• türk tarih araştırmaların da suçlulara verilen ölüm cezalarını araştıran eserler nelerdir?tarihte açılan ilk okulda sorulan ilk sınav sorunlarının bulunduğu eserin adı nedir?

    bunlar gibi pek çok konu da ufkunuzu katlayacak kitap listesi için (bkz: #65336010)
  • bilim insanları açısından yunuslar hayvanlar aleminin en zeki canlılarından biri olarak kabul edilir. hatta birçok biyolog , yunusların özelliklede afalina (tursiops truncatus) türünün yeryüzünde insandan sonra en zeki canlı olduğunu düşünür. doksan öncesi nesil flipper isimli tv serisini iyi hatırlar. afalina türünü dünyada meşhur eden yapım olarak bilinir. birçoğunuz bu diziyi izlerken flipper’in sergilemiş olduğu oyunculuk yeteneklerinin birer kurgudan ibaret olduğunu düşünse de, bu konuda yanıldığınızı söylemek zorundayım. yunus familyasının asıl örnek türü tırtak (delphinus delphis) olsa da dünyada yunus denilince pek çok insanın aklına afalinalar (şişe burunlu yunus)gelir. bilim insanları zekayı kıyaslayabilmek adına beyin hacminin vucut hacmine oranı (bhvh oranı) veya kütlesinin vücut kütlesine oranı(bkvk oranı) yada daha bilimsel bir ifadeyle ensafalizasyon katsayısını kullanır. doğadaki hayvanların zekasını ayırt edebilmek için beyin-vücut oranı kullanılması yöntemi olarak bilinen kıyaslama , yüzeysel olarak bakıldığında geçerli olarak görülür. vücut hacmi yaklaşık olarak aynı olan canlıların hangisinin beyni daha büyükse , o canlı daha zeki olma eğilimi gösterir. afalinaların beyni insan beyninden 300gr daha ağır ve büyüktür. beyin-vücut oranı biz insanlar kadar iyi olmasa da, diğer hayvanlar arasındaki sıralamada onları ilk sıraya koymakta.
    aynı zamanda yunusların beyninde çok karmaşık bir neokorteks bulunmaktadır. neokorteks memeli beyninin bir parçasıdır. duyu algılanması, motor emirlerin oluşumu, uzaysal muhakeme, bilinç, düşünme , dil gibi yüksek fonksiyonların yürütülmesinde görev alır. insan beyninin kütlesinin %76’sını oluşturan neokorteks kısaca beyinde, problem çözme, farkındalık ve zeka belirtileri ile alakalı bir birimdir. yapılan araştırmalarda yunusların beyinlerinde de diğer örneklerde olduğu gibi (şempanze, filler, bazı balina) von economo nöronları (ven) adı verilen sinir hücrelerine rastlanmıştır. benlik kavramının oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bu hücreler aynı zamanda zekanın ve empati duygusununda oluşumu ile de bağlantılı olduğu düşünülüyor. tıpkı bizler gibi yunuslarda büyük sosyal gruplar içerisinde yaşamakta ve insanlardaki ven hücreleri ile bağdaşlaştırılan tarzda gelişmiş davranışlar göstermekte. bu verilerden yola çıkan bilim insanları, afalinaların zeka seviyesinin biz insanlardan sandığımız kadar az olamayabileceğine dair bulgulara ulaştı. hala tartışmalı bir durum olsa da , afalinaların zeka seviyesinin insan seviyesinde düşünülmesi gerektiğini öne süren birçok bilim insanı bulunmakta. dr. kathleen dudzinski ve kel m. sweeting on yıldır devam eden araştırmaları sonucunda, yunusların sürülerinde belirli arkadaş grupları kurdukları ve birbirlerine isimleri ile hitap ettiklerini gördüler. buda onların tıpkı bizler gibi karmaşık bir sosyal yapıya sahip olduklarını gösterdi. yunuslar birbirleri ile konuşuyor ve bu konuşmayı basit bir şekilde gerçekleştirmiyorlar. her yunus kendine özgü bir karakteri ortaya koyarak sahip olduğu bilgiyi dil kullanarak bir diğerine aktarıyor. böylelikle aralarındaki tecrübe ve bilgi akışı doğada daha başarılı olmalarını sağlıyor. ancak henüz dillerini anlayabilmiş değiliz. bildiğimiz şey ise dili kullanma amaçlarının bizimkine çok benzer olduğu.
    yunuslar hakkında dikkat çekici bir diğer ayrıntı bize benzer şekilde işleyen merak duyguları. yunuslar üzerine araştırma yapan pek çok biyolog, onların da bizi incelediklerini sıklıkla ifade ediyor. bu yüzden bir yunusun bizler hakkında ne düşündüğü, en çok merak ettiğimiz şeylerin başında geliyor.
    birçok bilim insanı, yunuslar ile bizim aramızda belirgin bir zeka farkı olmadığı konusunda ısrarcılar. bu durumda yunuslara biz insanlar ile aynı statünün verilmesinin haklı bir istek olduğu inancındayım. çünkü yunuslar insan olmak için gereken özelliklerin büyük çoğunluğuna sahip canlılar. çevrelerinin farkında olmaları, duygu ve kişilik sahibi olmaları, çevrelerine etik değerler ile yaklaşmaları ve hatta gelecek üzerine planlar yapıyor olmaları gelişmiş zekalarının en büyük kanıtı. üstelik ülkemizde bunları yapmaktan aciz milyonlarca insan varken.

    tüm bu zekaya rağmen neden insanoğlu gibi bir medeniyet kurmadıklarına gelecek olursak, su altında ateşin keşfinin neredeyse imkansız olduğu gerçeğinden başlayabiliriz.
    ilgili yazı:(bkz: yunusların zekası)

    ?
  • beden dilimizin, söylediğimiz yalanlarla ilgili ne kadar fazla ipucu verdiği.

    reina saldırısından yaralı olarak kurtulan ve sedyeyle taşınırken gülmemek için kendisini zor tutan? amerikalı adamın (jake raak) ülkeyi terk etmeden yaptığı konuşmanın beden dili analizi yapılmış, dehşete düşürücü.. yazının içinden kısa özet;

    alıntı

    "videonun hemen başında 5. saniyede saldırının trajedi olduğundan bahsederken dudak kenarları yukarı doğru kalkıyor ve göz kenarları kırışıyor. yani william jake raak trajediyi anlatırken asıl hissettiği duygu mutluluktur. mimikler hissettiğimiz anlık duyguları biz bastırmaya çalışsak da bir şekilde yüzümüzde gösterirler. tek bir ipucundan yola çıkarak sonuca ulaşmamızın yanlış olacağını hem eğitimlerimde hem de seminerlerimde sıklıkla vurgularım. bu yüzden videonun ilk saniyelerinde gördüğümüz bastırılmaya çalışılan mutluluk tepkisini kenara not ediyor ve başka ipuçları aramaya devam ediyoruz.

    yeni bir ipucu bulmak için çok uzun süre beklemek zorunda kalmıyoruz. william jacob raak trajedi olduğunu belirttikten sonra 7. saniyeden 11. saniyeye kadar bekliyor. 4 saniye sizin için kısa gelebilir ancak biriyle konuşurken 4 saniye beklemek gerçekten uzun bir süredir, isterseniz bir sonraki iletişiminizde deneyin. william jacob raak 7. saniyeden 11. saniyeye kadar beklerken ilk yaşadığı mutluluk ifadesini bastırmaya ve yüzüne daha ciddi bir ifade takınmaya çalışıyor. işte tam burada yalancıların en sık kullandığı ve kontrol etmekte zorlandıkları yüz ifadesi yüzünde beliriyor. ifadenin adı: asimetrik tepki"

    alıntı

    http://mikroifadeler.com/amerikali-acemi-yalanci/
  • dünya edebiyatındaki bazı eserlerle ilgili bilgilerdir.
    1. victor hugo 'nun sefiller romanının üçüncü bölümünde 823 kelimelik bir cümle var ki bu cümle 3 sayfa sürüyor. aynı zamanda fransız edebiyatının en uzun cümlesi kabul edilmiştir.

    2. gene bir fransız ağabeyimiz olan georges perec 1969'da la disparition romanını hiç 'e' harfi kullanmadan yazmıştır. ama ondan önce ernest vincent wright 1939'da gadsby kitabını gene aynı taktikle, 50.000 kelimenin hiçbirinde 'e' harfini kullanmadan oluşturdu. türkler de durur mu? ersin tezcan tarafından 1997'de yazılan ''e'siz potkal'' isimli kitapta hiç "e" harfi kullanılmamıştır. kitabı ise ''e yayınları'' basmıştır.*

    3.fransız yazar michel thaler içinde bir tane bile fiil geçmeyen 233 sayfalık bir roman yazdı. adı da le train de nulle part .

    4. fareler ve insanlar 'ın ilk ismi 'something that happened' dır.
    edit: lesanspapier sağ olsun, haberdar etti.
    perec'in romanı türkçeye de hiç "e" kullanılmadan çevrilmiştir. çevirmen: cemal yardımcı. yayınevi: ayrıntı yayınları imiş.
  • öncesi ; 5.bölüm : eşekli kütüphaneci

    şimdi almanya'nın gettolarına gidiyoruz.

    almanya 1961 yılında türkiye'den büyük bir göç aldı.bir çok türk almanya'ya çalışmak üzere gitti.1973 yılına gelindiğinde almanya'da ki türklerin sayısı 1 milyonu bulmuştu.günümüze geldiğimizde ise bu rakamın almanya nüfusunun yüzde üçüne denk geldiğini görüyoruz..gurbetçiler almanya'ya gittiklerinde uzun süreli kalacaklarının hesaplarını yapmamışlardı.almanya onlar için geçici olarak para kazanma yeriydi.kimse kalıcı plan yapmıyor,vatana geri döneceği günleri sayıyordu.planlar hesaplandığı gibi gitmedi.gurbetçiler şimdiden yarım asırdan fazlasını devirdi.kalıcı olmayı başarmışlardı ancak sonrası uyum süreciyle geçti.alman aileler günün çoğunluğunu iş yerlerinde harcıyorlardı.sosyal hayatları yoktu,bir çok yerde çalışarak para kazanma peşindeydi hepsi.gençler ise almanya sokaklarına daha çabuk uyum sağlamalıydı çünkü günlerinin çoğunluğu oralarda geçiyordu.

    89'da neonazi hareketinin güçlenmesiyle almanya'da ırkçılık artmaya başlamıştı.90'lı yılların başlarında ırkçlık faaliyetlerinin hedefinin çoğunluğunda türkler vardı.olaylar ne yazık ki ölümlerle sonuçlanıyordu.türklere karşı şiddet artmıştı ve türk aileler tehlike altındaydı.

    artan şiddet olaylarına karşılık türk gençleri bir araya gelmeye ve çeteleşmeye karar verdiler.amerikan filmlerinde gördüğümüz sokak çeteleri almanya'da ırkçılıktan korunmak için oluşmaya başladı.etki tepkiyi doğurmuştu.ve hikayemizin başkahramanları olan almanya'da ki en büyük sokak çetesi berlin, kreuzberg'te ki 36 boys ortaya çıkmıştı.

    36 boys çetesi önceleri kendilerine şimşekler diyordu.daha sonra ölen arkadaşları maxim'in bir önerisi oldu ve grup şimdi ki adını aldı.36 kreuzberg'in posta koduydu.türkler mektuplarında 36'yı çok kullanıyorlardı o bir zamanlar.bu grubun ismine de etki etti.

    36 boys işe kreuzberg'i ırkçılardan temizlemekle başladı.kendilerini rahatsız eden dazlaklarla fiziki mücadeleye girişen çete üyeleri başarılı oluyordu.türk aileleri
    korumak 36 boys'un gençlerine düştü o yıllar.kendilerini korumak için bir çok kavgada bulundular.çete oldukça renkliydi aslında.kendi dansçıları,baskılı tshirtleri,graffiticileri vardı.

    çete artık aktif değil ama 36 boys hala unutulmadı.kreuzberg'in çeşitli yerlerinde hala 36 boys graffitilerini görebiliyor insanlar.aslında çetenin bütün üyeleri sadece türkte değil farklı uyruklardan da üyeler 36 boys'un içindeydi.berlin senatosu daha sonrasında çetenin bulunduğu bölgeleri tehlikeli bölge ilan edip,eski üyelerine çalışma başlattırdı.üyelerin görevleri çocukları sokaklardan uzak tutmak ve onlara yardımcı olabilmekti.

    36 boys göçmenler için hala bir sembol almanya'da.çetenin eski üyeleri arasında ; kıtalararası boks şampiyonu olan ve şu anda antrenörlük yapan muzaffer tosun,şimdilerde bir restaurantın şefliğini yapan hatta hayat hikayesini anlattığı kitabı da olan tim raue ve hepimizin bildiği ünlü rapçi killa hakan var.killa hakan (kişisel görüşüm) en iyi türkçe rap yapan kişilerden birisidir bu arada.

    al jazeera'nin bu konuda güzel bir belgeseli var kaynak niteliğinde izlemek isteyenler için;
    https://www.youtube.com/watch?v=xzhas0x1hy8&t=

    ayrıca içimden geldi killa hakan'ın çok güzel bir şarkısını da buraya iliştiriyorum.
    herşey yolundadır
  • bu günün ve yarının anlam ve önemine binaen..
    (bkz: 6 ocak 2017 istanbul kar yağışı)

    karlar içinde trafikte kafama takılan soru:
    buz renksizken kar neden beyazdır?

    kar, suyun donmuş halidir. donmuş su yani buz renksizken kar beyaz görünür. bu durumun nedeni buz kristalleri ile kar tanelerinin ışıkla farklı şekillerde etkileşmeleridir. güneş ışığı elektromanyetik spektrumdaki bütün dalga boylarındaki ışık ışınlarını içerir. ancak gözümüz sadece görünür dalga boyundaki ışık ışınlarını algılayabilir. ışık bir cisimle etkileştiğinde cisim tarafından soğurulabilir, yansıtılabilir ya da geçirilebilir. cisim, ışığı herhangi bir değişime uğramadan geçiriyorsa şeffaftır. ışığın bir kısmını soğuruyor, belli bir dalga boyundaki ışığı yansıtıyorsa, yansıttığı ışığın renginde görünür. eğer cisim görünür dalga boyundaki ışık ışınlarının tamamını yansıtıyorsa beyazdır.

    buz, ışığı geçirdiği için şeffaf görünür. kar taneciklerinin neden beyaz göründüğü sorusuna cevap bulabilmek için ise, gelin, önce kar kristallerinin nasıl oluştuğuna bakalım.

    sıcaklık donma noktasının altına düştüğünde bulutların içindeki su buharı küçük toz parçacıkları üzerinde yoğunlaşarak katı hale geçer. bu süreç devam ettikçe kar kristalleri altıgen prizma şeklini alır ve altıgenin köşelerinde dallanmalar oluşturarak büyümeye devam eder. yani kar kristalleri donmuş yağmur damlaları değildir.

    kar beyaz görünmesine rağmen, karı oluşturan kar kristalleri şeffaftır. kar kristallerinin bir araya gelmesiyle oluşan kar taneleri ışık ile etkileştiğinde, kar kristallerinin kendilerine özgü altıgen şekilleri nedeniyle, bir kristalin yüzeyinden diğerine yansıyarak yön değiştirir. kar tanelerine çarpan bütün dalga boylarındaki ışınlar eşit derecede yansıdığı için de kar beyaz görünür.

    kanyak :)

    not: aradım ve bu başlıkta bu konu ile ilgili bir entry bulamadım..

    edit: ekşi siteden kaynaklı bir takım hatalar vermesi sebebiyle yollaya bir kaç defa basmam sebebiyle bu entry'm defalarca gitmiş. hepsini sildim. uyaran arkadaşlara teşekkür ediyorum.
    alttaki aqarkadaş da ekşiye etsin küfrünü; bana değil...
  • kanun kadar zengin diye bildiğimiz deyim aslından karun kadar zengindir.

    bahsi geçen karun lidyalıların en ünlü ve en zengin kralıdır bu sebeple zenginleri anlatırken karun kadar zengin benzetmesi yapılır
  • biz sosyal medyada ''hahaha'' şeklinde gülerken -tabi bir de ''asdfghjklşi'' var ama onu en iyisi hiç karıştırmayalım şimdi- tayland'da sosyal medyada ''55555'' şeklinde gülünmesinin sebebidir.

    ''bu ne ya harflerin köküne kıran mı girdi de adamlar rakamla gülüyor?'' diye düşünürken öğrendim ki taycada 5 rakamı ''ha'' şeklinde okunuyormuş. evet bunu öğrenince daha bir anlamlı oldu.*
  • volvo'nun sağlamlık durumunun bir efsane mi yoksa gerçek mi olduğunu göz önüne koyan bilgileri araştırıp okudum, sizinle paylaşacağım şimdi:

    ön bilgi olarak, volvo'nun hikayesi öncelikle sadece trafikteki arabalar değil tır, iş makinası, otobüslere de dayanmakta. hatta bu abilerimiz işi büyütmüş ve uçak parçalarıyla ilgili çalışmalar bile yapmışlar, yapıyorlar. finans piyasasında bile yer almaktalar fakat bunun konumuzla ilgisi yok.

    antik mitolojide dayanıklılığı simgeleyen çelik şerit firma için özel olarak seçilmiş kurulurken. yani ilk baştan kolları bu iş için sıvamış bu amcalar, abiler.

    1944 yılında işe koyularak bir çok güvenlik çalışmaları yapmış bu abiler. aynı zamanda bir efsaneyi de yaratmışlar.

    1944 - iç koruma kafesi'nin bulunması

    iç koruma kafesi diyince akla nascar ve ralli araçları gelir genelde. o demir şeyi buluyor abilerimiz ve ilk kafesli araç üretimini yapıyorlar hiç hız kesmeden.

    1944 - lamine cam'ın bulunması.

    lamine cam nedir: iki veya daha fazla cam plakanın özel bağlayıcı polivinil butiral (pvb) tabakalar yardımıyla, ısı ve basınç altında birleştirilmesi ile üretilir. darbe aldığında dağılmayarak cam kırılmasından kaynaklanan riskleri, kırılma halinde parçaları yerinde tutarak en aza indirger. cam kırılmasından kaynaklanan riskleri, kırılma halinde parçaları yerinde tutarak en aza indirger. kaza nedeniyle oluşacak yaralanmaların engellenmesinin yanı sıra, dışarıdan gelecek darbelere karşı can ve malın korunması amacıyla da kullanılır.

    ilk ve başarılı atılımını lamine cam ile yapan volvo, o zamanlardaki en güçlüler olan, piyasanın abileri olan bmw ve mercedes harici olarak, güvenlik nedeniyle devletlerin tercih ettiği markalardan birisi haline geliyor.

    1950'li yıllarda ön camın buzlanması sorununa el atıp, o konuyu da hallediyorlar. evet, ön camın donmuyorsa volvo mühendisleri sayesinde. yine o yıllarda "böyle olur mu ki la" diyip ön paneli dolduruyorlar. sonra deniyorlar ve diyorlar ki "çokta iyi oldu, çokta güzel oldu taaam mı?" evet, ön paneli doldurup kaza anında ki hasarı dönemin şartlarının minimumuna indiriyorlar.

    1958 - emniyet kemeri'nin bulunması.

    evet, emniyet kemeri. hepimizin hayatını kurtaran, takla atarsak arabanın içinde top gibi sekmemizi engelleyen, frene asılınca direksiyona öpücük kondurmamızı engelleyen emniyet kemerini de volvo buluyor. nils bohlin isimli volvo'nun mühendisine teşekkür ediyoruz. bir yıl içinde volvo hiçbir araçta bulunmayan emniyet kemerini, üç noktalı şekilde tüm modellerinde standart halde kullanmaya başlıyor. haliyle sektöre bir devrim yapıyor zeka pıtırcığı nils bohlin abimiz.

    1960 ve 70'li yıllara ilerliyoruz ve volvo da bizimle ilerliyor. abiler hız kesmeden ille "daha iyisi, daha sağlamı olacaağğkk!" diye haykırıyorlar. bu yıllar altın yıllar.

    bu yıllar arı gibi çalışan mühendis abilerimiz bebek koltuğunu keşfediyorlar. dünya'da ilk kez üretiyor, deniyorlar, oluyor. bitti mi, bitmedi!
    güvenlikli kapı kilitlerini üretiyor abilerimiz. arabayı çalmasınlar, trafikte sövünce kapıyı kitleyim ki dövemesinler hehe, giderken kapı açılmasın falan diyerek. bmw ile drift yaparken arabadan düşen kardeşimizi görseler "boşa mı uğraştık" diye zerzenişte bulunabilirler, orası ayrı.
    sonra birisi çıkıp diyor ki "lan bu öne koyduğumuz kemerleri arkaya niye koymuyoruz, arkadakiler insan değil mi aq?" diğerleri onaylıyor ve arka koltuklara da emniyet kemeri sistemi geliyor, hayırlı olsun.
    evet şimdi sırada herkesin sevmediği ama aslında bizi çok sevdiğinden öyle yırtınan, biip biip öten sistem var. emniyet kemeri hatırlatıcısı. bunu bulan da onlar.
    hiç hız kesmeden çocuklar konusunda bir güzellik daha yapıp, çocukların güvenliğini arttıran "çocuk minderi" denen şeyi buluyorlar.
    bitti mi, bitmedi...
    ön kısıma ve arka kısımlara darbe anında katlanıp enerjiyi emebilen katlanılabilir bölgeler koyuyorlar.
    beni en çok heyecanlandıran, hala çözemediğim olay var şimdi: darbe emebilen direksiyonu buluyorlar.
    bir direksiyon nasıl darbe emer hala bilmiyorum, bununla ilgili bilgi verecek kadar hazır hissetmiyorum...

    1970'de "biz bu kadar şey yapıyoruz, bari birisi adam akıllı test etsin aq" diyip, volvo kaza araştırma ekibini kuruyorlar. bu ekip deli gibi çalışıyor darbeler üzerine. darbe enerjisini emen tamponları buluyorlar.
    80-90'lı yıllardaysa su altı koruma sistemini geliştiriyorlar.
    yetmiyor, memlekete giderken 10 saat araba kullanacaklar için "omurga koruma" üzerine çalışıyorlar. arka koltuklara da yoğunlaşıyorlar ve güçlendirilmiş arka koltukları sürüyorlar piyasaya. güncel durum itibariyle piyasanın çok üzerinde olan güçlendirme çalışmalarıyla, kazalarda ölüm, sakat kalma, yaralanma durumlarını diğerlerine göre oldukça az seviyeye düşürüyorlar.

    1984 yılında hepimizin çiçeği, hayat kurtaran abs (air brake system-ani fren yapınca tekerleklerin kilitlenmesini önleyen fren sistemi) yi buluyorlar.

    1986'da arabanın arka, ortasında bulunan kırmızı fren lambasını kullanmışlar. yüksekte olsun, görsünler, arkadan patlatmasınlar arabamıza diye. bugün standart hale gelmiş durumda.

    1987' de hava yastığını buluyorlar. sürücü için buluyorlar tabi ilk başta. daha sonra geliştirip, yanımızdakine koyuyorlar. daha sonra arka için, sonra kapılara yan hava yastıklarını koyuyorlar. tabi hemen o yıllar içinde değil, biraz vakit geçiyor. bunu bulan mühendis, bizim ülkedeki kaza yapacağını anlayınca yastık patlamasın diye kontak kapatan hasta ruhluları görse ağlar ve patentini alıp kaçardı diye düşünüyorum...

    1991'de yandan darbe koruma sistemi (sıps - side impact protection system)'i geliştiriyorlar. sıps sayesinde yandan gelen bir darbede oluşan enerji kapıdan uzaklaştırılıp, güvenlik kafesine aktarılıyor. böylelikle içerdekiler daha az kuvvete maruz kalıp, daha az hissediyorlar.

    90'lı yıllardan sonraysa park sensörleri, park freni, sürücü dikkat kontrol sistemleri, akıllı sürücü bilgi sistemi, fren destekli çarpma uyarısı, kapılardaki hava perdesi sistemleri, ters dönüşlerde aracın konumunu sabitleyebilen kontrol sistemi, boyun zedelenmelerini engelleme taktikleri ve son yıllarda ağzımızda sakız olan city safety sistemini buluyorlar.

    city safety: 35 km hızın üzerindeyken aniden önümüzde beliren, yavaşlayan, duran, kaza yapan araçları farkedip frenleme yapan sistem.

    2003 yılında darbe kuvvetini azaltan yeni bir ön yapı bulup, tanıtıyorlar.
    2004 yılında su tutmayan camı buluyorlar.

    buluyorlar, buluyorlar...

    volvo'nun sağlamlığı bir şehir efsanesi değil gördüğünüz üzere. bunun için sürekli çabalayan bir firma olmuşlar. logosuna kadar "sağlamlık, dayanıklılık"mottosu işlemiş bu adamların.

    açıkcası ben etkilendim.

    edit:

    arkadaşlar emniyet kemeri ve abs ile ilgili volvo bulmadı diye uyardılar, sağolsunlar. evet, emniyet kemeri ilk olarak 1903 de bulunuyor fakat, patent ve herhangi standartlaştırma harekatı yok. 1930'da new york eyaleti maliyet çok olur diyerek bundan vazgeçiyor. söz konusu dayanıklılıkken volvo'nun maliyetten kaçmadan bu işi standarta sokmasından bahsediyorum ben zaten. ayrıca üç noktalı kemerin patent hakları nils bohlin'e ait olmaktadır.
    abs konusundaysa, bu tarz sistemler deneniyor, bulunuyor. elbette hidrolik veya havalı sistemler daha önce denenmiş olabilir. ancak bu işin araçlar kısmından bahsettiğimiz için, araç üzerinde ilk oturtulmasıyla ilgileniyorum. volvo dayanıklıysa bunları ilk kullanmasındandır anlamında. ayrıca bu sistemler teknolojinin o dönemlerdeki sürekli gelişimiyle bağlantılı olarak sürekli değişiyor. benim okuduğum bilgiler, sistemlerin en doğru ve minimum etki, zarar verdiği halleri yönünde.
    edit2: imla.
    edit3: "hava yastığı konusunda 1987 demişsin ama 83 model mercedes'de görmüştüm." şeklinde mesaj geldi. hava yastıkları 1950 de deneniyor ilk olarak. 1970 lerde hava yastıklı üretilen, denenen ilk araçlar oluyor. sonra general motors yastıklı model sayısını arttırıyor hatta. ancak yastıklar kazalardan önce açılıp, olmayacak kazalara sebebiyet verme gibi saçma davranışlar sergiliyorlar. bunun sonucunda geri çekiliyor. 1984 de ford bir, iki modelinde kullanmaya tekrar karar veriyor. ben tekrar söylüyorum burda esas konu volvo'nun bunları deneme yanılma payı bırakmadan çözüp kullanması. yani diğer firmalar tam verim alıp alamayacağını yeterli kontrol etmeden piyasaya sürerken, volvo tam teste tabi tutup en emin olduğu, en verim aldığı haliyle bunu piyasaya sürüyor. bir kaç model de değil, tüm modelleriyle standart haline getirip sunuyorlar. yine 1988' de chrysler' de standart halde sunuyor bunu zaten. esas olan güvenlik konusunda bu kadar titiz davranması firmanın. "buldular" diyerek bahsettiğim konunun özü bu yani kısacası. işe yaramayan bir şeyi daha önce bulsalar ne olacak, çalışmıyor ki? bu adamlar tam olarak problemleri giderip, kendilerinden emin halde piyasaya sürüm yapıyorlar. burda güvenilirliği konuştuğumuz için bize lazım olan kısımda bu oluyor zaten. bunu göz önünde tutarak mesaj atarsanız çok mutlu olurum...
    edit4: webtekno durumundan sonra kaynak belirtmemiş olmam ile ilgili mesajlar aldım. ben o konu ile ilgili olan entryde de belirttim giriş cümlemde zaten "araştırıp, geldim, size aktarıyorum" kısmını kullandığımı. ancak ısrarla anlaşılmamış.
    başlıca kullandığım kaynaklar:
    1
    2
    3
    4
    5
    6
  • güneş'in yüzey sıcaklığı 6000°c, çekirdek sıcaklığı ise 10 milyon °c. gezegenimizde bulunan tüm elementler düşünüldüğünde ergime noktası en yüksek element tungsten, ergime noktası en yüksek alaşım ise bir seramik türevi olan tantalyumhofniyumkarbit (ta4hfc5). .tungsten'in erime sıcaklığı 3412 °c, tantalyumhofniyumkarbit in ise 4215 °c. yani dünya'daki hiç bir elementin hatta hiç bir seramiğin bile güneş yüzeyinde katı halde kalması mümkün değil.

    güneş'in en temel yakıtı hidrojen - helyum dönüşümünü sağlayan füzyon reaksiyonlarıdır. füzyon reaksiyonları sayesinde güneş'te sıcaklık 10 milyon °c'ye kadar çıkar. devasa enerjisinin en büyük kaynağı da budur.

    günümüzde, nükleer santrallerde fizyon reaksiyonları sayesinde enerji üretebiliyoruz. ancak, malzeme kısıtı nedeniyle füzyon reaksiyonları ile enerji üretmemiz şimdilik imkansız. çünkü, 10 milyon °c'ye dayanabilecek bir malzeme doğal olarak bulunmamakta, yapay olarak ise henüz üretilememektedir.

    edit:
    erime noktası en yüksek element tungsten (3500°c)
    erime noktası en yüksek malzeme bir seramik türevi olan tantalyumhofniyumkarbitt (4215°c)
hesabın var mı? giriş yap