ atlatmıştır. bunu açıklayabilmek için bir örnek verelim. geçenlerde popüler bir bilim sayfasında şöyle bir soru gördüm: güneş'i söndürebilmek için ne kadar su gerekir?

    ne kadar su olursa olsun, güneşi söndürmeye yetmez; çünkü güneş yanmıyor! su ile söndürebileceğimiz reaksiyonlar kimyasal reaksiyonlardır. güneş'de olanlar ise kimyasal değil nükleerdir.

    güneş'in çok büyük bir kısmı hidrojenden oluşur. o kadar çok hidrojen vardır ki, bunların bir araya geldiklerinde oluşturdukları yerçekimi kuvveti devasa boyutlara ulaşır. ara katmanlarda kalan hidrojen atomları maruz kaldıkları bu devasa kuvveti kaldıramaz ve atom bağları kopar. bu kuvvet iki hidrojen atomunu adeta içiçe geçirir ve tek protonlu hidrojen atomları çesitli kombinasyonlarda birleşerek helyumu oluştururlar (buna nükleer füzyon denir). aradaki kütle farkları da enerjiye dönüşür (bu enerji ışık ve çok çeşitli atomaltı parçacık formunda uzaya dağılır), bu kütle farkı çok az gibi gözükebilir ama bunu c^2 ile çarpınca ortaya çıkan meblağın boyutunu idrak edebiliriz.

    (dolayısıyla aslında yeterince kütleye sahip her şey yıldıza dönüşür. örneğin, jupiter çok büyüktür ama kütlesi sahip olduğu hidrojen atomlarını ezmek için yeterli değildir ve yanamaz. ancak meteorlarla zaman içinde sürekli kütlesi artmaktadır ve eğer güneş sisteminin ömrü yeterse bir noktadan sonra jupiter de bir yıldız olma potansiyeline sahiptir.)

    toparlarsak güneş'de olan şey tamamen yerçekimi ve atomun yapısı ile alakalıdır. zaten güneş'e su ile yaklaşamayız, daha güneş'e varmadan su buharlaşıp uzaya dağılır ama diyelim ki hadi bir şekilde güneş'e su döktük, bu onu söndürmez tam tersine toplam kütleyi ve dolayısıyla yerçekimini artıracağı için nükleer reaksiyonu hızlandırıp daha hızlı yanmasına sebep olacaktır.

    e=mc^2 formülünden önce güneş'de neler döndüğünü bilmiyorduk, bu formülden sonra taşlar yerine oturdu ve insanlığın o ana kadarki gözlemleri bir anlam kazandı. artık insan evrendeki yeri hakkında elle tutulur birtakım teorilere sahip.

    yani özetlersek, güneş'de yerçekiminin etkisi ile madde enerjiye dönüşür ve (öyle sanıyoruz ki) her şey mikroskopik bir canlının bu enerjiyi kullanabilmeyi öğrenip ilk kez fotosentez yapmasıyla başlamıştır.

    edit: ygs, ales ya da kpss'ye mi hazırlanıyorsunuz? daha genel olarak ösym tarafından düzenlenen bir sınavın matematik kısmına hazırlanıyorsanız eğer, çıkmış soruların konu anlatımlı bir şekilde çözüldüğü bu youtube kanalı ilginizi çekebilir: https://www.youtube.com/…pykbi76_lbzorfra/playlists
  • bazı hastalıklar için kullanılan ilaçların yan etkilerinin hiç alakası olmayan bazıı hastalıkların tedavisinde kullandığı öğrendiğim şeydir.
    oh
  • grev yapmak, ya da greve gitmek kelimesinin kökeni, fransa'nın greve meydanında, işten çıkartılan insanların toplanarak protesto yaptıgı yerdir. sanırım sene 1800'ler.
  • person of interest dizisindeki şu meşhur pi sayısı sahnesi.

    bildiğimiz gibi pi, çemberin çevresinin çemberin çapına bölünmesiyle elde edilen sabit bir sayı. ve bu sayı öyle mucizevi ki bir sonu yok. 3.14159265359 şeklinde başlayıp karışık bir şekilde, tekrar yapmadan sonsuza kadar gidiyor.

    dizide bununla ilgi enteresan kısım ise pi sayısının içinde hepimizle ilgili bilgilerin gömülü olduğu bilgisinin paylaşıldığı sahne. mesela tc kimlik no'larımız(dizide bu kısımda social security number örneği veriliyor), doğum tarihlerimiz, cep telefonu numaralaramız, kart şifrelerimiz. eğer bu sayı sonsuza gidiyor ve hiç tekrar yapmıyorsa böyle bir şey mümkün çünkü.

    aslında bu hepimizin bildiği ama farkında olmadığımız bir gerçek. pi, kendisine adanan bir gün(14 mart) olmasını hak edecek kadar özel ve mucizevi bir sayı.

    kendisini saygıyla selamlıyorum.

    washe arkadaşımızın hatırlatmasıyla sahnenin linki

    bendenbukadar arkadaşımızdan da bir ekleme geldi; aynı durum 2'nin karekökü için de geçerliymiş. onun da yaklaşık değeri: 1.41421356237…

    not: başlıkta konu daha önce işlenmiş ama verdiğim örneklerin daha şaşırtıcı olduğuna inandığım için tekrar yazmak istedim. şimdiden kusura bakmayın diyorum.
  • patatesin aslen zehirli bir bitki türü olduğu...
    çiçeklerinin böyle açtığı: http://www.floristtaxonomy.com/…8948_8a0baffc9c.jpg
    yediğimiz yumrunun, bitkinin tek zehirsiz kısmı olması...
    güney amerika kökenli olması...
    ilk olarak peru'da 7.000 yıl önce ekilmesi...
    buna karşın avrupa'ya ve bize ancak 1540'larda gelmesi...
  • güneşin diğer gezegenlerden görüntüsü.

    fizikten yola çıkarak, güneşin hangi uzaklıkta ne parlaklıkta olacağı hesaplanabiliyor. hesaba göre güneş diğer gezegenlerden tahminen şöyle gözüküyor:

    merkür - güneşe uzaklık 58 milyon km

    venüs - uzaklık 108 milyon km

    mars - uzaklık 228 milyon km

    jüpiter (uydusu europa'dan) - uzaklık 779 milyon km

    satürn - uzaklık 1,43 milyar km

    uranüs (uydusu ariel'den) - uzaklık 2,88 milyar km

    neptün (uydusu triton'dan) - uzaklık 4,5 milyar km

    pluto - uzaklık 5,9 milyar km

    çizimler: ron miller

    bonus: dünya - uzaklık 150 milyon km

    kaynak
  • müziğin aslında ne kadar matematiksel olduğu.

    (uzun bir yazı olacak yazıyla daha güçlü bir bağ kurabilmeniz için görselleler kullanacağım.)

    nota olarak bildiğimiz sistemin temelleri 2600 yıl kadar önce pisagor tarafından atılmış. evet bildiğimiz geometri ve matematiğin babalarından biri olan pisagor.

    pisagor bir gün demir atolyesinin önünden geçer. pisagor, demir ustalarının demir çubukları döverken çubuklardan çıkan seslerin birbirinden farklı olduğunu keşfeder. genellikle uyumsuz sesler çıkaran çubukların nadiren de olsa birbirleriyle uyumlu sesler çıkardıklarını fark eder. pisagor, çubukların hangi şartlar altında aynı ya da benzer sesleri çıkarttıkları üzerinde araştırma yaptığında büyüleyici bir gerçekle karşılaşır.

    demir çubukların arasında basit bir bağlantı varsa 1/2 gibi, örneğin 50 cm ve 100cm'lik çubukları baz alalım, bu çubukların hemen hemen birbiriyle aynı sesleri çıkardıkları görülür. eğer basit bir ilişki yoksa, diyelim 50 cm ve 87 cm ise birbiriyle uyumsuz sesler çıkardıkları görülür.

    bu pisagor ve öğrencileri için pisagor'un okulunda önemli bir heyecan yaratır ve araştırmaya devam ederler. 1/2 oranında olan çubukların sesleri o kadar çok uyumluymuş ki çıkardıkları sesler aynı olduğundan bunlara farklı isim verilmez. ancak 2/3 oranı için araştırma yaptıklarında her çubuk için farklı sesler çıktığını fark ederler.1/2 ve 2/3 oranları

    100 cm'lik bir çubuk alıp her defasında 1.5 kat attırırlar. 100 cm'lik bir çubuk alıp her defasında 2 kat arttırdıklarında en üstteki notaların değerinin birbirlerine çok yakın olduklarını fark ederler.

    bundan sonra üretilecek notalar bu çubuklarla aynı sesi vereceği anlaşıldığından pisagor ve öğrencileri bu sistemi kullanarak farklı nota sayısının 12 olduğunu görürer. çubukların arasında uzunluk farkından dolayı hiçbir sanatçının bu ses aralıklarında şarkı söyleyemeceği göz önüne alınıp her çubuk 1/2 oranında kesilir. (sonuçta 1/2 oranındaki çubuklar aynı sesi veriyorlardı)

    günümüzün batı müziğindeki 12 nota 1/2 ve 2/3 oranında oluşturulmuş bu çubuk sistemine dayanıyor. antik çağlarda birbirine uyumlu 7 nota o zamanlar için yeterli görülür sonradan bu 7 notaya bir nota daha eklenerek 8 notaya ulaşılır. bu 8 nota major ses dizisi veya major gam adını alır. latince'deki octavus tanımından yola çıkılarak bu 8 notaya toptan octav adı verilir.

    pisagor'un sistemine dayanan 12 notalık batı müziği enstrumanlarında bu oranları görebilirsiniz. özellikle pianoda fark edilebilen bu sistemde, pianoya üstten baktığınızda tellerin uzunluk oranlarının grafiklerdekilerle paralel olduğunu görürsünüz. gitar da ise tellerin uzunluları aynı olduğundan ilk anda bu oranları görmek kolay değil. gitar da üzerine basılmamış bir telin uzunluğuna 1 derseniz, 7.perdeye bastığınızda uzunluğun 2/3 oranında kısaldığını görürsünüz. aynı şekilde kaval gibi üflemeli bir çalgıda da aynı şeyi görebilirsiniz.

    peki 1/2 ve 2/3 oranları neden kulağa hoş geliyor? doğada bulunan her ses temel frekans ve armoniklerin bileşiminden meydana geliyor. temel frekansla armonikler arasında basit bir ilişki olması gerekiyor. müzik aletlerinin çıkardığı seslerde bu oran belli bir sırayı takip ediyor. 1.armonik 2.armoniğin 1/2 katı. 2. armonik 3. armoniğin 2/3 katı. pisagor ve öğrencilerinin demir çubuklarda keşfettiği gibi.

    notaların adları da 10. yüzyılda besteci ve müzik teorisyeni olan guido d'arezzo'un bestelidiği bir ilahinin her satırının ilk hecesi alınmasıyla oluşuyor. ilk notanın hecesi olan 'ut'un uzatması zor olduğundan daha sonra 'do' olarak değiştirliyor.

    aralarında 1/2 veya 2/3 oranı bulunmayan karmaşık notalardan iyi müzik çıkmaz diye de düşünmeyin. örneğin pianoda iki komşu notayı aynı anda çaldığınızda buna minor ikili deniyor. bunlar kulağa hoş gelmeyen sesler. ama bu iki notayla birçok duyguyu vermek mümkün. 1974 yılında ünlü yönetmen steven spielberg, film müziği bestecisi olan john williams'tan ünlü filmi olan 'jaws' için beste yapmasını ister. filmin müziğinin çok görkemli olması gerektiğini düşünen spielberg, williams yanına gelip film için bestelediği sadece iki notayı çalınca bunu basit bir fikir olarak görür.

    o ünlü iki nota.

    fakat izleyici üzerinde uyandırdığı gerginlik hissini gören spielberg bu temanın kullanılmasına karar verir. hatta çekimler sırasında uzaktan kumandalı köpek balığı maketi bozulduğunda görsel kullanamadıkları için sadece bu temayı kullanarak izleyiciye köpek balığının yaklaştığı veya uzaklaştığı duygusunu verdiklerini fark ederler.

    spielberg bir röportajında williams'ın yaptığı müziği olmasaydı filmin başarısının yarı yarıya olacağını söyleyerek filmin müziğinin görselin önüne geçtiğini ifade eder. hatta jaws, starwars'tan önce en çok gişe rekorları kıran film olur ve oscar'a layık görülür.

    müzik benim becerebildiğim bir alan değil. ne ritm zekam var ne güzel bir sesim. teorik bilgim olmadığı için bu konuda yazdıklarımda yanlışlık görüseniz mesaj atıp düzeltmem konusunda ricada bulunabilirsiniz. kaynak da, bugün trt belgesel kanalında izlemiş olduğum bir program. işin içine matematik de girince baya ilgimi çekti sizlerle de paylaşmak istedim. aşağıya programın videosunu koyuyorum. bence trt belgesel çok güzel bir şeye imza atmış. takip etmenizi önerebilirim nacizane.

    kaynak: sesten müziğe

    sevgiler :)
hesabın var mı? giriş yap