• united airlines rezaletine ilişkin;

    her havayolu overbook yapmaktadır. overbook dediğimiz olay, uçağın koltuk sayısından daha fazla bilet satılması anlamına gelmektedir. eğer bir uçak "boş koltuk" ile seyahat ediyorsa, bu durum o uçuşta zarar ettiklerinin göstergesidir.

    insanlar uçak seyahati için bilet satın almış olsalar bile, birçok havayolu ortalama kaç kişinin uçağı kaçıracağını hesaplayan karışık parametrelerle çalışan sistemler kullanmaktadır. bu kullandıkları sistemlere "no-show rate" adı verilir ve uçağın rotası ile seyahat edilecek güne göre değişkenlik göstermektedir.

    united airlines'ın ağında, 3411 uçuş numaralı chicago'dan kalkan uçağın no-show rate'i oldukça yüksektir. chicago'dan uçağa binip de aktarmalı oldukları diğer uçağa yetişmeye çalışan yolcuların birçoğu uçaklarını kaçırmaktadır zira amerika birleşik devletleri içerisindeki iç-hat uçuşlarının 1/4'ü gecikmeli olarak havalimanlarına inmektedir. buna ek olarak; ilgili bölgede birçok rakip havayolu bulunması ve chicago'da tren, otobüs gibi alternatif seçeneklerin çokluğu da yolcuların bu seçeneklerine yönelmeleri ya da birkaç saat şehirde vakit geçirip daha sonra gidecekleri yere gitmeleri oldukça olasıdır.

    fakat, örneğin, bangor'dan kalkıp washington dc'ye giden bir uçağın yolcularının uçaklarını kaçırması ya da biletlerini isteyerek yakmaları oldukça düşük bir ihtimaldir çünkü bu rotada, bangor'a başka bir yerden bağlanıp da dc'ye giden bir uçuş bulunmamaktadır. günlük 10 ila 15 uçuşun bulunduğu bangor örneğinde tren imkanı da bulunmadığından dolayı chicago'ya kıyasla uçağa binmeme ihtimali olan yolcu sayısı çok çok azdır.

    diğer bir örnekle, 3411 sefer sayılı uçuşta da olduğu gibi pazar gecesi yapılan uçuşlarda çok düşük no-show rate bulunmaktadır zira yolcular pazartesi günü işbaşı yapmak için bu uçuşu kullanmaktadır.

    hangi yolcuların, hangi uçuşları kaçırdıklarına dair saklanan veritabanı toplumla paylaşılmayıp, gizli bir şekilde korunmaktadır zira havayolları bu sistemlerini sürekli olarak güncel tutup, güvenli bir şekilde fazladan bilet satmaya çalışmaktadır.

    bu sistemler düşündüğünüzün aksine, gerçek verilerden faydalandığı için oldukça iyi çalışmaktadır. örneğin 1990 yılında 10.000 yolcudan 16'sının, tıpkı bu rezalette gündeme geldiği gibi uçağa boarding yapması engellenmiştir. fakat 2016 yılında bu rakam 10.000 kişide 9 kişiye düşmüştür. sağlanan verilerin iyileştirilmesi ve kullanılan parametrelerin daha da akıllılaştırılması, havayollarının daha fazla "buhardan" koltuk satmasını kolaylaştırmaktadır.

    united airlines'ın 3411 sefer sayılı uçuşu tam anlamıyla bir "rezalet"tir zira check-in'ini ve boarding'ini yapmış, koltuğuna oturmuş bir yolcuyu uçaktan "koltuğunuzu başkasına satmış bulunmaktayız" diye diğer yolcuların gözünün önünde atmak tam anlamıyla bir pr fiyaskosudur.

    peki böyle bir durum başımıza gelmesin diye ne yapabiliriz?

    havayolları, böyle durumlarda kimleri uçaktan çıkaracaklarına dair bir yönergeye sahiptirler. bu yönergeler hiyerarşik bir sisteme göre çalışmaktadır. kağıt üstünde, havayoluna karşı -sözüm ona- en az değeri olan yolcular seçilmektedir. normal şartlarda bilgisayarlar otomatik olarak en son check-in yapan kişiyi ya da "sık sık uçan" statüsüne sahip olmayan yolcuları seçmektedir. yani erkenden online olarak bile check-in yapıp da koltuk seçiminizi tamamlayıp da boarding pass'inizi alırsanız uçaktan atılma riskinizi en aza indirmiş olursunuz diyebiliriz. buna ek olarak uçtuğunuz havayolunun müşteri kartlarından birisine sahip olmanız, o kartı hiç ya da çok az kullansanız bile sizi bu durumdan kurtaracak statüye sokacaktır.

    havayollarının geçmiş yıllardan kazandıkları en büyük tecrübe, yolcuların kaliteli bir uçuştan ziyade daha ucuz bir uçuş tercih ettikleridir. bu nedenle, havayolları ucuz bilet sunabilmek adına daha fazla bilet satarak koltukların fiyatlarını düşürmeye çalışmaktadır. koltukların fiyatlarının düşmesi demek rakip firmalara karşı avantaj sağlamaları anlamına gelmektedir. bu yüzden de sürekli olarak bu tahmin sistemlerini geliştirmektedirler.
  • türkiye'deki asgari ücretin oecd ülkeleri arasında en yüksek ikinci sırada olması.

    asgari ücret, tanımı itibariyle işverenin çalışanına teklif edebileceği en düşük ücrettir. diğer bir deyişle; bir meslek ya da vasıf sahibi olmayan ve haliyle “ne iş olsa yaparım.” diyen işgücünün ücret beklentisidir.

    şu tabloya bakacak olur isek; sol kısımda 2006, 2010 ve 2014 yılları için öğrenim durumuna ilişkin yıllık brüt ortanca ücretleri (örneğin 11 kişilik grupta 6. kişinin aldığı ücret) gösterilmekte. grafiğin sağ tarafı ise ortanca ücretlerin asgari ücretin kaç misli olduğunu gösteriyor. örneğin yüksekokul mezunları 2006 yılında asgari ücretin 3,29 katını kazanırken, bu fark 2014 yılında 3,02 kata gerilemiş.

    tüik maalesef bu veriyi 4 yılda bir yayınlıyor. elimizde açıklanmış veri olmasa da başka verilerden faydalanarak tahmin etmek zor değil. 2014 asgari ücret ortalamasına sonrasındaki 2 buçuk yılda toplam %61 zam yapıldı. 2016 yılı başında yapılan %30 zam bu ciddi artışın temel nedeni. 2016 yılı için tüm çalışanların ortalama ücret artışı ise tüik tarafından %21,3 olarak açıklandı. çalışanların üçte birinden azının yüksekokul mezunu olduğunu düşünürsek bu grubun elde ettiği zammın kabaca %10’un altında yaklaşık enflasyon kadar olduğunu söyleyebiliriz. kolaylaştırmak için üniversite mezunlarının 2014 yılı ortasından 2017 yılı başına kadar geçen 2 buçuk yıllık sürede %24 zam aldıklarını varsayalım (bu süredeki tüketici enflasyonu ile aynı oran, yıllıklandırılmış %9). bu varsayıma dayalı ücret zammının doğruluğunu okuyucular kendi aldıkları maaş zammı ile kıyaslayıp kontrol edebilirler. elde ettiğimiz nihai sonuç ise yüksekokul mezunlarının brüt ortanca maaşlarının asgari ücretin yaklaşık 2,32 katına düştüğü. tabloda bahsedilen tüm ücretlerin brüt olduğunu hatırlatalım. artan oranlı gelir vergisi aslında yüksek eğitim grubunun eline geçen net miktarın oran olarak daha aşağıda olduğunu göstermekte. vergi değişkenini de eklediğimizde en az 2 yıllık bir üniversite mezunu 2017 yılı başı itibarıyla asgari ücretin 2,08 katını kazanmakta. unutmamak gerekir ki yüksekokul mezunları arasında sayıları muhtemelen daha az da olsa yüksek lisans ve doktora mezunları da bulunuyor.

    kesin yargıya varmadan evvel bu tabloya da bakar isek; açık bir şekilde asgari ücretin genel ücretlere kıyasla çok yüksek olduğu doğrulanmış oluyor. oecd tarafından derlenen 2015 yılı verilerine göre türkiye; bu grupta kolombiya hariç en yüksek orana sahip. başka bir ifade ile türkiye’de ücretler çoktan asgari ücretleşmiş. biz yurtdışına kıyasla asgari ücretin ne kadar düşük olduğuna odaklanmışken; yüksekokul mezunlarının oransal olarak çok daha düşük ücret kazandıkları gerçeğini atlamışız.

    bu eğilim neticesinde ilk bakışta gelir adaletinin sağlandığını akla gelebilir. unutulmaması gerekense toplumsal gelir adaletinin aynı nicelik ve nitelikte iş yapanlar için geçerli olduğu. yüksek öğrenim almış kişilerin en azından kâğıt üzerinde farklı niteliklere sahip olduklarını göz önünde bulundurduğumuzda bu eğilimin aslında emek adaletsizliğine yol açtığının farkına varabiliriz. üstelik toplumdaki hayat standardı adaletsizliğinin temel nedeninin gelir dağılımına değil; servet dağılımına dayandığı da ortada.

    türkiye’deki ortanca maaşın asgari ücrete kıyasla zaten düşük olduğuna ve gün geçtikçe daha da eridiğini tespit ettiğimize göre bunun sonuçlarına odaklanabiliriz.

    ilk etki haliyle makroekonomik. son dönemde ülkemizin iktisadi olarak girdiği darboğazdan çıkmak için yüksek teknoloji içeren üretimin gerekliliği reçete olarak yazılmakta. bunun için öncelikle nitelikli işgücü oluşturmak devamında da bu grubu işe motive etmek gerekiyor. üstte belirttiğimiz eğilimse açık bir şekilde eğitimin karşılığının gün geçtikçe daha az alındığını ve çalışanların bu tip teknolojilerin üretimine teşvik edilemediğini göstermekte. bu grubun zaten işsizlikle de mücadele verdiği ve fark yaratan eğitimin çok pahalı olduğu da aşikar: 20 yıllık özel okul masrafının 690bin tl olması

    maaşlardaki bu eğilimin ikinci etkisi ise sosyo-ekonomik. türkiye’de yüksek, orta ve düşük gelir ve eğitim gruplarının siyasi eğilimleri resmi istatistiklerle takip edilmiyor. kamuoyu yoklaması yapan araştırma şirketleri ise seçim ve referandum anketlerinin detaylarında bu konuya mutlaka yer vermekteler. genel sonuçlar yüksek eğitim ve orta gelir grubunda chp seçmeninin en büyük payı oluşturduğunu göstermekte. bununla birlikte düşük eğitim ve gelir grubunda akp seçmeninin payı en yüksek. elbette dar kapsamlı anketler ile homojen olmayan gruplar için büyük genellemelerde bulunmak doğru olmaz. yine de üstteki genel geçer sonuçlara ulaşmak okuyucuların da kişisel tespitlerine aykırı gelmeyecektir. dolayısıyla son dönem trendinin chp seçmeninin aleyhine, akp seçmenininse lehine olduğunu kabaca söyleyebiliriz. bu saptama önemli bir soru işaretine yol açmakta: ücretlerdeki bu eğilim kasıtlı bir şekilde mi yapılıyor?

    üstteki soruya cevap vermek için asgari ücretin nasıl belirlendiğini açıklamalıyız. herkesin merakla beklediği asgari ücret zammı, asgari ücret belirleme komisyonu tarafından tespit edilmekte. bu komisyon hükümeti, işvereni ve işçiyi temsil eden eşit sayıda üyeden oluşuyor. nihai kararın oy çokluğu ile alınabilmesi nedeniyle; hükümet ve işveren temsilcisi tisk’in anlaşması yeterli. 2016 yılı gibi işvereni üzecek yüksek zam oranları halinde hükümet sgk prim ödemeleri indirimi gibi politikalarla işverenin gönlünü almakta. bu tip teşviklerin genel bütçeden karşılandığı ve bütçenin vergi yükünü de orta gelir sınıfı tarafından taşındığını hatırlatmakta fayda var. özetle asgari ücretin belirlenmesinde hükümet son derece etkili. yıllar itibarıyla oluşan bu trend bir hükümet politikası.

    öyleyse tüm bu eğilimin siyasi sonucu nedir? asgari ücret çoğunlukla sol politikalarla ilişkilendirilse de mussolini’nin faşist manifesto kitabında da yer alır. amaçlanan vasıfsız ve az vasıflı işgücünün ücretlerini asgari ücretleştirerek çalışanları hükümetin kontrolüne almaktır. işverenler de eşzamanlı olarak yandaşlaştırılıp, özel sektör hükümet kontrolüne sokulur. hükümet asgari ücretleri yöneterek düşük gelir grubunu kendine bağımlı hale getirir. bu durumun faturasını hükümetten hazzetmeyen orta gelir ve yüksek eğitimli gruba yansıtır. hükümetle yakın ilişki içerisine girmiş yüksek gelir grubu ise karşılıklı rüşvet ekonomisi ile egemen konumunu sürdürür.

    bu entry'nin 16 nisan 2017 anayasa değişikliği referandumundan hemen önce girilme sebebi, birçoğumuz bu referandumla oluşacak olan diktatörlükten endişe etmesi. maalesef bu faşist yapı işgücü piyasası vasıtasıyla ekonomimizde kuruldu bile. bu nedenle referandumda oyunu diktatörlükten yana koyan seçmenlerin tercihlerinde dini ve milli duyguların etkisinin sınırlı, asgari ücretinse esas olduğunu vurgulamak gerek.
  • cazza technologies isimli bir inşaat firması dubai’de üç boyutlu yazıcıyla bir gökdelen inşa edeceklerini açıkladı. bu dünyada bir ilk olacak. benzer inşaatlar daha fazla yapıldıkça, bu teknolojinin hem ucuzlayacağı hem de daha hızlı benimseneceği düşünülüyor. cazza firmasının genel müdürü chris kelsey başlarda üç boyutlu yazıcı teknolojisini daha çok evlerde ve yüksek olmayan binalarda uygulamayı düşündüklerini söylüyor. kelsey, projeyi geliştirenler kendilerine üç boyutlu yazıcı teknolojisi ile gökdelen inşa edip edemeyeceklerini sorduğunda ise bu teknolojiyi yüksek binalara nasıl uygulayabileceklerini araştırmaya başladıklarını belirtiyor. firmanın büyük, robotik üç boyutlu yazıcıları hâlihazırda mimari açıdan hayli karmaşık binaları daha önceden asla tahmin edilemeyecek bir hızla inşa etmeye imkân tanıyor. yüksek binaların tüm yapısal bileşenleri bu sistem kullanılarak üç boyutlu olarak basılabiliyor. gökdelen projesinde ise sistem mevcut vinçlerle birleştirileceğinden özel vinçler kurmaya gerek kalmayacak. gökdelenin üç boyutlu olarak basılamayacak yapı elemanlarının ise geleneksel inşaat yöntemleri kullanılarak tamamlanması planlanıyor.

    kaynak
    (bkz: bilim teknik dergisi)
  • özellikle büyük marketlerden aldığımız yumurtaların üzerinde yazan yt'nin yumurtlama tarihi anlamına geldiğini öğrenmek. 2014 yılında yayınlanan bir tebliğle zorunlu hale getirilmiş.

    ben de sabah kara kara düşünüyordum ne ara geçti bunun süresi diye. meğer o tarihin üzerine 28 ekliyormuşuz.
  • peki ya ahmet aslan'ın sadece susarak özlüyorum sarkısının deniz gezmiş için yazılmış olması..
  • (bkz: #67459547)
  • "...afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin % 90’ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane afrikalı milyarder var.

    afrika kıtasından her sene 8.5 milyar $ değerinde pırlanta çıkıyor, kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek miktarda..."

    kapitalizmin oyun bahçesine sadece kayıtlı üyeler girebiliyor...

    kaynak : can dündar.
  • leyleklerin bebek değil kargo bile getirmediği gerçeği
  • gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olan apocalypse now setinde yaşanan ilginç olaylar ve ilginç çekim süreci;

    apocalypse now filmi heart of darkness'ın romanının bir uyarlamasıdır. bu romanı film yapmak isteyen ilk kişi 1939 yılında orson welles'miş, hatta deneme çekimleri bile yapılmış, ancak yapım maliyetinin bütçeyi aşmasından korkan yapım şirketi projeden çekilmiş. orson welles'de gidip, gelmiş geçmiş en efsane filmlerden biri olan citizen kane'i çekmiş.

    francis ford coppola, kimsenin filmini çekemediği bu romanın bir uyarlamasını sinemaya aktarmaya o kadar çok kararlıymış ki, filmi vietnam'da 16 mm'lik kamera ile çekmek için hazırlık yapmış, proje bile tasarlamış. görüştüğü film şirketi vietnam'da herkesin öleceğini düşündüğü için projeden vazgeçmiş. başka şirketlerle de görüşmüş fakat vietnam'la ilgili bir filmi finanse etmek istememişler.

    daha sonra coppola, the godfather filmlerinden çok para kazanıyor ve en sonunda kendisi de para koyarak bir film şirketi ile anlaşmaya varıyor. vietnam'daki araziye benzerliği sebebiyle filipinler'de çekimlere başlanıyor.

    abd ordusu vietnam'la ilgili bir filme destek olmayı kabul etmediği için coppola, filipinler cumhurbaşkanı ferdinand marcos ile anlaşıyor. filipinler o sırada ülkenin güneyindeki kominist ayaklanmalar ile uğraştığı için filipinler ordusunun müsait olduğu günlerde helikopterleri ve pilotları kullanabiliyorlar.

    kurtz ile yüzbaşı willard’ın yüzleştiği tapınağın yapımında çalıştırılan yerel haktan işçiler günlük 1 ila 3 dolar arasında ücret alıyorlar. bu duruma çok şaşırıyorlar, çünkü aynı işler için hollywood'da ya da new york'ta çekilen bir filmde işiçilerin sosyal hakları ve maaşları binlerce dolar tutuyor.

    filmin çekimlerine başlandıktan bir ay sonra harvey keitel oyuncu kadrosundan çıkarılıp yerine martin sheen dahil oluyor. harvey keitel’ın olduğu tüm sahneler yeniden çekiliyor.

    çekimler başladıktan sonra, 3 haftalık çekim için hafta başına 1 milyon dolardan anlaştıkları ve 1 milyon dolarını daha çekime başlamadan verdikleri marlon brando ile anlaşmazlığa düşüyorlar. marlon brando filmin sonunu yeniden yazmak için extra zaman isteyen coppola’yı filmden ayrılmakla tehdit ediyor.

    coppola film boyunca kendi kontrolünde olmayan bir sürü problemle uğraşıyor. filmde kullanılan helikopterler, ülkenin güneyindeki savaş cereyan ettikçe setten ayrılıp savaş alanına gidiyor. şiddetli yağmurlar ve tayfunlar film setinin %80’ini yok ediyor. çekimlere 2 ay ara veriliyor ve herkes evine dönüyor.

    25 temmuz 1976’da kaldıkları yerden devam etmek için filipinler’e geri dönüyorlar. şimdiden film için ayrılan bütçeyi aşıyorlar ve dağıtıcı firma united artists bu durumu; filmin 40 milyon doların üzerinde gişe yapamaması halinde, coppola'nın farkı ödemesi şartıyla kabul ediyor.

    film zaten yeterince gecikmişken ve bin türlü aksilik yaşanmışken, martin sheen çok ciddi bir kalp krizi geçiriyor. bunun tüm hoolywood’a yayılacağından ve olası dedikodulardan korkuyorlar. coppola doktorla bir görüşme yapıyor, sheen'in bir süre dinlemesi gerektiğine, döndükten sonra da yorucu olmayan işlerde, yakın plan çekimlerde ve oturarak oynadığı sahnelerde olmasına karar veriyorlar.

    marlon brando çekimler sırasında çok kilolu olduğu için bu durumdan utanıyormuş ve sette de çok sinirliymiş. kendisinin bu durumunu belli eden sahnelere itiraz ediyor, sürekli zorluk çıkarıyormuş, marlon brando'nun çekimlerini 3 hafta içinde bitirmek zorunda olan coppola da deliye dönmüş. yaşananlar üzerine ikili arasında geçen tartşmada marlon brando'nun heart of darkness'ı okumadığı ortaya çıkmış. kitap baştan sona okunduktan sonra sahneler çekilebilmiş.

    kaynak
    kaynak
hesabın var mı? giriş yap