• şu an uzayda bir yerden dünyamıza bakınca hala dinazorların görülüyor oluşu...
  • ekşi sözlüktür..
  • madem doviz onemli bir barometre* tarihten onemli bir barometreyle ufuklari parlatalim.

    bu soru kopenhagen daki bir universitenin fizik sinavindan alinmistir:

    "bir gokdelenin yuksekligini barometre ile nasil bulursunuz, anlatiniz."

    ogrencilerden birinin cevabi: "barometrenin ucuna bir ip baglarsiniz.
    sonra gokdelenin tepesinden asip sallarsiniz. barometre yere degdiginde
    ipin boyuyla barometrenin boyunun toplami gokdelenin yuksekligini
    verecektir."

    bu oldukca orijinal cevap hocayi cileden cikartmaya yetti ve ogrenci
    dersten kaldi. ogrenci cevabinin dogrulugu konusunda itirazda bulundu ve
    universite durumu cozmek icin baska bir hoca gonderdi.

    bu noktada ogrenci hakkinda ne dusunurdunuz? sizin karariniz ne olurdu?
    cocuk kalmali mi gecmeli mi ?

    yeni hoca, cevabin aslinda dogru olduguna fakat kayda deger bir fizik
    bilgisinin varligini gostermedigine karar verdi. sorunu cozmek uzere;
    ogrencinin en azindan asgari bir temel fizik bilgisi olup olmadigini
    anlamak icin ona alti dakika vererek sorunun sozlu cevabini vermesi kararini
    aldi. ılk bes dakika genc sessizlige gomuldu. alni dusunced kiris kiris
    olmustu. hoca zamanin tukenmekte oldugunu hatirlattiginda genc cesitli
    cevaplarinin oldugunu fakat hangisini kullanacagina karar veremedigini
    soyledi. tekrar acele etmesi tavsiye edilince genc soyle cevapladi:

    "ılk olarak, barometreyi gokdelenin tepesine cikartip kenarindan asagi
    birakip yere inene kadar gecen sureyi olcersiniz. binanin yuksekligi
    (h=0.5 x g x t kare) formulu uygulanarak hesaplanabilir. fakat
    barometre icin kotu bir secim..."

    "veya gunes parliyorsa, barometrenin yuksekligini olcersiniz. sonra
    onu bir yere dikip golge uzunlugunu ve sonra da gokdelenin golge
    uzunlugunu olcebilirsiniz. bundan sonrasi basit bir orantiyi cozmek
    olacaktir"

    "fakat bu konuda gok bilimsel bir cevap istiyorsaniz barometrenin
    ucuna bir sicim baglayip onu bir sarkac gibi sallandirabilirsiniz; once
    yer seviyesinde daha sonra da gokdelenin tepesinde. yuksekligi t=2pi kare
    kok (ı /g) formulundeki farktan yararlanarak bulabilirsiniz."

    "yahut da gokdelenin disarisinda bir yangin cikis merdiveni varsa
    barometreyi bir cetvel gibi kullanarak yukariya cikarken gokdelenin boyunu
    barometre yuksekligi biriminden sayip bunlari toplayabilirsiniz."

    "eger ille de sıkıcı olmak istiyorsaniz, tabii ki barometre ile
    gokdelenin tepesindeki ve yer seviyesindeki basinci olcer
    milibar cinsinden cikan farki feet'e cevirebilirsiniz ve yuksekligi
    bulursunuz."

    "ancak bizler daima zihnin bagimsizligi ve bilimsel metodlar kullanma
    konusunda tesvik edildigimiz icindir ki en iyi yol suphesiz hademenin
    kapisini calmak ve yeni bir barometre isteyip istemedigini sorarak
    gokdelenin yuksekligini soylemesi durumunda ona bu barometreyi
    verecegimizi soylemek olurdu."

    simdi genci dinledikten sonra hala ayni seyi mi dusunuyorsunuz ?
    gecmeli mi kalmali mi ?

    ogrencinin adi :

    niels bohr, fizik'te nobel odulu kazanan tek danimarkali.

    http://www.ae.metu.edu.tr/…tories/frame2/fizik.html

    ufuklari gerceklerle carpistirmak isteyenleri de suraya alalim.*
  • volkswagen'ın aşağıdaki tüm otomotiv firmalarına sahip olduğunu öğrenmek;

    (bkz: audi)
    (bkz: skoda)
    (bkz: seat)
    (bkz: porsche)
    (bkz: lamborghini)
    (bkz: bentley)
    (bkz: bugatti)
    (bkz: scania)
    (bkz: ducati)
    (bkz: man)
    (bkz: italdesign)*
  • iskambil kartlarını her karıştırdığınızda insanlık tarihinde daha önce hiç kimsenin yapmadığı bir sıraya sokuyor olmak. aynı sıranın tekrar gelme ihtimali 1/52! dir ki bu sayı evrenin yaşından saniye bazında daha büyüktür.
  • zirve muhasebe proğramında beyan yapma süresinin yarı yarıya azalması. zirveye geçin rahat edin.
  • gün geçmiyor ki canlar, sıkılgan bilimadamları ilginç şeyler denemesin.
    daha önce bu başlıkta enteresan deneylerle ilgili bilgileri çokça paylaşmış olsam da yine yeni şeyler öğrendim ve şaşırdım.

    misal:

    hani hepiniz matrix filminde neo'nun mermilerden kaçtığı sahneyi hatırlarsınız. zaman yavaşlıyordu, biz çekim tekniğine bakıp "abavvv nası yapmışlar lan?" diyorduk. filmi bir kenara koyarsak, aslında zamanı algımızın bu kadar abartı olmasa da bir şekilde değişmesi mümkün.
    müş daha doğrusu.
    olay renkteymiş, hatta kırmızı renkte.
    2011 yılında "şş canıtın! lan bugün ne araştırsak yav?" diye soran bir grup bilimadamı, bilim müzesinde oldukça kalabalık bir denek grubuyla bir deney yapar. dediğim gibi epey kalabalık bir grup insanı banyoya sokarlar, ancak farklı renklerde aydınlatma kullanılır ve duşta ne kadar vakit geçirdiklerini tahmin etmeleri istenir(bilim müzesine gidip hamam sefası eşliğinde deneye katılmak?).
    sonuçlar ilginçtir, ezici çoğunlukla kırmızı ışık altında duş alanlar yaklaşık 1 dakika daha fazla kaldıklarını söylemektedirler.
    gelelim bilimsel açıklamaya. kırmızı renk zihnin daha tetikte olmasını ve etrafındaki detaylara çok fazla kafa yormasını sağlıyormuş. bir nevi tehlike altında olma dürtüsü sanırım. detaylara yoğunlaşan beyin, zamanın geçişi konusunda kafası karışıyor ve zamanın daha yavaşladığını düşünüyor. kırmızı neon lambaların bağzı(!) otellerde kullanılması kesin bununla ilgilidir.
    aha

    başka bir örnek.
    diyelim ki güzel bir restorana gittiniz ve yemeğin tadı gerçekten kötüydü. büyük ihtimalle şef ya işi bilmiyor ya da işten ayrıldı ve yerine yemekleri hademe yapıyor. ama bir ihtimal daha var, mekan yanlış müzik seçimi yapıyor olabilir.
    2012 yılında bir diğer sıkılgan bilimadamı grubu, illionis kentinde bir deney yapıyor. fast-food restoranları ikiye ayırıyorlar. bir grup restoranda hafif loş ışık ve hafif müzik yayını yapılıyor. diğer gruba ise elleşmiyorlar(bu entriye yakıştı mı bu kelime?). sonunda da yemek alışkanlıklarını inceleyip müşterilerden yedikleri yemekleri puanlamaları isteniyor. ilk gruptakiler yani hafif müzik olan mekanda insanlar daha az yemek yiyip daha fazla tatmin oluyor. öbür gruptakiler ise hem çok yiyor hem de memnun kalmıyorlar yemekten. bir daha ki mekan seçiminde müziğe de dikkat etmekte fayda var.
    aha

    bak şimdi bir başka garip deney daha.
    bazıları sarışın sever, kimisi esmer, öbürsü kumral olsun der. yani esas olarak kadın/erkek herkesin bir "tipi" vardır beğendiği, sevdiği. bütün bu yönelimleri doğanın kanunu, evrimsel sonuçlar, içgüdüler ile ilişkilendirebiliriz. ama belki de yanılıyoruz.
    yine 2012 yılında newcastle üniversitesi tamamen keyfi ve rastgele seçtikleri 81 erkek denek üzerinde deney yaparlar. bunların 40 tanesine mümkün mertebe stres yüklenir( kendilerini 5 dakika içinde pazarlayabilmeleri veya bir takım matematik ve zeka sorularına çok kısa sürede cevaplamaya zorlanmaları gibi). neredeyse ağlamaklı olan(niyeyse artık) deneklere bir takım kadın fotoları gösterilir( obezden tut sıskaya kadar çeşit çeşit). deneklerden çekiciliklerine göre puanlamaları istenir kadınları.
    sonuç?
    stres altındaki denekler, stres altında olmayan deneklere göre ezici çoğunlukta daha kilolu kadınları daha çekici bulmuştur. (kadınların bizi zırt pırt çileden çıkarmalarının altında yatan sebep bu mudur lan yoksa? onları daha çekici bulalım diye olmasın? evet evet sebep o olsun lütfen! "ay inanmıyorum 4 kilo fazlam var. alebahaaad! konuşmamız lazım! dün öğlen neredeydin çabuk söyle!!!" gibi.)
    hatta farklı bir deneyde aç erkeklerin tok erkeklere nispeten göğüsleri büyük kadınları daha çekici buldukları sonucuna varmışlar. lan neyse ben bir şey demiyorum, bilim sonuçta.
    aha
    aha

    bir de sadece bayanlar üzerindeki bir araştırmaya bakalım.
    italya'da yapılan bir araştırmada sonuçlar kadınlardaki regl döngüsünün koku alma duyusunu değiştirdiği yönünde. yumurtlama döneminde kadınların koku alma duyusu muazzam seviyelere çıkabiliyor. ancak doğum kontrol hapı kullanan aynı hastalarda 3 ay sonra bu duyu keskinliği yok oluyor. üstelik kadınların eş seçmede veya bir erkeği çekici bulmada en önemli kriterlerden birisinin koku olduğu bilimdünyasınca bilinen bir şey. yani en azından mahallede biz öyle düşünüyoruz.
    aha

    harvard üniversitesinde yapılan bir deneyde ise sürekli para düşünen insanların ahlaki karar verme konusundaki durumları incelenmiş. eh harvard olunca deney de böyle oluyor demek ki.
    çok geniş kapsamlı bu deneyde bir grup insana iş hayatı ile ilgili kelime oyunu tarzında bazı testler yapılmış. deneklerden bir kısmına içeriğinde "para", "harcama", "satın alma" gibi para ile ilgili kelimeler ve ifadeler yoğunca verilirken bir diğer kısma ise gayet sıradan normal ifadeler verilmiş. sonunda da iş hayatı ile ilgili ahlaki kararlar vermeleri istenmiş.
    sizce sonuç ne olmuştur?
    evet bildiniz, çok fazla para ifadesine maruz kalanlar karar verme aşamasında veya yalan söyleme konusunda ahlaki değerleri daha az önemser olmuşlar, üstelik verdikleri kararların kendilerine bir faydası olmasa dahi. diğer gruptakiler ise genelde ahlaki değerlerini gözetir olup ihmal edilebilir yalanlar söylemişler.
    aha

    peki kahve içmenin intihara meyilli olma durumunu değiştirdiğini dahi araştırmış bulmuşlar desem?
    yine harvard üniversitesince yapılan geniş kapsamlı deneyde(200 bin insan ve 20 yıl) kahve içmek ile intihar teşebbüsü arasında bağlantı sorgulanmış. sonuçlara göre günde bir bardak kahve içmek intihar eğilimini yüzde 50 azaltıyor. ancak şunu belirtmek gerekli burada esas oyuncu kafein. kafeinsiz kahvenin etkisi hiç yok denecek kadar az.
    sebep basit aslında, kahve az da olsa sinir hücrelerindeki iletişimi hızlandırıp beyin fonksiyonlarını değiştiriyor ve antidepresan etki gösteriyor.
    ancak bir incelik daha var. çok fazla kahve ters etki yapabiliyor, günde 2-3 fincan kahve ideal. finlandiya'da ise günde 8 fincandan fazla kahve içmenin intihara veya kendine zarar verme eğilimini arttırdığı yönünde bir araştırma raporu var. yani sonuç olarak kahve, her mucize ilaçta olduğu gibi kararında faydalı, ayarsızlıkta zararlı( veciz söz gibi oldu bak bu)
    aha

    bak bunu yazmazsam olmaz, yine bu sıkılgan bilimadamları fastfood yiyeceklerin hayatımızdaki güzel şeylerin tadını çıkarmamız üzerine etkisini araştırmışlar(yok artık ali sami).
    toronto üniversitesi 200 kişi üzerinde bir deney yapar. deneyde bir kısım deneklere fastfood resimleri gösterilir. ne bileyim işte hamburger, patates kızartması, sosisli, ıslak hamburger(elbette bunu ben ekledim) gösterilen insanlara daha sonra muazzam doğa fotoları gösterilir ve estetik, güzellik vb açılardan puanlamaları istenir. fastfood yiyecekler gösterilenler çok çok düşük puan verirler.
    benzer deney, opera şarkılarla yapılır, sonuç aynı. fastfood yiyecek görenler müziği katlanması zor, gereksiz uzun bulurlar.
    bilimadamlarına göre beynimiz kullanışlı şeyler(fast food gibi) ile sabırsızlık arasında bağlantı kuruyor. yani bu bağlantı nedeniyle sanatsal veya güzel şeylerin takdir edilmesi konusunda sıkıntılar doğuyor.
    yani ne kadar fular takarsanız takın, taksimde 4 tane ıslak hamburger gömüp sanat galerisine giderseniz eserler size çok saçma gelecektir, filme gitseniz götüm gibi olmuş dersiniz. ama bana sorarsanız ıslak hamburger araç değil amaçtır!
    aha

    uzun oldu biliyorum ama son olarak şunu da yazayım çekileyim sahneden.
    zamanı algılama konusunda kadın ve erkeğin farklı olduğunu deneylemiş bilimadamları. ilk 1992 yılında yapılan deneyde bir grup kadın ve erkek karanlık, sessiz bir odaya konmuş bir süre. çıktıklarında da içeride geçirdikleri süreyi sormuşlar. kadınlarla erkekler arasında ciddi farklar olduğu ortaya çıkmış. bir kaç sene sonraki deneylerde de buhranlı ruh hallerindeki kadınların zamanın erkeklerin algıladığından daha hızlı aktığını sandıkları ortaya çıkmış. günümüz deneyleri de aynı şeyleri söylüyor.
    bence garip! çünkü hangi çifte kaç yıldır birliktesiniz diye sorsam kadın daha uzun süreyi söyleyen oluyor.

    aha
  • gün geçmiyor ki canlar, sıkılgan bilimadamları ilginç şeyler denemesin.
    daha önce bu başlıkta enteresan deneylerle ilgili bilgileri çokça paylaşmış olsam da yine yeni şeyler öğrendim ve şaşırdım.

    misal:

    hani hepiniz matrix filminde neo'nun mermilerden kaçtığı sahneyi hatırlarsınız. zaman yavaşlıyordu, biz çekim tekniğine bakıp "abavvv nası yapmışlar lan?" diyorduk. filmi bir kenara koyarsak, aslında zamanı algımızın bu kadar abartı olmasa da bir şekilde değişmesi mümkün.
    müş daha doğrusu.
    olay renkteymiş, hatta kırmızı renkte.
    2011 yılında "şş canıtın! lan bugün ne araştırsak yav?" diye soran bir grup bilimadamı, bilim müzesinde oldukça kalabalık bir denek grubuyla bir deney yapar. dediğim gibi epey kalabalık bir grup insanı banyoya sokarlar, ancak farklı renklerde aydınlatma kullanılır ve duşta ne kadar vakit geçirdiklerini tahmin etmeleri istenir(bilim müzesine gidip hamam sefası eşliğinde deneye katılmak?).
    sonuçlar ilginçtir, ezici çoğunlukla kırmızı ışık altında duş alanlar yaklaşık 1 dakika daha fazla kaldıklarını söylemektedirler.
    gelelim bilimsel açıklamaya. kırmızı renk zihnin daha tetikte olmasını ve etrafındaki detaylara çok fazla kafa yormasını sağlıyormuş. bir nevi tehlike altında olma dürtüsü sanırım. detaylara yoğunlaşan beyin, zamanın geçişi konusunda kafası karışıyor ve zamanın daha yavaşladığını düşünüyor. kırmızı neon lambaların bağzı(!) otellerde kullanılması kesin bununla ilgilidir.
    aha

    başka bir örnek.
    diyelim ki güzel bir restorana gittiniz ve yemeğin tadı gerçekten kötüydü. büyük ihtimalle şef ya işi bilmiyor ya da işten ayrıldı ve yerine yemekleri hademe yapıyor. ama bir ihtimal daha var, mekan yanlış müzik seçimi yapıyor olabilir.
    2012 yılında bir diğer sıkılgan bilimadamı grubu, illionis kentinde bir deney yapıyor. fast-food restoranları ikiye ayırıyorlar. bir grup restoranda hafif loş ışık ve hafif müzik yayını yapılıyor. diğer gruba ise elleşmiyorlar(bu entriye yakıştı mı bu kelime?). sonunda da yemek alışkanlıklarını inceleyip müşterilerden yedikleri yemekleri puanlamaları isteniyor. ilk gruptakiler yani hafif müzik olan mekanda insanlar daha az yemek yiyip daha fazla tatmin oluyor. öbür gruptakiler ise hem çok yiyor hem de memnun kalmıyorlar yemekten. bir daha ki mekan seçiminde müziğe de dikkat etmekte fayda var.
    aha

    bak şimdi bir başka garip deney daha.
    bazıları sarışın sever, kimisi esmer, öbürsü kumral olsun der. yani esas olarak kadın/erkek herkesin bir "tipi" vardır beğendiği, sevdiği. bütün bu yönelimleri doğanın kanunu, evrimsel sonuçlar, içgüdüler ile ilişkilendirebiliriz. ama belki de yanılıyoruz.
    yine 2012 yılında newcastle üniversitesi tamamen keyfi ve rastgele seçtikleri 81 erkek denek üzerinde deney yaparlar. bunların 40 tanesine mümkün mertebe stres yüklenir( kendilerini 5 dakika içinde pazarlayabilmeleri veya bir takım matematik ve zeka sorularına çok kısa sürede cevaplamaya zorlanmaları gibi). neredeyse ağlamaklı olan(niyeyse artık) deneklere bir takım kadın fotoları gösterilir( obezden tut sıskaya kadar çeşit çeşit). deneklerden çekiciliklerine göre puanlamaları istenir kadınları.
    sonuç?
    stres altındaki denekler, stres altında olmayan deneklere göre ezici çoğunlukta daha kilolu kadınları daha çekici bulmuştur. (kadınların bizi zırt pırt çileden çıkarmalarının altında yatan sebep bu mudur lan yoksa? onları daha çekici bulalım diye olmasın? evet evet sebep o olsun lütfen! "ay inanmıyorum 4 kilo fazlam var. alebahaaad! konuşmamız lazım! dün öğlen neredeydin çabuk söyle!!!" gibi.)
    hatta farklı bir deneyde aç erkeklerin tok erkeklere nispeten göğüsleri büyük kadınları daha çekici buldukları sonucuna varmışlar. lan neyse ben bir şey demiyorum, bilim sonuçta.
    aha
    aha

    bir de sadece bayanlar üzerindeki bir araştırmaya bakalım.
    italya'da yapılan bir araştırmada sonuçlar kadınlardaki regl döngüsünün koku alma duyusunu değiştirdiği yönünde. yumurtlama döneminde kadınların koku alma duyusu muazzam seviyelere çıkabiliyor. ancak doğum kontrol hapı kullanan aynı hastalarda 3 ay sonra bu duyu keskinliği yok oluyor. üstelik kadınların eş seçmede veya bir erkeği çekici bulmada en önemli kriterlerden birisinin koku olduğu bilimdünyasınca bilinen bir şey. yani en azından mahallede biz öyle düşünüyoruz.
    aha

    harvard üniversitesinde yapılan bir deneyde ise sürekli para düşünen insanların ahlaki karar verme konusundaki durumları incelenmiş. eh harvard olunca deney de böyle oluyor demek ki.
    çok geniş kapsamlı bu deneyde bir grup insana iş hayatı ile ilgili kelime oyunu tarzında bazı testler yapılmış. deneklerden bir kısmına içeriğinde "para", "harcama", "satın alma" gibi para ile ilgili kelimeler ve ifadeler yoğunca verilirken bir diğer kısma ise gayet sıradan normal ifadeler verilmiş. sonunda da iş hayatı ile ilgili ahlaki kararlar vermeleri istenmiş.
    sizce sonuç ne olmuştur?
    evet bildiniz, çok fazla para ifadesine maruz kalanlar karar verme aşamasında veya yalan söyleme konusunda ahlaki değerleri daha az önemser olmuşlar, üstelik verdikleri kararların kendilerine bir faydası olmasa dahi. diğer gruptakiler ise genelde ahlaki değerlerini gözetir olup ihmal edilebilir yalanlar söylemişler.
    aha

    peki kahve içmenin intihara meyilli olma durumunu değiştirdiğini dahi araştırmış bulmuşlar desem?
    yine harvard üniversitesince yapılan geniş kapsamlı deneyde(200 bin insan ve 20 yıl) kahve içmek ile intihar teşebbüsü arasında bağlantı sorgulanmış. sonuçlara göre günde bir bardak kahve içmek intihar eğilimini yüzde 50 azaltıyor. ancak şunu belirtmek gerekli burada esas oyuncu kafein. kafeinsiz kahvenin etkisi hiç yok denecek kadar az.
    sebep basit aslında, kahve az da olsa sinir hücrelerindeki iletişimi hızlandırıp beyin fonksiyonlarını değiştiriyor ve antidepresan etki gösteriyor.
    ancak bir incelik daha var. çok fazla kahve ters etki yapabiliyor, günde 2-3 fincan kahve ideal. finlandiya'da ise günde 8 fincandan fazla kahve içmenin intihara veya kendine zarar verme eğilimini arttırdığı yönünde bir araştırma raporu var. yani sonuç olarak kahve, her mucize ilaçta olduğu gibi kararında faydalı, ayarsızlıkta zararlı( veciz söz gibi oldu bak bu)
    aha

    bak bunu yazmazsam olmaz, yine bu sıkılgan bilimadamları fastfood yiyeceklerin hayatımızdaki güzel şeylerin tadını çıkarmamız üzerine etkisini araştırmışlar(yok artık ali sami).
    toronto üniversitesi 200 kişi üzerinde bir deney yapar. deneyde bir kısım deneklere fastfood resimleri gösterilir. ne bileyim işte hamburger, patates kızartması, sosisli, ıslak hamburger(elbette bunu ben ekledim) gösterilen insanlara daha sonra muazzam doğa fotoları gösterilir ve estetik, güzellik vb açılardan puanlamaları istenir. fastfood yiyecekler gösterilenler çok çok düşük puan verirler.
    benzer deney, opera şarkılarla yapılır, sonuç aynı. fastfood yiyecek görenler müziği katlanması zor, gereksiz uzun bulurlar.
    bilimadamlarına göre beynimiz kullanışlı şeyler(fast food gibi) ile sabırsızlık arasında bağlantı kuruyor. yani bu bağlantı nedeniyle sanatsal veya güzel şeylerin takdir edilmesi konusunda sıkıntılar doğuyor.
    yani ne kadar fular takarsanız takın, taksimde 4 tane ıslak hamburger gömüp sanat galerisine giderseniz eserler size çok saçma gelecektir, filme gitseniz götüm gibi olmuş dersiniz. ama bana sorarsanız ıslak hamburger araç değil amaçtır!
    aha

    uzun oldu biliyorum ama son olarak şunu da yazayım çekileyim sahneden.
    zamanı algılama konusunda kadın ve erkeğin farklı olduğunu deneylemiş bilimadamları. ilk 1992 yılında yapılan deneyde bir grup kadın ve erkek karanlık, sessiz bir odaya konmuş bir süre. çıktıklarında da içeride geçirdikleri süreyi sormuşlar. kadınlarla erkekler arasında ciddi farklar olduğu ortaya çıkmış. bir kaç sene sonraki deneylerde de buhranlı ruh hallerindeki kadınların zamanın erkeklerin algıladığından daha hızlı aktığını sandıkları ortaya çıkmış. günümüz deneyleri de aynı şeyleri söylüyor.
    bence garip! çünkü hangi çifte kaç yıldır birliktesiniz diye sorsam kadın daha uzun süreyi söyleyen oluyor.

    aha
  • gün geçmiyor ki canlar, sıkılgan bilimadamları ilginç şeyler denemesin.
    daha önce bu başlıkta enteresan deneylerle ilgili bilgileri çokça paylaşmış olsam da yine yeni şeyler öğrendim ve şaşırdım.

    misal:

    hani hepiniz matrix filminde neo'nun mermilerden kaçtığı sahneyi hatırlarsınız. zaman yavaşlıyordu, biz çekim tekniğine bakıp "abavvv nası yapmışlar lan?" diyorduk. filmi bir kenara koyarsak, aslında zamanı algımızın bu kadar abartı olmasa da bir şekilde değişmesi mümkün.
    müş daha doğrusu.
    olay renkteymiş, hatta kırmızı renkte.
    2011 yılında "şş canıtın! lan bugün ne araştırsak yav?" diye soran bir grup bilimadamı, bilim müzesinde oldukça kalabalık bir denek grubuyla bir deney yapar. dediğim gibi epey kalabalık bir grup insanı banyoya sokarlar, ancak farklı renklerde aydınlatma kullanılır ve duşta ne kadar vakit geçirdiklerini tahmin etmeleri istenir(bilim müzesine gidip hamam sefası eşliğinde deneye katılmak?).
    sonuçlar ilginçtir, ezici çoğunlukla kırmızı ışık altında duş alanlar yaklaşık 1 dakika daha fazla kaldıklarını söylemektedirler.
    gelelim bilimsel açıklamaya. kırmızı renk zihnin daha tetikte olmasını ve etrafındaki detaylara çok fazla kafa yormasını sağlıyormuş. bir nevi tehlike altında olma dürtüsü sanırım. detaylara yoğunlaşan beyin, zamanın geçişi konusunda kafası karışıyor ve zamanın daha yavaşladığını düşünüyor. kırmızı neon lambaların bağzı(!) otellerde kullanılması kesin bununla ilgilidir.
    aha

    başka bir örnek.
    diyelim ki güzel bir restorana gittiniz ve yemeğin tadı gerçekten kötüydü. büyük ihtimalle şef ya işi bilmiyor ya da işten ayrıldı ve yerine yemekleri hademe yapıyor. ama bir ihtimal daha var, mekan yanlış müzik seçimi yapıyor olabilir.
    2012 yılında bir diğer sıkılgan bilimadamı grubu, illionis kentinde bir deney yapıyor. fast-food restoranları ikiye ayırıyorlar. bir grup restoranda hafif loş ışık ve hafif müzik yayını yapılıyor. diğer gruba ise elleşmiyorlar(bu entriye yakıştı mı bu kelime?). sonunda da yemek alışkanlıklarını inceleyip müşterilerden yedikleri yemekleri puanlamaları isteniyor. ilk gruptakiler yani hafif müzik olan mekanda insanlar daha az yemek yiyip daha fazla tatmin oluyor. öbür gruptakiler ise hem çok yiyor hem de memnun kalmıyorlar yemekten. bir daha ki mekan seçiminde müziğe de dikkat etmekte fayda var.
    aha

    bak şimdi bir başka garip deney daha.
    bazıları sarışın sever, kimisi esmer, öbürsü kumral olsun der. yani esas olarak kadın/erkek herkesin bir "tipi" vardır beğendiği, sevdiği. bütün bu yönelimleri doğanın kanunu, evrimsel sonuçlar, içgüdüler ile ilişkilendirebiliriz. ama belki de yanılıyoruz.
    yine 2012 yılında newcastle üniversitesi tamamen keyfi ve rastgele seçtikleri 81 erkek denek üzerinde deney yaparlar. bunların 40 tanesine mümkün mertebe stres yüklenir( kendilerini 5 dakika içinde pazarlayabilmeleri veya bir takım matematik ve zeka sorularına çok kısa sürede cevaplamaya zorlanmaları gibi). neredeyse ağlamaklı olan(niyeyse artık) deneklere bir takım kadın fotoları gösterilir( obezden tut sıskaya kadar çeşit çeşit). deneklerden çekiciliklerine göre puanlamaları istenir kadınları.
    sonuç?
    stres altındaki denekler, stres altında olmayan deneklere göre ezici çoğunlukta daha kilolu kadınları daha çekici bulmuştur. (kadınların bizi zırt pırt çileden çıkarmalarının altında yatan sebep bu mudur lan yoksa? onları daha çekici bulalım diye olmasın? evet evet sebep o olsun lütfen! "ay inanmıyorum 4 kilo fazlam var. alebahaaad! konuşmamız lazım! dün öğlen neredeydin çabuk söyle!!!" gibi.)
    hatta farklı bir deneyde aç erkeklerin tok erkeklere nispeten göğüsleri büyük kadınları daha çekici buldukları sonucuna varmışlar. lan neyse ben bir şey demiyorum, bilim sonuçta.
    aha
    aha

    bir de sadece bayanlar üzerindeki bir araştırmaya bakalım.
    italya'da yapılan bir araştırmada sonuçlar kadınlardaki regl döngüsünün koku alma duyusunu değiştirdiği yönünde. yumurtlama döneminde kadınların koku alma duyusu muazzam seviyelere çıkabiliyor. ancak doğum kontrol hapı kullanan aynı hastalarda 3 ay sonra bu duyu keskinliği yok oluyor. üstelik kadınların eş seçmede veya bir erkeği çekici bulmada en önemli kriterlerden birisinin koku olduğu bilimdünyasınca bilinen bir şey. yani en azından mahallede biz öyle düşünüyoruz.
    aha

    harvard üniversitesinde yapılan bir deneyde ise sürekli para düşünen insanların ahlaki karar verme konusundaki durumları incelenmiş. eh harvard olunca deney de böyle oluyor demek ki.
    çok geniş kapsamlı bu deneyde bir grup insana iş hayatı ile ilgili kelime oyunu tarzında bazı testler yapılmış. deneklerden bir kısmına içeriğinde "para", "harcama", "satın alma" gibi para ile ilgili kelimeler ve ifadeler yoğunca verilirken bir diğer kısma ise gayet sıradan normal ifadeler verilmiş. sonunda da iş hayatı ile ilgili ahlaki kararlar vermeleri istenmiş.
    sizce sonuç ne olmuştur?
    evet bildiniz, çok fazla para ifadesine maruz kalanlar karar verme aşamasında veya yalan söyleme konusunda ahlaki değerleri daha az önemser olmuşlar, üstelik verdikleri kararların kendilerine bir faydası olmasa dahi. diğer gruptakiler ise genelde ahlaki değerlerini gözetir olup ihmal edilebilir yalanlar söylemişler.
    aha

    peki kahve içmenin intihara meyilli olma durumunu değiştirdiğini dahi araştırmış bulmuşlar desem?
    yine harvard üniversitesince yapılan geniş kapsamlı deneyde(200 bin insan ve 20 yıl) kahve içmek ile intihar teşebbüsü arasında bağlantı sorgulanmış. sonuçlara göre günde bir bardak kahve içmek intihar eğilimini yüzde 50 azaltıyor. ancak şunu belirtmek gerekli burada esas oyuncu kafein. kafeinsiz kahvenin etkisi hiç yok denecek kadar az.
    sebep basit aslında, kahve az da olsa sinir hücrelerindeki iletişimi hızlandırıp beyin fonksiyonlarını değiştiriyor ve antidepresan etki gösteriyor.
    ancak bir incelik daha var. çok fazla kahve ters etki yapabiliyor, günde 2-3 fincan kahve ideal. finlandiya'da ise günde 8 fincandan fazla kahve içmenin intihara veya kendine zarar verme eğilimini arttırdığı yönünde bir araştırma raporu var. yani sonuç olarak kahve, her mucize ilaçta olduğu gibi kararında faydalı, ayarsızlıkta zararlı( veciz söz gibi oldu bak bu)
    aha

    bak bunu yazmazsam olmaz, yine bu sıkılgan bilimadamları fastfood yiyeceklerin hayatımızdaki güzel şeylerin tadını çıkarmamız üzerine etkisini araştırmışlar(yok artık ali sami).
    toronto üniversitesi 200 kişi üzerinde bir deney yapar. deneyde bir kısım deneklere fastfood resimleri gösterilir. ne bileyim işte hamburger, patates kızartması, sosisli, ıslak hamburger(elbette bunu ben ekledim) gösterilen insanlara daha sonra muazzam doğa fotoları gösterilir ve estetik, güzellik vb açılardan puanlamaları istenir. fastfood yiyecekler gösterilenler çok çok düşük puan verirler.
    benzer deney, opera şarkılarla yapılır, sonuç aynı. fastfood yiyecek görenler müziği katlanması zor, gereksiz uzun bulurlar.
    bilimadamlarına göre beynimiz kullanışlı şeyler(fast food gibi) ile sabırsızlık arasında bağlantı kuruyor. yani bu bağlantı nedeniyle sanatsal veya güzel şeylerin takdir edilmesi konusunda sıkıntılar doğuyor.
    yani ne kadar fular takarsanız takın, taksimde 4 tane ıslak hamburger gömüp sanat galerisine giderseniz eserler size çok saçma gelecektir, filme gitseniz götüm gibi olmuş dersiniz. ama bana sorarsanız ıslak hamburger araç değil amaçtır!
    aha

    uzun oldu biliyorum ama son olarak şunu da yazayım çekileyim sahneden.
    zamanı algılama konusunda kadın ve erkeğin farklı olduğunu deneylemiş bilimadamları. ilk 1992 yılında yapılan deneyde bir grup kadın ve erkek karanlık, sessiz bir odaya konmuş bir süre. çıktıklarında da içeride geçirdikleri süreyi sormuşlar. kadınlarla erkekler arasında ciddi farklar olduğu ortaya çıkmış. bir kaç sene sonraki deneylerde de buhranlı ruh hallerindeki kadınların zamanın erkeklerin algıladığından daha hızlı aktığını sandıkları ortaya çıkmış. günümüz deneyleri de aynı şeyleri söylüyor.
    bence garip! çünkü hangi çifte kaç yıldır birliktesiniz diye sorsam kadın daha uzun süreyi söyleyen oluyor.

    aha
  • gün geçmiyor ki canlar, sıkılgan bilimadamları ilginç şeyler denemesin.
    daha önce bu başlıkta enteresan deneylerle ilgili bilgileri çokça paylaşmış olsam da yine yeni şeyler öğrendim ve şaşırdım.

    misal:

    hani hepiniz matrix filminde neo'nun mermilerden kaçtığı sahneyi hatırlarsınız. zaman yavaşlıyordu, biz çekim tekniğine bakıp "abavvv nası yapmışlar lan?" diyorduk. filmi bir kenara koyarsak, aslında zamanı algımızın bu kadar abartı olmasa da bir şekilde değişmesi mümkün.
    müş daha doğrusu.
    olay renkteymiş, hatta kırmızı renkte.
    2011 yılında "şş canıtın! lan bugün ne araştırsak yav?" diye soran bir grup bilimadamı, bilim müzesinde oldukça kalabalık bir denek grubuyla bir deney yapar. dediğim gibi epey kalabalık bir grup insanı banyoya sokarlar, ancak farklı renklerde aydınlatma kullanılır ve duşta ne kadar vakit geçirdiklerini tahmin etmeleri istenir(bilim müzesine gidip hamam sefası eşliğinde deneye katılmak?).
    sonuçlar ilginçtir, ezici çoğunlukla kırmızı ışık altında duş alanlar yaklaşık 1 dakika daha fazla kaldıklarını söylemektedirler.
    gelelim bilimsel açıklamaya. kırmızı renk zihnin daha tetikte olmasını ve etrafındaki detaylara çok fazla kafa yormasını sağlıyormuş. bir nevi tehlike altında olma dürtüsü sanırım. detaylara yoğunlaşan beyin, zamanın geçişi konusunda kafası karışıyor ve zamanın daha yavaşladığını düşünüyor. kırmızı neon lambaların bağzı(!) otellerde kullanılması kesin bununla ilgilidir.
    aha

    başka bir örnek.
    diyelim ki güzel bir restorana gittiniz ve yemeğin tadı gerçekten kötüydü. büyük ihtimalle şef ya işi bilmiyor ya da işten ayrıldı ve yerine yemekleri hademe yapıyor. ama bir ihtimal daha var, mekan yanlış müzik seçimi yapıyor olabilir.
    2012 yılında bir diğer sıkılgan bilimadamı grubu, illionis kentinde bir deney yapıyor. fast-food restoranları ikiye ayırıyorlar. bir grup restoranda hafif loş ışık ve hafif müzik yayını yapılıyor. diğer gruba ise elleşmiyorlar(bu entriye yakıştı mı bu kelime?). sonunda da yemek alışkanlıklarını inceleyip müşterilerden yedikleri yemekleri puanlamaları isteniyor. ilk gruptakiler yani hafif müzik olan mekanda insanlar daha az yemek yiyip daha fazla tatmin oluyor. öbür gruptakiler ise hem çok yiyor hem de memnun kalmıyorlar yemekten. bir daha ki mekan seçiminde müziğe de dikkat etmekte fayda var.
    aha

    bak şimdi bir başka garip deney daha.
    bazıları sarışın sever, kimisi esmer, öbürsü kumral olsun der. yani esas olarak kadın/erkek herkesin bir "tipi" vardır beğendiği, sevdiği. bütün bu yönelimleri doğanın kanunu, evrimsel sonuçlar, içgüdüler ile ilişkilendirebiliriz. ama belki de yanılıyoruz.
    yine 2012 yılında newcastle üniversitesi tamamen keyfi ve rastgele seçtikleri 81 erkek denek üzerinde deney yaparlar. bunların 40 tanesine mümkün mertebe stres yüklenir( kendilerini 5 dakika içinde pazarlayabilmeleri veya bir takım matematik ve zeka sorularına çok kısa sürede cevaplamaya zorlanmaları gibi). neredeyse ağlamaklı olan(niyeyse artık) deneklere bir takım kadın fotoları gösterilir( obezden tut sıskaya kadar çeşit çeşit). deneklerden çekiciliklerine göre puanlamaları istenir kadınları.
    sonuç?
    stres altındaki denekler, stres altında olmayan deneklere göre ezici çoğunlukta daha kilolu kadınları daha çekici bulmuştur. (kadınların bizi zırt pırt çileden çıkarmalarının altında yatan sebep bu mudur lan yoksa? onları daha çekici bulalım diye olmasın? evet evet sebep o olsun lütfen! "ay inanmıyorum 4 kilo fazlam var. alebahaaad! konuşmamız lazım! dün öğlen neredeydin çabuk söyle!!!" gibi.)
    hatta farklı bir deneyde aç erkeklerin tok erkeklere nispeten göğüsleri büyük kadınları daha çekici buldukları sonucuna varmışlar. lan neyse ben bir şey demiyorum, bilim sonuçta.
    aha
    aha

    bir de sadece bayanlar üzerindeki bir araştırmaya bakalım.
    italya'da yapılan bir araştırmada sonuçlar kadınlardaki regl döngüsünün koku alma duyusunu değiştirdiği yönünde. yumurtlama döneminde kadınların koku alma duyusu muazzam seviyelere çıkabiliyor. ancak doğum kontrol hapı kullanan aynı hastalarda 3 ay sonra bu duyu keskinliği yok oluyor. üstelik kadınların eş seçmede veya bir erkeği çekici bulmada en önemli kriterlerden birisinin koku olduğu bilimdünyasınca bilinen bir şey. yani en azından mahallede biz öyle düşünüyoruz.
    aha

    harvard üniversitesinde yapılan bir deneyde ise sürekli para düşünen insanların ahlaki karar verme konusundaki durumları incelenmiş. eh harvard olunca deney de böyle oluyor demek ki.
    çok geniş kapsamlı bu deneyde bir grup insana iş hayatı ile ilgili kelime oyunu tarzında bazı testler yapılmış. deneklerden bir kısmına içeriğinde "para", "harcama", "satın alma" gibi para ile ilgili kelimeler ve ifadeler yoğunca verilirken bir diğer kısma ise gayet sıradan normal ifadeler verilmiş. sonunda da iş hayatı ile ilgili ahlaki kararlar vermeleri istenmiş.
    sizce sonuç ne olmuştur?
    evet bildiniz, çok fazla para ifadesine maruz kalanlar karar verme aşamasında veya yalan söyleme konusunda ahlaki değerleri daha az önemser olmuşlar, üstelik verdikleri kararların kendilerine bir faydası olmasa dahi. diğer gruptakiler ise genelde ahlaki değerlerini gözetir olup ihmal edilebilir yalanlar söylemişler.
    aha

    peki kahve içmenin intihara meyilli olma durumunu değiştirdiğini dahi araştırmış bulmuşlar desem?
    yine harvard üniversitesince yapılan geniş kapsamlı deneyde(200 bin insan ve 20 yıl) kahve içmek ile intihar teşebbüsü arasında bağlantı sorgulanmış. sonuçlara göre günde bir bardak kahve içmek intihar eğilimini yüzde 50 azaltıyor. ancak şunu belirtmek gerekli burada esas oyuncu kafein. kafeinsiz kahvenin etkisi hiç yok denecek kadar az.
    sebep basit aslında, kahve az da olsa sinir hücrelerindeki iletişimi hızlandırıp beyin fonksiyonlarını değiştiriyor ve antidepresan etki gösteriyor.
    ancak bir incelik daha var. çok fazla kahve ters etki yapabiliyor, günde 2-3 fincan kahve ideal. finlandiya'da ise günde 8 fincandan fazla kahve içmenin intihara veya kendine zarar verme eğilimini arttırdığı yönünde bir araştırma raporu var. yani sonuç olarak kahve, her mucize ilaçta olduğu gibi kararında faydalı, ayarsızlıkta zararlı( veciz söz gibi oldu bak bu)
    aha

    bak bunu yazmazsam olmaz, yine bu sıkılgan bilimadamları fastfood yiyeceklerin hayatımızdaki güzel şeylerin tadını çıkarmamız üzerine etkisini araştırmışlar(yok artık ali sami).
    toronto üniversitesi 200 kişi üzerinde bir deney yapar. deneyde bir kısım deneklere fastfood resimleri gösterilir. ne bileyim işte hamburger, patates kızartması, sosisli, ıslak hamburger(elbette bunu ben ekledim) gösterilen insanlara daha sonra muazzam doğa fotoları gösterilir ve estetik, güzellik vb açılardan puanlamaları istenir. fastfood yiyecekler gösterilenler çok çok düşük puan verirler.
    benzer deney, opera şarkılarla yapılır, sonuç aynı. fastfood yiyecek görenler müziği katlanması zor, gereksiz uzun bulurlar.
    bilimadamlarına göre beynimiz kullanışlı şeyler(fast food gibi) ile sabırsızlık arasında bağlantı kuruyor. yani bu bağlantı nedeniyle sanatsal veya güzel şeylerin takdir edilmesi konusunda sıkıntılar doğuyor.
    yani ne kadar fular takarsanız takın, taksimde 4 tane ıslak hamburger gömüp sanat galerisine giderseniz eserler size çok saçma gelecektir, filme gitseniz götüm gibi olmuş dersiniz. ama bana sorarsanız ıslak hamburger araç değil amaçtır!
    aha

    uzun oldu biliyorum ama son olarak şunu da yazayım çekileyim sahneden.
    zamanı algılama konusunda kadın ve erkeğin farklı olduğunu deneylemiş bilimadamları. ilk 1992 yılında yapılan deneyde bir grup kadın ve erkek karanlık, sessiz bir odaya konmuş bir süre. çıktıklarında da içeride geçirdikleri süreyi sormuşlar. kadınlarla erkekler arasında ciddi farklar olduğu ortaya çıkmış. bir kaç sene sonraki deneylerde de buhranlı ruh hallerindeki kadınların zamanın erkeklerin algıladığından daha hızlı aktığını sandıkları ortaya çıkmış. günümüz deneyleri de aynı şeyleri söylüyor.
    bence garip! çünkü hangi çifte kaç yıldır birliktesiniz diye sorsam kadın daha uzun süreyi söyleyen oluyor.

    aha
  • (bkz: khanacademy.org)
    diferansiyel,termodinamik vb. sayısal derslerde çok işe yarıyor .geç keşfetmiş olsam da işime çok yaradı şu vize haftasında.
  • günlük yaşamdan hemen her yerde karşımıza çıkan hatta vücudumuzun da temel yapıtaşlarının en önemlilerinden biri olan "demir" elementine ait bazı bilgiler ufkumuza katkıda bulunacaktır.

    en eski demir bulguları m.ö. 3500 yıllarında mısır'da bulunmuştur. yaklaşık % 7.5 nikel içerdiği için mısırda bulunan ilk demirin meteor kökenli olduğu düşünülmektedir.

    bugünün türkiye'sini oluşturan küçük asya'nın eski hititleri, m.ö. 1500 yıllarında cevherden demir kokusu alan ilk kişilerdi ve bu yeni, daha güçlü metal onlara büyük ekonomik ve politik güç verdi. demir çağı başlamıştı. bazı demir çeşitleri, karbon içeriğine bağlı olarak, diğerlerinden daha üstün kabul edilmekteydi. vanadium içeren demir cevherlerinden, kılıçlar için ideal olan damasken çeliği üretilmiştir.

    tarihte çeşitli demir tiplerini açıklayan ilk kişi, 1722'de bu konuyla ilgili bir kitap yazan rené antoine ferchault de réaumur'du. bu kitapta çelik, ferforje ve dökme demirin kömür (karbon) miktarı ile nasıl ayırt edilebileceğini açıklamaktaydı. aynı yüzyılda başlayan sanayi devrimi, bu metal üzerinde yoğun bir şekilde bağımlıydı.

    demir, sembolü fe (latince'den ferrum) ve atom numarası 26 olan bir kimyasal elementtir. ingilizcedeki "iron" adı da anglo-saxon "iren" isminden gelir. latincedeki "ferrum" ise sertlik-sıkılık anlamındaki "firmness"'in karşılığıdır.

    demir ilk geçiş serisinde bir metaldir. kütle açısından dünyadaki en yaygın element olup yeryüzünün dış ve iç çekirdeğinin çoğunu oluşturmaktadır. dünya kabuğunda dördüncü en yaygın elementtir. özellikle dünyanın çekirdeğinin neredeyse tamamen demirden oluştuğu düşünülmektedir.

    dünya gibi kayalık gezegenlerdeki bolluğu, bir süpernova'nın şiddetli çöküşünden önce enerjinin serbest bırakılmasıyla üretilen son element olup yoğunluğu yüksek yıldızlarda füzyon yoluyla bol miktarda üretilmesinden kaynaklanıyor.

    düşünülenin aksine saf demir oldukça yumuşaktır, ancak eritme işlemi ile içindeki katışık maddeler nedeni ile saf demir elde edilemez. saf demir özellikle karbon tarafından önemli derecede sertleştirilir ve güçlendirililir. karbonun belli bir oranı (% 0.002 ve % 2.1 arasında), saf demirden 1000 kat daha sert olabilen çelik üretir. ham demir metali, yüksek karbon içeriğine sahip olan pik demirden yüksek fırınlarda indirgenerek üretiliyor. oksijenle daha fazla rafine edilmesi, karbonu, çelik yapmak için doğru orana indirger. diğer metaller (alaşımlı çelikler) ile oluşturulan çelikler ve demir alaşımları, çoğu istenen özelliklere sahip oldukları ve demir taşıyan kaya miktarının çok olması nedeniyle en yaygın endüstriyel metallerdir.

    demir, hemoglobin ve miyoglobin içindeki moleküler oksijen ile kompleks oluşturduğundan biyolojide de önemli bir rol oynamaktadır; bu iki bileşik omurgalılarda yaygın oksijen taşıma proteinleridir. demir ayrıca bitki ve hayvanlarda hücresel solunum ve oksidasyon ve indirgeme ile uğraşan birçok önemli redoks enziminin aktif bölgesinde bulunan metaldir. ortalama boyda bir insan vücudunda erkeklerde yaklaşık 4 gram kadınlarda yaklaşık 3,5 gram demir bulunur. bu demir vücutta hemoglobin, kaslar, kemik iliği, kan proteinleri, enzimler, ferritin, hemosiderin gibi yapılarda ve plazmada bulunmaktadır.

    demir beyin gelişiminden de sorumludur. gelişme çağındaki demir eksiliği çocuklarda öğrenme güçlüğüne yol açar.

    demir, sağlık için önemli bir mineraldir, ancak çok fazla demir çok toksiktir. kanda bulunan serbest demir, peroksitlerle reaksiyona girerek dna'ya, proteine, lipitlere ve diğer hücresel bileşenlere zarar veren, hastalıklara ve bazen ölüme yol açan serbest radikalleri oluşturur. kilogram başına vücut ağırlığının 20 miligramı zehirlidir, ancak kilogram başına 60 miligram öldürücüdür.

    yukarıda da anlattığım gibi demir süpernovaların yokoluşları sırasında ortaya çıkan milyonlarca derecedeki ısı ile üretilir. bu ısı güneşte bile yoktur. hayatımızın yapıtaşı olan demir dünyaya kendisinin de bir parçası olduğu uzayın armağanıdır.

    gezegenimiz dünyanın ve üzerindeki tüm canlıların oluşumu ve yaşamın devamı için şart olan demirin aslında dünyaya meteoritlerle geldiği, kısacası hepimizin aslında birer "uzaylı" olduğumuz gerçeğini yüzüme çarpıyor bu bakış açısıyla.

    çok inançlı bir adam değilim ancak kuran'da hadid suresinde "biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. " diyerek demirin gökyüzünden "indirildiğini" 1400 yıl önce anlatması da tesadüf değil sanki.

    http://www.rsc.org/periodic-table/element/26/iron
    http://www.chemicalelements.com/elements/fe.html
    https://en.wikipedia.org/wiki/iron
    http://chemistry.about.com/…elementfacts/a/iron.htm

    edit : yazdıklarımı doğru dürüst okumadan ağızlarından salyalar akarak "maaşlı troll" diye saldıranlara cevap :

    okumadan bilmeden yorum yapıyorsun ayıp. bak bakalım diğer entrylerime "maaşlı troll" müyüm?

    "en eski demir bulguları m.ö. 3500 yıllarında mısır'da bulunmuştur. "
    "demir ilk geçiş serisinde bir metaldir. kütle açısından dünyadaki en yaygın element olup yeryüzünün dış ve iç çekirdeğinin çoğunu oluşturmaktadır. dünya kabuğunda dördüncü en yaygın elementtir. özellikle dünyanın çekirdeğinin neredeyse tamamen demirden oluştuğu düşünülmektedir. "

    şunları da mı okumadın be yavrucum nedir bu nefretin?

    demirin dünyada üretilmediği, üretilmesi için milyonlarca derecelik ısıya ihtiyaç duyulduğu bunun güneşte bile olmadığını söyleyip süpernovalardaki aktiviteler sonucu meydana geldiğini anlatıyorum. ardından dünyanın da uzayın bir parçası olduğunu vurguluyorum.

    bu kadar mı sığsın okuduğunu anlama kıtlığındasın? nedir bu saldırının altında yatan? bir oku öğren be çocuk? ilkokulda hayat bilgisinde kalmışsın belli ki "okuduğumuzu anladık mı" kısmında takılıp kalmışsın yazık...
  • cinsellikle alakalı problem yaşayan erkeklerin %80 e yakınının 4-6 yaş arasında sünnet olduğunu biliyor muydunuz?
hesabın var mı? giriş yap