• istanbul arkeoloji müzelerinde sergilenen bazı tabletlerin tercümeleri;

    https://arkeofili.com/…ent/uploads/2015/10/tab2.jpg
    asker yemini;
    hattuşa (boğazköy)
    hitit imparatorluk dönemi
    mö. 13. yüzyıl
    hititçe

    hitit askerlerinin yaptıkları yemin töreni anlatılmakta ve bu yemine uymayanlar lanetlenmekte.

    'her kim bu tanrı yeminini bozarsa ve hatti ülkesi kralına tuzak kurarsa ve hatti ülkesine düşman gözü ile bakarsa; bu yeminler onu çarpsın. ve bu adamın askerleri kör olsun, sağır olsun. birbirlerini görmesin ve birbirlerini işitmesinler. onlara kötü ölüm versin ve onların aşağıda ayaklarını kötürüm etsin, yukarıda ellerini bağlasın!… ve sonra (askerlerin) ellerine etin sinirlerini ve tuz koyar. onları bir tavaya atar ve şöyle söyler: “nasıl bu sinirler ocakta parçalara ayrılıyorsa ve tuz ocakta dağılıp yok oluyorsa; bu yeminleri kim bozarsa, hatti üşkesi kralına saygısızlık eder gözleri parçalara ayrılsın. tuz gibi dağılıp yok olsun! nasıl tuzun tohumu yoksa, o adamın da ismi, tohumu, evi, sığırı ve koyunu aynı şekilde yok olsun.'

    https://arkeofili.com/…ent/uploads/2015/10/tab4.jpg
    suppiluliuma ile hukkana arasındaki antlaşma;
    hattuşa (boğazköy)
    hitit imparatorluk dönemi
    mö. 14. yüzyıl orası
    hititçe.

    hitit kralı ı. suppiluliuma ile haiasa prensi hukkana arasında yapılan antlaşmanın giriş bölümünde: “hatti kralı suppiluliuma, haisa’lı hukkana’ya o’nu çalışkan ve hünerli insan olarak kabul ettiğini, kendisine kız kardeşini vererek o’nu asil yaptığını ve hattuşa’da haiasa halkı ile dostluğunu sağladığını anlatmakta.

    antlaşma maddelerinden örnekler: “… güneşin (kralın), benim, sana eş olarak verdiğim kız kardeşimin birçok başka kız kardeşleri de var. onlar senin de kız kardeşin oldu. hatti ülkesinde; ‘erkek kardeş kız kardeş ile ve (kız) yeğeni ile cinsel ilişki kuramaz diye bir yasa vardır. hattuşa’da her kim böyle bir şey yaparsa hayatta kalmaz, ölür. sizin ülkeniz için bu ilişkiler olağandır. fakat, hattuşa’da erkek kardeşin kız kardeşi ile cinsel ilişki kurması yasaktır. eşi’nin kız kardeşi ve yeğeni sana gelirse; ona yiyecek ver, içecek ver. yedir, içir, memnun et! fakat cinsel ilişki için göz dikme! bunun cezası ölümdür…
    eğer bir kimse bana düşman olursa; sen de ona düşman olmalısın!… eğer bir kimse bana karşı düşmanca isyana başlar ve ben sana yazarsam, yaya ve atlı savaşçılarınla hemen bana yardıma geleceksin! eğer bunu duyar da gelmezsen, yeminler seni mahvetsin!…”

    https://encrypted-tbn0.gstatic.com/…ysjw_tkauyu6zsm
    kadeş antlaşması;
    dünyanın ilk yazılı antlaşması.
    hattuşa (boğazköy)
    m.ö 1269
    akatça

    eşit şartlarla imzalanan ve tarihin bilinen ilk uluslararası olan kadeş antlaşması mö. 1269 yılında, hitit kralı ııı. hattusilis ile mısır firavunu ıı. ramses arasında yapılmış ve o devrin diplomatik dili olan akatça ile yazılmıştır. antlaşmanın akat diliyle yazılmış üç kopyası bulunmaktadır. 1906 yılında hugo winckler ve teodor makridy tarafından birlikte yürütülen türk-alman kazılarında, başkent boğazköy-büyükkale’de bulunmuş olan kopyalardan bir tanesi berlin’de bulunmakta, iki tanesi de istanbul arkeoloji müzeleri’nde bulunmaktadır.

    antlaşmanın mısırca’ya tercüme edilmiş kopyaları karnak ve ramesseum’daki amon tapınaklarının duvarlarına kazınmıştır. bunlar orijinalinden biraz farklı olarak antlaşmanın ehemmiyetini mısır’a atfetmekte ve barışın bir lütuf olarak imzalandığını vurgulamaktadırlar. antlaşmanın hitit metni, resmen kabul edilmiş şartlara çok yakın bilgiler içermektedir.

    2. ramses’in saltanatı hitit devletine düşmanca bir tavır takınmasıyla başlamasına rağmen, her iki süper güç de ilgi alanlarını başka hususlara çevirebilmek ve hepsinden önemlisi “deniz kavimlerinin” gizli saldırılarına karşı koyabilmek için birleşerek birlikte müdafaa ve saldırı şartlarında antlaşarak barış yapıyorlar.

    antlaşmadan bazı bölümler:

    “mısır memleketinin kralı, büyük kral, kahraman ramses’in hatti memleketinin kralı hattuşili ile iyi dostluklarının, kardeşliklerinin ve büyük krallıklarının devamı için yaptıkları antlaşmadır.”

    mısır kralı şu sözlerle devam etmekte:

    “aramızda daimi olarak iyi kardeşlik ve barış kurdum. mısır memleketi ile hatti memleketi arasındaki ilişkilerde iyi kardeşliğin ve iyi barışın kurulması için şunları söylüyorum: işte, mısır memleketi ile hatti memleketi arasındaki ilişkiye gelince, öteden beri tanrı onlar arasında düşmanlığa izin vermediğinden antlaşma ebedidir.”

    “eğer dış memleketlerden bir düşman mısır kralı kardeşin ramses ve mısır memleketine saldırırsa ve onun kardeşi “bana yardıma gel” diye haber gönderirse, hatti memleketi kralı, büyük kral hattuşili piyadelerini, süvarilerini gönderecek ve benim düşmanımı öldürecek.”

    https://arkeofili.com/…ent/uploads/2015/10/tab9.jpg
    en eski aşk şiiri;
    nippur (niffar)
    yeni sümer (ııı. ur dönemi)
    mö. 2037-2029
    sümerce

    dünyanın bilinen en eski aşk şiiri olarak nitelenmektedir. sümer inancına göre toprağın bereketini ve döl yatağının verimli olmasını sağlamak amacıyla kralın yılda bir kez bereket ve aşk tanrıçası inanna yerine bir rahibe ile evlenmesi kutsal bir görevdi. bu şiir, büyük olasılıkla kral suşin için seçilmiş bir gelin tarafından, yeni yıl bayramını kutlama töreninde söylenmek üzere kaleme alınmıştı ve ziyafetlerde, şölenlerde müzik, şarkı ve dans eşliğinde söyleniyordu;

    damat, kalbimin sevgilisi
    güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı
    aslan, kalbimin kıymetlisi
    güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı
    damat, seni okşayayım
    benim değerli okşayışılarım baldan tatlıdır
    yatak odasında bal doludur
    güzelliğinle zevklenelim
    aslan seni okşayayım
    benim değerli okşayışılarım baldan tatlıdır
    damat benden zevk aldın,
    anneme söyle, sana güzel şeyler verecektir.
    babam sana hediyeler verecektir.

    sen, beni sevdiğin için,
    lütfet bana okşayışlarını,
    beyim tanrım, beyim koruyucum,
    tanrı enlil’in kalbini memnun eden şusin’im
    lütfet bana okşayışlarını

    tamamı için;
    http://istanbularkeoloji.muzeler.gov.tr/
    https://arkeofili.com/…lenen-22-tabletin-tercumesi/
  • şu an içinde olmadıklarından dolayı bilmeyenler için eğitim camiasında yaşanan büyük bir kaos ufkunuzu iki katına çıkarabilir:

    (bkz: fazla imam hatip okulları yüzünden yaşanan kaos)
  • (bkz: mustafa kemal atatürk)'ün vatanseverliği.
  • ufkunuzu ne derece etkiler bilemem, ancak aşağıdaki konular türkiye cumhuriyeti için hayati önem arz eder. ilgililere...
    ana vatan, yavru vatan, mavi vatan

    türkiye cumhuriyeti devleti’nin yüzölçümü 783 bin kilometrekaredir. 8333 kilometre kıyı şeridine sahiptir ve mavi vatan dediğimiz karasularımız yaklaşık 462 bin kilometrekaredir. türkiye’nin bu coğrafyadaki hâkimiyet alanı 1 milyon 245 bin kilometrekaredir. mavi vatan, türkiye cumhuriyeti devleti demektir ve ana vatan, yavru vatan ve mavi vatan bir bütündür; ayrılamaz!

    isim babası (e) tümamiral cem gürdeniz’in konuyla ilgili farklı platformlardaki konuşmalarını, köşe yazılarını aşağıya ekleyelim. umarım daha çok insana ulaşır ve konunun ehemmiyeti anlaşılır.

    1- doğu akdeniz sorununu (e) tümamiral cem gürdeniz'den dinleyiniz:
    doğu akdeniz'de neler oluyor/ne yapılmalı?
    2- cem gürdeniz’in (e) jandarma albay hasan atilla uğur’la gerçekleştirdiği “doğu akdeniz, kıbrıs gerçekleri ve mavi vatan” konulu programı bu linkte bulabilirsiniz. konu 36. dakikadan sonra başlar, ancak tamamı tavsiye edilir.
    3- mavi vatan/cem gürdeniz
    4- bir ek olarak, konunun uzmanlarından (e) hava pilot tümgeneral beyazıt karataş ve (e) jandarma albay hasan atilla uğur’un s-400’ler ve doğu akdeniz konularıyla ilgili görüşleri: s-400’ler hk.

    yazılarından örnekler:
    - cumhuriyet donanması’nın anadolu’ya son armağanı: mavi vatan tatbikatı ...
    - mavi vatan'ın güney kalesi: kktc ve durumsal farkındalık ...
    - doğu akdeniz'de mavi vatanın dibine dikilen bayrak ...
    - anavatan, yavru vatan ve mavi vatan bir bütündür, ayrılamaz ...
    - doğu akdeniz’de ikinci sevr ve hayali türk - amerikan deniz savaşı ...
    - akdeniz’deki sevr’e cevabımızdır: ‘geldikleri gibi giderler’ ...
    - doğu akdeniz’de stratejik fark yaratabilmek ...
    - doğu akdeniz'de meb sınırımız acilen ilan edilmelidir ...
    - doğu akdeniz’de mersin’in jeopolitik sorumluluğu ...
    - küresel düzen değişimi ve büyük savaş tehdidi ...
    - jeopolitik harakiri ...
    - iktidar, muhalefet ve jeopolitik sorumluluk ...
    - yunanistan’ı hayal aleminden kurtarmak ...
    - denizcileşmenin ideolojisi olarak kemalizm ...
    - güçlenen rus–çin dostluğu ve çok kutuplu bir dünya ...
    - 2018’den 2019’a okyanus ve denizler cephesi ...
    - rauf denktaş ruhunu geri getirebilmek ...
    - denizci istanbul ...
    - avrasya jeopolitiğinde tektonik kırılmalar hızlanıyor ...
    - hamdullah suphi tanrıöver ve mavi vatan ...
    - nükleer tehdit ve küresel sorumsuzluk ...
    - iktidar, muhalefet ve jeopolitik sorumluluk ...
    - türkiye, keşmir, kuşak ve yol ...
    - bahriyeli eşi olmak ...
    - pax sinica, pax romana topraklarında ...
    - bir ada, iki sınıf arkadaşı iki denizaltı, iki şehit ...
    - inebolu ruhu ve türk-rus işbirliği ...
    - abd uçak gemilerinin beka sorunu: rusya ve çin’in hipersonik füzeleri ...
    - küresel düzen değişimi ve büyük savaş tehdidi ...
    - dünden bugüne vietnam dersleri ve suriye ...
    - jeopolitik değişimin aceleci şaşkınlıkları ...
    - deniz dibi madenciliği ve kabotaj haklarımız ...
    - kafkas seddinden 100 yıl sonra akdeniz ve karadeniz seddi: ‘ikisini de kırmak zorundayız’ ...
    - pasifik’te büyük satranç ...
    - mustafa kemal atatürk ve sadun boro ...
    - denizaltıcılık aşkı ve kaybedilen bir değer: ömer fikret kalaycıoğlu ...
    - okyanuslara geri dönen çin ...
    - 93 harbinden günümüze trakya - kıbrıs dersleri...
    - balkanlarda jeopolitik satranç ...
  • başlıkta aradığım ancak bulamadığım john nash'e nobel ekonomi ödülü kazandıran oyun teorisi

    john nash. princeton üniversitesi’ndeyken “oyun teorisi” üzerine yazdığı doktora tezi ve sonraki çalışmalarından dolayı 1994’de nobel alır. söylemeden geçemeyeceğim, sanılanın aksine nobel matematik ödülü diye bir şey yoktur, john nash de nobel ekonomi ödülünü almıştır. ayrıca, lineer olmayan kısmi diferansiyal denklemler üzerine yaptığı çalışmalardan dolayı bu yıl aldığı abel prize matematikçilerin nobel’i olarak biliniyor. 30 yaşında şizofreni belirtileri göstermeye başlayıp, hayatının büyük bir kısmını bu hastalıkla geçirmesine rağmen bu yüzyılın en büyük dahilerinden birisi olduğu muhakkak. (hayali princeton’dan kabul alıp, john nash’in odasında kalmak olan öğrenciler bile var.) hayatını merak ediyorsanız ve izlemediyseniz akıl oyunları’nı (aynı isimli kitaptan uyarlama) şiddetle tavsiye ediyorum. 2002 en iyi film oscar’ı başta olmak üzere bol ödüllü bir filmdir.

    biraz ne yaptığından bahsedeyim. oyun teorisi, her oyuncunun kendi hamlesine karşın diğerlerinin yapacağı hamleyi hesaba kattığı stratejik durumlardaki insan davranışlarını (tercihlerini) inceler. teori politika, poker, biyoloji, en çok da ekonomi ve farklı alanlarda davranışları modellemek için kullanıyor. bu noktada, john nash diyor ki, karma stratejili (oyuncuların tercihlerini belli bir olasılıkla seçmeleri), sonlu sayıda oyuncunun, sonlu sayıda tercih ile oynadığı her oyunun bir dengesi vardır. (nash dengesi olarak geçiyor.) bu denge noktasında, her oyuncu diğer oyuncuların stratejilerine bakıldığında en iyi konumdadır, yapacağı bir hamle değişikliği ona kazanç sağlamaz. bunu ünlü tutsak ikilemi ile örneklendireyim. elimizde polis tarafından yakalanmış iki suçlu var; merve ve gözde diyelim. polisin bu iki suçlunun ruhsatsız silah taşıdığına dair kanıtı var ve bu 1’er yıl hapis cezası demek. polis ayrıca bu ikilinin birlikte banka soyduğundan şüpheleniyor fakat ellerinde yeterli kanıt yok. bu yüzden ayrı odalarda sorgulanan suçlulara bir teklifte bulunuluyor: “şuan seni 1 yıl içeride tutabiliriz ama banka soygununu itiraf edip, ortağını ele verirsen gitmekte özgürsün. ortağın 20 yıl hapis cezası yer fakat ikiniz de suçu itiraf ederseniz, bu sefer 8’er yıl hapis ile cezalandırılırsınız.“

    merve ve gözde vicdansız banka soyguncuları oldukları için sadece kendi alacakları cezayı düşünüp karar verecekler. tabloda olası tüm tercihleri inceleyebiliriz. ikisinin de iki stratejisi var; itiraf etmek ya da sessiz kalmak. merve şöyle düşünüyor “ gözde’nin ne yapacağını bilmiyorum. eğer sessiz kalırsa, benim için en iyisi itiraf etmek çünkü hapiste 1 yıl geçirmektense özgür kalırım. eğer itiraf ederse, benim için en iyi strateji yine itiraf etmek çünkü 20 yıl hapis yatmaktansa 8 yıl daha mantıklı. yani gözde ne yaparsa yapsın, itiraf ettiğim durum benim için en iyisi.” gözde de aynı şekilde düşünüp, itiraf etmenin merve’nin stratejisi ne olursa olsun kendisi için en iyi tercih olacağının farkına varır. sonunda ikisi de itiraf eder ve 8’ er yıl hapis ile cezalandırılırlar. her iki oyuncunun da diğer oyuncudan bağımsız olarak kazancını maksimize ettiği bu tercihe nash dengesi diyoruz. eğer ikisi de sessiz kalsalardı, 1’er yıl hapis cezası ile kurtulabilirlerdi ama her oyuncunun sadece kendi çıkarını düşünmesi ikisi için de daha kötü bir sona sebep oluyor.

    iki kişilik bir oyunda basit gibi görünse de, sosyal bilimlerde çok kullanılan bir kuram. ekonomiyi düşünürsek, oligopol piyasalarda dengeyi bulmak bu yol ile mümkün. mesela, opec (petrol ihraç eden ülkeler örgütü) dünyadaki petrol rezervlerinin çoğunu elinde bulunduruyor. bu yüzden petrol fiyatlarında belirleyici rol oynuyor. örgütün amacı, her üye ülke için üretim kotası belirleyerek fiyatı en yüksek şekilde tutmak. yalnız şöyle bir problem doğuyor; her üye toplam kârdan daha fazla pay elde etmek istediği için üretimi arttırmaya meyilli ama üretim artarsa petrol fiyatı düşecek. eğer ülkelerden birinin üretimini arttırdığı durumda, petrol fiyatları düşüyor ve bundan dolayı o ülkenin kendi kazancı da azalıyorsa, diyoruz ki piyasa nash dengesindedir.

    nash dengesi bulacağımız daha birçok örnek verebiliriz; 2. dünya savaşı sonrası amerika ile sovyetlerin askeri güç rekabeti, boeing ve airbus arasındaki üretim rekabeti ya da basit bir eşleştirme oyunu. ikili, üçlü oyunlarda dengeyi bulmak kolay fakat oyuncu sayısını arttırdığımızda işin içine matematik giriyor ve biraz hesap yapmak gerekiyor. daha geniş çaplı bilgi edinmek isteyenler için n. gregory mankiw (harvard university)- principles of economics kitabını öneririm."

    edit: evrim ağacı oyun teorisi 1

    evrim ağacı sitesinden oyun teorisi 2

    3

    4

    5

    yale üniversitesi'nden bir oyun teorisi dersi

    ali nesin anlatıyor

    konuyla ilgili 24 derslik oynatma listesi
  • babisnki refleksi, ayak tabanına çizilen hayali çizgi sonucu parmakların içe kapanması yerine dışa doğru açılmasıdır. bu refleks bize primat atalarımızdan kalmıştır. yenidoğanda ve paralizde(felçlide) görülür. yenidoğanda görülmesi fizyolojik; paralizde görülmesi patolojiktir. bize hangi omuriliğin hangi segmentinde hasar olduğunu gösterir.
  • antik mısırdaki kölelik sistemi hakkındaki gerçekler.

    1. kölelerin yıllık izin hakları var ve bu süre yılda 2 aya kadar çıkabiliyor

    2. çalışma saatleri 6 saat civarında

    3. işkence, dayak gibi vahşilikler yasak

    4. evlenecekleri zaman masrafları sahipler karşılar ve devlet bu çiftlere oturmaları için bedava ev temin eder

    5. sağlık hizmetleri sahipleri tarafından yaptırılmak zorundadır ve düzenli muayeneden geçerler

    6. yeme içme gibi ihtiyaçları yeteri kadar sağlanmak zorundadır

    insan bunları öğrenince hangimiz köleyiz diye düşünmeden edemiyor. günümüz modern kölelerinin bu yukarıdaki haklardan hangilerine sahip olduğunu siz düşününüz
  • şiddet toplumlarında doğan çocukların genomunda onları bu şiddetin psikoloji üzerindeki etkilerinden koruyacak bir moleküler düzenlenişe rastlanması .

    saõ gonçalo, brezilya'da rio de janeiro eyaletinin doğusuna düşen bir belediye. bir milyonluk nüfusunun büyük kısmı düşük gelirli ailelerden oluşan, şiddetin evlerden ve sokaklardan hiç eksik olmadığı dev bir favela. ancak bu tipik brezilya yerleşimi bu defa sosyolojik bir incelemeye değil, tükürükten alınan dna’ların analiz edildiği, bireylerin psikiyatrik profilleri ile dna metilasyon düzeylerinin ilişkilendirildiği bir genetik çalışmasına konu oldu. amaç hamilelik sırasında eşlerinden ya da sevgililerinden şiddet gören kadınların çocuklarının genomunda bu şiddetin bıraktığı izleri takip etmek.

    gebelik sırasında depresyon ya da fiziksel şiddet gibi sebeplere bağlı olarak annenin yaşadığı yoğun stresin çocuğun gelecekteki nöro-psikiyatrik durumu üzerinde olumsuz, hatta yıkıcı etkiler bıraktığı biliniyor. nitekim otizm, şizofreni ya da anksiyete gibi psikiyatrik durumlarla gebelik sırasında yaşanan stresin ilişkilendirildiği pek çok çalışma mevcut. ancak bir yandan da şöyle bir soru akla geliyor: ev içi şiddete savaşın ya da sokak çatışmalarının eklendiği toplumlarda her çocuk potansiyel psikiyatri hastası olarak mı doğuyor? pek sayılmaz… frontiers in genetics dergisinin nisan 2019 sayısında yayımlanan bir çalışma, aslında bu sorunun cevabının “tam tersi” olduğunu söylüyor. zira almanya, isveç, isviçre ve brezilya’dan araştırmacıların imza attığı bir ortak çalışma, şiddet toplumlarında doğan çocukların genomunda onları bu şiddetin psikoloji üzerindeki etkilerinden koruyacak bir moleküler düzenlenişe işaret ediyor. işin sırrıysa şiddet maruziyetinin sadece doğum öncesi evrede değil doğumdan sonra da devam ettiği bir ortamın söz konusu olması. diğer bir deyişle şiddetin sadece annenin gebelik esnasında karşılaştığı özelleşmiş ve bireysel bir vaka olarak değil toplumsallaşmış bir olgu olarak kendini göstermesi gerekiyor. birinci durumda, yani şiddet bireysel ve gebelikle sınırlı bir vaka olarak kaldığında evet, psikiyatrik sorunlara kapı aralayan bir etkene dönüşüyor; ancak şiddet, doğum öncesi ve sonrası dönemde süreklilik kazanması durumunda bizatihi bir bağışıklık öğesi vazifesi görüyor. doğum öncesi ve doğum sonrası çevreler arasındaki etkileşimin zihin sağlığı üzerindeki bu belirleyiciliği tuhaf, hatta gerçek dışı mı geldi? o zaman buyurun işin genetiğine…

    diyelim são gonçalo çalışmasına katılan, yaşları 8-18 arasında değişen 120 çocuktan birisiniz. sizinle birlikte çalışmada yer alan 122 kadından biri olan anneniz hamileliği sırasında şu veya bu şekilde fiziksel şiddete maruz kaldı. ancak bu ev içi şiddet ortamı, yine şu veya bu şekilde toplumsal düzeyde, hatta fiziksel düzeyde, sizin doğumunuzdan sonra da devam etti. yani siz de doğduktan sonra şiddet gördünüz ya da tanık oldunuz. düz mantık suçun ve şiddetin genlerinize işlediğini söyleyecektir. oysa yukarıda belirttiğimiz gibi, konstanz, basel, linköping ve bielefeld üniversitelerinin psikoloji bölümlerinin ortak yürüttüğü bu çalışmanın sonuçları tam tersine işaret ediyor. şiddet toplumlarında çocukların imdadına epigenetik denen bir mekanizma yetişiyor.

    dna’nın kodlayıcı dizileri üzerindeki bildiğimiz mutasyonlardan değil de, bu dizilerin ifade edilme düzeylerinde değişimlere yol açan moleküllerin dna’ya iliştirilmesiyle kendini gösteren bir varyasyon üretme mekanizması epigenetik. são gonçalo örneğinde stres hormonu olarak bilinen kortizola bağlanan bir reseptöre (glikokortikoid reseptörü) ve bu bağlanmanın normal biçimde gerçekleşmesini sağlayan refakatçi proteine (fkbp5) ait genler, dna metilasyonu denen bir epigenetik mekanizmayla baskılanmışa benziyor. böylece bu çocukların genomunda fkbp5’i kodlayan genin başlangıç kısmına yerleşen metil grupları geni inaktif hale getirerek fkbp5 proteininin üretimini sekteye uğratıyor. bu da uzun vadede psikiyatrik hastalıklara karşı duyarsızlık anlamına gelecek olan stres hormonuna duyarsızlıkla sonuçlanıyor. dahası, sonuçlar são gonçalo tipi şiddetin benzerini savaş bağlamında yaşamış olan orta doğu kökenli çocuklarda da doğrulanmış. görünen o ki şiddetin süreklilik kazandığı ortamlarda bizi bu durumun yıkıcı etkilerinden koruyacak bir dna metillenme mucizesi devreye giriyor. barışçıl ortamlarda doğan kontrol grubu üyelerinde bu metillenmenin çok daha düşük düzeylerde söz konusu olduğu, psikiyatri hastalarında ise hepten yetmezlik gösterdiği de saptanmış. peki bütün bunlar toplumsal ve bireysel şiddet ile zihin sağlığı arasındaki ilişkiye dair ne söylüyor? yanıtı çalışmanın yürütücülerinden, isveç’teki linköping üniversitesi sosyal ve afektif nörobilim merkezi araştırmacılarından daniel natt versin:

    “sonuçlarımız farklı farklı şekillerde yorumlanabilir. örneğin stres altındaki annelerin çocuklarını şiddet ortamı için bir şekilde hazırladıkları düşünülebilir; ancak ben bu yoruma şüpheyle bakıyorum. bana göre bu sonuçlar, gebelik esnasında görülen şiddetin çocuğun beyin gelişimini optimum düzeyin altına çekmesiyle ilişkili. nasıl mı? örneğin doğum öncesi stres asosyal davranış bozukluğu ya da otizm gibi durumlarla ilişkilendirilmiştir. benim yaşadığım toplumda bu tablo ile hayatınızı normal biçimde sürmeniz zor. söz gelimi okul ortamına uyum sağlamanız zor olduğu için daha başka psikiyatrik sorunlar da geliştirebilirsiniz. fakat başka bazı toplumlarda aynı davranış biçimi size avantaj kazandırabilir. mesela üzerinde çalıştığımız são gonçalo tipi topluluklarda asosyal “becerilere” sahip olmak, ya da daha net bir ifadeyle, uygulanan şiddetin duygusal düzeydeki sonuçlarını görememek ve göstermemek size avantaj sağlayabilir. hatta bu sayede toplumda saygın bir yer kazanabilir, gayet iyi hissedebilirsiniz. dolayısıyla bu sonuçlar aslında şiddet topluluklarında bu gibi davranışlara alkış tutulması, şiddetsiz toplumlarda ise normların dışında kalan bireylere yeterince destek gösterilmemesiyle ilişkili bir uyarı olarak algılanmalıdır.”

    kaynak
    serpeloni, f. ve ark., “does prenatal stress shape postnatal resilience? – an epigenome-wide study on violence and mental health in humans”, frontiers in genetics, 16 nisan 2019.
  • ilginç ve düşündürücü sonuçları olan 10 psikoloji deneyi.

    stanford hapisane deneyi

    1971 yılında stanford üniversitesi’nden philip zimbardo adlı bir psikoloji hocası, gönüllü üniversite öğrencilerinden mahkumlar ve gardiyanlar olarak iki grup oluşturdu. deneyin amacı yapay bir hapisane oluşturup insanların nasıl davranacağını gözlemlemekti. senaryoya uygun olması için okulun bodrum katında gerçeğe çok yakın bir hapisane ortamı yaratıldı.

    başlangıçta her şey normal gitse de kısa süre içinde işler ilginç bir hal almaya başladı. gardiyan rolündeki öğrenciler kendilerini rollerine fazla kaptırıp mahkum rolündeki öğrencilere fiziksel ve sözlü şiddet uygulamaya başlamışlardı. öyle ki gardiyanlar mahkumlara eziyet etmek için yemek vermiyorlar, yatak ve yorganlarını alıp onları demirlerin üstünde yatmaya mecbur bırakıyorlardı.

    mahkumlar ise birkaç gün içinde gördükleri kötü muamele yüzünden fiziksel ve duygusal olarak çöküntü yaşamışlardı. mahkumlar, normal hayatta arkadaşları olan gardiyanları gördüklerinde korkmaya ve sinir krizi geçirme bile başladılar. ardından 6. güne doğru işlerin içinden çıkılmaz bir noktaya gittiğini gören psikoloji hocası deneyi sonlandırma kararı aldı.

    hapisane deneyini tasarlayan zimbardo deneyi tasarlamış olmasına rağmen kendisinin bile ne kadar acımasızlaştığını görünce dehşete kapıldığını söylüyordu. bu deney gardiyanların acımasız ve gaddar olması gerektiği gibi toplum tarafından bazı kişilere biçilen rollerin insanları ne kadar etkilediğini ortaya koyuyordu.

    *bu entry'yi video olarak izlemek için

    joshua bell

    2008 yılının aralık ayında abd’deki bir metro istasyonunda müzisyen bir adam kemanını çıkarıp çalmaya başladı. 45 dakika boyunca ünlü besteci bach’ın en ünlü eserlerini çalan kemancı sadece 32 dolar toplayabilmişti. insanlar aceleleri olduğu için adamın yüzüne bile bakmadan geçip gidiyorlardı.

    ancak insanların bilmedikleri bir şey vardı. az önce önünden yüzüne bile bakmadan geçip gittikleri müzisyen dünyadaki en ünlü keman virtüözlerinden biri olan joshua bell’di. ünlü sanatçı bizzat stradivarius keman markasının kurucusu tarafından yapılmış olan 3 buçuk milyon dolar değerinde ve 300 yıllık bir kemanla yaşamış en ünlü bestecilerden birinin parçalarını çalmıştı. joshua bell’in konserlerinde en ucuz biletin fiyatı neredeyse 1000 liraydı ve her zaman tüm biletleri satılıyordu.

    bu deney bize şunu gösteriyor, günlük hayattaki koşuşturmacalar yüzünden dünyanın en pahalı kemanını çalan dünyanın en iyi kemancılarından birini bile fark edemiyorsak kim bilir başka neleri kaçırıyoruzdur. belki de arada bir durup her gün görmeye alıştığımız sıradan şeylerdeki güzellikleri de farketmeye çalışmalıyız.

    empati yapan fareler

    ikinci deneyde başrolde fareler var. bilim insanları iki fareyi alıp bir odaya koymuşlar ve farelerden birini küçük bir kafese kapatmışlar. kafesin kapağı içerden açılmadığı için kafesteki farenin kurtulmasının tek yolu dışardaki farenin kapağı açıp arkadaşını kurtarmasıymış. kafese konulan fare kapağın açılmağını görünce hemen dehşete kapılmış. dışarda bulunan fare ise birkaç dakika bekledikten sonra kafesi açıp arkadaşını kurtarmış.

    deneyin ikinci aşamasında ise daha önce kafesin içinde kilitli kalmış olan bir fareyi arkadaşını kurtarması için dışarı koymuşlar. bu fare birkaç dakika beklemek yerine kapağı hemen açmış ve arkadaşını kurtarmış. yani kafesin içinde kalmanın ne kadar kötü bir his olduğunu bilen fare arkadaşıyla empati kurmuş ve diğer farenin aksine kapağı hiç beklemeden açmış. bu ilginç deneyin sonucu bize hayvanlarda da insanlarda olduğu gibi empati duygusunun bulunduğunu gösteriyor.

    piyano merdivenler

    ünlü bir araba şirketi insanların yürüyen merdivenler yerine normal merdivenleri kullanmalarını sağlayabilmek için almanya’daki bir metro istasyonunda ilginç bir deney yapmış. merdivenleri piyano tuşları şeklinde boyamışlar ve üzerine basınca piyano sesi çıkarması için ses sistemi kurmuşlar. bu sayede yürüyen merdivenler yerine normal merdivenleri kullanan insanların oranı %70 artış göstermiş. hatta bu merdivenlerden istanbul’da bir alışveriş merkezine de kurmuşlar.

    bu sayede insanların günlük hayatta merdiven çıkmak gibi zorluk olarak gördüğü bir işi daha eğlenceli hale getirerek insanların daha sağlıklı olan normal merdivenleri kullanmalarını sağlamışlar.

    marshmallow deneyi

    1968 yılında walter mischel adlı bir psikolog 5 yaş civarındaki yaklaşık 100 kadar çocukla ilginç bir deney yapmış. mischel, çocukları bir masaya oturtup önlerine bir şeker koymuş ve onlara 15 dakika boyunca şekeri yemeden durabilirlerse ikinci bir şeker kazanacaklarını söylemiş.

    tabi ki çocukların çoğu gözlemciler odadan çıktığı anda şekeri yemişler. ancak az sayıdaki çocuk 15 dakika boyunca şekeri yemeden dayanabilmiş ve ikinci bir şeker kazanmış.

    ardından deneyi yapan kişiler yaklaşık 40 yıl boyunca aralıklı zamanlarda çocukların hayatlarını takip etmişler. şekeri yemeden dayanabilen kişilerin okullarında, işlerinde ve sosyal hayatlarında şekeri hemen yiyen çocuklara göre daha başarılı oldukları gözlemlenmiş.

    bu sevimli deney sabretmesini bilen ve eğlenceyi erteleyebilen kişilerin hayatta daha başarılı olduğunu açıkça gösteriyor.

    carlsberg sinema reklamı

    geçtiğimiz yıllarda ünlü bir bira markası ilginç bir reklam kampanyasına imza atmış. bir sinema salonunun tam ortasındaki iki koltuk haricinde tüm koltuklarına dövmeli ve sert görünüşlü motorcuları oturtmuşlar. ardından geri kalan iki koltuğu da olaydan haberi olmayan çiftlere satmışlar.

    çiftler salona girdiklerinde beklemedikleri bir manzarayla karşılaşmışlar ve çoğu filmi izlemekten vazgeçip salondan çıkmışlar. bir salon dolusu sakallı motorcuya rağmen koltuklarına oturan çiftler ise salondaki motorculardan eğlenceli bir kutlamayı haketmişler.

    bira firmasının satışlarını artırmayı da sağlayan bu deney, kötü gözüken bir durumun her zaman gözüktüğü kadar kötü olmadığını ve cesur adımlar atmanın her zaman bir ödülü olduğunu gösteriyor.

    hedonik adaptasyon

    sıradaki araştırma 1971 yılında iki farklı grup insanla yapılmış. birinci gruptakiler piyango kazanan kişilerden oluşurken ikinci gruptaki insanlar kaza geçirip felç kalan insanlardan oluşuyormuş. insanlarla yapılan görüşmelerin sonucunda ilginç bir şekilde iki gruptaki insanların da hayatlarından aynı düzeyde memnun oldukları ortaya çıkmış.

    araştırmacılar bu sonuca dayanarak ilginç bir teoride bulunmuşlar. bu teoriye göre herkes kendi kişiliğine bağlı olarak normal bir mutluluk düzeyine sahip ve hayatımızda iyi ya da kötü bir olay yaşanmadıkça sabit bir şekilde bu mutluluk düzeyini koruyoruz. başımıza iyi bir şey geldiğinde ise mutluluk seviyemiz bir süreliğine artıyor ancak kısa süre içinde bu durum bize normal gelmeye başlıyor ve yine normal mutluluk seviyemize dönüyoruz.

    aynı şekilde başımıza kötü bir şey geldiğinde de zamanla üzüntümüz azalıyor ve git gide normaldeki mutluluk seviyemize geri dönüyoruz. bu durumu somutlaştırmak için şöyle düşünebiliriz. sıradan bir insana boğazdaki yalılardan birini versek, herhalde o insanı bir anda dünyanın en mutlu insanlarından biri yapmış oluruz. ancak yıllardır boğazdaki yalısında yaşayan zengin biri ise o manzaraya yıllardan beri alıştığı için artık boğaz manzarasına dönüp bakmıyordur bile.
    bu yüzden belki de sürekli daha fazlasına sahip olmayı istemek yerine sahip olduğumuz şeylerin aslında bizi mutlu etmeye yeterli olduğunu farketmeyi denemeliyiz.

    bağımlı fareler

    sıradaki deney ise bağımlılıkla ilgili. 1978 yılında kanadalı psikolog bruce alexander, farelerle yaptığı deneyde iki tane yaşama ortamı oluşturmuş. birinci ortamda sadece basıldığı zaman fareye bağımlılık yapıcı madde veren bir kol varken, ikinci ortamda madde veren kolun yanı sıra farenin oyalanabileceği birsürü küçük fare eşyası varmış.

    ilk ortamdaki fareler bastıklarında madde aldıkları bir kol dışında başka hiçbir şeye sahip olmadıkları için bir süre sonra kola çılgınlar gibi basmaya başlamışlar ve yüksek doz madde kullanımından ölmüşler. ikinci ortama konulan fareler ise yapacak birsürü başka şey olduğu için kola ilk ortamdakilere göre çok daha az basmışlar.

    bu deney, daha fakir ve iş imkanlarının az olduğu mahallelerde bağımlılık yapıcı madde kullanımının neden daha fazla olduğunu anlamak için bilim insanlarına yeni bakış açısı kazandırmış ve çok sayıda makaleye konu olmuş.

    asch deneyi

    1955 yılında psikolog solomon asch tarafından yapılan bu deney sürü psikolojisi ile alakalı. deney düzeneği basitçe şu şekilde, deneye katılan kişilere 3 farklı uzunlukta çubuk gösteriliyor ve bu çubuklardan hangisinin 4. olarak gösterilen başka bir çubuğa en yakın uzunlukta olduğu soruluyor.

    doğru cevabın çok belirgin olduğu deneyde başlangıçta tüm katılımcılar doğru cevap veriyor. ardından deney, bu sefer deney yapıldığından haberi olan bir grup insan ve deneyden habersiz olan bir kişi ile tekrarlanıyor. bu sefer deney ekibinde olan kişiler bilerek yanlış cevap veriyorlar ve en son deneyden habersiz olan kişiye soruluyor. ilginç bir şekilde görülüyor ki katılımcıların yaklaşık 4’te 3’ü grubun diğer üyelerine uymak için bile bile yanlış cevap veriyorlar.

    bu deney, yanlış bir eylemin çok sayıda kişi tarafından yapıldığı zaman o kadar da yanlış olmadığı yanılgısına neden düştüğümüzü açık bir şekilde bize gösteriyor.

    milgram deneyi

    1961 yılında stanley milgram adlı amerikalı bir psikolog, insanların bir otoritenin emri altındayken ne kadar acımasız olabileceklerini görmekr için bir deney tasarlamış. milgram, deneyde görev alan insanlardan karşı odada bulunan kişiye sorular sormasını ve her yanlış cevapta o kişiye elektrik vermelerini istemiş.

    aslında deneyde kimseye elektrik verilmiyormuş ve elektrik verildiği sanılan kişi de deney ekibinden biriymiş. elektrik verilen kişi inandırıcı olması açısından düğmeye her basıldığında acı çeker gibi sesler çıkarıyormuş. soruları soran kişi karşıdaki insanın acı çektiğini görünce başta elektrik vermeyi reddetmiş. ancak deneyi yapan kişi bütün sorumluluğu aldığını ve elektrik vermeye devam etmesini söyleyince insanlar ölümcül doz olan 450 volt elektriği bile karşılarındaki insana vermişler.

    bu meşhur deney sıradan bir insanın bile sorumluluk başkasında olduğu zaman ne kadar acımasız davranabileceğini ortaya çıkarmış.
hesabın var mı? giriş yap