19970 entry daha
  • kıçından istatistik sıçıp, korenin 2000 yılındaki kişi başına milli gelirini 300 usd yapmanın bile fav alabilecegini öğrenmek ufkumu epey genişletti.

    bu arada korenin 2016 yılı kişi başı milli geliri 27.535 usd olarak gerçekleşmiştir, 40.000 usd değil.

    aşağıdaki grafikte "araştırmak" isteyenler için tüm bilgiler mevcuttur. grafikte değeri max olarak seçersek, korenin 2000 yılındaki kişi başına milli gelirinin yaklaşık 15.000 usd olduğunu göreceğiz.

    (bkz: https://tradingeconomics.com/…-korea/gdp-per-capita)
  • iş çıkış saatlerinde otogar orta peronuna boş kirazlı metrosu geldiğini öğrenmek.

    belki ufkumu değil ama yaşam kalitemi iki katına çıkarmıştır.
  • kücük yastaki cocuklariniz, yegenleriniz veya kuzenleriniz icin harika bir önerim var. dünya disindan astronotlar, kücük cocuklar icin hikayeler okuyor. hem de ingilizce. kücük yastan kulak asinaligi ve dil ögrenimi icin cok güzel bir olay bu bence.

    http://storytimefromspace.com/
  • propaganda teknikleri

    1. isim takmak. propagandacı, karalamak istediği kişiye ya da gruba kötü isimler takar. düşmanı bir “yılan” ya da “örümcek” gibi isimlerle anmak propagandacının çok kullandığı bir tekniktir. siyasetçiler de bu tekniği kullanırlar, rakiplerine küçük düşürücü sıfatlar takarak kitlelerin duygularıyla oynarlar. eğer bir kişiye ya da bir gruba çirkin isimler takılmışsa size propaganda yapıldığını fark edebilirsiniz.

    2. propagandacı kanıtlanabilir doğrular yerine “genellemeler” yapar. “vatan”, “millet”, “şeref”, “ahlak” gibi kimsenin kolay kolay itiraz edemeyeceği kavramlar kullanır. kendi düşüncelerini bu kavramların içine gizleyerek yaymaya çalışır. eğer bir siyasetçi bu kavramları kullanarak konuşuyorsa size propaganda yapıyor demektir.

    3. propagandacı simgeler kullanır. eğer bize mesaj vermek isteyenler bayrak ya da dini kitap gibi hepimizin ortak değerlerini kullanıyorlarsa propaganda yapıyorlar demektir.

    4. propagandacı kendi fikirlerini yayarken toplumun beğenisini ve saygısını kazanmış ünlüleri kullanır. geniş kitleler ünlülerin söylediklerine daha duyarlı olurlar ve onların dile getirdiklerine inanma eğilimi içinde olurlar. eğer bir ünlü, toplumsal ya da siyasi bir mesaj veriyorsa büyük ihtimalle propaganda yapıyor demektir.

    5. propagandacı sıradan inşaların başına gelmiş olayları “örnek olay” olarak anlatır. aslında her biri birer istisna olacak kadar az rastlanan olayların tahminimizden daha yaygın olduğunu kanıtlamak ister. bizim henüz çevremizde görmediğimiz bu olayların, biz farkında olmadan çok yayılmış olduğunu söyleyerek bizi korkutur.

    6. bazı verileri abartır ya da çarpıtır, bizim bilgimiz olmayan rakamları bizim endişe duyacağımız şekle sokar. eğer birisi size bilginiz olmayan konularda çok abartılı rakamlar veriyorsa büyük ihtimalle propaganda yapıyor demektir.

    7. propagandacı hiçbir kanıt göstermeden kendi fikrinin büyük çoğunluk tarafından benimsendiğini iddia eder. propagandacı hepimizin içindeki “sürü psikolojisine” hitap ederek bizim de herkes gibi düşünmemizi ister. eğer birisi size “herkesin” benzer düşüncede olduğunu iddia ederse bilin ki size propaganda yapıyordur.

    8. propagandacı çok güçlü ve abartılı ifadeler kullanır. bunlar hiçbir kanıtı olmayan klişe laflardır; ama çok sık söylendiğinde insanların belleklerine kazınır ve etkisi yüksek olur. “türk’ün türk’ten başka dostu yoktur.” söylemi böyle bir genellemedir. eğer birisi size buna benzer ifadelerle konuşuyorsa bilin ki propaganda yapıyordur.

    9. propagandacı kendi fikrini anlatırken kutuplaşma yaratır. olayları, insanları ve fikirleri siyah-beyaz uçlarda anlatır. propagandacının dilinde gri renk yoktur. sizi de bir kutbu seçmeye zorlar. eğer sizin “ya hep ya hiç” şeklinde bir seçim yapmanız isteniyorsa bilin ki size propaganda yapılıyordur.

    10. propagandacı dost ve düşman yaratır. sizin de derhal seçiminizi dosttan yana yapmanızı ister. seçim yapmakta zorlanıyorsanız düşmandan yana olduğunuz gibi bir sonuç çıkarmaya çalışır. eğer siz buna benzer bir seçim yapmaya itiliyorsanız bilin ki size propaganda yapılıyordur.

    kara propaganda yapanlar bizim özgür seçimimizi engelleyip korkularımızı, endişelerimizi pompalayarak sağlıklı karar vermemizi engellemek isterler. bu nedenle özellikle kara propagandaya karşı hepimizin uyanık olması gerekli.

    seçimler öncesi her parti yukarıda saydığım bütün propaganda tekniklerini kullanır. siyasetçiler siyah-beyaz bir kutuplaşma yaratarak bizim “düşmana” karşı bir seçim yapmamızı isterler. maalesef bu kutuplaşma ortamında siyasi propagandanın rengi kararır. insanların içindeki kötü duyguları ortaya çıkaran siyasi kampanyalar neredeyse psikolojik bir savaşa dönüşür.
  • hayvanlar ve hava durumu ilişkisi.

    havadaki basınç değişimlerine, bizlerden çok daha fazla duyarlı oldukları için, tepkileri daha belirgindir.

    mesela kuşlar eğer yüksek irtifada uçuyorlarsa bu iyi bir havanın yaşanacağına işarettir. yaklaşan bir fırtınanın yol açtığı alçak basınç kuşların kulaklarını huzursuz eder.

    martılar genel olarak fırtına öncesinde uçmayı keser ve sahile tünerler. hayvanlar, özellikle de kuşlar, yağmur taneleri düşmeden önce seslerini tamamen keserler.
  • bazen zamanında ufku iki katına çıkartıp, unutulmuş, yıllar sonra yeniden karşımıza çıkınca yeniden ufkumuzu iki katına çıkartan bilgilerdir. misal az önce notlarım arasında bulduğum bohr atom modeli. bohr zaten başlı başlına ufuk açıcı bir adam ama mevzu şu an o değil. mevzu bohr tom modeli.

    bohr'dan önce kabul gören atom modelinin sahibi rutherford'du. bohr he şeyin sağını solunu kurcalamayı seven, sorgulamaktan çekinmeyen bir adamdı. bohr rutherford atom modelini de kurcaladı ve bozdu. çünkü şunu farketti:

    rutherford alfa parçaklırını bir altın levha içinden geçirdi (bugün geiger sayacına ismini veren hans geiger'in kurduğu düzenekle). kendisinden önce thomson atom modeli vardı ve amacı bu modelin doğruluğunu test etmekti. thomson ve kelvin demişti ki elektronlar ve protonlar atom içerisinde homojen olarak dağılmış kardeş kardeş oynamaktadır. aha bu rutherford denen adam alfa parçacıklarını altın levhaya gönderdiğinde umduğu şey + yüklü ışınların levhadan geçerken çok az sapması gerektiğidir. yani pek bir etkilenme beklemiyordu. fakat bir de baktı ki ışınlar hayvan gibi saptılar. nasıl olur?

    hemen doktora öğrencisine haber saldı bir deney yapmasını istedi. deneyler şok ediciydi. bazı alfa parçacıklarının tamamen geri geldiği (180 derece sapma) gözlendi. lan dedi kendi kendine rutherford. o zaman elektron proton kardeşliği diye bir şey yok protonlar çok küçük bir yerde olmalı. tam protona denk gelen parçacık geri dönüyordur. ve kendi atom modelini kurdu. bu atom modeline göre elektronlar pozitif çekirdeğin etrafında gezegen gibi dönmekteydi. elektriksel çekim sayesinde elektronlar çekirdek etrafında hareket etmekteydiler. hatta ivmelenmektedir.

    niels bohr işte burada devreye girdi. iyi güzel de kardeşim dedi. bak dedi bu koduğumun elektronları hızlanarak dairesel yörüngede hareket ediyorsa neden ışınım yaymıyorlar? hesaplarını yaptı niels bohr ve bu elektronların 10^-8 saniye gibi inanılmaz küçük bir sürede çekirdeğin üzerine düşmek zorunda olduklarını farketti. e bu model doğru olamazdı çünkü çekirdeğe düşen elektron gibi bir şey yoktu ortalıkta.

    bohr olaylara daha geniş bakmayı bilen bir adamdı. planck'ın kesikli enerji fikrini biliyordu, ayrıca spektrum çizgilerini de okumuş özümsemişti. rutherford gibi olayı gezegenlerle benzetmenin doğru olmayacağını da sezebiliyordu. kendi modelini oluşturdu.

    kararlı duruma da açıklık getirdi bu model. planck'ın kesikli enerjiyi keşfederken bulduğu anahtar sayı (bugün planck sabiti denmektedir) burada da karşısına çıkmıştı. açısal momentumun kesikli ya da daha güzel bir deyişle kuantumlu olduğunu keşfetti. bu açısal momentumu da l =m*v*r =n*h/2pi ile hesaplamıştır.

    elektronun enerji soğurması ve yayması olaylarını da açıkladı. şimdi buraya dikkat. bugün hepimizin bildiği " çekirdeğin etrafında bir kaç yörünge vardır elektronlar da bunlarda dönerler" bilgisi burada başlamıştır. nasıl mı?

    elektronun enerji soğurduğunu (foton) düşünelim. bu durumda elektron daha yüksek enerjili dış yörüngeye geçer. enerji salınımı (foton) yaparsa düşük enerjili iç yörüngeye geçer. heee şimdi kritik nokta şu. neden belirli yörüngeler var? neden bu iki yörünge arasında olamıyor da illa belirli yörüngeler var. işte buralar hep kuantum diyor bohr abimiz. foton dediğimiz şeyin enerjisi belli. sen bu enerjinin katları kadar enerji alabilir ya da salabilirsin. dolayısıyla aradaki değerlerde enerji yayayamaz soğuramazsın. şöyle anlatayım. elektronun enerjisi a olsun. fotonun enerjisi x olsun. bir foton enerjisi soğursun elektronumuz. enerjisi a+x olur. bir tane daha soğurursa a+2x enerjisi olur. asla a+1.23x gibi bir enerjisi olmayacaktır. tabii burada a diye gösterdim elektron enerjisini ama asıl çılgınlık orada. foton ve elektron enerjileri ile ilgili gizemi başka bir başlık altında inceleriz sonra. şimdi dönelim bohr atom modeline.

    bohr atom modelini hidrojen üzerinde test etti. burada elektronun coulomb kanunu ve merkez kaç kuvveti ile dengede olduğunu varsayarak çözüme ulaştı. yani k*z*e^2/r^2 = m*v^2/r olmalıydı. şimdi diyecveksiniz ki e kütle çekim nerede? e sürtünmeyi ihmal mi etmişler? güzel kardeşim niels bohr hakkaten dahiydi. ama bunları cevaplamak için dahi olmaya gerek yoktu. zira kütle çekim kuvveti gezegen hareketlerini anlatırken hayati önem taşısa da atomik boyutta hiçbir anlam ifade etmiyordu. aynı şeyi sürtünme için de söylemek mümkün tabii.

    yukarıda bir eşitlik yazmıştım ya şimdi hidrojeni incelediği için bohr o denklemde z'yi (atom numarasıdır) 1 alacaktır. hoppp. basitliğe bak, çakal.
    dolayısıyla artık elimizdeki denklem k*e^2/r^2 = m*v^2/r haline gelmiştir. bu denklem önemli. bunu yazın aklınıza.

    şimdi bohr düşündü dedi ki peki bu elektronun toplam enerjisini ne yapayım nasıl edeyim de bulayım acaba ben? liseden orta okuldan bildiğimiz iki enerji var zaten. birincisi kinetik enerji diğeri potansiyel enerji. bakkal hesabıyla gelin bohr'un toplam enerjiyi bulmasına yardımcı olalım.

    kinetik enerji nedir? (1/2)*m*v^2 oh mis. bu cepte

    potansiyel enerji nedir? onu ben size söyleyeyim. -k*e^2/r

    şimdi hatırlayın z'yi 1 alınca bir denklem elde etmiştik. ona dikkatli bakın bakalım. evet doğru. k*e^2/r^2 = m*v^2/r.
    eşitliğin sağ tarafına bir bakın ne görüyorsunuz? bu bizim kinetik enerjinin akrabası. kinetik enerjiyi iki ile çarpıp r'ye bölmüşler sadece. başka bir bok değil. o zaman r'leri bir sadeleştiriverin gari o denklemde. k*e^2/r = m*v^2. o halde toplam enerji şu şekilde yazılır:

    toplam enerji=(1/2)*m*v^2 + (-k*e^2/r) ilk kısmı yukarıda bahsettiğim akrabalıktan yararlanarak düzeltirsek eğer ( m*v^2 yerine k*e^2/r yazalım);

    toplam enerji = -k *e^2/2r olur.

    bu tabii bakkal hesabı (klasik mekanik) ile bulunmuş bir sonuç. bu sonuca bakarsanız enerjinin kesikli olmadığını düşünürsünüz ve yanılırsınız.

    daha sonraları bohr kuantum mekaniğinin temellerini atarak hidrojen atomuna ilişkin bir çok önemli katkı yapmıştır. fakat diğer atomlarda sıçmıştı bohr teorisi. bu teori bir çok evrim geçirmiş ve güncellemelerle desteklenmiştir. bunlardan en önemlileri indirgenmiş kütle düzeltmesi ve rölativistik enerji düzeltmesidir.
  • uçakların havalandırma sistemlerinin düşündüğümüzden daha karmaşık ve ilginç detaylara sahip olması;
    uçakta iç basıncın sabit tutulması çok kritik bir konu. yükseldikçe havadaki oksijen konsantrasyonu yüzdesel olarak çok değişmese de basıncın düşmesi sebebi ile ciğerlerden kana karışması zorlaşıyor. aynı zamanda düşük basınç, özellikle akciğerlerimiz gibi yüksek basınçta çalışmaya ayarlanmış yapılara zarar veriyor. everest ve vertical limit filmlerinden hatırlarsanız düşük basınca maruz kalmak ölümcül nedenlere yol açıyor ve özellikle 7500 mt’den sonrası the death zone olarak adlandırılıyor ve bu yükseklikte ancak 2 veya 3 gün hayatta kalınabiliyor.
    peki uçaklar basıncı nasıl dengeliyor. motordan alınan hava kabin içine basıncı ayarlanarak veriliyor. buradaki kritik nokta ise bu değerin nerede sabitleneceği. basıncın yüksek tutulması ek maliyetler getiriyor. bu sebeple uçak içi basınç yaklaşık 2600 mt’deki hava basıncına eşitleniyor. concorde gibi uçaklarda ise bu değer deniz seviyesine kadar çıkarılabiliyor.
    uçaklardaki havalandırma standartlarını belirleyen kurumlar var ve bu aslında yolculardan önce uçakta çalışan kişileri ilgilendiren bir boyut olduğu için ilgili sendikalar bu konulara üreticileri zorluyor. çünkü uçak üreticileri ve işleticileri için havalandırma ek bir maliyet kalemi. burada motordan emilen havanın yaklaşık %25’inden bahsediliyor.
    normalde bir kişinin konforlu bir yolculuk için saatte 10 feet küp temiz havaya ihtiyaç duyduğu hesaplanmış. bu içeriye beslenilmesi istenen hava. bu havanın dışarıdan alınması gerekiyor ama dışarıdaki havanın kabin içi kullanımına hazır hale getirilmesi ve motordan bu hacimde bir havanın çekilmesi yakıt maliyeti ve ek donanımlar anlamına geliyor. bu sebeple genelde bu havanın yarısı dış havadan, yarısı da içerdeki havanın tekrar kullanılması ile sağlanıyor. bazı kuruluşlar bu havanın kişi 15 feet küp/ saat olması gerektiği ve devir daim yapılan havanın bunun maksimum 5 feet küp/saat olmasını şart koşuyor.
    dış havayı sadece basıncı arttırılarak kabin içine gönderilemiyor. ısısının ayarlanması, filtre edilmesi gerekiyor. bunların yanında ayrıca bir de ozon sorunu var. yükseklik arttıkça ozon miktarı da atıyor. ozan bilindiği gibi zararsız bir gaz değil aksine yüksek toksik etkilere sahip bir gaz. düşük miktarlarına maruz kalmak bile ki burada ppm (milyonda bir) seviyelerinden bahsediyoruz ciddi sonuçlara yol açabiliyor. ozon ne kadar süre ozona maruz kaldığınıza göre etkili. dünya sağlık örgütüne göre ozon değerinin (0.05-0.06 ppm) aralığında tutulması 8 saatlik bir uçuş için önerilen aralık oluyor. bu değer 60.000 ft’de yaklaşık 1-2 ppm değerine ulaşabiliyor. bu sebeple motordan alınan hava 600 dereceye kadar katalitik konverterlarda ısıtılarak ozon – oksijen dönüşümü yapılmaya çalışılıyor. bu da yaklaşık %95’lik bir verimle emilen havadaki ozon miktarını düşürebiliyor. özellikle uçakların iniş manevraları sırasında motor gücünün düşürülmesi sebebiyle bu işlem gerekli verimde yapılamadığı için kabin içi ozon konsantrasyonlarının yükselmesi tespitleri yapılmış. bu nedenle bir uçuştan sonra baş ağrısı yaşıyorsanız sebebi bununla alakalı olabilir.
    basıncı ayarladınız, ısıttınız ve ozonu oksijene çevirdiniz ama bir de bu havayı filtrelemeniz ve bunun için hepa filtreleri gerekiyor.
    bir de oksijen maskelerinden bahsedelim; tüm bu sistemlerde meydana gelebilecek bir aksaklık veya kabin içi basıncının bir şekilde düşmesi sebebi ile bir anda nefes alamaz duruma gelebilirsiniz. bunun ana nedeni tabi ki basınç. 13.000 ft ve 40.000 ft arasında oksijen kullanmanız gerekiyor. hatta ek bilgi olarak 40.000 ft üzerinde basınçlı oksijen ve 62.000ft’in üzerinde basınçlı elbise giymeniz gerekiyor. bunun sebebi düşen basınçta ciğerlerinizden oksijenin kana aktarım oranının düşmesi. bu sistemi fight club’da söylendiği gibi ölmeden önce oksijenle kafa yapıp, panik yapmamamız için kurmuyorlar.
    peki oksijeni uçaklarda oksijen tüpü ile mi tutuyorlar? hayır bu hem güvenlik, maliyet, ağırlık gibi birçok nedenden mümkün değil. bu sebeple acil durum anında tetiklenen bir kimyasal reaksiyon kullanıyorlar. maskeler indiğinde tetiklenen bir kimyasal reaksiyon ile yolcuya 12-20 dk arası yetecek şekilde oksijen akışı sağlanıyor. reaksiyon için sodyum klorat, baryum peroksit ve potasyum perklorat kullanılıyor.
  • göbekli tepe'dir. göbekli tepe'nin tarih bilgimiz açısından ne denli önemli olduğu başlık altında zaten yeterince yazılmış. ben andrew collins tarafından yazılmış olan göbekli tepe: genesis of the gods kitabında okuduğum ve beni dumura uğratan bir kaç minik detaya değineceğim.

    eğer göbekli tepe nedir yahu diyorsanız başlığa gidip bir okuyun derim. öğrendikten sonra da şu yazacaklarımı okuyun. eğer heyecanlanmazsanız artık gidip banka soygununa falan karışın anca o heyecanlandırır sizi.

    efendim şimdi malumunuz çatalhöyük ve çevresi ilk büyük yerleşim yeri olarak biliniyordu. sonra alman arkeolog abimiz klaus schmidt göbekli tepe'nin önemini anladı bize de anlattı. bizim, insanların avcılık ve toplayıcılık yapıyor diye düşündüğümüz yıllarda, çatalhöyük'te henüz büyük yerleşim yerleri ortaya çıkmadan iki bin yıl önce, insanlar şanlıurfa'da devasa dini ritüeller, devasa taşlar, tahıl depolama alanları yapmışlar. yerleşik hayata geçmişler. kurbanlar vermişler. dini ritüeller yapmışlar. sadece o bölgede yaşayanlar değil, çevrelerdeki insanlar da hacı olabilmek için buraya gelmiş, dini törenlere katılmış. binlerce insan. şimdi dünya kupası finali izlemeye bir şehre gider gibi, o dönemde dini ritüel için kalkıp göbekli tepe'ye gelmiş... biz daha bunların toplayıcıkla falan uğraştığını sandığımız yıllarda...

    bizim bildiğimiz en eski karmaşık yapı ingiltere'deki stonehenge. kendisi m.ö. 3000 yılında yapılmış ve bir takım dini törenler için kullanıldığı düşünmektedir. peki göbekli tepe? bu yapıdan 7000 yıl önce yapılmış. daha büyük, daha karmaşık ve daha işlevsel bir yapı. stonehenge'den 7000 yıl önce diyorum bak.

    bunu sindirdiyseniz bir başka kesişmeye götüreyim sizi. mısır'daki piramitlere bakıp "vay mk bunu uzaylılar yapmış" diyen insanlarız itiraf edelim. peki o mısır piramitleri ne zaman yapıldı ne için yapıldı? klasik tarih bilgimiz bize bu yapıların dördüncü hanedan dönemine ait olduğunu söylüyor. khufu, khafre, menkaure gibi firavunlar tarafından yapıldığı düşünülüyor. fakat,robert schoch ve kankitellosu john anthony west diyor ki, sfenks bu handean dönemine ait değil. bu piramitlerden daha eski. bu sfenks, bir ekinoks anında, aslan takım yıldızına bakacak şekilde yapılmış. ne zaman? m.ö. 11. bin yıl civarında. hassiktir lan bu göbekli tepe zamanları oluyor. göbekli tepe de hatırlarsanız m.ö. 9. bin yıl civarına denk geliyor.

    devam edelim o zaman. göbekli tepe'de doğu girişinde aslanlı dikilitaş adı verilen iki aslan heykelinden oluşan bir yapı bulunur. andrew collins kitabında bu yapının güneş'in kan kırmızısı gücünü ve bahar ekinoksunun şafak öncesiışığında yükselen göklerin aslanı, yani aslan takımyıldızını temsil ettiğini söyler. şimdi bir adım geriye gidelim. sfenks. mısır'da göbekli tepe'den 2000 yıl önce yapıldığı düşünülüyor. bir ekinoks sırasında aslan takımyıldızını gösteriyor.

    aynı gelenek 2000 yıl sonra göbekli tepe'de ortaya çıkıyor. mısırdaki büyük sfenks ile göbekli tepe'deki aslanlı yapı aynı motivasyonla üretilmiş.

    yani demek oluyor ki bu mısırlı abiler ablalar buradaki hayatlarından sıkılıp göç edince bunlar göbekli tepe civarına ulaşıyorlar. burada hyavanı dini ritüellere ev sahipliği yapacak bir dini alan inşaediyorlar. kendi ritüellerini yaratırken bir yandan da mısırdaki geleneklerinden aslanlı yapıyı taşıyorlar. sonra insanlar göbekli tepe'yi terkedip göçe başlıyor bir zaman. bunlardan ingiltere'ye kadar ulaşanları da göbekli tepe'de sahip oldukları dini ritüel ve yapıları nesilden nesile aktarıp stonehenge'i inşaediyorlar.

    göbekli tepe'de yer alan bir çok heykel üzerinde çok ilginç süslemeler vardır. kuşlar, akrepler, yılanlar, şekiller. bir kısmının ne ifade ettiği bilinse de hala çözülemeyenler de var. şimdi ben size bir tane örnek vereyim. göbekli tepe'de bulunan erkek heykellerinin üzerinde bir şekil var. şekil yaklaşık olarak bir atnalı, altında yatay bir çizgi ve çizginin altında da bu at nalının simetriği (yani u harfine benzer bir şey). bu şekil göğüs ile göbek arasına çizilmiş.

    şimdi sizi avustralyalı worgaia şifacısı ile tanıştırayım. aha bakın bu fotoğrafta solda göbekli tepe'deki heykeli sağda ise şifacı abimizi görebilirsiniz. tesadüf mü?

    göbekli tepe'nin d yapısının merkezinde tuhaf tuhaf kuş figürlerinin yer aldığı taşlar bulunur. uçamayan kuş türlerine ait figürlerdir bunlar. bilim adamları bu keskin gagalı kuş figürlerini otorup incelemişler. bu kuş figürleri hangi türe ait diye düşünmüşler. 1 tane olasılık çıkmış ortaya. o da dodo kuşu. iyi güzel bunda ne tuhaflık var diyorsunuz değil mi? tuhaflık şu.

    insanlar bu dodo kuşunu avlayıp neslini tüketene kadar bildiğimiz tek şey bu kuşların sadece ve sadece hint okyanusu'nda yer alan mauritius adasında yer aldığıydı. şimdi ise m.ö. 10 bin yılı civarında mezopotamya'da yaşayan insanların hint okyanusunda bir adada yaşayan kuşlardan haberi olduğunu biliyoruz. belki de eski uygarlıklarda kültürler arası iletişim bizim düşündüğümüz kadar yavaş değildi...
  • banyo aynanız duştan sonra buharlanıyor mu? krem sürmek için aynaya baktığınızda kendinizi göremiyor musunuz? alın size evladiyelik bilgi: sıcak ayarda açtığınız fön makinesini aynaya tutun. saniyeler içinde aynanız parlayacak. bu bilgi benim ufkumu iki katına çıkardığı gibi yıllardır çok da işime yaramıştır.
  • blucin'e* kot pantolon denme sebebinin "muhteşem kot" isimli girişimcinin soyadından gelmesi.

    [https://mobile.twitter.com/…tus/1001540393660506112 https://mobile.twitter.com/…tus/1001540393660506112]
21794 entry daha
hesabın var mı? giriş yap