• insanın uzun bir süre tek böbrek, tek akciğer, midesiz ve dalaksız yaşayabildiği halde karaciğersiz bir dakika bile yaşayamadığını öğrendiğimden bu yana enginar yemeği, enginar salatası ve enginar çayı tüketiyorum.
  • alman pastasinin almanyayla, almanla bir alakasinin olmamasi, almanya'ya gidip bunun cennetine duseceginizi zannetmeyin.
    ılgili baslikta dile getirildiği gibi sam german abd'li bir pastaci abinin soy adinin ve pastasinin bize gelene kadarki hali.
    https://en.m.wikipedia.org/…i/german_chocolate_cake
  • bal arılarının * "oğul verme süreci"nde (yani bir grup arı, yeni bir yere yerleşmek, yeni koloni oluşturmak için eski kraliçe arıyla birlikte kovanı terk ettiğinde) kovana yeni kraliçe seçilirken kafes usulü uygulanması.

    --- alıntı ---

    oğul verme süreci

    oğul vermeye hazırlık, büyük bir sükûnet içinde cereyan eder. ekseriya mayıs da, işçiler, birkaç kraliçe odacığı yaparlar. içinde özel bir besleme ile genç kraliçeyi yetiştirirler. oğul vermek için, bir kraliçe kâfidir. ancak arılar, bir tek kraliçenin, ölme ihtimalini düşünerek, birkaç kraliçe yetiştirirler.

    oğul vermeye istekli kolonilerde, anaya artık bol besin verilmez. bunun sebebi, oğul verme sırasında uçabilmesini sağlamaktır. hatta anaarı, işçi arılar tarafından itilip kakılır, petekler üzerinde arkasından kovalanır. uzun uçuşlara hazırlanır. nektar ve polen toplama işi yavaşlamıştır.

    yeni kraliçe hücresinden çıkmadan bir hafta evvel, arı toplumu, kovandan ayrılır. burada da yine oğul verme süreci, önce işçilerden başlar. işçiler, kovandan ayrılmadan birkaç gün önce, işlerini bırakırlar ve eğer toplulukları kalabalık ise, kovanın uçma deliği önünde toplanırlar. bundan sonra, hep birden karar vermiş gibi, büyük bir heyecanla, kovanın bal odalarına hücum ederler ve midelerini bal ile doldururlar. bu beslenmenin sonucunda ,bir kısmının karınları öylesine şişer ki; vücut esnekliklerini kaybederler. iğnelerini kullanamazlar. besin için çiçekleri dolaşmaya vakitleri yoktur. kendilerine yeni bir barınma yeri bulmak zorundadırlar.

    odacıklarına hapsedilmiş kraliçeler, bu ufacık deliklerden beslenirler.
    bundan sonra, hep birden uçma deliğinden dışarı çıkarlar ve daireler çizerek, bir bulut gibi yavaş yavaş havaya yükselirler. bunlarla birlikte eski kraliçe de, kovanı terk eder. yeni topluluğu kokusuyla yöneten kraliçe, her hangi bir ağaç dalını veya buna benzer bir yeri seçer.

    gözcü arılar, hatta oğuldan birkaç gün önce, dört tarafa; bazen uzaklara uçarak, kendilerine uygun bir yuva ararlar. böyle bir yer bulunca, oğul toplumunu, bulunan yeni yere doğru harekete geçirirler ve yeni bulunan yuvaya yerleşirler.

    şayet arı topluluğu yalnız bir defa oğul verirse, ilk kraliçeden çıktıktan sonra, yedek diğer kraliçelerin odacıkları, işçi arılar tarafından yok edilir. eğer arı topluluğu, ikinci oğlu verecekse, o zaman işçiler, diğer genç kraliçeleri hayatta bırakırlar. ancak bunlar, kendi odalarından dışarıya çıkamazlar. çünkü yönetici kraliçe, onları öldürmek isteyecektir. kraliçeler, odacıklarının ufak deliğinden, ancak hortumlarını dışarıya çıkarırlar ve işçiler tarafından beslenirler.

    bu sırada yönetici kraliçe, tüte diye bir ses çıkarır. hapsedilmiş kraliçelerde, buna benzer bir sesle cevap verirler. bu ses, kapalı odacıklardan dışarıya, kuvak kuvak gibi yankılanır. bu sesler duyulduğu müddetçe, hapsolundukları odacıklardan dışarı çıkmazlar.

    --- alıntı ---

    kaynak: http://www.yaklasansaat.com/…r/arilar_uremeleri.asp
  • özünde genel insan davranışlarının hepsi bir tek şeyi işaret eder; sonsuzluk arzusu. üreme, mülk edinme, ahiret inancı hepsi bir şekilde yok olma bilincini bastırıp sonsuzluk algısı yaratmak için geliştirilmiş, yaşamın devamlılığını sağlayan yegane simülatif unsurlardır. aksini düşünsenize; bir gün tamamen yok olacaksınız, hatta o derece bir yok olmak ki bu, yok olduğunuzu anlamaya dahi asla fırsatınız olmayacak. düşünemediniz değilmi. çünkü sonsuzluk arzusu o derece sarıp sarmalamıştır biliçlerimizi. tarih boyunca en ilkel biçiminden en sistemli düzeyine evirip neredeyse birkaçtane bıraktığımız tanrı'lardan binlercesine inanırken bugün bile yaklaşık 4 bin din yeryüzünde taraftar bulmaktadır. bu dinler insanların yaşadığı coğrafya, üretim biçimi ve sosyal ilişkikere göre değişkenlik göstererek sürekli kendini yenilemiştir. ancak nekadar kompleks yada ilkel/ilksel olursa olsun hiç bir din yoktur ki ölümden sonra bir hayat tahayyülü olmasın. bu size birşey hatırlattı mı? evet, sonsuzluk arzusu. her nekadar bir ölümden sonra yaşam arzusuna hepimiz inanmak istesekte, henüz diğer tarafa gidip gelenimiz olmadığı için bazı şeylerden emin olmak adına en azından bu dünyada işimzi garanti altına almak için üremeyi keşfetmişiz. nasıl yani üreme iç güdüsel değilmi yani daha önceden bölünerek mi çoğalıyorduk filan diyenler var içimizde. az sabırlı olsunlar onlar için açıklama vereceğiz. tabi bölünerek çoğaldığımız zamanlar olmadı değil birkaç milyar yıl önce ancak o ayrı bir konunun tartışması olsun. biz şimdilik üremeyi keşfetme kısmına tekrar dönelim. üremeyi keşfetmekten kastettiğimiz şeyin aslında sistemli üreme olduğunu kafası basan arkadaşların hemen kavradığını gözlerinden okuyorum. ama anlamayanlar için kısaca açıklayacak olursak sistemli üremeden anlayacağımız şey; üretken sağlıklı genleri tercih etmemiz, hayatta kalma olasılığını hesaba katarak olabildiğince çok üreyip genlerin yetişkin olma şansını artırmamız,( bu kısım modern tıbbın aşıları ve modern ekonomi politiğin dayatmaları yüzünden yerini tek çocuğa bırakmış gözükmekte) birde üreyeceğimiz kişiyi seçerken doğacak çocuklara sağlıklı besin kaynağı sağlayabilecek güçte olan eşler seçmemizdir. bu yüzden kadınlar güçlü kuvvetli erkekleri tercih ederken erkeklerde çocuğun doyma oranını tabiki bilincinde olmadan hesaba katarak iri memeli kadınları tercih ederler. burada kısa bir not düşmek gerekirse; yine " modern" hayatın getirileri sayesinde artık kadınlar cüzdanıda en az kendisi kadar şişman erkekleri tercih ederken ( çünkü doğacak çocuklara en çok hamburgeri ısmarlayabilecek baba adayı odur) erkeklerde kadının olabildiğince sarışın olanını tercih ederler çünkü esmerlik alt tabakaya ve doğulu olana işaret eden bir durumdur. hemen kızmayın bunu ben demiyorum, o yere göğe sığdıramadığınız kadın dergileri söylüyor, hayır hayır söylemiyor çünkü modernizim söylemez; modernizim işaret eder, anlamları kodlar ve biz o kodları içten içe onaylarız zamanla tek gerçek olarak kabul ederiz. durun bir dakika konudan uzaklaşmadan kafamızdaki soru işaretine geri dönelim; iyi ama tüm bunların ölmekle yada sonsuzluk arzusuyla ne alakası var? genler; genlerimiz, bizim dışımızda fakat bize en çok ait olan şeylerdir. ve onlar çocuklarımızda, torunlarımızda ve dünya var oldukça onların torunlarında hep var olmaya devam edecek olan şeydir. devam etmesi ise her kuşağın kendi üzerine düşeni yapıp genlerini dünya üzerine bırakmayı başarmasıdır. işte size alternatif bir sonsuzluk reçetesi daha.

    peki mülk edinme; nedir bu insanlardaki bitmek tükenmek bilmeyen mülk edinme çılgınlığı. doymak bilmeyen yedikçe acıkan bir canavar gibi ne kadar çok şeye sahip olursak olalım hep daha daha daha fazlası... peki neden? işte en çok hoşuma giden kısım bu, favori sonsuzluk arzusu reçetem. çünkü dünyadaki sahip olunan tüm mülklere karşılık gelen en müthiş ve en çılgın icadımız olan para; o kimin elindeyse, son nefesine kadar bütün güç onun elinde . bir kere para demek ekstra zaman kazanmak demektir, sizin yerinize başkaları sizin bütün işlerinizi yapar. akşam yemeği yemek için mutfakta 2 saat geçirmeniz gerekmez, hizmetçiye akşam ne yemek istediğinizi söylemeniz yeterlidir. hatta yeterince paranız varsa akşam ne yemek istediğinizi anlayıp sizin yerinize mutfağa talimat veren sadık bir uşağınız olabilir. otobüs durağında yarım saat, doğal gaz kuyruğunda 15 dk. 5 lira otopark ücretinden yırtmak için saatlerce park yeri aramaz yada hafta sonunuzu para harcamamak için uyuyarak geçirmezsiniz. kendi hayatlarınızdan bu örnekleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz çünkü eğer bu yazıyı okuyorsanız fakirsiniz demektir. eğer zengin olsaydınız danışmanınız sizin için çoktan okumuş ve sizin zamanınızı almaya değecek bir yazı olmadığına karar vermişti. sıradan bir işçinin para kazanmak için her gün sadece 8 saati varken eğer siz bir patronsanız ve hatta irice bir patronsanız sizin her gün para kazanmak için 24 çarpı fabrikanızdaki 10 bin işçi kadar vaktiniz vardır. bu da demek oluyor ki eğer irice ve sulak yerde yaşayan bir patronsanız her gün 240 bin saat para kazanabilirsiniz.
    ikincisi para demek kalite demektir; zoraki yaşamaz, yaptığınız herşeyden zevk alırsınız, örneğin bu biraz rahatlamak için üstadın deyimiyle " pis bir gemici barında" kafanızı şaraba sokmak yerine, şömine karşısında şımarık kızların kahkahaları arasında şampanya patlatma imkanı verir size. hepsinden öte iyi bir eğitim imkanı verirki işte bu kalbimi sızlatan kısımdır; siz biyerlerinizi yırta yırta ulaşmaya çalışırken bir düzeye, o velet ailesinden miras olarak alır sizin hayatınız boyunca öğrenemeyeceğiniz kadar bilgiyi, işte buna burjuva habitusu deniyor. yediğiniz içtiğiniz şeylerin kalitesi örneğin o derece artarki tuvalete girdikten sonra hızla sifonu çekip, anasından terlik yemiş çocuk gibi kaçmaya çalışmazsınız. mesafeleriniz kısalır, dünyanın heryerine uçarsınız. evet zengin olunca uçmak oluyor o. uçakla gittim fakirler içindir çünkü muhtemelen ilk kez uçağa binmiştir ve uçağa bindiğini vurgulayarak söylemeyi tercih eder. mülk edinmenin üremeyle olan bağına yukarıda kısaca değinmiştik ama yeniden hatırlatacak olursak; ne kadar çok hamburger ısmarlama gücünüz varsa işte o kadar iyi genlere sahip bir kadınla/ erkekle üreme fırsatını yakalarsınız. mülk edinmek kök salmaktır. giderek dünyaya yerleşme fikrini benimsetir size ve yerleştikçe ölüm bilincinden uzaklaşırsınız. hayatınız değerlenir, spora başlar, koruma sayınızı artırırsınız. araba alırken kaza anında ölüm riski oranı en düşük olan markayı tercih edersiniz. yemeklerin kalorisini hesaplatır, sağlık kontrollerinizi aksatmazsınız. evet buna yakın şeyler olur çünkü hayatınız değerlidir, güzel vakit geçiriyorsunuzdur ve bu rüyanın bitmesini elbette istemezsiniz. uçsuz bucaksız yemyeşil bir golf sahasında konuk olmuşsanız eğer, o gün öğleden sonrası tanrı'nın yemyeşil cenneti pekte ilginizi çekmemiş olacaktır. ya da akşam evinizde ülkenin en güzel kalçalı ve göğüslü (biz onlara kısaca gen diyoruz) kadınlarınının davet edildiği çılgın bir parti veriyorsanız eğer tanrı'nın cennette sunacağı 70 kadar huri sizin için reddilemeyecek bir teklif değildir. yani öldükten sonra kavuşulacak olan hediyeler, yani ölmek. gördünüz mü bak öldükten sonrası yeteri kadar ilginizi çekmiyorsa ölüm fikrinin kendisininden de oldukça uzaksınız demektir. işte bu zenginlerin ölüme, ölümünde fakirlere hükmettiği bir dünyadır..
  • bunyesinde demir barindiran sebzelerin *turuncudan kahveye donen bi renkle curumesi sebzedeki demirin paslandigini gosterir.
  • moskova metrosunda yapilan anonslarin iki cesit olmasi; erkek ve kadin sesi. sehir merkezi yonunde anons sesi erkek; bu isyerinde bir nevi patronu temsil ediyor ve ise cagiriyor. sehir merkezinden uzaklasan yonde ise eve cagiran kadin sesi. ise - eve cagirma olayi isin efsanesi gibi duruyor ama kadin ve erkek sesleri ile dogru yonde oldugunuzu anlayabilirsiniz.
  • ufkunuzu iki katına çıkarır mı bilmem ama kakamıza kahverengi rengi ölü kırmızı kan hücreleri veriyormuş. yani demem o ki kızlar pembe sıçmıyormuş, ben ikna oldum.
  • çağlar boyunca doğum kontrolü için özellikle kadınların üzerinde kullanılan yöntemler:

    - antik mısır: timsah gübresinden yapılma bir tür fitil
    - aristoteles tavsiyesi: zeytinyağı ve sedir yağı karışımının vajinaya yerleştirilmesi
    - ortaçağ avrupası: limon suyuna batırılmış ve vajinaya yerleştirilmiş sünger
    - antik yunan: birleşme esnasında kadının nefesini tutması ve seviştikten sonra diz üstü oturup spermleri çıkarana kadar hapşırması
    - elizabeth dönemi: ısırganotu yapraklarından yapılma bir tür fitil
    - feodal dönem japonya: kaplumbağa kabuğundan veya boynuzdan yapılma bir tür kondom. aynı zamanda sertleşme problemini de gizliyor
    - elizabeth dönemi: kusturucu veya diüretikler. sekse ilgiyi azaltıyor hatta yok ediyor
    - antik mısır: kadının boş mideye fasulye yemesi
    - antik afrika: kadının devenin ağzından gelen köpükleri içmesi
    - ortaçağ avrupası: kadının koyun idrarı veya tavşan kanı içmesi
    - 11. yüzyıl iran: kadının çiftleşmeden sonra vajinasına katran veya fil dışkısı sürmesi
    - antik yunan: kedi testislerinden yapılma bir tür fitil
    - kazanova'nın tavsiyesi: servikal başlık olarak kullanılacak yarım limon kabuğu
    - roma imparatorluğu: keçi sidik torbasından yapılma bir kondom. erkek ya da kadın takabiliyor
    - ortaçağ avrupası: kadının uyluk bölgesine sansar testisi takması veya canlı bir sansarın sakat ayağını boynuna sarması
    - antik mısır: çiftleşmeden önce penise soğan suyu sürülmesi
    - elizabeth dönemi: çiftleşmeden önce soğuk suyla veya zencefil-sirke karışımıyla hissizleştirici bir banyo
    - 1920-30'lar new york: coitus interruptus yani kesintili cinsel birleşme. tam boşalmak üzereyken ilişkiye ara verme
    - 19. yüzyıl amerika: coitus obstructus yani boşalmayı önlemek için tam vaktinde testislerin ön kısmını sıkıştırma
    - antik yunan ve roma: silphium adında dev bir rezene şu madeni parada kadın bir eliyle bitkiye bir eliyle genital organlarına dokunuyor
    - kuzey carolina: bugün hala kullanılan bir yöntem. queen anne’s lace adlı bir bitkinin tohumlarını doğrayıp suya karıştırıp içiyorlar. tohumlardan gelen terpenoit adlı madde progesteron salımını önlüyor
    - antik mısır: akasya reçinesi, hurma, bilinmeyen bir bitki, lif ve baldan yapılma bir fitil
    - 1950-60'lar amerika: coca cola duşu. coca cola'nın mükemmel bir sperm öldürücü olduğu söylentisi yayılınca kola şişesini bildiğin çalkalayıp vajinaya fışkırtıyorlar
    - en etkili yöntem çin'den geliyor: kadınların yüzde 6'sı etkili doğum kontrolü için uzak mesafe ilişkisi yaşamayı tercih ediyor yani şehir dışından koca buluyor.

    edit: kaynak
  • rüyalar renkli mi siyah beyaz mı?

    yapılan bir araştırmada, siyah-beyaz televizyon döneminde büyüyenlerin, rüyalarını da siyah-beyaz gördükleri belirlenmiş. araştırma, siyah-beyaz filmler ve televizyon seyrederek büyüyen 55 yaş üzerindekilerden oluşan bir grup ile renkli televizyon ve film döneminde büyüyen 25 yaşın altındaki bir grupla yapılıyor. araştırmaya göre, birinci grubun rüyalarını da "renksiz" görme olasılıkları artıyor. renkli televizyon ve filmler seyrederek büyüyen ikinci gruptakiler ise renkli rüyalar görmeye daha meyilli oluyor.

    20. yüzyılın ilk yarısında yapılan araştırmalarda, rüyaların çoğunun siyah-beyaz olduğu iddia ediliyor. 1960'larda ve daha sonra yapılan çalışmalardaysa, rüyaların yüzde 80'inde biraz renk bulunduğu öne sürülüyor. bu dönemin siyah-beyaz televizyondan renkliye geçiş dönemi olduğundan hareketle, televizyonun rüyaları etkilediği sonucu çıkarılıyor. ancak çeşitli araştırmalar arasındaki farklılık, araştırmacıları kesin sonuçlar ortaya koymaktan alıkoyuyor.

    dundee üniversitesi'nden eva murzyn'in yaptığı araştırmada, yarısı 25 yaşın altında yarısı 55 yaşın üstünde 60 kişiye rüyalarının rengi ve çocukluklarında film ve tv seyretme alışkanlıklarıyla ilgili sorular soruluyor. verilerin analizi sonucunda, 25 yaş altındakilerin yüzde 5'inden azının rüyalarının siyah-beyaz olduğu, çocukluklarında renkli tv ve film izleyebilme olanağı bulanların da sadece yüzde 7,3'ünün siyah-beyaz rüya gördüğü ortaya çıkıyor. çocukluklarında siyah-beyaz filmler seyredenlerinse daha ziyade siyah-beyaz rüya gördükleri belirleniyor. doktor, bu durumdan "çocukluğumuzda, seyredilen filmlerin rüyaların oluşumunda önemli etkisinin olduğu kritik bir dönem olabilir" sonucunu çıkarıyor. ancak filmlere maruz kalınmasının sonucu olarak, beynin, uyanıldığında rüyaları bir şekilde yeniden oluşturup oluşturmadığını bilmenin imkansız olduğunu da söylüyor.

    kaynak
  • https://www.google.nl/maps
    google maps hollanda domaini
    earth modda zoom yaptığınızda com.tr adresiyle çok ciddi fark görürsünüz

    https://www.google.nl/…1.0391643!4d29.0004594?hl=tr

    vs

    https://www.google.com.tr/…91643!4d29.0004594?hl=tr
hesabın var mı? giriş yap