• (bkz: #91293602)

    hesabımıza devam edelim. bugün the matrix'teki gibi pil olsaydık kaç volta denk gelirdik buna bakıcaz.

    1 watt = 0.239 kalori/saniye demiştik.

    günlük toplam enerji sarfiyatı (ing. tdee) 2000 kcal olan bir insanı düşünelim.

    8368200 watt = 2000 kcal/saniye

    8368200 watt.saniye = 2000 kcal olur.

    süremizi 1 gün aldığımıza göre bunun karşılığı 86400 saniye olacaktır.

    8368200 / 86400 =96.85 watt'lık olduğunu buluruz bu kişinin.

    bildiğiniz üzere ilk filmde morpheus insanların pil olarak kullanıldığını söylemişti. watt değerinden volt'a dönüş yapalım

    watt, güç birimi olup i*i*r formülü ile hesaplanır. volt ise i*r'ye eşittir.

    insanın direnç değeri olarak alacağımız değer, makineler insanları sıvıda tuttukları için 1000 ohm olsun. (wet or broken skin may drop the body's resistance to 1,000 ohms.) bu durumda:

    96.85 watt = i*i* 1000 ohm

    96.85 miliamper^2 = i*i

    i = 9.84 miliamper olacaktır. bunu formülde uygularsak

    96.85 watt = v * i = v * 9.84ma

    96850 miliwatt = v * 9.84ma

    v= 9842.48 milivolt = 9.84 volt çıkar.

    gördüğünüz gibi şundan biraz daha halliceyiz. ama unutmayın ki matrix'e bağlı insan bedenleri sağlıklı beslenmedikleri, yeterince kalori almadıkları, fiziksel aktivitede bulunmadıkları, minimal kas kütlesine sahip oldukları için 2000 kcal'dan çok çok daha düşük bir metabolizmaya sahip olacaklardır. ve direnç değerini de mümkün oldukça küçük bir değer seçtik. bu yüzden gerçek değer, bulduğumuzdan çok daha düşük olacaktır.
  • bir zen ustasına sorarlar:

    - bu yolda sana kim kılavuzluk etti?

    - bir köpek, der.

    - bir köpek mi, bir köpek insana nasıl kılavuzluk yapabilir ki (!)

    - onu bir gün bir su kıyısında, susuzluktan neredeyse ölmüş bir vaziyette gördüm.
    içmek için suya eğilince sudaki aksini görüyor, korkup geri çekiliyordu. sonunda susuzluğu öyle bir noktaya geldi ki korkusunu bir kenara itip suya daldı.
    ‘öteki köpek’ kaybolmuştu.

    köpek, kendisi ile ihtiyaç duyduğu şey arasındaki tek engelin yine kendisi olduğunu farkedip, cesaret kazandığında artık öteki köpeğin yok olduğunu gördü.

    benim engelim de, korkaklığımın önündeki tek engelin kendim olduğunu farkettiğim an’da başladı. kapıyı cesaretle açtığımda önümdeki engel de kaybolmuştu.

    işte benim yolum da bana bir köpeğin davranışı ile gösterildi. o gerçeğin bana gösterildiği dilsiz bir mesajdı. ve o günden sonra kendi masalımın tek kahramanıydım ve kendimle kendim arasına ‘sevgiden başka’ hiçbir şeyi almadım.

    alıntıdır
  • yandex'in görsel arama motorounda kendi ya da herhangi birisinin fotoğrafını arattığınızda, yandex'in fotoğraf tanıma sistemi arattığınız kişinin farklı fotoğraflarını ya da arattığınız kişinin benzerlerini bulup çıkarıyor. yani sadece aranılan fotoğrafın farklı boyutlarını değil, aranan resmin içeriğinin benzerlerini de buluyor. kendi fotoğrafımla denediğimde bana çok benzeyen insanların fotoğraflarını çıkardı, hatta bir tanesi de benim yıllar önce bir platforma yüklemiş olduğum ve çoktan unutmuş olduğum farklı bir fotoğrafımdı. yani sistem o kadar iyi çalışıyor ki koskoca web üzerinde trilyonlarca fotoğraf arasından benim yüzümü tanıyarak farklı bir fotoğrafımı bulmayı başardı.
    denemek isteyenler için link: yandex.com.tr/gorsel/
    fotoğrafınızı sürükleyerek arama satırına bırakmanız, cihazınızdaki görsellerden birini seçmeniz ya da kameranızla yeni bir fotoğraf çekmeniz mümkün.
  • anılarımızın gerçekten yaşadıklarımızı yansıtmayabileceği ihtimali.

    bu işlerin piri olan elizabeth loftus, 1994'te yaptığı bir çalışmada, katılımcıların %25'ini çocukken bir avm'de kaybolduklarına ilişkin çakma bir anıya inandırmayı başarmış. 2002'de yapılan başka bir çalışmada da katılımcılar, çocukken bir sıcak hava balonu gezisine çıktıklarına ikna olmuşlar.

    elbette algımız mükemmel değil. gözümüzün önündekini görmediğimiz de vaki, olmayan şeyleri gördüğümüzü sandığımız da. bazen de bir olaya tanık olduğumuz ama her detaya hakim olmadığımızda beynimiz devreye girerek boşlukları makul ayrıntılarla dolduruyor. eski anılardaki boşluklara yeni öğrendiğimiz bilgileri bile sıvayabiliyoruz farkında olmadan. ya da iki farklı olayı birbirine karıştırıp tek bir anı üretebiliyoruz. hatta bazen işin içine kendi yorumumuzu katıyor ve anıyı bu yorum etrafında şekillendiriyoruz.

    bu, benim ufkumu olduğu kadar dehşetimi de arttıran bir bilgi esasen. çünkü insanlar hakkındaki izlenimlerimiz ve dahi onların bizimle ilgili düşünceleri anılarla şekilleniyor. oysa anı dediğiniz şey dibine kadar subjektif ve manipülasyona açık. kendi hafızamıza bile güvenemiyorken, örneğin, bir yargılama sırasında tanıkların ifadelerine binaen insanların hüküm giyiyor ya da serbest kalıyor olması, düşünülecek olursa, gerçekten tüyler ürpertici.
  • şöyle beylik bir söze denk geldim geçenlerde: “people are generally more honest when physically tired. this is why people confess things during late night conversations.”

    yani diyor ki şair, insanlar fiziksel olarak kendilerini yorgun hissettiklerinde daha dürüst davranma eğiliminde olurlar. gece sohbetlerinde edilen itirafların nedeni de budur.

    malum, internet icat oldu mertlik bozuldu, her okuduğuna itibar edemiyor insan. ben de biraz araştırayım dedim. ve bilin bakalım ne çıktı? elbette tam tersi…

    washington, johns hopkins ve georgetown üniversitesi’nin işletme bölümlerinden * * üç araştırmacı, 2013 yılında psychological science’ta yayımlanan ve insanların gündüz saatlerinde daha “etik” davrandığını ortaya koyan - ki buna da “morning morality” gibi şeker bir ad verilmiş - bir çalışmanın üzerine, 2014 yılında kendi araştırmalarını yapmaya karar vermişler.

    bu çalışmaya göre, ortalama bir yetişkinin davranışları/söylemleri üzerindeki kontrolü, iş günü ilerledikçe giderek azalıyor ve iş gününün sonuna yaklaşıldıkça dürüstlüğün de sonuna geliniyor.

    araştırmacılar bu durumu uzun çalışma saatlerinden ziyade kişinin uyku düzeniyle * ilişkilendirmişler. diğer bir deyişle, bir gece kuşu, sabahları yalan söyleme meylindeyken, bir “sabah insanı” iş gününün sonlarına doğru çakallığa başvurmaya daha eğilimli oluyor.

    elbette, tamamı işletme bölümlerinden çıkan araştırmacıların bu çalışmayı yaparkenki saiki, iş ortamında, çalışanların ya da kendimizin iş programını oluştururken ya da tevdi ettiğimiz işlerin dönüşlerini değerlendirirken, günün saatine ve uyku düzeninin sonuçlarına dikkat edilmesi gerektiğini ortaya koymak.

    fakat görünen o ki evvelce, görece daha az pragmatist güdüyle yapılmış benzer çalışmalar da benzer sonuçları ortaya koymuş. örneğin, florida devlet üniversitesi’nden bazı araştırmacılarca 2007’de yapılan ve sonuçları personality and social psychology review’da yayımlanan bir çalışmaya göre, otokontrolümüzü sağlamak için ihtiyaç duyduğumuz en temel şey glikoz. ister dikkatimizi toplamak olsun, ister duygularımızı kontrol altında tutmak olsun, ister stresle baş etmek olsun isterse yalan söylemek gibi dürtüsel hareketlerden kaçınmak olsun, davranışlarımızı kontrol altında tutmak için gereken gücü glikozdan alıyoruz. glikoz seviyemiz düştükçe dürtüsel* hareket etme eğilimimiz artıyor ve daha kolay yalan söylüyoruz.

    benzer şekilde, 2009 yılında, stanford üniversitesi tarafından yapılan bir çalışma da uyku düzeninin şeker seviyesiyle doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koymuş.

    hasılı,

    - insanlar mutlak olarak iyi ya da kötü, ahlaklı ya da ahlaksız değildir. öyle ki, bu özellikleri gün içinde bile değişebilir.
    - internette okuduğumuz – bu entry dahil – her şeye hemen atlamamalıyız. allah akıl vermiş, fikir vermiş, google vermiş; aramaya inanmalıyız.
    - biri size bir laf ettiğinde önce lafa bakın laf mı diye sonra adama bakın uykusu var mı diye.

    kaynak 1
    kaynak 2
    kaynak 3
  • cross sea olayi, denizde iki dalganin degisik taraflardan gelip , carmis seklinde carpismasidir. sonucunda bu denizde kare seklindeki dalgalari goruyorsunuz. bunlar baya tehlikeliymis , asla bunlari gordugunuzde denize girmeyin, cunku altlarinda oyle guclu akimlar varmis ki, gemileri bile alabora edebiliyormus.
    konuyla ilgili birkac gorsel :
    1
    2
    3
    4
    5
  • naif: saf, deneyimsiz
    nahif: ince, duygulu, hassas
  • bir randevuya tam dakikasında gelmek geç kalmaktır aslında.
  • randevuya gelinme zamanı kültürden kültüre farklı algılanır. mesela alman kültüründe dakiklik esas olup tam zamanında gelinmesi beklenir. fransız kültüründe ise tam zamanında gelmek kabalık olarak görülür, evet sizden en az 15-20 dakika geç gelmeniz beklenir, özellikle güney kıyılarında. bu artık bir kural olarak oturmuştur ve "saat 8de buluşuyoruz" denmişse bu 8.20
    -8.30 civarına tekabül eder, daha doğrusu "8den önce gelmeyin" demektir. hatta biri sizi 8de evine davet etmişse erken gelmek çok büyük kabalıktır, çünkü o kişi "benim 8e kadar işim var, beni rahatsız etme, 8den sonra gel" demiştir. ama türk kültüründe ise nezaketen biraz da olsa erken gelinmesi beklenir.
  • uyumadan önce içilecek 1 bardak su kalp krizi ve felç riskini azaltıyor.
hesabın var mı? giriş yap