• çoğu telefon ve laptop ekranını gözümüze zarar vermesin diye düşük ışıkta kullanırız. bu aslında gözümüze daha fazla zarar verir

    sebebi ise ekranın ışığını kısamadığı için hızlı hızlı ekranının ışını yakıp söndürür. gözümüz 25 kareye kadar algıladığı için bu seyretmeyi düşük ışık olarak görür. telefonla birbaşka cihazın ekranını çekmeye çalıştığımızda bunu görebiliriz

    bunun çözümü ise flicker free ekran kullanmak. ayrıca bu olayı sağlayan donanım ise (bkz: pwm) 'dir
  • ‘benim adım elvan dalton’ şakısı barış manço’nun ‘bal böceği’ şarkısının başarılı bir coverıdır.
  • bağışıklık sistemine dair geleneksel bir bakış açısı askeri metaforlar ve düşmanlık jargonuyla doludur. bağışıklık sistemi kendinden olanla ( kendi hücrelerimiz) olmayan ( mikroplar ve diğer unsurlar) arasında ayrım yapan ve ikincisinin kökünü kazıyan bir savunma kuvveti olarak görürüz. oysa şimdi mikropların her şeyden önce bağışıklık sistemimizi işleyip ayarladığını görüyoruz! tek bir örneği ele alalım: bacteroides fragilis ya da kısaca b-frag denilen, barsakta yaygın bulunan bir bakteri. 2002'de sarkis mazmanian bu mikrobun germ free(mikropsuz steril) farelerde bazı bağışıklık sorunlarını giderebildiğini gösterdi. bu bakterinin varlığı özellikle, diğer bağışıklık hücrelerinin bir araya gelmesini sağlayan ve onları koordine eden "yardımcı t hücreleri" nin normal seviyelere gelmesini sağlar. kalın barsağı etkileyen kolit gibi iltihabi barsak hastalıkları ve sinir hücrelerini etkileyen multipl sklerozu farelerde önleyip tedavi edebilmiş; etki mekanizması bağışıklık sistemini yatıştırmak olmuş, bu tek bir mikrobun belirili bir bağışıklık sorununu düzeltebildiğini gösteren bir örnekti. bakteriyel moleküller bağışıklık tehdidi olarak algılanması gerekirken tam tersi bir etkide bulunmuş buna araştırıcılar "simbiyoz faktörü adını vermiş" bu molekül ,mikroptan konakçıya barışçıl olduğunu söyleyen kimyasal bir mesaj göndererek bunu başarabilmekte.
    kaynak : nature. 2008 may 29;453(7195):620-5. doi: 10.1038/nature07008. mazmanian sk1, round jl, kasper dl.
    a microbial symbiosis factor prevents intestinal inflammatory disease.
  • karakterden kaynaklı olduğunu zannettiğiniz bazı davranışların aslında serotonin denilen minnak bir etken maddeden kaynaklandığını öğrenmenizi sağlayan şeylerdir.

    biliminsanları bir grup maymun üzerinde araştırma yapıyorlar ve serotonin aktivitesi en yüksek olan maymun bireyin alfa erkeği olduğunu, grup içerisindeki hiyerarşide en düşük seviyede olanın da en düşük serotonin seviyesine sahip olduğunu görüyorlar. aynı araştırmada serotonin seviyesinin risk alma davranışlarını da etkilediği görülüyor. düşük serotoninli maymunlar daha yüksek riskler alırken, serotonin seviyesi yüksek maymunlar daha az risk alıyorlar.

    insanlarda yapılan başka bir araştırma da şiddet suçu yüzünden hapiste olan makhumların toplumdaki en düşük serotonin seviyelerine sahip olduğunu gösteriyor.

    duygularınızın öğrenmeniz üzerinde de etkili olduğu düşünülürse, serotonin seviyeniz düşükse ya da diğer bir değişle mutsuzsanız toplum içerisindeki yeriniz düşük, öfkeye, şiddete ve olmadık riskler almaya eğiliminiz yüksek, konsantre bir şekilde çalışmaya, yeni bir şeyler öğrenmeye ve hayatınızda değişiklik yapmaya kapalısınız demektir.

    yani belki depresif olmanızın nedeni hayatınız, işiniz, eşiniz, sevgiliniz ya da travmalarınız değil; serotonin seviyenizdir. örneğin klinik depresyonda verilen prozac ve benzeri ilaçlar serotonin seviyesini arttırmaya yöneliktir ama beslenme, egzersiz gibi ufak ufak yapabileceğiniz bazı değişikliklerle vücudunuzun kendi kendine serotonin üretmesini arttırabilir bugün sizi dert anası/babası yapan ruh halinizden kurtulabilirsiniz.
  • ‘yanlış bilmek’
    ‘yanlış hatırlamak’
    gibi tamlamaların mantıksızlığını kavramak..
  • hepimizin bildiği oyuncak markası lego dünyanın en büyük taşıt lastiği üreticisiymiş ve bridgestone, goodyear gibi lastik üreticilerinden yüzde elli oranında daha fazla lastik üretiyormuş.

    hadi canım oradan diyenler için kaynak
  • rusya araştirma enstitüsü'ne göre (rusen) rusya'nın en zengin kisisinin (vladimir potanin) türkiye'de yaşaması

    rusen twitter link
  • dünyada yaşamın ilk olarak nasıl başladığına dair varsayımlara ilişkin hesaplamaların, bizim gezegenimizin yaşama sahip olan tek gezegen mi yoksa hayatın, evrenin başka taraflarında da var olup-olamayacağı sorusuna bağlı olması, ufkumuzu açabilir.

    öncelikle dünyada yaşamın ilk olarak nasıl ortaya çıktığı sorusuna odaklanmalıyız. yaşamın başlayabilmesi yani dünyada kendi kendini eşleme yeteneğine sahip olan ilk eşleyicilerin rastlantı eseri ortaya çıkabilmesi için gereken şans miktarının bir sınırı olabilir mi? dünyada yaşamın nasıl başladığı ile ilgili teorilerde öncelikle belli bir miktar şansın koşulsuz olarak kabul edilmesi gerekiyor. bu noktada şu yanlış anlamayı ortadan kaldıralım: evrimin saf şansa dayandığı gibi safça yakıştırmalardan zihnimizi arındırmamız gerek. birikimli doğal seçilimin varlığında evrim şans işlemini sadece rastgele mutasyonlara bırakır. birikimli seçilimin kendisi tam aksine şansın tam tersidir. bu noktada şu yazıyı okumakta fayda var: https://seyler.eksisozluk.com/…a-yanlis-anlasiliyor

    rastgele mutasyonlar ve rastlantısal olmayan bir dizi halinde birikimli seçilim sonucunda milyonlarca zamanlık zaman ölçeğinde meydana gelen karmaşık organizmalar, tek basamaklı seçilimle yani tek hamlede oluşamayacak kadar mükemmeldirler. birikimli seçilim zaten bir kez başladı mı yaşamın evrilmemesi için bir sebep yoktur. bizim bu yazıda tartıştığımız nokta, birikimli seçilimin başlangıcı için ne kadarlık tek adımlık bir şans olayının gerçekleştiğini ispatsız kabul etmemiz gerekiyor? bunu bir nevi geometrideki aksiyom da postulat kavramları olarak düşünebilirsiniz.

    işte can alıcı nokta burası: kabul edebileceğimiz bu şans miktarının bir sınırı olmak zorundadır. yani öncelikle ilkel eşleyicilerin daha sonra da dna / protein eşleme motorunun ortaya çıkmasını doğa üstü bir tasarımcıya bağlamak yerine ilkel dünyada bu eşleyecilerin kendiliğinden ortaya çıkması için gereken kabul edilebilir şans miktarının ne kadar olduğunu yanıtı, gezegenimizin yaşama elverişli olan tek gezegen olup olmadığına bağlı. bu noktada kesin olarak bildiğimiz bir şey var yaşam en az bir kez ortaya çıktı. (en azından bizim gezegenimizde). şu türden bir akıl yürütme, evrenin mutlaka başka yerlerinde de yaşamın olması gerektiğini savını asla destekleyemez:

    "kabaca evrende yaşama uygun 10 üzeri 20 gezegen (100 milyar kere milyar tane) bulunur.yaşam dünyada meydana geldiyse bu devasa sayıda gezegenlerin birinde mutlaka meydana gelmiştir."

    bu türden akıl yürütmeler, zaten varsayımı en başta yaptığı için akla yatkın değildirler. ancak bu noktada yine tekrarlamak zorundayız: evrende yaşamın sadece burada mı yoksa başka yerlerde de de var olduğuna dair hiç bir şey bilmiyoruz.

    yaşamın rastgele seçilen belli bir gezegende doğması olasılığına spontaneous generation probability (sgp) ya da türkçesiyle kendiliğinden oluşma olasılığı (koo) dersek, bu koo sayısı, laboratuvarımızda ilkel dünyadaki gezegen atmosferini yaratıp, bu atmosfer gazı karışımından kıvılcımlar geçirdiğimizde, kendi kendini eşleyebilen moleküllerin kendiliğinden oluşma ihtimaline eşittir. bu noktadan ispatsız kabul edilebilir en yüksek şans miktarını n'de bire sınırlayabiliriz ( n= uygun gezegenlerin sayısı). yani "10 üzeri 20'de bire" başka bir deyişle "100 milyar kere milyarda bire" sınırlayabiliriz.

    burada üzerinde durmamız gereken başka bir nokta da, bir kez yaşam yani ilk eşleyiciler ve birikimli seçilim başladığında ortaya çıkan yaratıklar, kendi kökenlerini tartışmaya elverişli olacak kadar zeka sahibi olmaya doğru evrimleşirler. yani kabul edilebilir en düşük şans miktarımız, evrendeki uygun gezegenlerin sayısı (e.u.g.s diye kısaltalım ) bölü yaşam bir kez başladığında kendi kökenlerini tartışmaya yetecek kadar zeka geliştirme (y.b.k.b.k.k.t.y.k.z.g diye kısaltalım) ihtimalidir. e.u.g.s / y.b.k.b.k.k.t.y.k.z.g.

    dawkins'e göre tüm şans hakkımızı, yaşamın bir gezegende ilk olarak başlama miktarı olan 10 üzeri 20'de bire harcarsak, zekanın oluşumuna harcayacak hakkımız kalmaz. yada tam tersi y.b.k.b.k.k.t.y.k.z.g' ye harcarsak, e.u.g.s'ye harcayacak hakkımız kalmaz. buradaki makul düşünce biçimi, birikimli seçilim bir kez başladığında zekanın evrimi kaçınılmaz olacaktır. bu yüzden kanıtsız kabul edebileceğimiz şans hakkımızın çok büyük bir bölümünü yaşamın, yani ilk eşleyicilerin oluşma ihtimaline harcayabiliriz. ilk bakışta insan algılarına göre, sayımız ne kadar olasılıksız gibi görünse de, yaşamın başlangıcına ilişkin ortaya atılan teorilerimiz, bu ihtimali devasa yeryüzü süresi ölçeklerinde mümkün kılmakta.

    birikimli seçilimin ortaya çıkmasına dair bir takım yaşamın başlangıcı teorileri üretilmiştir. bunlardan bazıları , ilksel çorba ve son zamanlarda oldukça popülerlik kazanan cairns-smith'in inorganik mineral teorisidir. dileyen bunları detaylıca araştırabilir. tabii ki bu yazıyı okurken, yaşamamın ilk mekanizmalarının başladığı sürenin dünyanın yaşı olan 4,5 milyar yıl ile ilk fosil organizmaların oluştuğu 3.5 milyar yıl öncesi arasındaki bir zaman dilimi olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. yani insan yaşamı ile kıyaslandığında muazzam ölçekte bir süre.

    kaynak: the blind watchmaker.
  • yapılan bir bilimsel araştırmanın, düşünülenin aksine kedilerin aslında kendi isimlerini tanıyabildikleri ortaya koyması.

    mısır'da 3.000 yıldan daha uzun bir süre önce nedjem adlı bir tekir cinsi kedinin thutmose ııı'ün kraliyet evinde dolaştığı sanılıyor. tarih, adı “tatlı” veya “hoş” anlamına gelen nedjem'in çağrıldığında yanıt vermeyi öğrenip öğrenmediğini bize göstermese de, 4 nisan’da scientific reports’da yayınlanan bir araştırma, en azından bazı ev kedilerinin kafalarını çevirerek veya kulaklarını oynatarak, isimlerini benzer başka kelimelerden ayırt edebildiğini gösteriyor. bristol üniversitesi'nde insan-hayvan etkileşimi konusunda uzmanlaşmış bir biyolog olan john bradshaw, kedilerin öğrenmede köpekler kadar iyi olduğunu fakat sahiplerine öğrendiklerini göstermeye hevesli olmadıklarını belirtmekte. çalışma, hayvan davranışı çalışmalarında yaygın olarak kullanılan “habituation–dishabituation” olarak bilinen bir teknikten yararlandı. tokyo üniversitesi'nde bilişsel bir biyolog olan atsuko saito ve meslektaşları evcil kedileri olan 11 evi ziyaret etti ve sahibinden evcil hayvanlarına dört isim listesi okumalarını istedi. bu kelimeler, kedinin adıyla aynı uzunlukta ve ritmde idi. çoğu kedi, başlarını veya kulaklarını hareket ettirerek ilk başta dikkat ettiklerini belirten işaretler gösterdi. ancak dördüncü kelime ile, çoğu kedi dinlemeyi bırakmıştı ve fiziksel tepkileri daha az belirgindi. sahipleri beşinci bir kelime söylediğinde - (kedinin adı) - kedinin önceki kelimeye göre daha güçlü bir fiziksel tepki gösterip göstermediğini görmek için yakından izlendiler. ekip, 11 kediden 9'unun isimlerini duyduklarında tepkilerinin istatistiksel olarak anlamlı bir yükseliş gösterdiğini tespit etti. yalnız bu tek başına kedilerin kendi rumuzlarını tanıdıklarını kanıtlamıyordu: bir kedi ismine daha güçlü bir cevap vermiş olabilirdi, çünkü bu kelime testte kullanılan diğer kelimelere göre daha aşina gibi duran kelimelerdi.

    bu ihtimali değerlendirmek için saito’nun ekibi, her birinde beş veya daha fazla kedi içeren dört hanede deneyi tekrarladı. bu sefer, her bir kedinin duyduğu ilk dört kelime ortak çevrede zaman geçirdiği kedilerin isimleriydi; beşincisi kedinin kendi adıydı. 24 kediden sadece 6'sı, isimlerin listesi okunurken fiziksel tepkilerinde kademeli bir azalma gösterdi. bu, çok kedili evlerde yaşayan kedilerin çoğunun, bilinen herhangi bir isme anlam ve ödül olasılığını eklediğini ve dolayısıyla isme uyanık kaldığını gösteriyor. ancak yoklama sırasında dikkat çekmeyi bırakan 6 kedi de daha sonra kendi adlarına önemli ölçüde daha güçlü bir tepki gösterdi, çalışmalardaki sonuçların toplamının, kedilerin adlarının kendileri için özel bir önem taşıdığına dair güçlü kanıtlar sağladığını düşünülmekte. araştırma kedilerin gerçekte insan dilini anlayabildiklerini göstermiyor. bunun yerine çalışmanın bize gösterdiği şey, kedilerin ses ipuçları arasında ayrım yapabilmeleri. (grammar and syntax). ayrıca bazı kedilerin özellikle beslenme sırasında isimlerine daha güçlü bir tepki verdiği görülüyor. yani isimleri tanıma işi, duruma ve duygulara bağlı olabiliyor.

    kaynak: https://www.nature.com/articles/d41586-019-01067-z
  • 1913'te niels bohr tarafından ortaya konulan, kuantum fiziğine ilişkin uyumluluk ilkesi. (bkz: #88549867)
hesabın var mı? giriş yap